hesabın var mı? giriş yap

  • mesela kipa markette 2,70 liraya satılan "kahveli bisküvi" var, bulgaristan'da üretilmiş.. bu fiyata gerçekten nefis birşey diyebilirim.. bugüne kadar hiç denemediyseniz mutlaka denemelisiniz.. elin adamı nasıl yapıyor bilmiyorum ama yapıyor işte;

    görsel

    edüt: görsel güncellendi..

  • noma, richard dawkins tarafından the god delusion kitabında ele anılan kısaltmadır. non-overlapping magisteria şeklinde açılımı olan bu kavram, türkçe'ye birbiriyle örtüşmeyen alanlar ya da birbirinin ilgi sahasına girmeyen alanlar şeklinde özetlenebilir. ilk olarak stephen jay gould tarafından öne sürülmüştür. buradan kasıt bilim ve dinin birbirinin ilgi sahasına girmeyeceği görüşüdür. özellikle evrim ve dinin ayrı tutulması gerektiğine yönelik fikir burada öne çıkmaktadır ki dawkins kitabında bundan sıkça eleştiri ile söz eder. dawkins'in kitabında en çok eleştirdiği noktalar bu yüzden noma ve ilk olarak huxley tarafından öne sürülen agnostisizm kavramlarıdır. bilimin özellikle yaratılışçılık düşüncesine el atmaması gerektiğini, yaratılışçılığın dinin ilgi sahası içinde olduğunu görüşü noma'da hakimdir.

    öncelikle tanrının var olup olamayacağına yönelik olarak, dawkins, 7 aşamalı bir olasılıklar tayfı önermiştir. bunlar aşağıdaki gibidir: (ki bu kategorik düşünce biçimi bence son derece mantıklıdır. hepimizin bu aşamalardan bir şekilde geçtiğini düşünürsek)

    1) koyu teist olanlar. yani tanrının var olma olasılığı %100'dür. "inanırım bilirim "

    2) son derece yüksek olasılık fakat tam olarak %100 değil. bunlar fiili tesitlerdir. "kesin olarak bilemem fakat tanrıya fazlasıyla inanırım, bu yüzden onun burada olduğunu varsayarak hayatımı şekillendiririm." düşüncesinde olan kişilerdir.

    3) %50'den yüksek fakat çok da yüksek olmayanlar. teknik açıdan bilinemezci (agnostik) ancak teizm meyilli olanlar. "çok kararsızım ancak tanrıya inanmaya meyilliyim" düşüncesinde olanlar.

    4) tam olarak %50. yani tam anlamıyla bilinemezci (agnostik) olanlar. "tanrının varlığı ya da yokluğu eşit olasılıktadır, yani bilinemez" görüşünde olanlar.

    5)%50'den düşük ama çok düşük değil. teknik olarak agnostik ancak ateizme meyilli oılanlar.

    6) tanrının son derece düşük olasılıkta olduğuna inanlar. fiilen ateist. kesin olarak bilemesem de tanrının son derece düşük olasılıkta olduğuna inanırım.

    7) koyu ateistler. tanrının olmadığını bilirim ya da tanrı kesin olarak yoktur diyenler.

    belirtmeden geçmemeyim. richard dawkins, kendisinin bu kategorilerden 6. kategoride olduğunu belirtir. çünkü kategori 1 ile 7'nin birbirinin simetrisi olduğunu düşünür. tek başna mantığın hiç bir şeyin tam olarak bir şeyle yaftalanmaya yeterli olmadığını düşünür. yani ona göre aslında 1 dekiler de 7'dekilerde teknik olarak bağnaz bir düşünce yapısına sahiptir.

    (bkz: agnostisizm), bu olasılıklar tayfında 4. kategoriye girer. ve bu yüzden hatalıdır. tanrının kanıtlanamayacağı ve çürütülemeyeceği için kesin olarak var olma olasılığının %50 olduğunu savunmak, mantık dışıdır. bu mantığı savunanlar, prensipte kalıcı bilinemezcilik (pkb) düşüncesine hakimdirler. ancak bu kişilerin aslında uygulamada geçici bilinemezcilik (ugb) sınıfına dahil olmaları daha mantıklıdır. çünkü şu an bilinemez duran şey aslında şu anda bilinemezdir. yani geçicidir. ileride bulunacak daha farklı kanıtlar ile bilim, tanrının varlığı ya da yokluğuna yanıt verebilme kapasitesine sahiptir. işte burada noma kavramı da ön plana çıkar. tam olarak 4 kategorisine giren agnostikler, aslında noma fikrine yani bilimin ve dinin birbirlerinin ilgi sahasına giremeyeceği düşüncesine meyilli kişilerdir ve bu düşünce dawkins'e göre son derece yanlıştır. niçin dinin ilgi sahasına giren ya da ya da öne sürdüğü düşünceler, mantığın ve bilimin ilgi sahasına giremesin ki? bu alanı sadece ruhban sınıfına ya da ilahiyatçıların bilgisine ve ilgisine bırakmak son derece yanlıştır. çürütülemez bir kavram, hiçbir şekilde %50 vardır ya da yoktur şeklinde nitelendirilemez ve bu yüzden bilim ayrı din ayrı çalışsın, herkes kendi işini yapsın şeklinde bir kolaycılığa kaçmak son derece yanlıştır. çok basit olacak ancak şu örnekle devam etmekte fayda var. bir zamanlar, yıldırım ve şimşek gibi gök olayları, bilimin sahada olmamasından ötürü açıklanamadıkları için dinsel şekilde yorumlanmıştır. ancak daha sonra bilimin devreye girmesiyle bilimsel açıklama temelli şekillendirilmişlerdir. peki o çağlarda agnostik mi olmak gerekliydi? ya da noma fikrine sahip olarak, bu dinin sahasına girer şeklinde kestirip atmak mı mantıklı olandı?

    bu konuda şöyle devam edilebilir:

    tesitlerin tanrı hakkındaki iddiaları, onun yaratma, koruma, ya da küçük büyük herhangi bir şeyi ortadan kaldırma kuvveti olduğudur. gezegenlerin kepler'in keşfettiği şekliyle hareket etmesini gerçekleştirebilir ve aynı zamanda gezegenleri çok farklı bir şekilde de hareket ettirebilir. tanrı, doğanın kanunları tarafından kısıtlanamaz, kanunları o belirler.

    bu çok kolaycılığa kaçan bir düşünce biçimidir. bunun noma kavramından hayli uzak olduğu söylenebilir. bu ayrık alan yani noma ekolünü savunan bilim adamları, doğaüstü yaratıcısı olan bir evrenin yaratıcısı olmayan bir evrenden oldukça farklı olması gerektiğini kabul etmek zorundadırlar.

    bertrand russell'ın öne sürdüğü kutsal demlik düşünce deneyini hatırlayalım: (https://seyler.eksisozluk.com/…yorumu-kutsal-demlik) eğer ben dünyayla mars arasında, güneşin etrafında dönen ama en gelişmiş teleskoplarımızla bile farkına varılamayacak bir çaydanlığın olduğunu söyleseydim, kimse bu önermemin yanlış olduğunu ispatlayamazdı. ama eğer ben aksi kanıtlanamayacağından yola çıkarak insanların bu çaydanlığın varlığından şüphe duymalarının kabul edilemez olduğunu ileri sürseydim, herkes haklı olarak saçmaladığımı düşünürdü. ama eğer bu çaydanlık antik kitaplarda "kutsal bir gerçeklik" olarak geçerse ve insanların beyinlerine sürekli empoze edilirse, bu sefer onun varlığından şüphe duyanları ya engizisyon mahkemesine veriririz, ya da psikiyatristlere.

    bu şekilde bir düşünce, bizi noma yani non-overlapping magisteria ekolünü savunmaya itebilir mi? elbette itemez. şu an itibariyle nasıl olsa bilenemez olan bir şeyi, dinin mi yoksa bilimin mi ilgi alanına sokacaksınız? eğer dinin ilgi alanına soktuğunuzu ve herhangi bir kutsal öğretide demlik hakkında böyle yazdığını öne sürseniz, bu konu onu bilimin alanı yapamaz mı? yani bilim kendi işiyle uğraşsın deyip aradan kurtulmak mı gerekir? bunun üzerinde biraz düşünün bu bile, noma fikrinin sağduyuya aykırı olduğunu bize gösterecektir.

    kaynak olarak, the god delusion kitabından yararlanılmıştır.

  • federasyonun milli takıma almak istemediği apaçık ortada. ancak larkin o kadar harika bir sezon geçiriyor ki kimse kalkıp doğrudan almak istemiyoruz demiyor. topu birbirlerine atıp duruyorlar. peki neden almak istemiyorlar?
    1) larkin'in milli takım için yeterli olmadığını düşünüyolar
    - mümkün değil
    2) larkin pozisyonunda ihtiyaç olmadığını düşünüyorlar
    - yine mümkün değil, wilbekin larkin karşılaştırması yapanı taşa çevirir allah, ayrıca bire birde sayı bulabilen oyuncu demek modern basketbol demek yani elinde beş tane olsa altıncıyı istersin.
    3) sarıca, karşıyaka ile şampiyonluk hedeflerken efesin türk kontenjanında rahatlamasını istemiyor veya buna benzer bir sebep
    - çok ihtimal vermiyorum. efes bu kadro ve oyun kalitesiyle ligte herkesten net bir şekilde üstün. larkin'in türk kontenjanına geçmesine ihtiyaçları yok.
    4) larkin seneye nba'e giderse milli takımı ciddiye almamaya başlar diye düşünüyor olabilirler.
    - ihtimal dahilinde. belli ki wilkebinin tbl dışına çıkması hoşlarına gitmemiş, bir ikincisini yaşamak istemiyorlar.
    5) devşirme hakkını uzun pozisyonunda oynayan bir oyuncuda yana kullanmak istiyorlar
    - kim o? ömer faruk'un milli takıma gelip gelmeyeceği belli olmadığı da hesaba katılırsa milli takımda uzun problemi çektiğimiz ve çekeceğimiz aşikar ama larkini almayıp almayı bekledikleri/planladıkları oyuncu kim?
    6) larkin'in kaseti var.
    - en olası senaryo bu.

  • asıl adı: fisher space pen*
    kod adı: nasa kalemi
    patent adı: ag (anti gravity) pen

    uzayda kalem sorunsalının hikayesi;

    1967 öncesinde astronotlar uzay seyahatlerinde kurşunkalem kullanıyordu çünkü bilye uçlu tükenmez kalemler yerçekimsiz ortamda yazmıyordu. ancak kurşunkalemler hem pahalıya mal oluyor hem de kalem tozunun uzay kapsülü içinde etrafa saçılması, kalem ucunun kırılıp elektronik cihazlara zarar vermesi gibi riskler taşıyordu.

    nasa, kalem problemini nasıl çözeceğini düşünürken paul c. fisher ortaya çıkmıştı. fisher, bilye uçlu tükenmez kalemi basınçlı kartuşla mükemmelleştirdi ve 1965 yılında bu yeni ürünün patentini aldı. sıradan tükenmezlerde mürekkebin bilyeye yürümesi için yerçekimi gerekiyorken bu kalemde mürekkep, yerçekimi olmasa da tungstenden imal edilmiş bilyeye akıyordu. mürekkep, yoğun kauçuğumsu özellikte idi. kalem; yerçekimsiz ortamda, su altında, eksi 45 dereceden 200 dereceye kadar her ısıda, yağlı ve ıslak yüzeyde ya da yukarı doğru dik vaziyette de yazabiliyordu. raf ömrü de 100 yıldan fazla idi.

    nasa, yoğun testlerden sonra 1967 yılında apollo uçuşları için bu kalemlerden satın aldı. apollo görevleri olarak bilinen bu uçuşların ilk ayağı olan apollo 204 yani apollo 1 seyahati, bir yer testi esnasında yaşanan korkunç patlama nedeniyle gerçekleşemedi. fisher marka uzay kalemi, 1968 yılında apollo 7 ile ilk uzay seferine çıktı ve o tarihten beri her seferde kullanılmakta. bu nedenle "nasa kalemi" olarak da bilinmekte.

    ancak bu kalemler sadece nasa tarafından kullanılmadı elbette. sovyetler birliği de 1969 yılında soyuz seferlerinde kullanmak üzere bu kalemlerden aldı. hatta sovyetler birliği’nin dağılmasından sonra paraya sıkışan ruslar mir uzay istasyonu'nun masraflarını karşılayabilmek için 1998 yılında fisher’in reklamına bile çıkmışlardı. mir’le bağlantı kurarak reklamı yayınlayan amerikan qvc alışveriş kanalındaki senaryo şu şekildeydi: mir komutanı anatoli solovyev ile uçuş mühendisi pavel vinogradov uzay kalemi üzerine muhabbete dalıyor, ancak teknik bir problem nedeniyle sesleri duyulmuyor. bunun üzerine tahtaya fisher’le "qvc" yazıyorlar, sorun çözülüyor.

    bu özel tükenmez kalemin hayat kurtardığına dair bir hikaye de var. rivayete göre; ay'a ilk adımın atıldığı apollo 11 seferinde neil armstrong ve edwin buzz aldrin dünyaya dönmek üzere ay modülüne binerken astronotlardan birinin sırtındaki yaşam destek çantası, modülün motorunu harekete geçiren plastik kola(şaltere) takılıp mekanizmayı kırar. iki astronotun ana uzay aracına geçebilmesi için modülün mutlaka çalışması gerekmektedir. aldrin, houston'la bağlantı kurarak yardım ister. bir nasa uzmanı çözüm üretmek üzere merkez üste bulunan modülün kopyasındaki kolu kırar ve çeşitli alternatifleri denemeye başlar. kol yerine geçecek bir çubuğu nereden bulabilirler diye düşünürken aklına uzay kalemi gelir. astronotlar kırılan kol yerine kalemi takıp motoru çalıştırmayı başarırlar ve ana uzay aracına ulaşıp ay'dan ayrılarak dünya'ya dönerler.

    dönüş sonrası armstrong ve aldrin’den bu hikayeyi dinleyen nasa’nın halkla ilişkiler yetkilisi, duyduklarını paul fisher’e aktarır. işte o gün bugündür fisher şirketinin tanıtımlarında hep şu ifade yer almaktadır; "fisher uzay kalemi olmasaydı, belki bugün armstrong ve aldrin hala ay'da olacaktı." (bkz: apollo 11/#61515339)

    edit:
    * kansas bayrağında görsel ve kennedy uzay merkezi'ndeki bir anıt-yazıda görsel bulunan "ad astra per aspera" cümlesi ile ilgili detay için link;
    (bkz: apollo 1/#66537874)

    * the flintstones (taş devri) ile alakalı ilginç ve tatlı bir detay için link;
    (bkz: apollo 7/#61273660)

    * kalemle ilgili görseller için link;
    https://seyler.eksisozluk.com/…azabilen-uzay-kalemi

  • dünyanın en iyisi olduğu bir konu var ki o da beklentilerin arttığı her zaman karşılaması. herhangi bir takımla ilk maçı mı ? kral yazar golü. eski takımına geri mi döndü ? ilk maçta 2 tane yazar. yenildiği maç sonrası rakip takıma, bir sonraki maç görüşürüz mü dedi ? o maç hattrick yapar maçı alır. bu konuda dünyada gelmiş geçmiş bir rakibi dahi yok ve bu onu çok özel kılıyor.