hesabın var mı? giriş yap

  • "meh meh meh, kölelik kalktı sanıyorsunuz ama sadece şekil değiştirdi" deyip de yaşadıkları beyaz yakalı kapitalizmiyle köleliği karşılaştıranlar bir zahmet köleliğin nasıl bir şey olduğunu araştırabilirler mi?

    birilerinin sana ruhunla, bedeninle sahip olduğu bir olgu kölelik. sahibin canı sıkıldığı için seni gece uykundan uyandırıp kırbaçlayabiliyor ya da ne bileyim gelip tecavüz edebiliyor. yetmiyor, ondan doğurduğun çocukları satıyor, hatta işleri kötü giderse seni de satıyor. bir şeye sahip olman mümkün değil, çuvaldan bozma kıyafetler giymek, yatağa aç gitmek zorundasın. fazladan bir lokma yesen, bir şey söylediğinden ses tonun sahibinin hoşuna gitmese ya da ne bileyim yanlışlıkla sahibinin gözünün içine baksan ölüm de dahil olmak üzere cezalandırılabilirsin. seni koruyan herhangi bir kanun ya da kurum yok. tam tersine bir şekilde kaçsan, kurtulsan, sahibinin kanunen seni yakalatma hakkı var...

    sen şimdi bunu gidip modern kapitalizmle karşılaştırıyorsun, hatta kendi durumunu bununla özdeşleştirip kendine acıyorsun öyle mi?

  • herifin bir forumda "benim bmw'um var ve hiç bir kız yüzüme bakmıyor, herif honda civic ile hatun içinde yüzüyor" dediği söyleniyor.

    benim de honda civic'im var. elliot'cım sen olayı tam anlamamışsın diyorum. *

  • kültürün dışına çıkıp nazar kavramına bakınca çok tuhaf bir şey görürsünüz.

    bir kişi bakışlarıyla ve olumsuz düşünceleriyle sizi ve hayatınızı etkiliyor. mesela hasta ediyor ya da başınıza bir bela sarıyor veyahut boşanmanıza, ayrılmanıza neden oluyor. düşünce ve bakışla...

    evet, böyle baktığınızda psikotik bir belirti gibi, hezeyan gibi gözüken bir kavram nazar. kültürün içinde yer aldığı için psikotik olarak tanımlanmıyor olsa da kültürün kendisi hakkında bir şeyler söylüyor. nazar mevzubahis olduğunda iki kavram geliyor aklıma:
    öteki ve projeksiyon.

    öteki aslında alelade bir insandır ama berikine göre bakışı kötüdür, kıskançtır, hasetlidir. ötekinin kötülüğü, projekte edilen kötülüktür. bu projeksiyon ötekini daha da uzağa atar, projekte edilen kötülük başkasına atfedilmiş, böylece benlik kötülükten azad olmuş, ve üstüne üstlük temize çekilmiş olur. bir insan karşısındakini, elinde somut veri olmaksızın bir şeyle suçluyorsa o insanın kendini o şeyden temize çektiğini varsayabiliriz.

    nazar da bu zeminden köklenir. iyiyi ve kötüyü bir araya getirmekte zorlanan, bir yücelten bir yerin dibine sokan, nesne ile güvenli ve stabil bir ilişkisi olmayan insanlar toplumun çoğunluğunu oluşturduğu için nazar inancı güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir. nazarın mevcudiyeti için kötüyü dışsallaştırmak zorunda olan, kendini ve nesneyi tek kutuplu algılayabilen bir kitlenin varlığı elzemdir.

    * toplumsal olarak nesne ilişkilerimizin bu hali, tarihi dinamiklere dayanıyor bence. bu konu üstünde kafa yormaya ve yazmaya değer diye düşünüyorum. kafamda toparlar toparlamaz bunun üzerine de yazacağım.

  • inanılmaz güvenlik önlemlerinin alınmasıyla gerçekleşmiştir. caddelerin trafiğe kapanması, güvenlik koridoru oluşturulması, sinyal kesiciler, keskin nişancılar, korumalar, sivil polisler ve daha neler neler.

    isteyince güvenlik önlemi alınabiliyormuş demek.

  • sanırım bu yıllar 90'ların sonları ile 2000'lerin ortaları arasında yaklaşık 10 yıl devam eden bir dönemdi. sonra herkes kendi evine bilgisayar almaya başlayınca o güzel dönem de artık mazide kalmış oldu.

    o zamanlar şimdiki gibi kafeler sinek avlamazdı. misal biz oturacak masa bulabilmek için öğlen 12'den önce kafeye ulaşmaya çalışırdık. öğleden sonraları ise kafeler o kadar kalabalık olurdu ki kafe sahibinin tuttuğu sıra kağıdına ismimizi yazdırırdık. sırada bekleme süresi bazen 2 saati bile bulurdu. kafelerin bazıları atariler, normal oyun bilgisayarları ve sadece internet kullanımlık bilgisayarlar olarak bölümlere ayrılırdı.

    yine bu dönemin başlarında kulaklık diye bir icat pek yaygın olmadığı için internet kafelerin içinde son ses açık bilgisayar ortamı mevcuttu. fareler, klavyeler desen kirden kabuk bağlardı tabiri caizse. hele o toplu mekanik fareler... az sinir etmemişti bizi.

    "32 kişilik dust kuruldu, isteyen girsinnn", "pusmak yok", "ekran yapma aq", "rest çek", "impulse'yi aç" gibi efsane counter-strike replikleri inletirdi salonları. 4-5 kişi ile yapılan age of empires ii the conquerors multiplayer'ların ise tadından yenmezdi. tat demişken; o klavyenin yanına serilen gazete parçasının üzerinde yenilen simit ise internet kafe atmosferinin en hoş ayrıntılarından biriydi.

    the settlers'lar, heroes might and magic iii'ler, delta force'lar, red alert'lar midtown madness'lar, cm serileri, fifa 99-2000'ler, vs. en kral oyunlarıydı buraların.

    son olarak leş gibi sidik kokan tuvaletleri de unutmayalım.

    demem odur ki ben bile en az 3-4 yıldır bu yerlere hiç uğramadım. çocukluğumuzun eğlence merkezi olan buraları bu şekilde görmek biraz üzüyor beni. çoğu kafe de zaten playstation salonlarına çeviriyor kafeleri.

    neyse başkan bağırıyor: "17 bittiiii." kalkmam lazım...