hesabın var mı? giriş yap

  • beyler toplanın size tamamen bilimsel ve öğrenimi kolay bilgi vaad ediyorum.

    herkesin bildiği bir ilacı, augmentini ele alalım. augmentin 1000 mg amoksisilin (klavulanik asit dahil) içerir. bu ilacın 4 adet muadilini yazalım: klamoks, croxilex, klavunat, amoklavin. bu ilaçların hepsi 1000 mg amoksisilin içerir. bu duruma farmasötik eşdeğerlik denir. peki nedir aradaki fark? bunu anlamak için önce biyoyararlanım nedir bilmek lazım.

    biyoyararlanım bir ilaçtan gördüğümüz faydayı ifade eder. yani bize ne kadar etki ettiğini. orijinal ilaç olan augmentinin biyoyararlanımı %100 kabul edilir. yukarıda saydığım muadillerinin de %80-125 arasında olma zorunluluğu vardır.

    gelelim zurnanın zırt dediği yere. kötü gözle baktığımız muadil ilaç, aslında orijinal ilaçtan %25 daha etkili olabilir. bahsettiğim ilaçlardan hangisi %80 hangisi %125 etkili bunu ne doktor ne de eczacı biliyor. ben eczacıyım bilmiyorum. bilen doktor ve eczacıya da rastlamadım. çünkü bu alenen paylaşılan veya kolayca ulaşılan bir bilgi değil. o halde hangisi daha etkili bilmiyorsa doktor neden x ilacını yazıyor veya eczacı neden y ilacını veriyor bunları açıklayalım sonraki paragrafta.

    doktor:
    - ilaç firmasıyla maddi anlaşması vardır.

    - yazdığı ilacı biliyordur, aklına ilk o geliyordur. (piyasadaki muadillerin çoğunu bilmiyor doktorlar, bu bir eksiklik de değil)

    - yazdığı ilacın daha etkin olduğuyla ilgili hastalardan geri dönüş almıştır.

    eczacı:
    - ilaç firmasıyla maddi anlaşması vardır. (hakkıdır, parasını ilaç ticaretinden kazanıyor. zaten adam ilaç firmasından alıyor ilacı, tabi ki oturup pazarlık, anlaşma yapacak. devletten aldığı bir maaşı yok. karını arttırmak istemesi son derece normaldir.)

    - yazılan ilaç elinde yoktur.

    - yazılan ilaç fark çıkarıyordur ve hastalar para vermeye itiraz ediyordur.

    gelelim daha da önemli bir bilgiye. orijinal nedir muadil nedir. orijinal ilaç, o ilacı keşfeden firmanın ilacıdır, muadil ilaç ise gerekli izinleri alıp o ilacı üreten bir başka firmanın ilacıdır.

    beyler türkiye'deki ilaçların neredeyse hepsi zaten muadildir. yani yukarıda bahsettiğim augmentin de zaten muadildir, çünkü amoksisilini keşfeden gsk (augmentini üreten firma) değil ki, hatta k.asitle kombinasyonunu deneyen ilk firma bile değil link. neyin kavgası bu? majezik dediğiniz ilaç muadil mesela. kanser gibi ilaçlarının patent süresi dolmamış hastalıkların dışındaki ilaçların hepsi muadil zaten, hangi orijinalden bahsediyorsunuz siz?

    başlığı açan arkadaşın olayı muadil ilaç değil daha farklı birşey, çünkü muadil ilaç daha ucuz olur genellikle, daha pahalı olmaz. ya o eczacı çok farklı bi kazık denemiş ya da arkadaş yalan söylüyor.

    boşuna dövüşmeyin aldığınız tüm ilaçlar muadildir. sağlık sisteminin, hastanede ve eczanede dönen dolapların, yediğimiz kazıkların içinde muadil ilaç olayı denizde su damlası kadardır. ınsanların en kolay farkettiği şey olduğu için millet bunu dolandırıcılık sanıyor. oysa en dolandırıcılık olmayanı bu.

    son olarak güvendiğiniz, vicdanlı doktorları ve eczacıları tercih edin.

    edit: muadilin muadili diye birşey yoktur. piyasadaki bütün muadiller %80-125 aralığındadır. %80'i baz alıp, onun da %80'ini tutturup %64 biyoeşdeğerlikte ilaç üretilmesi bilgisi hayal ürünüdür.

    kırım kongo kanamalı atesi ekledi; ilaç firmaları genelde %95-105 aralığını tutturmaya çalışıyormuş.

    edit2: beecham ko-amoksilavı ilk kullanan firma fakat zamanla gsk'ya satıldığı için şu anda patent sahibi de gsk oluyormuş bu da augmentini orijinal ve diğerleri için referans ürün yapıyor.

  • kesinlikle dogru zamanda dogru yerde olan bir adam, ve muhtemelen milyonlarin kurtaricisi, ancak yaptiginin buyuklugunun aksine neredeyse hic taninmayan bir kahraman. tam adi stanislav evgrafovich petrov'dur.

    soz konusu olay 25 eylul 1983'te gercekle$mi$, o zamanlar yarbay olan petrov'un biraz da $ansinin yardimiyla verdigi dogru karar sayesinde dunya nukleer bir facianin e$iginden donmu$tur.

    olayin oncesine donmek gerekirse, 1983 yili abd - sovyetler arasindaki gerilimin en yuksek noktaya tirmandigi zamanlardandir. abd 1982'den itibaren sovyetleri acik acik "kotuluk imparatorlugu" diye tanimlamaya ba$lami$ (bkz: evil empire), iki taraf da digerinin bir nukleer saldiriyi ilk once ba$latacagini du$unerek surekli diken ustunde durmu$, ba$kan reagan* 23 mart 1983'te yaptigi konu$mada (star wars adiyla da bilinen) sdi sisteminden bahsetmi$, sovyetler de boyle bir sistemin varliginin abd'nin ilk saldiriyi yapma cesaretini artirdigini du$unmeye ba$lami$, sonuc olarak sovyetler yonetimi de yapilacak en akillica $eyin boyle bir durumda en hizli $ekilde kar$i saldiriyi ba$latmak olduguna karar vermi$tir.

    iki tarafta da ya$anan bu buyuk parayonanin uzerine bir de 1 eylul 1983'te sovyetlerin cogu abd vatanda$i olan 269 ki$iyi ta$iyan bir kore yolcu ucagini* du$urmesi ortami iyice germi$, bu yedikleri bokun uzerine kgb de tuy diker gibi "bu durum bir nukleer saldiri ba$langici olabilir" tarzinda gizli raporlar hazirlami$tir.

    asil olaya, yani yakla$ik 3.5 hafta sonraki 25 eylul'e donersek, stanislav petrov'un ba$inda bulundugu uydu sisteminin gorevi yakla$an olasi bir nukleer ba$ligi tespit etmek, dolayisiyla petrov vasitasiyla sscb hukumetinin olaydan haberdar olmasiydi.

    boyle bir durumda bunun anlami kesin ve net olarak (belgelere dayanacak $ekilde) sscb'nin bir kar$i saldiri ba$latmasiydi ve bu durumda kilit noktada (yani tespit sistemi ile hukumet arasindaki birim) yarbay petrov bulunuyordu.

    moskova'ya yakin konu$lanmi$ sistemin ba$inda olan petrov, yerel saate gore 00:40 civarinda bir uyariyla kar$ila$ti, erken uyari sisteminee gore sovyetler'e dogru gelmekte olan bir nukleer fuze ate$lenmi$ti. petrov bunun yanli$ bir alarm oldugunu du$undu, basitce bir mantikla; boyle bir durumda abd'nin tek bir nukleer fuzeyle degil, bir coguyla saldiracagini du$unuyordu.

    ama tam bu alarmin arkasindan muhtemelen hayatinin en zor kararini vermek zorunda kaldi, cunku cok kisa sure araliklarla uyari sistemi ikinci, ucuncu, dorduncu ve be$inci fuzenin de sscb uzerine dogru gelmekte oldugu yonunde bir uyari verdi. daha onceden sistemin guvenilirligi uzerine bazi endi$eler dile getirildiyse de durum cok ciddiydi, emin olmayan petrov hukumete haber vermek icin yalnizca bir kac dakikasi oldugunu biliyordu. standart radarlar ufuk otesi mesafeyi tarayamadigi icin onlardan bilgi alinamiyordu ve alabilmek icin muhtemel nukleer fuzelerin yakla$masini beklemek sscb'nin kar$i bile koyamadan mahvolacagi anlamina geliyordu.

    o anda aklindan neler geciyordu bilinmez, petrov hicbir $ey yapmadan beklemeyi ve bunun yanli$ bir uyari oldugunu du$unmeyi tercih etti. yanilmasi durumunda kisa bir sure sonra sovyetler cok ciddi bir felaketle yuzyuze gelecekti.

    dakikalarin ardindan, hicbir $ey olmadi ve petrov bunun bir yanli$ alarm oldugu konusundaki sezgisine guvenerek belki de dunyayi yanli$ bir uyari sistemi yuzunden ba$layacak salakca bir nukleer felaketten korumu$tu (sscb'nin dagilmasindan sonra ortaya cikan belgelere gore de boyle bir durumda sscb'nin izlemeyi kararla$tirdigi strateji kesindi: elindeki tum nukleer gucle bir kar$i saldiri ba$latmak), o gun gorevi oldugu $ekilde hukumet ile temasa gecseydi yuksek ihtimalle dunyanin ba$ina gelecek olan da buydu.

    bu olayin ardindan petrov defalarca sorguya cekildi, askeri uygulamalara kar$i geldigi ve guvenilir bir asker olmadigi icin i$ini kaybetti, once daha kucuk bir mevkiye du$uruldu, daha sonra da emekli edildi. sovyetler tarafindan bundan ba$ka bir odul ya da ceza kendisine verilmedi.

    askeri guvenlik dogrultusunda petrov'un yaptiklari 1998'e kadar gizli kaldi, alarmin da bir hata sonucunda ortaya ciktigi aciklandi (burada hadi ya diyoruz). dunya da ancak yillar sonra kahramanini taniyabildi. bu tur durumlarda da ali$ildigi uzere petrov $u an nispeten fakir bir durumda emekliligini geciriyor. kendisine sscb/rusya tarafindan herhangi bir pozitif yaptirim uygulanmasa da 21 mayis 2004'te association of world citizens tarafindan "world citizenship award"* verildi.

    ironik bir not olarak aslinda stanislav petrov'un gorev cizelgesine gore o gun izinli oldugunu da ekleyelim. yerinde ba$ka bir subay olmasi durumunda da muhtemelen dunya bunun tam tersi bir senaryoyla kar$i kar$iya kalacakti.

  • insanoğlu, var olduğu andan itibaren farkında olmasa da zamanı ölçmüştür. kimi zaman yaşayacağı mağaradan dışarı çıkacağı anı, kimi zaman da mahsullerini toplayacağı zamanı bilmek için. fakat bu soyut zaman kavramını, somut nesnelere evirilmesi sırayla güneş ve kum saatleriyle başlamıştır. şu an binlerce insanın kolunda, duvarında veya masasında tamamen soyut bir kavramı somutlaştıran saatleri kullanarak neredeyse tüm hayatını planlaması, insanoğlunu farkında olmadan zamanın kölesi haline getirmiştir. horoloji ise bu köleliği en sanatsal bir şekilde mekanizmalara ve dokunulabilir matematiğe çevirmektir.

    peki bu horoloji tam olarak nedir?

    horolojinin türkçe'de tam bir karşılğı olmasa da, kısaca zaman gösteren alet üretme sanatı olarak özetleyebiliriz. insanoğlunun mö 4000’lerde güneş sayesinde ölçmeye başladığı zaman, 1500’lü yıllarda elle tutulur makinelere dönüşmüştü. almanlar ve fransızlar öncülüğünde başlayan horoloji fırtınası, dönemin zenginleri tarafından aksesuar ve takı olarak görülüyordu. bilinen en eski kol saatine ise ingiltere ve irlanda kraliçesi 1. elizabeth sahip olmuştu. fakat 1800’lü yılların sonunda, askerlerin savaş esnasında köstekli cep saatlerini kullanması zorluk çıkardığı için kol saatlerini kullanmaya başlaması, aksesuar olarak görülen kol saatlerini bir ihtiyaç haline getirmişti. bu senelerde ordular için üretime öncelik veren başta isviçreli üreticiler olmak üzere neredeyse tüm milletler, saatleri her türlü isteğe yanıt verebilir hale getirmeye başladı. fakat savaş dönemi geçtikten sonra bile, popülaritesini kaybetmeyen bu araçlar, bir savaş malzemesi olmaktan çok, prestij belirten nesnelere dönüştü. bu yüzden kullanılan mekanizmalar gittikçe çok işlemeli ve karışık olmaya, saatlerin kasaları ise çeşitli mücevherler ve değerli taşlarla süslenmeye başladı.

    tabii bu her alanda böyle değildi, insanoğlu sürekli olduğu yerde yaşamayı sevmiyordu, dağlara tırmanmak ve okyanusların derinliklerini keşfetmek istiyordu. işte bu yüzden 3000 metre derinlikteki basınca dayanacak saatlerden, dondurucu soğuklarla baş edebilecek saatlere kadar her türlü ihtiyaca cevap verebilecek mekanizmalar üretilmeye başlandı. soğuk savaş sırasında da insanoğlunun uzay macerasında ona eşlik edecek saatler de lazımdı, bu yüzden saat biliminin sınırları tamamen zorlandı ve ortaya çıkabilecek en hassas ölçümleri yapan aletler ortaya çıktı. hatta, apollo 13 görevinde anlık bir aksaklık sonucu uzay mekiğinin tüm sisteminin çökmesi yüzünden, astronotun atmosfere giriş zamanını ayarlamak için kolundaki saate güvenmesi, ve bu güveninin omega speedmaster sayesinde boşa çıkmaması, saat teknolojisinin insan hayatı için ne kadar önemli olduğunu da ortaya koymuştur.

    horolojiye yapılan en büyük darbe ise, ne kadar şaşırtıcı olsa da bir saat üreticisi tarafından yapılmıştır. 1970’lerde japon saat üreticisi seiko tarafından bulunan ve pil gücüyle çalışan saatlerin üretilmesi, yüzyıllardır ulaşılmaya çalışılan maksimum dakikliği olabilecek en ucuz ve dayanıklı şekilde müşterilere sunmuştu. bu teknolojiyle birlikte 10 birim paraya alabileceğiniz bir quartz kol saati, 10.000 birim paraya alabileceğiniz bir mekanik saatten daha iyi zaman tutabiliyordu.

    1980’lere doğru pil gücüyle çalışan dijital saatlerin de piyasaya sürülmesiyle bir daha kimsenin ağır ve pahalı mekanik saatlerin yüzüne bakmayacağı düşünülüyordu. fakat unutulan şey ise bu yeni nesil ucuz ve pilli saatlerin asla bir prestij nesnesi olarak görülmeyeceğiydi. en köklü saat firmaları yaptıkları muhteşem atılımlarla çoğu ünlüyle kendi saatlerini kullanmaları için anlaşıyorlardı. hatta bu atılım o kadar iyi işlemişti ki fiyatlar bile pilli saat krizi öncesinin 2, hatta 3 katına çıkmıştı.

    horolojide tarih tekerrür etmişti. aksesuar olarak kullanılan saatler, sırayla onlarca savaş atlatmış, derinlere inmiş, uzaya gitmiş, aklınıza gelebilecek her türlü görevde kullanılmış ve tekrar aksesuar haline gelmişti. ve insanlar teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, mekanik saat sanatının hiç bitmeyeceğini anlamıştı.

  • erkeklerin ellerini kollarını sallaya sallaya gezmelerine neden olandır.

    dışarı çıktık. evin anahtarı uzatıldı.
    -çantana koyar mısın ya?cebimi deliyor da...
    +olur.
    araba park edilir.anahtarı uzatılır.
    -şunu da ev anahtarının yanına koyuver.
    +tamam.
    hapşurur.
    -ya peçete versene bana!.
    +al bakalım.
    -ya aynanı versene.
    +buyur.
    -aa ! bu da nesi? çantandaki ıslak mendilden alayım mı?
    derin bir iç çekiş.ve:
    +tabi.
    -kalem, kağıt var mı? şu yazıyı not alayım.
    +olmaz mı?
    -bozuk paralar sende kalsın.ağırlık yapıyor.
    +peki.
    -ağrı kesicin varmıydı senin?
    +olmaz mı? sırf senin için taşıyorum bu çantayı ben!..

  • okumamis ise degersizdir kafasindan ne zaman cikabilecegimizi cok merak ediyorum. bu usta normalde cok degerlidir ama bizim ülkemizde üniversite bile okumamis asgari ücrete calismasi kafasi gercekten cok komik.

    bu pide ustasi ülkemizde de yaklasik 30 35 civari aliyordur ve o nasil yazilimci gibi kod yazamiyorsa, yazilimcida kürege ve firina anca uzaktan bakabilir ve bu seviyeye bir kac ay icinde hicbir usta gelemez.

    almanya´da sihhi tesisatci su an mühendis kadar aranan bir meslektir ve maaslari neredeyse mühendislere yakindir.

    bence anlamsiz bir karsilastirmadir.

    not: pide ustasi v.s degilim. insaat mühendisiyim.

    edit: ben okuyanlar değersizdir gibi bir şey söylememişim ama bu konu da çok mesaj atan olmuş. ikincisi tesisatçılar mühendislerden çok kazanıyor da dememişim yazdıklarımı okumadan mesaj atmayın varsa fikriniz yazın okuyalım.