• çok güzel bir günün ortasında girdik filme, girmeden önce keyfimiz gayet yerindeydi, espriler havada uçuşuyordu. ilk başta filme adaptasyonumuz da zor oldu açıkçası; gerek bizim ruh halimiz, gerekse de filmde "iyi çocukları" oynayan oyuncuların "hey bak bana ben rol yapıyorum" tavırları bunda büyük etkendi. flmin kötüleri (oyunculuk açısından iyileri) bara girince film gerçekten başladı. şiddet konusuna gelince "ayyy çok şiddet var" diyenlere gülüp geçiyorum, romantik komedi filmi zannedip de mi girdiniz arkadaşım.

    asıl konuya gelelim -bu adamlar neden kötü?- . herhalde filmden çıkıp da bu soruya cevap aramayan kimse olmamıştır. benimse aklıma 3 yıl önce yaşadığım bi olay geldi. 18ime basmıştım, liseden arkadaşlarımla ehliyet alalım dedik. lisenin olduğu bölgede, gaziosmanpaşa'da bir sürücü kursuna yazıldık. ama çoğu zaman arkadaşlarımla gittiğimiz için derse girmek yerine bir cafede oturmayı tercih ederdik. bir gün derse gittim, arkadaşlarımdan kimse gelmemiş, zorunlu girdim derse. ara verdiler, kantinde sigara içiyordum ama kurstakiler birbirleriyle feci samimi olmuşlar. bmwnin bi modelinden bahsediyolardı. sonra aralarından bir çocuk bir şey anlatmaya başladı, herkesin gözü çocuğun üstüne döndü. çocuk 2 sene önce bir arkadaşıyla bmw çalmış, onu anlatıyor. 3 saat kadar dolaşmışlar bmwyle, amaç zaten sadece dolaşmakmış ama sonunda bmwyi okutmaya karar vermişler. fakat fırsat olmamış, şirinevler civarında bi polis bmwnin içindeki bu gaziosmanpaşalı çocukları durdurmuş, arabanının çalıntı olduğu ihbarı bile gelmemiş ama çocukların tipi bmw almaya müsait olmadığı için, ehliyet de olmayınca olay ortaya çıkmış. çocuk bunu anlatınca kantinde bi sessizlik oldu haliyle, görmüş geçirmiş bir amca da hemen nasihata başladı "oğlum yapmışsın bir hata ama böyle herkese anlatma" falan olayına girdi. çocuk "abi ben hayatımda bir daha bmwnin sürücü koltuğuna oturamam, hatta siz bmwden bahsederken ben bmw sürdüm desem kaç kişi inanırdı bana" falan gibi bişeyler sayıkladı. diyeceğim o ki çocuk bir suç işlediğinin farkında değildi, o sadece ne kadar çok çalışırsa çalışsın ömrü boyunca sahip olamayacağı bir şeye kendince suç olmayan bir yöntemle 3 saatliğine sahip olmuştu. fırsat olsaymış satacaklarmış da arabayı, belki o zaman da suçlu hissetmeyecekti kendisini. çünkü bu çocuk işlediği suçun suç olmadığını, sadece onu haksız yere ezen güçlere karşı bir baş kaldırma olduğunu düşünüyor.

    hatırlatıyım türkiye' de 39 saniyede bir suç işleniyor.

    her 6 dakikada, bir ev soyuluyor.
    her 9 dakikada, bir işyeri soyuluyor.
    her 7 dakikada, bir otomobil soyuluyor.
    her 17 dakikada, bir otomobil çalınıyor.
    her 18 dakikada, bir yankesicilik vakası...
    her 41 dakikada, kapkaç...
    her 59 dakikada, gasp oluyor.
    her 41 dakikada, birini dolandırıyorlar.
    her 4 dakikada, birini yaralıyorlar.
    her 4 saatte, bir cinayet işleniyor.
    her 19 dakikada, biri tehdit ediliyor.
    her 31 dakikada bir, adamın biri, eşini ya da evladını dövüyor.
    her 28 dakikada, bir ruhsatsız silah yakalanıyor.
    her 1 saat 15 dakikada bir yetişkin, her 13 saatte bir çocuk kaçırılıyor...
    her 4 saatte, bir tecavüz veya tecavüz girişimi oluyor.

    bunların hepsinin bir nedeni mi var sanıyorsunuz. yok!!! çünkü bu ülkede kaybedecek şeyi olmayan insanlar, kaybedecek çok şeyi olanlara karşı hınç duyuyor artık. ve kaybedecek birşeyi olmamanın rahatlığıyla çalıyor, öldürüyor, tecavüz ediyor.

    ve bu adamlar da bu yüzden kötü.

    edit: filmi çok beğendiğimi yazmayı unutmuşum. *
  • "berbat"(!) bir film...nejat işler'in ayran içerken gördüğümüz bakışını günde kaç defa, kaç kişinin yüzünde görüyoruz?! en tüyler ürpertici kısım da bu bence; başımıza gelme ihtimalinin yüksekliği...!
  • bir salon dolusu tecavuzcuyle birlikte izledigim film. bu filmin etkisini seyircinin reaksiyonundan bagımsız acıklamam imkansız. izledigim en rahatsız edici, sinir bozucu film olmustur. hala anlamıs degilim seyirci kendini tecavuzculerle ozdeslestirdi, onların kufurlerine guldu, onların eglencelerine ortak oldu. baska bir acıklamasını bulamıyorum, durum kufur duyunca gulen seyirci modelini biraz asıyor. liseli ogrenciler falan da degil, yanında sevgilisiyle gelmis esek kadar adamlar bile hayvanlar gibi guluyor. nerde izledin sen bunu diyenlere, beyoglu'nun gobeginde izledim, gercekten hastalıklı bir toplummusuz. beynime kazınan bazı psikopat kahkaha efekti anları:
    "abi ben bi posta kaydım", "he anladık bu buna veriyomus", "amına kodumun mundar etme karıyı ha" ve daha nice kufurlu an ve psikopatların eglenme sahneleri...

    amına koduklarımın neye guluyosunuz diye bagırasım geldi yapamadım, homurdanabildim sadece, ezikligimi burda atıyorum. aslında bunları kapatacaksın bara, bol bol kufurle birlikte, neyse anladın sen onu...
  • hakkında ayrıntılı bir araştırma yaptığım ve olayın gerçek olduğunu öğrendiğimde şoke olduğum filmdir. filmi daha önce seyretmiştim ve bende derin izler bırakmıştı. 7 tane anası sağda solda sikişmiş orospu çocuğunun genç insanlara saatler süren bir şekilde zorla tecavüz ve işkence etmesini konu alan film gerçek olayın yanında alice harikalar diyarında gibi kalıyor.

    vaktiniz var ise mağdurlardan birinin bizzat ağzından yaşanan olaylar silsilesini aşağıda okuyabilirsiniz. ayrıca bu orospu çocukları hapiste biri hariç olmak üzere teker teker tecavüze uğramışlar ve belli bir süre sonra hepsi hapisten çıkarak tekrar halkın arasına karışmışlardır.

    --- spoiler ---

    olay ankara şapka bar (kızılay, atatürk bulv. büyük çarşı)

    olayı yaşayan ve yaşatanlar... - 1997 yılında, 18 yaşındaydım ve ankara’da şapka bar’da şarkı söylüyordum. olayın olduğu apartmana taşınalı henüz 15 gün olmuştu. bir tarafında cumhurbaşkanlığı köşkü, bir tarafında başbakanlık, diğer tarafında dışişleri bakanlığı konutu ve mesut yılmaz’ın evi vardı. yani dağ başında değildik. ilk dört daire boş, diğerleri doluydu. o gün üniversiteli iki erkek arkadaşım, akşam yemeğe gelecekti.

    aynı gün mersin’den komşum, 18 yaşındaki a.t.g. bir kız arkadaşıyla ankara’ya gelmiş ve beni arayıp "görüşelim" demişti. onları da yemeğe davet ettim. beraber yemek yedik, eğlenmeye çıktık. gece 2’de eve döndük, hemen uyuduk. sabah 5 civarında gürültüyle uyandık.

    eli silahlı, yolda yürürken korkup karşı kaldırıma geçeceğiniz korkunçlukta 7 adamla burun buruna geldik. yüzlerinden pislik akıyordu. sonradan öğrendiğimize göre, apartmanın üst katını tutmuşlar. kuruyemiş dağıtımı yaptıklarını söyleyen, aslında barlardan haraç toplayan bir çetenin adamlarıymış. ellerindeki silahları ve bıçakları gösterip,"napıyorsunuz lan, bizden habersiz karı mı sikiyorsunuz burada" diye bağırıyorlardı. aslında amaçları para alıp gitmekti. kızları görünce kalmaya karar verdiler.

    hepimizi odanın duvarına dizdiler, ellerine geçirdikleriyle dövmeye başladılar. sopayla yorulduklarında tekme atıyorlardı. dövmekten sıkılmışlardı. "elektrik verelim lan bunlara" demeye başladılar. dayaklardan çığlık atacak halimiz kalmamıştı, elektriği yiyince avaz avaz bağırdık. bu da yetmedi. içlerinden biri elindeki bıçakla penisimi kesmek üzereyken, en gençleri ve kötünün iyisi murat gökgöz müdahale etti. beni kurtardı. yine de vücudumun her yeri bıçakla kesildi, hálá izlerini taşıyorum. bir yandan içiyor ve uyuşturucu alıyorlardı. ilk üç saat çığlığımız hiç dinmedi. "imdat bizi öldürüyorlar" çığlığı attıkça, kahkaha atıp "biz allahız, kimse dokunamaz" diyorlardı. o kadar bağırmıştık ki, nasılsa birileri duyup polisi aramıştır, diye umutlanıyorduk. fakat ne gelen vardı ne de giden. 17 saat boyunca kimse yardımımıza gelmeyince "adamlar haklı, gerçekten bunlara kimse dokunamıyor herhalde" diye düşünmeye başladık. bugün bile aklım ermiyor: o çığlıkları bir allah’ın kulu duymadı mı? kırık kapıdan hiç mi ses çıkmadı dışarı? duyup, polisi aramayanları affedemiyorum.

    birkaç saat sonra erkek arkadaşlarımızdan ş.ş, kaçmayı başardı. peşinden silahla gidip, herkesin ortasında onu geri getirdiler. hatta o sırada bir nakliyat kamyonunun şoförü, eli silahlı adamı gördüğünde "naber abi yine mi kurban kesiyorsunuz" diye gülmüş. hepimizi öldüresiye dövdükten sonra, 18 yaşındaki a.t.g.’yi diğer odaya götürüp tecavüz ettiler. "bakireyim, yalvarırırm beni bırakın" diye ağladı ama dinlemediler. sonra da kocasından yeni boşanmış ve dört yaşında bir kızı olan 23 yaşındaki n.k.’ya tecavüz ettiler. o da, "dört yaşında kızım var, ne olur beni ona bağışlayın" diye yalvardı, dinlemediler. kızların ikisine de 17 saat boyunca defalarca tecavüz ettiler. yalvarmaları hálá kulaklarımda. içkileri bitince beni karşıdaki tekel bayiine içki almaya yolladılar. "polise haber verirsen kızlardan birinin kafasını uçururuz" dediler.

    görenler polisi aramadı

    dükkándakilerin her yerimin kan revan içinde olduğunu görünce polisi arayacağını düşündüm. adam beni süzdü. "yalvarırım polise haber ver, ne kadar para istersen veririm, senin de çocuğun vardır" dedim. cevap "başımı belaya sokamam" oldu. sonradan öğrendiğime göre, olay ortaya çıktıktan sonra, polisler o adamın kırılmadık yerini bırakmamış. ağlayarak eve döndüm. zorbalar, "arabaya atıp bir yere götürüp orada mı öldürsek, yoksa öldürüp cesetleri bir yere mi taşısak" tartışması yapıyorlardı. akşam saat 21.00’e yaklaşırken ibrahim ural, en sessizimiz ş.ş’nin kafasına silah dayayıp "yürü" dedi. öldüreceklerini sandım "nereye" diye sordum. ş.ş’yi bırakıp, "sen gel o zaman" dedi. apartmanın bodrumuna götürdü. "buraya kadarmış, öldürecek" diye düşünürken bana tecavüz etti. tekrar yukarı çıktığımızda, herkese "siktiğimin herifi" deyip beni koltuğa fırlattı.

    kaçıp polise gittim

    sonra yanıma oturdu, tişörtümün içinden göğüslerime doğru elini soktu. o sırada, "bana bir duble rakı verin" diyerek herkesi şoke ettim. bir dikişte içtim, ikincisini istedim. "oh, oh keyiflendi bak, madem şarkıcısın bize şarkı söyle" dediler. istedikleri türkünün iki dizesini mırıldanıp, ingilizce şarkıya geçmiş gibi yaptım. arkadaşlarıma "ı will run away, don’t afraid" (kaçacağım, korkmayın) dedim. kaş, göz işaretiyle "yapma" dediler. üçüncü dubleyi istedim. dört ve beşinci dubleleri kendim aldım. 10 dakikada beş duble içmiştim. tecavüz edip, 17 saat dövüp rahatlamış olmalılar ki, bizimle "memleket nere" muhabbetine geçmişlerdi. altıncı duble için ayağa kalktığımda saat 23.00 civarıydı. muhabbet koyulaşmıştı. kırık kapıya iyice yanaştım, dışarı çıktım, bardağı bırakıp merdivenlerden aşağı koşmaya başladım.

    caddeye çıktığımda ilk gördüğüm arabaya kendimi atıp, "gaza bas abi, polise" dedim. karakol 3 dakikalık mesafedeydi. nöbet değişim saatiymiş, olması gerekenden daha fazla polis vardı. beni kan revan içinde görünce donakaldılar. "ne oldu sana" dediklerinde "sabah 5’ten beri işkence görüyoruz, arkadaşlarım hálá onların elinde, silahlılar" deyince beni de arabaya atıp, çok kalabalık bir grup polisle eve gittik. evin etrafını sardılar ve diğerlerini de kurtardılar. mahkeme devam ederken, bir araba önümde durdu. daha önce hiç tanımadığım ünlü bir mafya babasının adamları beni arabaya bindirdi.

    korkmuyordum çünkü başıma gelebilecek en kötü şeyler gelmişti. daha kötüsü ne olabilirdi ki? mafya babası babacan tavırla bir kadeh viski ikram etti. elime bir telefon tutuşturdu. "öldür dersen, hattın ucunda bekleyenler, size bunları yapan adamların hepsini içeride öldürecek" dedi. bir saat düşündüm. bize biraz daha iyi davranan murat gökgöz hariç hepsinin öldürülmesinden yanaydım. ikinci saatte, bana tecavüz eden ibrahim ural, en acımasızları murat yıldırım ve murat kandemir’in öldürülmesini düşündüm. bir türlü karar veremiyor, ağlıyordum. onlar karar vermem için sıkıştırıyordu. birden bu kararı benim veremeyeceğimi, o kadar cani olamayacağımı düşündüm. bize bunu yapanlar insan değildi ama biz insandık. daha sonra olayı ş.ş’ye anlattım. iyi ki yapmadın, dedi. sonradan öğrendiğimize göre murat gökgöz hariç hepsi içeride tecavüze uğramış.

    cinselliğimizi sorguladılar

    olay ortaya çıktıktan sonra, ankara’da barlarda şarkı söylediğim için gece fotoğraf çeken bütün fotoğrafçılardan benim sahnede ibne gibi giyinip süslenmiş fotoğraflarımı aradılar. bulamadılar tabii. olaydan sonra en ağırıma giden, en entelektüellerinin bile, "çocuk zaten eşcinselmiş" demesi oldu. herkes manidar şekilde "niye siz" sorgulamasına başladı. bizden öncekilere neden olmuşsa, bize de o yüzden olmuştu. sanıklardan biri, 11 yaşındaki erkek çocuğa tecavüzden sabıkalıydı. çocuk neden tecavüze uğramıştı? olayı manidar şekilde sorgulayan herkesin başına allah aynısını versin. "tecavüze uğrayan sen miydin" dediklerinde bir hafta bunalımdan çıkamazdım. şimdi rahatım. ne yüzümü gizliyorum, ne adımı. utanması gereken ben değil, onlar ve onları hapisten çıkaran politikacılar.

    --- spoiler ---
  • bir film... değil. gerçek bir olay aslında ve aynı zamanda film haline getirilmesi de garip.

    olayın kurbanlarına sormadan, "bunu görseler neler olabilir?" diye düşünmeden, kafa yürütmeden film çekebilecek kadar vurdumduymaz olunabiliyorsa eğer yönetmen olarak, ben de izleyici olarak o filme değer vermeyecek kadar vurdumduymaz olabilirim. elimden en az bu gelir kurbanlar adına yapabileceğim.

    hürriyet'te tunç erden yakar birçok insanın gösteremeyeceği bir cesaretle bütün olayı detayıyla anlatmış ve siz de okumuşsanız, olayın diğer kurbanlarının şu anda ne halde olduğunu da görmüşsünüzdür. tunç erden yakar aralarında belki de kendini en iyi toparlamış, toplumla en hızlı yüzleşmiş insan. çok takdir etmek gerek. ama diğerleri? onlar ne olacak?

    sayın yönetmen:

    bayan kurbanların halini okudunuz mu? biri her yıl intihara teşebbüs ettiği için yalnız kalamıyor ve diğeri de yalnızca kızının varlığıyla hayata tutunabiliyorken, siz bunu 2 sene sonra televizyonlardan türk halkına pompaladığınızda onların ne hale geleceğini düşündünüz mü? aynı çatı altında yaşadıkları insanlarla beraber bu filme "rastladıklarını" düşünün!

    en azından bir saat tunç erden yakarla konuşsaydınız.
    bir saat konuşsaydınız da yalnızca bir film yapmadığınızı anlasaydınız...

    fragman değil yoksa rahatsız edici olan şey.
  • --- spoiler ---

    filmin başlarındaki tgg muhabbeti insanın içini baymakta. keza oyunculuk ve konsept itibariyle de pek başarılı sayılamayacak bir giriş olmuş. yalnız filmin bütününe yayarak "eee ne şimdi bu tgg'nin olayı. bir saat bahsettiler bir bok çıkmadı" diye düşündüğümüzde şöyle bir sonuç çıkardık kendimizce:

    tgg felsefesini benimseyen çocuğun sürekli tekrarladığı "tekrar gözden geçirme" prensibi, açıklamasıyla birlikte anlam kazanıyor. hatırlayacak olursak tgg hakkında konuşulurken "olaylar yaşandığı gibi algılanır. gerçekler ise çok sonra ortaya çıkar" gibi bir ifadeyle bağlantı kuruluyor.
    selim ve tayfasının barı bastığı sahneden itibaren psikopat eylemlere şahit olup, dehşet dolu dakikalar geçiriyoruz. olayları yaşadığımız gibi algılıyoruz. filmin sonunda selimin ayran içerken saate bakma takıntısından onun da olayları yaşadığı gibi algıladığınıi gerçeğin belki de öyle olmadığı ihtimalini hiçbir şekilde göz önünde bulundurmadığını görüyoruz. kaldı ki kendisi barda yaptıklarının sebebi sorulduğunda "ben bara girdiğimde kimse beni kabullenmeyecek, herkes bana ters ters bakacak, benden rahatsız olacak" diyerek kendi gerçeklik algısını açıklıyor.
    selim açısından baktığımızda algılanan gerçeklik sözümona üst sınıfın kendisiyle dalga geçmesi, aslolan gerçek ise saati soran çocuğun herhangi bir art niyet gütmemesidir.
    gençler açısından baktığımız zaman algılanan gerçeklik bu psikopat herifin hayatını sırf zevk olsun diye 7/24 bu şekilde yaşadığı, aslolan gerçeklik ise selim'in ezik hislerinden ve aşırı komplekslerinden dolayı, ufacık bir olaydan bile bir vahşet yaratabileceği, bir canavara dönüşebileceğidir.
    tahminimizce bangır bangır bağırılan tgg yasasının filmin sonunda kendini bir şekilde anlamlandırması öne sürdüğü destekleyici fikirlerle bir nebze mümkün kılınmıştır.
    elbette ki burada bir meşrulaştırma söz konusu değildir. yapmaya çalıştığım sadece film boyunca tekrarlanan tgg kavramının olan bitenle ne şekilde bağlantılandırılabileceği konusunda bir fikir yürütmektir.

    --- spoiler ---
  • "senin yüzünden güven! gidelim dedim, kızlar rahatsız oldu dedim! biranın amına koyim güven, gidelim dedim! senin yüzünden!"

    ...
  • sözlük ve medya sağolsun, izlemeden izlemiş gibi olduğum film. bugün vapurdan inerken iki kız bu filmden bahsediyorlardı. biri filmi izlemiş, ötekine bahsediyor ve içeriği hakkında önceden uyarıyor:

    - bik bik... kızım bak böyle böyle şeyler var filmde, rahatsız edici... bik bik...
    - aaa iyi iyi tam benlik. ben mest olurum (tecavüz ve işkenceyi kastediyor).
    - hahaahaha...
    - nerdeymiş o bar gidelim... ahahaha...
    - ahahahaha...

    ben bunları duyuyorum ve aklıma direk sözlük ve disaridayken etraftan duyulan yaran diyaloglar başlığı geliyor. bir müddet ilerledikten sonra diyalogları aşağı yukarı şöyle devam ediyor:

    - ekşi sözlük'e bakarız!!!
    - ahah evet, zaten ekşi sözlük'te her şeyi yazıyorlar.

    bakın bunu da yazdık. bunu görüyor musunuz?
  • magdur tunc erden yakarın biraz önce bir haber programında
    "ben bu olayı unutmak için 10 yılımı verdim. serdar akar bize sormadan, izin almadan nasıl böyle bir şey yapar?!" dediği film. eğer gerçekten para kazanma hırsıyla, izin almadan fikir sormadan böyle bir filme yapıldıysa yazıklar olsun. kimse bir başkasının bin bir zorlukla düzelttiği hayatını, böyle kolay bozamamalı. tunc erden hukuki işlem başlatacagını da belirtmiş..
  • serdar akar' a sormak istedigim sorular olan filmdir:

    1) ağır cezalık suç işlemiş insanlar var. sanık avukatı hakimle görüşmeye gittiğinde neden hakim odasının kapısını açarken odasının yanında dana kadar ''1. asliye hukuk mahkemesi'' yazıyor? oldu olacak tapu kadastro mahkemesinde yargılansalardı..

    2) savcı neden selim'e haziırladığı iddianameyi okutuyor? begenmedigi yerler varsa selim düzeltsin diye mi?

    3) agır ceza durusma salonları ( özellikle istanbul'da ) göt kadar olur mu? 5 sanığın yargılandığı bir davada sanık sandalyelerinin çevresinde hiç mi jandarma olmaz?

    4)gunlerdir heyecanla beklediğim serdar akar filminden cıkıp boyle eleştirilerde bulunmayı ben hakettim mi?

    son olarak ;
    -nerde kalmıştık?
    -barda kalmıştık!
    -bardak almıştık!
hesabın var mı? giriş yap