• tayland'ın para birimi.
  • 11. istanbul rock festivali'nde perşembe günü çıkıp oldukça güzel bir performans sergilemiş türk progresif death metal grubu. yaptıkları başarılı coverların yanında (opeth - demon of the fall, bloodbath - eaten, death - pull the plug) kendi bestelerinin de gayet iyi olduğunu gösterdiler. ayrıca kendi şarkıları da türkçe. takdir ve takip ediyoruz kendilerini ve seslerini daha fazla duyurmalarını umuyoruz.
  • dayak, kaza, bela beni kendine çeken şeyler. ya da ben onlara karşı çekiliyorum, bilmiyorum. yolda kendi halimde yürürken biri gelir bana omuz atar, ben de olduğum yerde durur adamın suratına bakarım. hayırdır birader derim ve başlarız birbirimize girişmeye. sonra nasıl olur hiç bilmiyorum bu ibneler bi anda çoğalırlar bir bakarım etrafım çember olmuş. araya alınmışım. yapacak bir şey yok. yediğin afiyet olsun. mesela konser olur, festival olur, otobüs kuyruğu olur, işte o tarz durumlarda büyük karambol olur, bu karambollerde millet itişir, tepişir işte tam o sırada boşluktan gelen yumruk gelir benim burnumu bulur. dayak konusunda değişmeyen tek şey varsa o da sonunda bir şekilde benim dayak yememdir.

    dayak denince aklıma 8. sınıfta yediğim efsane dayaklardan biri gelir. alt dönemde bir kız vardı ve bu kızın sınıfta bi tane eleman vardı, eleman kıza yazıyor gibi geliyordu. ismi de uğur. uğurları sevmem, uğur gördüm mü karşımda tartarım. uzun uzun yüzünü izler, puromun yoğun dumanını suratına doğru üflerim. ve vereceği tepkiye göre arkadaş kalırım. bu yüzden genelde uğurlarla yıldızımız pek barışmaz. elbette bu uğur'a da çok ayar oluyordum malumunuz. bir gün, kıza olan aşkımdan dellenmiş, yolları yardır yardır aşındırmış bilmemkaç yukar mahalleye 25 dakika sonunda çıkmış manzaraya bakıp düşünüyordum. bi de hızlı hızlı çıkmışım. böyle bacakları açmış, çimenin üstüne oturmuşum. ben manzaraya karşı bakıp duygulanırken, denizi bir tepenin ardından gözlerken, duygusallığın, melankolinin amına koymuşken, hangi güneşin gücü yeter yeniden doğmaya lannnnnnnnn derken karşıdan kepçe kulaklarıyla uğur gözüktü. napıyon dedi bana. ben de döndüm, sanane lan dedim. ulan adam napıyon diye soru sormuş, sanane lan denir mi terbiyesiz? neyse bu da bana dedi ki, "dikkat et dalgaya gelme, burası bizim mahalle..." ben dedim, "özünü yatakta götünü batakta düzerim, büyüklerine saygılı ol, iflahını sikerim." neyse bu kafiyeli atışmamızdan sonra kavga başladı, uğur'u bi çelme hareketiyle altıma aldım, ver allahım ver.(tokat atmaktan bahsediyorum, aklınıza başka şey gelmesin) düşünün, kolay değildi durum. ben sevdiğim kıza günaydın bile diyemezken bu gavat onunla konuşuyor hatta bazen onu güldürüyordu bile. acımadım, beynine beynine verdim yumruğu. on üç damla göz yaşını saydım, allahına kitabına sövüp saydım.

    o sırada bir fren sesi duydum...

    açılır bahtımız bir gün, hemen battıkça batmaz ya!
    sebebler halk eder hâlık, kerem bâbın kapatmaz ya!

    derler. ben bahtı kara adamın tekiyim. murphy kanununlarının hepsini benim için yazmıştır. ben bir dersin 8 bölümü varsa 1-3-5-7'lere çalışayım derim, gider 2-4-6-8 üniteleri çıkar. bakın bu hiç şaşmaz. o yüzden şans faktörünü minimize etmek için it gibi çalışırım. ancak çalışkan bir adam da değilim. şansa ihtiyaç duyuyorum. bu farzla yaşanmaz. sadece bazen beni de bulsun isterim. esasında benim nasıl bir adam olduğum da çok belli değil. neyse, konumuz bu degil. şans faktörünü çok fazla düşünmek, aptallık. ama insan aptallık yapmak için can atabiliyor bazen. kaldigim yerden devam ediyorum..

    fren sesiyle birlikte bir okul servisi yanimiza yanasti.

    servisin durmasından sonra… bir dakika, bakin mesela bakın servis diyoruz. şans değil de nedir şimdi bu? alt dönemden bir kıza aşık olmuşum, evde oturuyorum. ders çalışıyorum. kafam çok bunalmış, lgs sınavı var, tepem atıyor, nerdeyse 5 km bayırı koşa koşa çıkıyor, taa yukar mahalleye gidiyorum. tek isteğim, şöyle tepeden bi denize bakmak ve sadece efkarlanmak. sonra gidiyorum uğur denen piçi görüyorum. bu da yetmiyor yanımdan geçip gitmesi gerekirken bana napıyorsun burada diyor. bu da yetmiyor ben çok sikik bir cevap veriyorum. kavgaya tutuşuyoruz, elemanı pataklıyorum ohh hıncımı alıyorum. o sırada bir servis geliyor. 15 dakika önce gelmiyor, 15 dakika sonra gelmiyor. ya da ben 15 dakika önce efkarlanmıyorum, ya da 15 dakika sonra. müthiş bir zamanlama bu. şans işte şans. baht bu. ve benimki kara. çünkü servisin gelişiyle birlikte mahallenin liselileri servisten iniyor ve beni uğur’un üzerinde görüyor. basıldık amina koyim resmen. nasıl olduğunu anlamıyorum ve birden yine o çok aşina olduğum tablo gerçekleşiyor. nölüüüüyoooo alooooooooo noluyor lan noluyor ammaaknaaakiii nolüyor laaaaa sesleri nidalarıyla bir sağdan geliyorlar, bir soldan geliyorlar, bir bakıyorum çember kurulmuş, ortada ben, biri beni baya bi sarstıktan sonra, uğuru üstüme salıyorlar, uğur bana vurmaya başlıyor, elemanlar beni tutuyor yoksa atıcam kendimi yere. karşılık da vermiyorum, versem o çemberden ölüm çıkar. istesem verirdim ama çok debelenmiyorum. bi an önce bıraksınlar diye... aç gözlü piç kurusu liseliler. adamsanız teke teke gelin bile diyemiyorum. zaten her şey bir anda olup bitiyor, elemanların tipleri hafızaya bile atamıyorum. o karambolde dayağı yiyip bayır aşağı iniyorum eve gidip çaktırmadan yüzümü yıkıyor ve akşama kadar odadan hiç çıkmıyorum, annem tarhana çorbası yapmış oturdum onu içtim o akşam.

    ertesi gün oluyor, uğur'u okulda tuvalette kıstıyorum, olum adam mısın lan sen diyorum adam mısın diyorum, kafasını tuvaletteki kalebodurlara sürttürüyorum. kıvılcım çıkartıyorum. ancak faydasız… bi müddet sonra napıyorum ben amına koyayım diyorum, elemanı bırakıyorum… çünkü bu işin sonu yok. çünkü bazı şeyleri değiştiremezsin. uğur'u tekrar pataklayacak olmam bir şeyi değiştirmeyecek. o gün için o şanslıydı. ve o istediğini aldı. o halde bunu değiştirmek için çabalamamalıyım. ben birini dövdüğüm zaman da ertesi gün biri gelip karşıma dikilmesin. o olay dündü. dün dayağı yedin işte. uzatma. nereye kadar birbirimizi döveceğiz? işte bu düşüncelere, bir sesin sağ kulağıma eğilip "senin düşmanın uğur değil, bahtın" diye fısıldamasından sonra kavuştum. tam da o an... önemli olan bahtın. "doğru diyorsun" diye yanıtladım sağ kulağıma gelen o fısıltıyı ve sonra uğur’a değil, bahtıma düşman oldum. işte o gün bugündür bunu düşünürüm. ama çok da düşünmem. çünkü gerçekten her şeyi fazlasıyla anlamak hastalık oluyor bir müddet sonra. bazı şeyleri fazla anlamlandırmaya gerek yok. insan elinden gelenle yetinmeyi bilecek. olmayan şeyler için çabalamak boş. değersiz. vakit kaybı. olayı şöyle özetliyorum ben kendimce; bizim için dayak yemek, dayak atmak mesele değil, bizim için mesele kavgaya girmek kardeşşşşş. öyle anlatmak istedim, okuduğunuz için teşekkürler, aro.
  • eski kelimeleri cümle içinde kullanabilmek ayrı bir meziyet.
    bunu düşünürken insanın bahtının ve yolunun açık olması lafı geliyor aklıma. bu önemli bir konu, hani derler bazen ne kadar çabalarsan çabala olmayacaksa olmuyor. sanırım burada o baht açıklığı söz konusu oluyor. şansı yaver gitmesi gibi belki de. ama aklıma perran kutman ödül alırken kullandığı sözler geliyor (seneler önce okumuştum) ; tayvan atasözü, kuğuların suyun yüzündeki sakin duruşu sizi aldatmasın, onların suyun altında ne kadar çaba harcadığını biliyor musuz?
    çaba harcamak... yılmadan, usanmadan, zamanın geçmesine aldırmadan, umudunu hep taze tutarak ve inanarak var gücünle...

    sonra aklıma karıncanın ibrahim peygamberin ateşe atılacağını duyar duymaz ona su taşıması hikayesi geliyor... inanarak yapabilmek gönülden yapabilimek ne güzel bir durum!

    sen bahtının açık olabilme ihtimali için ne yaptın?
  • başıma bir iş gelmeyecekse türkiye'nin en iyi progresif death metal grubu. sur üfleniyor, neden isimli şarkılarıyla hem söz hem de müzik olarak ilgimi bir hayli çekmiş grup. paylaşalım da tam olsun.

    http://bahtband.com/v2/en/music/lyrics/imv/
    --- spoiler ---

    cevap verecek ben miyim? herşey aleyhime mi?
    önümdekini reddedip, ellerimi mi açsaydım?
    neden her şer hareket bir zevk barındırır?
    o zevki tatma tutkusu içimde saklanır?
    ne biçim bir oyundur bu ki hesap vermek zorundayız?
    neden var olduk o zaman? ne zaman yok olacağız?
    --- spoiler ---
  • ilk tam sürüm albümünün ismini in my veins olarak belirlemiş gruptur.
    ayrıca albümden ikinci şarkı olarak dua da grup tarafından youtube'da paylaşılmıştır.
    http://www.youtube.com/watch?v=mk4upjw_sle
  • (entrymi remiksliyorum; iki farklı tarihi birleştiriyorum)

    selam. motivasyonum yine bir ölüm. (burada ağır girmişim, hüzün)

    zihnimde silemediğim bir imge yaşıyor. böyle olması ise beni kahrediyor. içimde defalarca kez bedenselleşen "o anı anlatma isteği"ni kendimden durmaksızın ittirsem de gözlerimin önünden gitmeyen bir görüntü var. ona takılı kalmış durumdayım. (o gün kafamın içinde tekrar eden bir ritm eşliğinde git gel yapan bir kesit vardı, benim de içim dolup taştı).

    çok değerli bir insanı kaybettim (aradan geçen zamanda güdüsel olarak bu hissiyattan sıyrıldım, sağlığımı korumak adına). ölüm hayatıma şu sıralar (yılları kapsayan sıralar) fazlasıyla yakın (artık öyle olmamasını diliyorum).

    sonradan editlemek üzere (buradan devam ederim başka bir ruh halinde): hayattan kopman gereken noktayı unutma. daha o noktaya ulaşmana hâlâ (ama çok değil) zaman var. akışın dışına çıkma. sabit kal.

    altmışlarında bir kadın, yemyeşil bir bahçede, salıncağa oturmuş, saçları ağarmaya yakın ve hasır bir şapka var kafasında; hem gülüyor hem de ağlıyor.

    bunalıyor insanların ilgisinden. kaçıyor uzaklara doğru. peşinden gidiyorum. yaklaşınca yanında yürümeye başlıyorum. dalgınca bakıyor bana, ardından küçük bir çocuk gibi gülümsüyor ve giriyor koluma. birlikte yürüyoruz. ufak tefek şımarıklıklar yapıyor bana. göz yaşlarım içime doğru akarken yüzümde sadece bir gülümseme var. eşlik ediyorum ona. yok olduğum bir zaman.

    gitmiyor kafamdan bu görüntü. bir insanın, kırk yıldan fazla bir süre boyunca birlikte hayatını sürdürdüğü insana yönelik vedası gitmiyor işte zihnimden. ben oraya çakılı kalmış durumdayım. hareket edemiyorum.

    cenazeye değinmiyorum bile. her dinin eşit derecede, aynı kabul edildiği ve öyle karşılık gördüğü bir mezarlıkta yaşayacağımı fazlasıyla yaşadım ben. detaylıca anlatmak isterdim ama enerjim yok. belki burası da sonradan edit.

    kalbim dışarı taşmak istercesine atıyor. yine de koray'da olduğu gibi yıkılmadım. o beni köreltti. taş devrine gönderdi. bütün duvarlar yıkıldı. kendimi unuttum. savruldum.

    öyle bir şey var tabii ama orada ben yokum. savrulmak yani. ben ama uzaklardayım. içimden anlatma isteği gelmiyor. görüntüler o kadar korkunç derecede gerçek ki tıpkı bir puzzle'ın parçaları gibi. zihnim, hepsini teker teker veya çifter çifter bir düzene sokmaya çalışıyor. ama ben uyukluyorum.

    hayat denen mekanizma, insanın zihninin düzenine aykırı işliyor. ona ayak uydurmaya çalışmak ya da onun öngörülemezliğine yönelik planlar yapmak; bunların hiçbir anlamı yok.

    tutunulmaya çalışılan değerler veya gelenekler, yani kısaca zihinsel kabuller, o an yaşanılan acıyı karşılayabilecek özgünlükte değiller. dil de bütün bunları içtenlikle karşılayabilecek yetkinlikten yoksun.

    sağlıklı birkaç edit ihtiyacı.
  • anlamı kader,talih demek olan farsça sözcük.
  • merkez bankası'nın bugün açıkladığı önlemlerin, küresel spekülatif sermayenin at koşturup kaynaklarını kuruttuğu ülkelerin bahtını değiştirmesine öncü olmasını dilediğimiz tayland para birimi.
  • "bi-baht olanın bağına bir katresi düşmez
    baran yerine dür-ü güher yağsa semadan"
    gibi bir ziya paşa bendinde alitere edilmiş kelam..
hesabın var mı? giriş yap