aynı isimde "baba (dizi)" başlığı da var
  • hayatımda gördüğüm en yaşam dolu insan.
    pazartesi günü başlayacak ilik kanseri tedavisiyle hastalığı yeneceğine gönülden inanıyorum.
    kalabalık yerlere gitmemesi söylenmesine rağmen her sabah ceketini giyip mühendisler odasına arkadaşlarıyla sohbete gidiyor,
    dermatolog ablama "bana botoxtan söz etmediniz. eğer gençleşeceksem bana da yapalım mı" diyor...
    ameliyat elbisesi giydirildiğinde aynaya bakıp "işte şimdi çok yakışıklı oldum" diyerek hemşireleri güldürüyor.
    ve kanser olduğunu bilmiyor.
    sadece bir kan hastalığı olduğunu sanıyor.
    iki ihtilal bir muhtıra gördü o!
    hastalık da neymiş!
    ama bazen hüzne boğuluyor insan.
    ipad'te gazete okumayı öğrenemediğinde "son basılı gazete ne zaman çıkacakmış türkiye'de?" diye sormuştu...
    2037 dediğimde, "ben o zamana ölürüm kızım. öğretme bana ayped mayped" deyişi...
    herkesin babası çok çalışmayı öğütlerken; bizimkinin karnelerimize bakıp, takdir belgelerini gördüğünde "bu ne ya! beşten şaşma altıyı aşma! bu yaşlar geri gelmez, çok çalışmayın" diye öğüt verişi...
    ilk haberime "benim canım çok sıkılıyo evde, birlikte gidelim mi?" diye sorup benimle birlikte gelişi...
    ilk fotoğraf makinemi onun almış olması...*
    baba candır... tarifsiz bir adamdır.

    debe editi: tüm güzel dilekleriniz ve dualarınız için sonsuz teşekkürler...
    ankara'da olup 0 rh negatif kan verebilecekler bana ulaşırsa minnettar olurum.
    tüm hastalara acil şifalar, tüm babaları kucaklar öperim.
  • tariin bir cilvesi olarak ilginç bir adamdır babam. makedonya’nın bir köyünden gelmiş izmir’e; 7 kardeş, 25 kuzeniyle. sonra ne olduğunu anlamadan, “ben neredeyim” diyemeden, askere gitmiş, muş’a. esnaf olmuş sonra. dört kuşaktır dedelerimin yaptığı işi yapmış. kumaş satmış. türkçe’yi, muş’ta asker arkadaşlarından, izmir’in yaudi esnaflarından öğrenmiş. çok şirin konuşur benim babam. tespi kele yakışır demişler. keldir benim babam. ifla olmaz cumuriyetçidir. eskiden solcuymuş, 12 eylül onu da benzetmiş kendine, yorgunluktan olsa gerek ben bebekken yani 80’de ürriyet gazetesine okur olarak yazılmış. ala da vazgeçmemiştir bundan. doğum tariimi, yaşımı, okuduğum okulların içbirini şimdi sorsan atırlamaz benim babam. ekşi sözlük nedir bilmez, internetten anlamaz, bu satırları eğer biri göstermezse asla okumaz benim babam. belki okursa diye ona itap edeyim bundan sonra.

    atırlar mısın baba, doğum tariim yanlış yazılmış diye makemeye gitmiştik ama geç kalmıştık. sene 1986’ydı ve mübaşir pazartesi gelin demişti. 20 senedir bin pazartesi geçti gitmedik bir daa. gamsız babam benim. kara şimşek’in popüler olduğu yıllar maykıl nayt’ın siya deri montundan istemiştim bir umut, derici arkadaşına yaptırıp getirmiştin. bir dediğimi iki etmedin, arkadaşımda uzaktan kumandalı -kablolu- araba görmüş istemiştim, sen antenlisinden almıştın. belki de kendi yaşamadığın çocukluğunu, benden önceki üç kardeşime yapamadığın babalığı gerçekleştiriyordun. izmir’e mc donalds açıldığında beni oraya götürmüştün, aslında sen merak ediyordun orası nasıl bir yer diye… ilk çizburger yediğim gün o gündü.

    bunu da kesin atırlarsın baba, bir gün kömürlüğü yakmıştım, alevler baçeden balkona yükselip evi biraz aşat etmişti. annem bana çok kızmış, “ben şimdi seni pataklasam da sinirim geçmez, akşam babana söylicem” demişti. akşam oldu korkuyla karşına çıktım, parmağını sallayıp, “çok ayıp bir daa olmasın bak kızarım” demiştin.

    bmx bisikletleri yeni çıkmıştı, alamancı komşularımızda vardı, onlara artık nasıl baktıysam, sen de bunu gördün ki, annemin kolundan çıkarıp verdiği bileziğin üstüne ekleyip bana em de sarı kırmızı bmx bisiklet aldın. yetmedi ben büyüdüm, biançi bisikletleri çıkmıştı, vitesi şimano markaydı, 18 vitesliydi, gittin ondan aldın. ben bunları iç ama iç unutmuyorum baba.

    lise son sınıfta “cemaat dersanesi”nin deneme sınavında birinci olmuştum. dersane ocaları eve gelip, beni ücretsiz kaydedeceklerini söylemişlerdi. 5 nisan krizinin ertesiydi, durumun sıkışıktı ama yine de “ben oğlumu parasıyla bildiğim dersaneye göndericem” demiştin. ama sonra ayatıma iç karışmadın. rejimine aslan, oğluna demokrattın. ilk rakıyı, ilk birayı, ilk likörü ep sen ikram ettin. sigarayı serbest bıraktın. gece eve gelme sınırını orta ikide kaldırdın. biliyorsun baba, şimdi ben ne içki içiyorum, ne de sigara tüttürüyorum. eve ise kuzu kuzu saatinde geliyorum. ne istediysem aldın, nereye istersem gönderdin. ben sana layık olamadım belki ama sen çok şey kazandırdın bana.

    “eskişeir’e okumaya gidiyorum” dedim, “git” dedin. “okulum uzadı kusura bakma” dedim, “canın sağ olsun” dedin. “doğduğum köyü görmelisin” dedin beni memlekete gönderdin. sayende çok şey öğrendim baba.

    bilgisayar dedim aldın, internet dedim bağlattın, dvd dedim getirdin, müzik seti dedim kaptın geldin, “trenle türkiye turuna çıkıcam” dedim destek çıktın. işten ayrılıp bütün param bitince gittiğim askerde bana baktın, askerden geldim, terbiyesizlik edip şansımı zorladım, senden bir de lap top istedim. önce “o ne” dedin, broşürde gösterince “televizyonlu esap makinasını ne yapacaksın” dedin. sonra ondan da aldın.

    vakfettin yani kendini, başıma kakmadan, nasıl baba olmam gerektiğini de öğrettin, zırnık şımartmadan em de.

    (h) arfini söyleyemediğin gibi bazen yazarken de unutuyordun. üseyin dayı’mı aramak için telefon defterinde ü arfine baktığımızı atırlıyorum. bak baba, belki okursun diye “h” arfini kullanmadım içbir kelimede…

    yani diyeceğim, bu satırları okusan da okumasan da bayramın kutlu olsun baba. ellerinden öpüyorum. bu satırları okursan şimdiden söyleyeyim, entri ne demek sorma baba, ayvan ara’da angi ayvanlar aranıyor onu da sorma baba. bu sözlük uzun ikaye baba. uzun ikaye. ne diyordum evet, bayramın kutlu olsun
  • dunyalar kadar ozledigim...
  • 58 yaşına geldiğinde hala ailesi rahat yaşasın diye çırpınmasıyla beni her gün kahredendir. böyle bir adamın oğlu olduğum için kendimden utanıyorum. yanlış anlaşılmasın babamdan falan değil kendimden utanıyorum. bir ona bakıyorum bir aynaya ve yazıklar olsun demeden edemiyorum kendime. çocuklaşıp bir mucize olsa da cebine çok para girse ve hayatının sonuna kadar rahat yaşasa diye düşünmediğim tek bir günü hatırlamıyorum. alsın annemi de gitsin bir yerde kafasını dinlesin. ne beni ne de başka kimseyi düşünmeden rahatça yaşasın istiyorum ama olmuyor. lanet olsun ki olmuyor. olmuyor çünkü emekliysen hayvan muamelesi gördüğün bir ülkede yaşıyorsun ve son nefesini verene kadar da sadece insan gibi yaşamak için çalışmak zorundasın.

    nefret ediyorum bu ülkeden.
  • babam bir sene istanbul'a yılbaşı zamanı yanımıza geldi. o zamanlar kardeşim ve ben aynı evde kalıyoruz. yılbaşına plan yaptık, arkadaşlarımızla ortaköy'de konsere gideceğiz sonra da herhangi bir bara girip ya da girmeden sabaha kadar içeceğiz. babam da genç ruhlu, istiyor ki bizimle takılsın. biz de istemiyoruz bizimle takılmasını. babama para verdik, en sevdiği yer taksim marmara otel'inin cafesi, git orada otur bir şeyler iç, belki bir hatunla da tanışırsın diyerek başımızdan savdık.

    bu meğerse marmara cafe'de kimseyle tanışamamış, bir müddet moron gibi oturup canı sıkılmış, bari bir klübe gireyim de eğlencenin dibine vurayım diye kendini herhangi bir bara atmış. girdiğ bar da meğerse travesti barmış.
    ilk başta sevinmiş, çok güzel at gibi hatunlar. gelen geçen buna ayh pardon diyerek memeleriyle sürtünüyormuş. babam da tam av konumunda, emekli, dul, 65+, koltuk altında küçük deri çanta ve kayseri'li, bir bakışta anlıyorsun keko olduğunu. bir süre sonra anlamış tabi oradakilerin tam kadın olmadığını, tırsıp çıkmış.

    bunları da bana seneler sonra bağ evinin damında çay içerken şiş dudaklarla anlatıyor. üst dudağını üzüm yerken arı soktu. sanki botoxlu başka bir adam konuşuyor karşımda, yazık yav, keşke o gece yanımıza alsaydık. gülesim geldi şimdi :)))
  • "tak!" diye ses duyunca, bi şey düştü herhalde diye düşünüyor insan; babamdır düşen diye gelmiyor akla.

    gittiyse ömrümden 10 yıl, koskoca adamı yerde gördüğümde gitti. gözünü açıp "çikolata var mı? canım çekti ya." dediğinde ağlayarak gülmeye başladım; içimden de belki 100 kere "allah'ım bana fazla ömür lazım değil, aramızda paylaştır." gibi bi şeyler sayıkladım. gözümde hiçbir şeyin 1 gram bile değeri kalmadı.
    "dayanamaz bu buraya çıkarın bunu, kusar bu.” diye yine beni düşündü hasta yatağında.

    iyi olsun da yanına oturup güldür güldür’ü bile izleyip güleceğim.
  • evlatlarımı “babam” diye seviyorum. sesleniyor mesela kücük olan, “efendim babacım” diye cevap veriyorum… bugün büyük oğlan, “sen eskiden bana oğlum derdin, neden simdi babam diyosun” diye sordu, o an dank etti, babam gittiğinden beri ben evlatlarıma “babam” demeye basladım. bunu neden yaptıgımı da o an anladım, ben yine babamı taklit etmeye baslamısım… hani küçükken onun yürüdüğü gibi, onun gülüp onun kızdıgı gibi… o ne yaparsa onu yapmak isterdim kücükken de, sonra genç oldugumda tam tersi! o ne yaparsa tam tersini yapardım ya da o ne söylerse… ama yine onun gözünün içine bakardım, ne diyecek diye. sonra büyüdüm, bu kez de o bir şeyler söylesin de onun söylediğini yapıyım ya da boktan bi anımda sırf desteğini alabileyim diye gözlerinin içine bakmaya basladım… ve son gün, o gittikten sonraki gün yani, bu kaldı elimde avucumda işte, onun bana ögrettiği babalık…

    senin gibi bi baba olamam elbette ama evlatlarıma senin bana seslendiğin gibi seslenebilirim, en azından buradan başlayabilirim diye bugün onlara “babam” diye sesleniyorum. umarım duyuyorsundur bir yerlerden, ben hala senin gözünün içine bakıyorum babam.

    seni çok özledim.
  • bu hayattaki en yakın iki arkadaşımdan biri olan emre'nin nişanı var, kütahya simav'a gidilecek. onlar cümle alem ankara'dan gidecek, biz de eşimle istanbul'dan. ben bizim üçlünün "uzun"u aykut'u arıyorum, "olum sen akşamdan istanbul'a gel, buradan tek araba beraber gidelim ". adam ankara'dan kütahya'ya gitmek için istanbul'a geldi, gerçi arada bir hala söylenir ama geldi valla.

    bizim aramızda bir adet vardır, bir araya gelirsek genelde köfte yeriz ve vakti zamanında verdiği bir sözden dolayı hep aykut ısmarlar. e istanbul'dan simav'a giderken de rotayı biraz bükünce inegöl'den geçebiliyorsunuz. sonuçta köfte yiyeceksek yerinde yiyelim. tabi bu yüzden biraz geciktik ama olsun köfte şahaneydi. mevsim de sıkıntılı bu arada. 24 aralık 2011. hava soğuk ama açık.

    neyse işte, yolun çoğu gitti sonu kaldı, emet'i çıktık simav'a 20 km falan yolumuz kalmış. ormanlık, şahane manzaralı bir dağ yolundayız, aykut'la şarkı söyleyerek gidiyoruz. eşim arka koltukta laptop'tan uzaktan erişim ile editörlük mesaisi yapıyor, "ekrana doğru bakmaktan midem bulandı" diyor. o ara çok çok hafif bir yağmur başlıyor, silecekleri bile açmaya gerek yok. 100 metre sonra yağmur biraz hızlanıyor, koltukta şöyle bir direksiyona doğru eğiliyorum. bir viraj daha dönüyoruz, sulu kar başlıyor. müziğin sesini kısıyoruz. bir yokuş daha çıkıp dağın tepesine ulaşıyoruz ve yolda kalıyoruz. acaba geçebilir miyiz diye zorlarken hafifçe bir kara saplanıyoruz. 50 metre ileride arabalar diz boyu kara saplanmış halde, üzerlerinde iki karış kar var. üçümüz birden hızlıca inip bizim arabayı saplandığı yerden çıkarıyoruz, sonra aykut ve eşim arabayı itiyor, arabayı yola çeviriyoruz. çaresi yok geri dönüp başka bir yoldan gideceğiz. tam geri inecekken yol açma ekibi geliyor. peşine takılıp biraz geç de olsa simav'a ulaşıyoruz. değirmen diye eski ve güzel bir restorana gidiyoruz. kızı alıyoruz, yiyip içip ankara havası oynuyoruz, kaplıcalarda geceliyoruz. sonra dönüyoruz istanbul'a.

    ertesi sabah eşim bir heyecanlı, bir telaşlı. bir test yapıyor: pozitif. baba oluyorum. "oha lan baba oluyorum. vay arkadaş hamile kıza araba ittirdik". hemen bir doktora gidiyoruz, o da gebeliği onaylıyor, vallahi baba oluyorum. "demek midesi ekrana bakmaktan bulanmamış".

    akşam üstü babamı arıyorum. babamda o sırada böbrek ve kalp yetmezliği var, dört damarından bypass ameliyatı olmuş ve düzenli diyalize gidiyor. yorgun sesiyle açıyor telefonu. "dede olacaksın" diyorum. anneme sesleniyor hemen sevinçle. "ben onu iki aydır rüyalarımda görüyorum, sapsarı pehlivan gibi bir oğlan geliyor" diyor uzun zamandır duymadığım kadar güçlü ve neşeli bir sesle.

    sarı bir oğlan geliyor.

    babamın bana en çok söylediği sözlerden biri artık daha çok anlam kazanıyor; "baba olunca anlarsın". o güne kadar hiç aklıma gelmemiş konular önem kazanıyor. ya da çok önem verdiğim şeyler artık daha önemsizleşiyor. garip bir kafa karışıklığı. ilk birkaç ay bocalamayla geçiyor haliyle. mesela doktora kontrole ya da aşıya gidiyoruz, hasta kaydı açacaklar, "baba adı"nı soruyorlar, dalgınlıkla babamın adını söylüyorum. "şey pardon dur yok o değil, eee, oğlumun babasının adı di mi?"

    günler hızla akıp geçiyor, baba olmaya yavaş yavaş ısınıyorum. oğlan da iyice ele avuca oturmaya, tepki vermeye, hareket etmeye, emeklemeye başlıyor. babam kullandığı ilaçlar ve cihazlardan dolayı pek evden çıkamıyor, biz de babaanne ile dede torunu görebilsin diye sık sık ankara'ya gidiyoruz. geçenlerde eski fotoğrafları karıştırırken fark etmiştim mesela, babam kollarında kuvvet olmadığı için oğlumu hiç kucağına alamamış, hiç kucaklayıp taşıyamamış. o, torununu uzaktan uzaktan sevebiliyor.

    günler geçiyor, oğlanın birinci yaş günü yaklaşıyor. iki üç hafta bir şey kaldı, ne yapsak ne etsek diye planlar yaparken abim arıyor ankara'dan, "babam yoğun bakımda". apar topar gidiyorum. gece yarısı hastaneye girip annem ve kardeşlerimle bir kelime edemeden, daha ne olduğunu anlayamadan, gencecik bir nöbetçi doktor "yaşatmak için ne gerekiyorsa yapabileceklerine" dair bir kağıt uzatıp onay istiyor. birbirimize bakıp çaresiz imzalıyoruz. haklarını da vereyim, çok uğraştı bütün doktorlar. bir hafta hacettepe acil servisinin metal sandalyelerinde iyi bir haber bekledik. ama bir pazar günü, annemle nişanlarının 40. yıl dönümünde, duran kalbi bir daha çalıştıramadılar. bazen ne yapsanız olmuyor. velhasıl, babamın bana en çok söylediği dualarından biri ile bitireyim yazıyı; hayat kimseyi evlat acısıyla sınamasın.
  • katılınılan yarışma sonrası babadan tebrik telefonu alınır:

    - emre iyi akşamlar.
    - iyi akşamlar baba.
    - tebrik ederim çok güzel yarıştın.
    - teşekkürler baba.
    - o birand'ı niye bilemedin?
    - bildim asl..
    - 32. gün biz hepimiz bildik.
    - bildim de tuşa basmak lazım önce.
    - niye basmadın? bak çok kolaydı müslim bile bildi burada.
    - bildim de önce tuşa basmak gerekiyor baba.
    - xxx lira kaybettin unutma böyle şeyleri.
    - peki baba.
  • geçen gün eve geldim, 10 dakika kadar sonra eve geldi ve mutfakta, buzdolabının önünde 5 yaşımdaymışım gibi en sıkı kim sarılacak sarılması yaptık. işin garip yanı, 5 yaşındayken hiç yapmamıştık. kendimden, madem bunu yapabiliyorsun niye bunca yıl bekledin, diye isyan etmesini beklerdim ama bunun yerine vakitleri varken baba kız olmayı deneyen iki çaylak gibi hissediyorum. sadece, sarılınca boynundaki gözlük ciğerime kadar battı. ama hayatımda sayıyla bulunan bir durumu "canım acıyor" diyerek bölmek istemedim. "baba" böyle bir varlık, seni görebilmesi için önce emekli olması, uğruna yıllarını verdiği siyasi düşüncenin çöpe yuvarlanması, iki tane torunla birlikte evlat sevgisini tekrar hatırlaması gerekiyor ve tüm bunlar yetmezmiş gibi bi şekilde de canını acıtmayı başarıyor. gerçi sen artık o acıyı takmayacak kadar büyümüş oluyorsun. biraz talihsiz ama yine de keyifli. no drama no queen.

    sevgili babalar, sanırım babalık, annelik gibi default yüklenmiyor. sevmeye, büyüdükçe onu tanımaya ve koruyup kollamaya bakın. acele etmeyin ama elinizi çabuk tutun ve benimkinden önce davranın. bir de eşinizi sevin ve bunu gösterin. kendisi en büyük ortağınız. çocuğunuzla aranız kötü olursa ölmezsiniz ama eşinize sevginizi göstermezseniz hık diye gidersiniz. benden söylemesi.
    kolaylıklar ve sevgiler.
hesabın var mı? giriş yap