• bu film için alelâde bir analiz yapmak hiç haddim değil. bu filmi izledikten sonra, 21. yüzyılda sıradan hâle gelmiş ve hatta takdir görmüş her küçük kurnazlık içimi kemirmeye başladı.

    filmi defalarca izledim ve bundan sonra yine defalarca izleyeceğim. bundan sonrası hep 'umarım': bir kadını seveceksem ali gibi severim, çocuğuma sarılacaksam ali gibi sarılırım, ekmek parası kazanacaksam ali gibi kazanırım, yaşayacaksam büsbütün ali gibi yaşarım.
  • 1974 yapımı zeki ökten filmidir.

    sinematürk yazarı eylül fırtınası tarafından filme yapılmış yorum yazısı:

    "1963 yılında ölüm pazarı adlı ilk filmini çektikten sonra tam dokuz yıl süre ile yeniden yönetmen yardımcılığına geri dönen zeki ökten’in,1970’li yılların ilk yarısı itibarı ile çektiği bir dizi piyasa filminin arasından asaleti ve ağır duruşu ile sivrilen ve birkaç yıl sonra birbiri ardına dizeceği başyapıtları müjdeleyen en özel filmlerinden birisidir.
    sınır illerinden birisinde askerliğini jandarma olarak yapan ali,terhisine sayılı günler kala çıkan bir çatışmada evli ve bir çocuk babası kaçakçı ibrahim’i vurmak zorunda kalır.ali’nin hayatını tümüyle değiştirecek bu beklenmedik olay;ibrahim’in cenazesi,eşi,küçük oğlu ve babası ile tesadüfen ayni tren vagonunda yolculuk yapması ve yaşadıkları trajediye tüm yakıcılığı ile şahit olması ile dayanılmaz bir vicdan azabına dönüşür.
    ali’nin istanbul’a dönüşü,bir takım değişim ve dönüşümleri gözlemlememize aracılık eder.en başta yaşadığı acı olayın etkisiyle,iç dünyasını çığlık çığlığa sessizliklere hapseden bir vicdan muhasebesi sürecine giren ali’nin kendisi değişir,bambaşka bir adama dönüşür.
    elindeki resme bakıp bakıp uzaklara dalan ali’nin artık o eski uçarı ve delişmen ali olmadığını başta annesi olmak üzere nişanlısı ve yakın çevresi fark etmekte geç kalmaz.askerlik öncesi yanında marangozluk yaptığı ve usta-çırak ilişkisi içerisinde sadece mesleği değil “adam olma” terbiyesini de edindiği ustasının ölümü, ali için bir başka açmaza yol açar.marangozluktan başka mesleği olmayan ali işsiz kalmıştır. marangoz ustasının ölümü;kollektif bir kültüre ve geçmişe sahip,töre ve adetlere sıkı sıkıya bağlı,sıcak ve duygusal ilişkilerin hakim olduğu “cemaat kültürü” ile geleneksel üretim biçimlerinin, yeni dünya düzeni karşısında tutunamayışını simgeler.bu yitiriliş;“sabah ezanı ile kalkıp bismillah diyerek çekiç sallama,alın teri dökme,helal lokma”,”temeli ahilik kültürüne dayalı ve hiyerarşik yapılanmanın belirlediği çalışma ilişkileri içerisinde iyi ahlakı,doğruluğu,yardımseverliği,kardeşliği etkin kılma” gibi ulvi değerlerin kaybolmaya yüz tutuşu ile özdeşleştirilmiştir. ali ekber çiçek’in “haydar haydar” türküsünün enstrümantal versiyonu eşliğinde ali’nin,belgesel anlayışı ile çekilmiş iş arama sahnelerindeki çarpıcı gözlemleri, bu eriyiş ve çözülmeyi tüm çıplaklığı ile gözler önüne serer.
    yeni dünya düzeni” kavramından,filmde önerilen haliyle olumlu ve modernist bir anlam çıkarılmamalıdır.özetle denilmek istenmiştir ki devir;itin,uğursuzun,kopuğun,namussuzun,kansızın,kravatlı eşkıyanın,vurguncunun,karaborsacının,kaçakçının devridir.
    ali’nin nişanlısı nuran ve patronu da,vahşi kapitalist dünya düzenine hizmet eden çarpık zihniyet dönüşümü ve sonuçlarına ilişkin verileri elde edebileceğimiz diğer iki simge karakterdir.
    ayni mahallede büyüdüğü ve ”nohut oda bakla sofa” tevazusu içerisinde mutlu bir yuva kurmayı düşlediği nuran’da ali’nin bıraktığı gibi değildir.kolay yoldan para kazanmanın tadını alıp kısa sürede lüks bir yaşama kavuşma arzusu içerisindeki nuran’a,artık eski istanbul kültürünün son demlerinin yaşandığı köhne mahallesi dar gelmektedir.çalıştığı mağazada çoğu kaçakçılıkla temin edilen yabancı marka ürünlere olan hayranlığı ve birgün onlara sahip olabilme tutkusu her halinden belli olan nuran,patronunun istediği şekilde ürünlerin yabancı dildeki isimlerini başarıyla telaffuz edebilmekte,ehlileştirmeye kararlı olduğu ali’ye de öğretmeye çalışmaktadır.son moda kürk manto giymekle çağdaşlaşmayı,batılılaşmayı eşdeğer tutacak kadar kişilik erozyonu yaşayan nuran,mağazaya gelen kaçakçı ile giriştiği ve gayet profesyonelce yürüttüğü çakmak pazarlığı ile oyunu kurallarına göre oynamayanın bu acımasız düzen içerisinde yok olacağını, peşinden sürüklemeye çalıştığı ali’ye adeta ders verir şekilde gösterir.
    nuran’da aslında kaçakçı ibrahim gibi gözü doymak bilmeyen ensesi kalın kalantor patronunun karanlık işleri için kullandığı maşadan başka bir şey değildir.
    ali’nin,nuran’ın ricası ile işe alındığı ve kırsaldan başlayıp şehre uzanan soygun çarkını tüm çıplaklığı ile gözlemlediği mağazanın ismi ise oldukça manidardır:amerikan pazarı…
    tren yolculuğu sekansında ibrahim’in eşi;kayınpederinin kaderci,kabullenici ve “kim umardı ki benim oğlum eğri yolun ganimetini fırsat bilecek,devletten fermansız mal kaçıracak” repliği ile ortaya koyduğu otoriteye itaat gösterir sinik tavrına şu sözleri ile isyan eder:”dünya zulmünü esirgedi mi ibrahim’den.fermansız mal istemeyen devlet ekmeğimizi,suyumuzu kolladı mı?ibrahim’in derdi yokluktandı.yokluk,onun bunun varlığındanmış.şimdi ibrahim’in katiline mi ağıt yakacağız?”bu noktada suçluyu da işaret eder:suçlu;yoksulluktur,çaresizliktir,fakiri daha fakirleştirip namerde muhtaç eden,zengini daha zenginleştirip semirten bozuk düzendir.bu düzenden beslenen kan emicilerdir.bu sömürüye yataklık edenlerdir;çanak tutanlardır;göz yumanlardır.
    aman vermez bir içsel çatışmanın orta yerinde umarsızca kıvranıp kendisini bulmaya çalışan ve bizzat şahit olduğu,kenarından köşesinden kendisinin de dahil olmaya başladığı kirli ilişkiler girdabının içerisinde boğulmaya başladığını hisseden ali için kirlenen ruhunu temizlemenin tek çıkar yolu kalmıştır:geri dönüp o resimdeki aileyi bulmak,onlara kol kanat germek,devletin kollamadığı ekmeği suyu kollamak…
    zeki ökten duyarlılığı ve özeninin her sahnede kendisini hissettirdiği bu son derece yoğun içerikli filminin başarısındaki en büyük pay sahibi isimlerden birisi de hiç kuşkusuz filmin keskin bir meydan okuma içeren duruşunu birbirinden sağlam ve işlevsel diyalogları ile temellendiren selim ileri’dir.
    sinema yaşamının henüz başlarındaki gencecik kadir inanır’da, zeki ökten’in kendisine verdiği şansı en iyi şekilde değerlendirerek bu ilk ciddi ve zor rolünün üstesinden gelmeyi başarmıştır.inanır,daha sonra üç filmde daha beraber çalıştığı zeki ökten’in cenazesinde döktüğü gözyaşları ile ustasına olan sevgisini ve vefasını göstermiştir.
    filmde en saygı duyulası ve izleyiciye huzur telkin eden karakter, hiç şüphesiz refik kemal arduman’ın canlandırdığı ve selim ileri’nin anadolu bilgeliği kokan leziz deyişleri ile filme manevi bir boyut katan kayınpeder bekir’dir.ancak,hemen belirtmek gerekir ki bu karakteri filmin ayrıcalıklı bir unsuru haline getiren faktör,arduman’ın oyunculuğundan çok eşsiz ses tonu ve tonlamaları ile seslendirmeyi gerçekleştiren mümtaz ener’dir.
    askerin dönüşü;yer yer yürek daraltıcı olarak nitelenebilecek sahneleri ile izleyiciyi karamsarlığa düşüren depresif bir film gibi görünse de özünde bembeyaz bir filmdir.iyiye,güzele,doğruya,dürüste olan inancı tazeler;içinde yaşadığımız dünya ne kadar çirkefe bulansa da dik durmaya,temiz kalmaya devam eden cesur insanların hikayesidir."

    http://www.sinematurk.com/'dan alıntıdır.
  • bir söyleşisinde ustaları hakkında ''asistanlık yaparken nasıl film çekilmemesi gerektiğini öğrendim'' demek gafletinde bulunan zeki demirkubuz'un, içinden en az üç film peydahladığı (bkz: zeki ökten) yapıtı.

    75 dakikalık bu başyapıtın en büyük kusuru, ikide bir fonda *çalan zurna sololarıdır bence.
  • zeki okten'in unutulmaz filmlerinden biridir. kadir inanir ve selma güneri'nin basrolunu oynadigi bu film askerligi sirasinda bir kacakciyi vurup olduren, ancak askerden dondukten sonra vizdan azabindan kurtulamayan bir adamin hikayesini anlatir. cok sevdigim bir filmdir, zeki okten'in yuz aki filmlerinden biridir kanimca
  • 1974 yılında çekilen bu filmle 2002 yılında çekilen monsters ball adlı filmin konularındaki benzerlik gayet kayda değerdir.
  • ali nin geri döndüğü taşra şehri denizli dir. kadının hademe olarak çalıştığı namık kemal ilkokulu hala eğitim öğretime devam etmekte ama etrafındaki kerpiç evler tamamen silinmiştir.
  • yeşilçam sineması'nın zirve döneminde çekilmiş, (günümüzde geçerliliğini koruyan) ekonomik, sosyal ve politik sorunlara neşter vurarak muadili yapımlardan ayrılan muhteşem film.

    --- spoiler ---

    üniforma giymenin, bir göreve adanmışlığın, "vur emri" alınca tetiğe basmanın o kadar da basit işler olmadığı çarpıcı biçimde anlatılır. çevremizde örneklerini her an görebileceğimiz film karakterleri hayat kadar gerçektir. ali, vicdanlı (ya da vicdanını büyük oranda muhafaza edebilmiş) insanların temsilidir. o tür insanların sayıları hiçbir dönemde çok değildi, günümüzde ise parmakla gösterilecek kadar azlar.

    sevgilisi nuran ve en yakın arkadaşı erdal değişen dünyanın, yok olan geleneklerin, yozlaşmanın temsilidir. ali'nin annesi ise vakar örneğidir. oğlunun "katilim ben" deyişine teselliyle karşılık verir, yabancı insanlarının fotoğrafını başucunda tutmasına hiç ses etmez. dönüşümü fark edecek durumda değildir, dünyayı siyah ve beyazdan ibaret görür. yüreğinde anne sevgisi vardır sadece, ancak bu sevgi ali'yi içine düştüğü kuyudan çıkarmaya yetmez.

    ali ve annesinin nuran'ı istemeye gittiği kısa sahne pek çok mesaj içerir. nuran ile -eşinden ayrılmış, çocuklarıyla baba evine taşınmış- ablasının diyaloğu mesela. boşanmış bir kadının hiçbir yere sığamayışı göze parmak sokmadan yansıtılır. bu arada 1970'li yıllar öyle ilginç bir dönemdir ki, nuran'ın şatafat düşkünü ve boşboğaz babası bile maziye olan özlemini büyük bir safiyetle dile getirir. paşa amcasının düğününde bahriyeli askerlerin kılıçları altından geçtiği çocukluğunu anımsar. oysa toplum olarak eleğimsağmanın altından çoktan geçmiş, şedit bir dönüşüm içinde savrulmaya hazır hâle gelmişizdir. 5 sene sonra yaşanacak darbe ve hemen ardı sıra entegre olacağımız kapitalist düzen ile söz konusu savruluş kasırgaya dönüşecektir. apartmanlar yükseldikçe yükselecek, gelenekler görkemli apartman temellerine gömülecektir. yeni dünyada marangoz dükkânlarına, ustalara ve çıraklara yer yoktur artık.

    ve ali'nin öldürdüğü kaçakçı ibrahim'in ailesi.. ibrahim'in babası anadolu'ya özgü irfanın, müşfikliğin ve ferasetin vücuda gelmiş hâlidir adeta. ibrahim'in yalnız kalan eşi ise kendi ayakları üstünde durabilen, yılgın olsa da yıkılmamış, sorumluluk alabilen, öfkesini her daim muhafaza eden bir kadındır. neticede ali kurtuluşu istanbul'da değil, anadolu'da arar; vicdan azabını dindirmek, kendisini boğan metropolden sıyrılmak için denizli yoluna düşer. zaten film boyunca fonda çalan deyişler ve ibrahim'in babasının üslubu aracılığıyla "yunus emre-hacı bektaş veli-pir sultan abdal" ekolü hâkimdir. ekseri ağırbaşlı, yeri gelince zulme başkaldıracak azme sahip türk-türkmen halkına atıfta bulunulur.

    velhasıl bu film oyalı yazmayı hippi tarzında bağlamayı onaylamayacak kadar geleneklere bağlıyken, "gelenek" adı altında insanlara dayatılan özentiliğe sonuna kadar karşıdır. daha nice mesaj var filmde, anlatmakla bitmez. en iyisi seyretmek ama seyirci kalmamak. bir parça "ali" olabilirsek ne mutlu bize.

    --- spoiler ---

    ve son sözüm,
    "güller ayak altında, para baş üstünde."
  • "benim oğlum eğri yolun fırsatını ganimet bilecek, devletten fermansız mal kaçıracak. satacak mıydı aracılık mı edecek bilinmez… alin teri dökmedinmiydi ekmeğin ağuludur, öğrenememiş ibrahim. insan insandan gün gelip hesap sorar" repliği ile akıllara kazınan bir yeşilçam başyapıtı...
  • acıların ve mutluluğun en basit, en sıradan halini keşfetmeye yönelen anlatımın modern hayat karşısında bireyin durumunu filozofça bir tavırla sorgulayan emsallerine göre daha kıymetli olduğuna bir kez daha inandıran film. 75 dakikalık bir zeki ökten başyapıtı.

    --- spoiler ---

    bu anlamda bakıldığında filmde ali'nin kişiliğini ve kendini içinde bulduğu çelişkiyi ortaya koyan olaylar, kişiler ve konular oldukça açıktır: daha ilk sahnede bir dergide çıplak kadın resimlerine bakan arkadaşının aksine ali, cebinden çıkardığı sevgilisinin resmi ile avunur. fonda çalan türküde* ise "onun bir sevdiği var/günde on çeşit giyer" sözlerini duyarız. üsteğmen otur dediğinde, mahcubiyetinde ilk seferde komutanın isteğini yerine getiremez. çatışma anında ise üstünün emrini bir an bile düşünmeksizin uygulayıp katil olur. asker dönüşü, o sevgilisine yazma hediye ederken karşılığında ithal bir parfüm hediye alır; kutuyu ve şişeyi elinde çevirip vaziyete anlam veremez. sevgilisi ise büyük bir köylü kadının el emeği ve göz nuru ile oyaladığı yazmayı başına bile örtmez, moda diye aksesuar niyetine kullanır.

    iş bulma macerası ise bundan çok daha acıklıdır: ustası ölmüş, atölye ise güzel kızların gittiği bir pastane olmuştur. sevgilisinin yanında çalışmaya başlar: sermayesi üç beş çakmaktan ibaret kaçakçıyı suç işlediği için öldürmüşken sevgilisinin çalıştığı dükkanda kaçakçılığın, sahteciliğin, vurgunculuğun on belki de yüz mislinin döndüğünü görür. üstelik kimsede zerre utanma, suçluluk duygusu olmadığı gibi öldürdüğü, ekmek parası için çabalayan kaçakçının yanında bu insanların, her gün işledikleri benzer suçlar sayesinde zengin olduklarını ve bu durumla övündüklerini de anlar. sevgilisinin gelecek planlarını, zengin olma, apartman dairesinde oturma hayallerini umutsuzca dinler. buraya kadar filmin üzerinde yürüyeceği çelişki ve dramatik yapı kurulmuştur.

    bu çelişki film boyunca uzun uzadıya işlenir ve ali'nin sevgilisi ile düğün hazırlıkları yaptıkları dönemde ise ayyuka çıkar. burada duyduğumuz repliklerin halen geçerliliğinin olması ise çıldırtıcıdır: "insan hayatında bir kere evleniyor" ve "elalem ne der" diye söylenecektir müstakbel gelin. ali için bu kırılma noktasını teşkil eder. ali'nin eski hayatına veda sahnesini de dansözlerin arkadaşından çiçek yerine para istemesi oluşturur. dansözler başka bir masaya gider ve biz çiçeği yerde, dansözlerin ayaklarının altında paramparça görürüz.

    filmin bundan sonraki kısmı için söylenebilecek şeylerin bir anlamı olur mu, bilmiyorum. ana temalar türk filmlerinde pek çok melodramda karşımıza çıkan cinstendir. fedakarlık, birbirine sahip çıkan yoksul ve çaresiz insanlar, emek ve alınteri. zeki ökten'in yeteneği tüm bu malzemeyi duygu sömürüsüne dönüştürmeden, karakterleri idealize ya da karikatürize etmeden kullanmasında belirir bence. ali'nin tesadüflerle bir drama dönüşen hikayesini çarpıcı kılan ise aslında insanın bir başına ne kadar güçlü olduğunu göstermesidir.

    en başta belirttiğim gibi ben bu basitliği hem hayat, hem de sanat açısından vazgeçilmez buluyorum. bir başka zeki ökten filmi olan çöpçüler kralı'nda apti'nin sanki olağan bir şeymiş gibi kahvede, yan yana dizilmiş sandalyeler üzerine döşeğini sererken evlilik hayalleri kurması, soğukta tir tir titrerken bol şekerli sıcak çay içerek ısınmaya çalışması, türk filmlerinin bence en hüzünlü sahnesinde, hacer'le birlikte tahterevalliye binerkenki sevinci, hacer onun yerine zabıta müdürünü tercih edince bir başka temizlikçi kadın için hayaller kurmaya başlaması, insanın huzur ve mutluluğunun ne kadar yalın ihtiyaçlar üzerinde şekillendiğini anlatıyor bize. hayatı zorlaştıranın, insanı mutsuz kılanın bir şeylerden yoksun olması değil, bitmek tükenmek bilmez hırsları, modern hayatın renkleri ve pırıltılarıyla yeniden biçimlendirilmiş algısı, tatminsizliği olduğunu söylüyor. insan bunları yıkacak, bu çemberi kıracak güce sahiptir. ve başardığı anda, esasında bir devrim yapmış olur.

    ali de kendi devrimini yapar: son derece güzel bir kadın olan sevgilisini, rahat bir işte çalışma ve kolay kolay yoldan zengin olma şansını, büyük şehri, parlak vitrinleri süsleyen cafcaflı mobilyaları terk eder. bir ihtiyarın sohbetiyle, dul bir kadının yarenliğiyle, bir yetime baba olmakla avunur. alınteri ile para kazanır ve yemeğini yer sofrasında yer. belki de bir yandan sorumlusu olmadığı bir cinayetin kefaretini de ödediğine inanır. bir fakir edebiyatı değildir bu: güvenin, kanaatkarlığın, inancın, bir insanın yakınlığının ve elbette emeğin kutsallığının vurgulanması, hayatın gerçekten temas ettiği noktaların işaretlenmesidir. ve nihayetinde sevgi ve bağlılık, ilk görüşte ya da aniden payda olup sönen bir arzuda değil, uzun bir sürecin sonunda olgunlaşarak oluşuverir.
    --- spoiler ---

    bu yüzden film kurduğu dramatik yapı, ortaya serdiği çelişkiler ile hep anıldığının aksine vicdan muhasebesi odağında ilerlememiştir. film açık bir biçimde bir insanın birey olmasının, içine düştüğü buhrandan iyiye ve güzele yönelerek kurtulmasının hikayesidir ve sakin'in şarkısında geçen "tekil hayatlar da bir gün devrim yapar ya" sözünü anımsatır. aynı zamanda tüm zeki ökten filmleri için söyleyebileceğimiz gibi incelikli bir sistem eleştirisidir. filmin bu şekilde okunmasının onu çok daha anlaşılır kılacağına inanıyorum.
  • kadir inanır'ın oyunculuğuyla hayran bıraktığı filmdir.

    birçok kadir inanır filmi seyretmiş olmama rağmen ilk defa böyle etkiledi.

    --- 75 model filme spoiler ---

    öncelikle ali karakteri için hazırladığım şu grafiği
    inceleyiniz. kadir inanır'ın oyunculuğu ile aktardığı duygular, bu grafiğin her aşamasıyla -bence- bire bir örtüşüyor. terhis heyecanı ile neşe saçması, nişanlısı ve arkadaşı ile iletişim kuramaması, ibrahim'in ailesiyle buluştuğundaki üzüntüsü, evlendikten sonraki buruk mutluluğu, nikah akşamı selma güneri'ye ibrahim'i vueanın kendisi olduğunu söylerken çektiği vicdan azabı; yani her şeyiyle muhteşem bir oyunculuk. filmin başında %100 moralli ali, filmin sonunda öyle bir hale geliyor ki asla o moral seviyesine çıkamayacağını hissettiriyor.

    selma güneri'nin oyunculuğu da muhteşem. keder, birazcık mutluluk, acaba evlensem mi düşüncesi, kin... hepsini gördüm ben.

    ibrahim'in babasını canlandıran refik kemal arduman'ı ilk kez bu filmde gördüm. belki tanıdık bir isim olsaydı çok karikatürize bir karakter olacaktı ve gereksiz şekilde öne çıkıp ali ile gelin'in ön planda olması gereken yerde rol çalacaktı.

    demem o ki, filmin denizli ayağındaki oyunculuklar muhteşem. istanbul kısmında ise filmi yine kadir inanır sırtlıyor. ayrıca güler ökten'in oynadığı ayşe karakterinin olayı nedir anlamadım. belki ali'nin annesinin de nuran'ı aslında istemediğini vurgulamak için olabilir. çünkü bir yerde "ayşe gibi gelin dost başına!" diyor.

    --- 75 model filme spoiler ---

    film hakkında izlediğim kadarıyla birkaç şey de paylaşayım:
    - ibrahim, 21 (diyarbakır) plakalı bir renault 12 sw araçta vuruluyor.
    - refik kemal arduman'ı mümtaz ener seslendiriyor.
    - ibrahim'dan önce durdurulan minibüs çakmak diye bir yerin minibüsü. denizli'de çakmak mahallesi var amma... bilemedim.
    - filmin ortalarında, ibrahim iş ararken haydar haydar çalıyor.

    edit: film youtube'da iki farklı kanal tarafından yüklenmiş. biri 1 saat 18 dakika, diğeri 1 saat 13 dakika. sizin ilkini izlemenizi tavsiye ederim. kısa olan versiyonunda nikah sonrası mutlu yemek sahneleri bulunmuyor.*

    uzun versiyonun bağlantısı:

    https://www.youtube.com/watch?v=ubh7xnaulkk

    * bu sahnede neredeyse herkes efes tombul şişe bira içiyor. çok samimi bir sahne. özellikle sevda olmasaydı türküsü tam yerinde kullanılmış. muhteşem. türküyü yıldız tezcan söylüyor olabilir. aşağıda filmde kullanılan olmasa da aynı türkünün benzer bir kaydı var.

    https://www.youtube.com/watch?v=sbx9j5jgiok
hesabın var mı? giriş yap