• 2011'de kurmuş olduğum şirket için 2016 yılında çok küçük ama içerisinde olmaktan çok mutlu olduğum bir ofise taşınmıştım.

    sözlüğe verdiğim iş ilanları sayesinde de 30'dan fazla yazarı ofiste ağırlamıştım..

    malum süreç sebebi ile iptal olan, azalan işlerim oldu.. beni bekleyeni biliyor ama onu yaşamaktan hep kaçıyordum.

    ve dün gerçekleştirdim.. ofisi boşalttım.. evde bazen eşimle tartışma yaşarken gece 12'de bir bira bir çerezle sığındığım yerdi.. eve misafir geldiğinde ben kaçar diyip saatlerce cm oynadığım yerdi.. evde çocuk olduğu için bozulur kaybolur diye boş vakitlerimde saatlerce puzzle oynadığım yerdi.. benim küçük ama çok etkili yaşam alanımdı.

    dün eşyaları toplarken mail geldi.. outlook kullananlar yeni mail sesini bilir. o ses geldiğinde yanıt beklediğim 3-4 tekliften birine olumlu yanıt geldiği heyecanıyla pc başına geçtim.. normalde 2'si kabul olsa ofise devam edebilecek ekonomik güce yeniden kavuşabilecekken, 1 tanesine bile fittim.

    gelen mail beklediğim değildi.

    ve ben kutular içerisinde kaybolmaya devam ettim.

    bunu anlatma sebebimi filmi izleyenler iyi bilir.. izlemeyenler mesajla sorabilir.
    malum sahneyi neredeyse birebir yaşadım..

    ben dün en sevdiği oyuncağını kaybeden çocuktum.. ileride yine bir oyuncağım olacak ama o eski çocuk olamayacağım.
  • kundura tamircisi fahri nin oğlu mümin boynuna fular takar, sakalını koyverir. cihangir de kafelere takılır, ortaköy de gezinir, operaya gider, kulağına dolan şeylerden eleştiriler çıkarır kendine.

    özendiği; her dönemin entellektüeli, kullan at yetenekli, başkalarının gördüğünden başka vasfı olmayan kişilere, çevrelerine ve birbirlerini kapsayan o ukala aurasına sızmaya çalışır. av vardır, avcı vardır. birbirlerine tutsak olmuşlardır. nasıl da iyi bir fikir gibi gelmiştir haşmete. müjde ar a senaryosunu anlatırken, nasıl da bellidir o cümleleri ezberlediği, planladığı. son dönem filmleriniz on numara derken, nasıl da bellidir çok istediği o kalabalığın jargonundan uzaklığı.

    her dönemin kaybolan yetenekleri gibi, onunda işi kendi içine çöker. ar direktörü olmaz, makyajı çıkmaz. agfa isteyemez orvoya mecbur kalır. güzel bir mekanda çekmek isterken, parasızlıktan eski bir malikanenin ilk katına kalır. ışıkçısı pornocu, kameramanı kördür. müjde ar la çalışmak isterken, solcu eskisi bir kadına rol vermek zorunda kalır. başrol oyuncu genç bir yetenek olacakken, kalas çıkar. arkadaşı diye, en büyük rolü bulunmaz aktör nihat a vermek zorunda kalır. geldiğinde burda olan emektar arkadaşlarına artık eskidiniz demek zorunda kalır. abdülkadir sis makinasını veto eder. yapımcısı üniversal değildir, metro değildir hatta benhur u çekse daha ucuza çıkarır. galasında viskiyi zar zor alır. filmini banyo ettiremez, çalmak zorunda kalır. dandik bir afiş tasarımcısının ağzında çıkan 2-3 kelimeyle heveslenir. galası için asistanının çevresine muhtaç kalır.

    küçük pembe yalanlar atar kendine, müjdeyi o istememiştir aslında, dönem yönetmen dönemidir, film kendi kendini satacaktır..

    ah be haşmetim, o aşk filmlerinin yönetmeni olmayı ancak senin gibiler anlar.

    mesela aileniz diplomatsa, sanatçıysa, hippiyse.. etiler de, nişantaş ında, teşvikiye de, ulus da ya da yakınlarında serpildiyseniz.. galatasaray lise sinde, senbenua larda, robert kolej lerinde dirsek çürüttüyseniz.. dadınızdani, neninizden küçük terbiye dersler aldıysanız.. mimar sinan a yolunuz düştüyse, kuzinlerinizle büyük halanızın mentollü sigaralarını gizlice içtiğiniz için, o haftasonu havuza giremediyseniz;

    .. hayat size bazı tereddütleri, eksiklikleri, yetenekleri öğretmez. hayat sizi gerçekten hakedenlere göre biraz daha fazla iteler. bazı zorluklardan muaf tutar. daha fazla insan sizi bilir, daha fazla insanı bilirsiniz. doğru insanla doğru yerde tanışır, bir yetenek abidesiymişsizcesine bir anda parlarsınız. değer görür, kıymet görür ve el üstünde tutulursunuz. tamah edilir ve kıskanılırsınız. çevrenizdeki illuzyon sürdükçe kazanmaya devam edersiniz.

    bu yüzden şatafatlı galerilerde sizin uyduruk portreleriniz olur, fotoşop harikası, kompozisyon hırsızı fotoğraflarınızla fotoğrafın dahi çocuğu olursunuz, antrepolarda uyduruk heykellerinize bakarız, devlet eliyle kafanızı vurduğunuz piyano tuşları resital gelir kulaklarımıza, hiçbirşey çekmeden birşey çeker, altın öküzler kazanırsınız..

    ama sizin de bilmediğiniz, gerçek hatta asıl olan;

    kundura tamircisi fahrinin oğluyken, aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni olmanızdır. gerçek sanatı, gerçek insanlar konuşur.

    saygılarımla.
  • bu filmle ilgili o kadar çok şey var ki, ben saymakla bitirebileceğimden, bir şekil verebileceğimden emin değilim. gene de bir deniyeyim, en sevdiğim sahneleri anlatayım.

    haşmet asilkan, çektiği filmin başarısız geçen galasından sonra gidilen restoranda, biraz hava almak için dışarı çıkar. yanına filminin baş aktrisi jeyan gelir.

    "boşver!" der jeyan, "yapıcak birşey yok, oldu bitti...". haşmet kızar, "nasıl boşver? oldu bitti, ne kolay!" der. haşmet, solcu olduğunu imalardan anladığım jeyan'a "neredeydi seninkiler? onların gözüne girmek için film yapıyorum, ama kimse sallamıyor. e tabii, hapse girsem böyle olmazdı" diyor, jeyan "iyi bir film çeksen yeterdi" diye karşılık verince haşmet "ben taş gibi bir film çektim!" diye kabarıyor, jeyan filmin kötü olduğunu söyleyince, haşmet soruyu yapıştırıyor: e peki neden oynadın?

    "benim senden ne farkım var ki? çaresiz oradan oraya saldırıp duruyorum. bir umut, bir yerlerden yırtmak... aslında hepimiz birbirimize benziyoruz. niye aşk filmlerinin yönetmeni olarak kalmadın sanki?" diye mukabele ediyor.

    haşmet, şener şen, çok duygusal bir konuşma yapıyor.

    "saçlarım beyazlaşıyordu. saçlarım beyazlaştıktan sonra içimi bir korku aldı, ölüm korkusu. düşünebliyor musun yüzden fazla film çektim ben, ama arayan soran olmadı, yok farzettiler. bir kere bile ödül vermediler. kiraz festivali ödülüne bile razıydım. istedim ki ben öldükten sonra bile "aa o mu? filanca filmin yönetmeniydi" desinler. ama yine gelmediler, gelenler de dalga geçti."

    "sen aşk filmlerinin yönetmenini aşmak için elinden geleni yaptın. zaten herkes birşeyleri aşmaya çalışıyor. ama işte kimi kıvırıyor kimi kıvıramıyor. önemli olan bunu anlamak."

    "ama kıvıran başkalarının yaptıkları alkışlanıyor, elveriliyor. o el bana niye uzanmadı?"

    sen dışardasın. diyor jeyan.

    bu filmi seksenlerdeki "entel" filmlerle dalga geçen bir film olarak okumak, haşmet karakterini ise dönemin modası ne ise onun peşinden koşturan biri olarak algılamak sanırım yeterli değil. evvela evet, sosyal içerikli film çekerek moda olanı yapmaya çalışıyor. ama peşinde olduğu şey para değil, yüzeysel anlamda "şöhret" de değil haşmet'in. kabul edilmek, takdir edilmek, birey olarak başarıya ulaşmak istiyor. kendini gerçekleştirmek istiyor.

    bu filmi seksenlerin türkiye'sinden bağımsız okumanın mümkün olduğunu sanmıyorum. özalcı dönemin "yırtma", "yükselme" arzuları içerisinde, bireysel başarı hikayeleri önem kazanıyor. o güne kadar bireysel başarı ambisyonlarına sahip olmamış haşmet için birden farklı hedefler beliriyor. yeşilçamda, aşk filmlerinin yönetmeniyken yönetmen olarak tanınmıyor ama filmleri izleniyor. film boyu peşinden koşturan figüranlara bakın, hep aynı tiplemelerde oynamış bu adamlar, hep aynı filmlerde oynuyor zaten aslında. haşmet aşk filmleriyle "kendi dünyasını" yaratmıyor, aşk filmi denen yeşilçam janrının dünyasını yeniden, yeniden yaratıyor. yeşilçam bir fabrika, haşmet bir fabrika işçisi, ürünü ise aşk filmi.

    ama seksenlerde fabrika kapanıyor. ve o güne kadar işçilikten başka birşey bilmeyen haşmet için bireysel ambisyonları birden önem kazanıyor. ama bunların ne olduğunu kendisi de bilmiyor, çünkü bireysel ambisyon, kişisel mesele diye birşey tanımış değil. birikim dergisine, sol entelektüel çevrelere baktığında "meseleler" görüyor, oraya özeniyor. galatasaray liseli olmak, hapis yatmış olmak istiyor, kendi hikayesinin etkileyici olmasını istiyor.

    belki muktedir olabilirdi. "ama kıvıran başkalarının yaptıkları alkışlanıyor, elveriliyor. o el bana niye uzanmadı?" diye sorarken haklı aslında. çünkü özal türkiye'sinde piyango size vurduysa yükselme şansınız vardır. jeyan'dan gelen cevap "bu piyasa senin değerini anlamadı" veya "çünkü yeteneksizsin" değil; "sen dışardasın" diyor. bu, haşmet'in başarısızlığını bir sebep sonuç ilişkisine bağlayan bir cevap değil; tam tersi sebepsizliği vurgulayan bir cevap.

    yükselmek, başarılı olmak rastlantısal çünkü. liberal, amerikancı dünya görüşünün vaazettiği gibi "çalışan kazanmıyor", "yetenekli olan", kısacası piyasanın yarattığı evrim koşullarına en iyi uyum sağlayabilen kazanmıyor. öyle olsa piyasanın tüm gereklerini yerine getiren haşmet ağbi kazanırdı; kazanmak filmde çok güzel mistifize edilmiş; bir şans işi, , piyango kime vurursa o yükseliyor
  • bu filmin cd'sini ararken işporta cd'cilere de danışılmış ve aşağıdaki diyalog yaşanmıştır bizzat (1999 aralık-kadıköy)
    -özellikle aradığınız bir film var mı abicim?
    -evet, aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni var mı?
    cd'ler biraz karıştırılır veeee
    -abicim o yönetmenin filmi henüz gelmemiş
    (bkz: dumur)
  • eski oyuncuların son,şimdikilerin ilk zamanlarının görülebileceği,bir yönetmenin son filmini bitirme çabası.bazı dialoglar şener şenin süper mimikleriyle koltuktan düşürür;

    haşmet jayan'ın kapısına dayanır;

    -verdin di mi adama!!!

    ....

    haşmet nubar terziyan'a;

    -baba sen ermeni değil miydin ya?
    -ha ermeniyim.
    -e ne işin var cenazede?
    -napiim cemaat çok azdı ayıp olmasın adama.
  • haşmetin çevirdiği filmin başrolündeki aktör için "herif seni seviyorum'la yarım kilo kıyma verir misin'i aynı tonlamada söylüyor" diyerek onu aşağılayan jeyan'ın sonradan o herifle yatması da başka bi süper hikayedir. o gün bugün kadınlara hiç güvenmem.
  • 80 lerin sonunda moda olan toplumsal icerikli entel turk filmi (ya da 12 eylul filmleri) furyasi ile bir guzel dalgasını geçen filmlerden biridir, bu turun sinema camiasini domine ettigi yillarda, issiz kalarak caresilik icinde bu "sosyal icerikli film" furyasindan biz de nasiplenelim diyerek bu tarz bir film cekmeye karar veren bir kerime nadir ve muazzez tahsin berkant ekolunden eski yesilcam yonetmeninin yasadigi komik, absürd olayları o yıllarda muhtemelen bizzat yaşamış "bu aralar bu para ediyor abi, sanal gerceklik dehlizinde kaybolmuş yanık bir eylül karanfilidir kalbim" meyanında senaryolara n adet film çekmiş adamların aynıile hikayesidir

    adamımız esas kadin oyuncunun - ki filmdeki adi jeyan dir (hahaha buna çok gülmüştüm) - ziyareti sirasinda kerime nadir ve muazzez tahsin berkant romanlarinin dolaba kaldirilarak adam sanat, varlik, gösteri vb gibi dergilerin one dizilmesi, film ekibinin bir kismi hapisten cikmis eski solculardan toparlanmasi ve -bu sana benim degil halkimin tokadidir- gibi donemin kitsch sol kiliselerinin kullanildigi sahneler, mekan olarak cumhuriyet meyhanesi, papirüs bar, çiçek bar vb gibi olayı malum mekanların kullanımı her izlendiginde donemi ve furyayi bilen izleyiciye ayri bir keyif veren filmdir

    muhtemelen yine jeyanın kankası olan entel kamera asistani filmin boş salona oynamasını şener şen e (aka: haşmet asilkan) şöyle açıklar:
    - sen dışarıdasın abi

    eh be oğlum murathan mungan ın "çember" şiirini konunun anlam ve önemine binaen aynen monte ediverdin oraya içerdesin dışındasın çemberin falan ... ah be şener im kolay almazlar onlar adamı aralarına bilemedin mi

    şahane filmdir...
  • dibe vuran her kim ise, o son dakika telefonunun ona da gelmesini dilerim...
  • muazzam bir yavuz turgul-şener şen klasiği.

    --- spoiler ---

    sanat ile haşır neşir olan insanların bir şekilde içlerinde hep unutulmama ya da iz bırakma takıntısı olduğunu ince ince işleyen, bunu yaparken dönemin can çekişmekte olan türk sinemasını sektörel olarak bezenmiş ayrıntılarla sessiz sedasız bir şekilde yerden yere vuran, yeşilçam'a övgü gibi görünse de aslında filmin geçtiği ortam ve zaman dilimindeki mevcut koşulları da yeşilçam'ın umursamaz bir canavara dönüşüp kendi kendini bitirmiş olmasına bağlayan, içerisindeki karaktere verdiği isimlerle* bile dönemin havuz başı jön ve güzellerine (!) örtülü eleştiriler getirmekten imtina etmeyen, sadece yönetmeni üzerinden değil, figüranları* üzerinden de geride kaldığı kesinleşmiş bir döneme* selam çakmayı ihmal etmezken kültürel birikim, meslekî görgü ve çevre gözlemi gibi profesyonel hayatın olmazsa olmaz becerileriyle desteklenmeyen bir karakterin iyi bildiği sanrısına düştüğü ve hakim olduğuna kanaat getirdiği işlerde dahi müspet sonuç almasının imkansıza yakın olduğu mesajını cesur bir biçimde verebilen bir başyapıttır.

    --- spoiler ---

    son olarak şunu da eklemek isterim ki bence bu film ve filmin içindeki öykü, cem yılmaz'ın bilhassa 2010 sonrası hem sinemacılığına hem de stand-upçılığına hatırı sayılır bir biçimde yön vermiştir. cem yılmaz'ın böyle bir söylemini hiç işitmedim; lâkin, pek yakında ile başlayan süreç içerisinde bu filmin parmak izlerini yılmaz'ın tüm işlerinde görmek mümkündür demekte bir beis görmemekteyim.

    edit: medyada cem yılmaz'ın bu filmi pek yakında'nın ilham kaynağı olarak gördüğüne dair açıklamaları mevcutmuş. beni bu hususta uyarma nezaketinde bulunan rodyon raskolnikov'a teşekkürlerimle!
  • "allahım yardım et bana, çok güzel bir film yapmak istiyorum, mahçup etme beni" der haşmet asilkan yoksunluklar içinde bir filme başlarken. film bittiğinde gözleri giderek görmemeye başlayan kameramanından şunu duyar: "bu film iyi mi oldu kötü mü oldu, bilmiyorum, bence önemli de değil, ama çekmek için gösterdiğin çaba acayipti..." 1990 yapımı film, bu sözlerle neredeyse doksanların türk sinemasını öngörür gibidir. tek tük ve acayip bir çabayla yapılan filmler.
hesabın var mı? giriş yap