• ilk çocukluk arkadaşlarımdandı asiye... babalarımız aynı dairede çalışan birer memurdu, ailecek görüşülürdü zaman zaman. görüşülürdü ama, nedense hep biz onlara giderdik, sebebini hiç bilmiyorum.

    evlerinin balkonundan karşıdaki yazlık sinemada oynayan film rahatlıkla izlenebiliyordu. hayatımdaki ilk sinema filmlerini asiyelerin balkonundan izlemiştim, çiğdemli ve kahkahalı yaz gecelerinde... dünyanın en konforlu eviydi bana göre onlarınki, istediğinde televizyon, istediğinde sinema izleyebiliyordun ve para mara da vermiyordun üstelik... büyüyünce benim de böyle sinema gören bir evim olmalıydı kesinlikle...

    "leyla" diye, ismiyle seslenirdi annesine asiye, hiç "anne" demezdi... ilk duyduğumda çok şaşırmış, nedenini öğrenmeye çalışmıştım. nasıl bir cevap alarak geçiştirildiğimi hatırlamıyorum, ancak kendi anneme böyle ismiyle seslenme isteğim kati surette veto edilmişti... o "leyla" dediğinde annesi hiç yadırgamıyordu halbuki, gayet makul karşılıyordu... bu durumu şimdi dahi durup düşündüğümde, kesin bir yanıt alamıyorum. bir çocuk niçin annesine anne demek yerine ismini söylemeyi tercih eder?

    yaz dönemi geldiğinde, urla'daki kampa taşınırdık o senelerde... asiyeler komşumuz olurdu daima; birlikte yemek yenilir, birlikte denize girilirdi. sahildeki gazinoda günde on yüz milyon defa "comanchero" çalınır, yüzlerce kumdan kale yapılır ve yıkılırdı... asiye "leyla"sına, kız kardeşim ve bense annemize gururla gösterirdik eserlerimizi... ağzımızda "çikita" sakızları, ellerimizde kürekler eksik olmazdı gün boyunca...

    eylül geldi sonra, herkes evlerine döndü tekrar... ne oldu, nasıl ve nedendir bilmem; uzun sayılacak bir dönem gelip gitmedik asiyelere... ertesi yıl okula başladım, aradan epey bir zaman geçmiş, kimbilir belki de asiye'yi unutmuştum bile... derken, bir akşam babam işten geldi ve hiç beklemediğimiz acı bir haber getirdi kardeşimle bana: "asiye, dondurma almak için evden çıkmış... karşıdan karşıya geçerken, arabanın biri çarpıvermiş küçük bedenine, oracıkta can vermiş..."

    çocukken, çocukların ölebileceğine hiç ihtimal vermez, aklına bile getirmez insan; en azından ben düşünmezdim... ölüm yaşlılar içindir çünkü, dünyada yapılacak işlerini bitirenleri allah baba yanına alır. aydedeye baktığın zaman da onları hatırlarsın... çocuk kafan böyle çalışır ama çok geçmeden öyle olmadığını/olmayacağını anlayıverirsin...

    "asiye ölmüş, asiye artık yok... annesine tatlı tatlı "leyla" diyen o dünya güzeli çocuk, kara toprağa verildi artık... tatillerde yaptığımız kumdan kalelerin birinde uykuya dalacak, hiç uyanmamacasına... filmler izlediğimiz balkonunda kahkahaları duyulmayacak bundan böyle, "leyla"sı buğulu gözlerle asiyesini düşünüp ağlayacak..."

    ertesi gün sokaklarda yürürken, sessizce yasını tuttum asiye'nin... çocuklar ne olursa olsun gülecek bir şey bulurlar, dayanamazlar ya hani; o gün tüm gülmelerimi öteledim ben... inadına somurttum, asiye ölmüşken ben nasıl gülebilirdim ki? yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm...

    ben artık büyüdüm, eşşek kadar oldum asiye... doğumları, ölümleri ve hayatın gerektirdiği pek çok şeyi gördü gözlerim... çocukların ölmesi katlanılamaz bir şey hala daha; gün geçtikçe yaşlanıp, çocukluğumuza sarılırken biz...

    eminim bir gün buluşacağız asiyem, tertemiz denizlerimizin kıyısında yıkılamayacak kaleler yapacağız seninle... evlerimizin balkonuna misafir olup filmler izleyeceğiz... "leyla"n bize çiğdemler getirecek, çaylar pişirecek... dondurma almaya giden çocuklar asla ölmeyecek, en güzel dondurmalara kavuşacaklar bizim hayatımızda...

    bekle bizi olur mu? hiç beklemediğin bir vakit yanına gelivereceğiz, hepimize güzel bir sürpriz olacak bu... geçici bir armağan olsun sana yazdıklarım, asiyem; şimdilik rahat uyu...
  • kurtlar vardisi adlı dizide laz ziya denen psikopat herifin, pikapına bağlı muhteşem surround sound sistemiyle, evin neresinde olursa olsun duyabildiği, onu aldatan karısını* hatırlatan ve her çalışında orhan'ın bi dertlenip "sonumuz hayır olur inşallah" diye derin derin iç geçirdiği ve benim acaip hoşuma giden karadeniz türküsü.
  • kazim koyuncu yorumuyla yeni bir boyut kazanan güzel karadeniz türküsü.
  • bir dönem nasıl kurtulacağını milletçe merak ettiğimiz bayan karakter
  • (bkz: laz ziya)
  • "adam cebinde taşır,
    senin gibi gelini "

    sevgi dolu hisli bir turku.
  • karadeniz turkuleri genellikle huseyni makamina mail bir tona sahib iken, bu turku hicazdir
  • duydugumdan beri (10 yasimda) icimi acitan bir sekilde kendine baglayan turku. ayni zamanda bu turku mustafa kemal'in en sevdigi turkulerden biridir. oradaki asiye'yi vatanina benzetirmis. kiz ne kadar guzel olursa olsun bir bag pirasaya elden gitmektedir.

    acikcasi kurtlar vadisini hic izlemedim ama bu turku ayrintisindan dolayi merak etmiyor degilim.
  • çok naif bir isim. kibar, fonetiği güzel, kulağa hoş geliyor, eski de bi isim.
  • kurtlar vadisinde özer özel in müthiş sesinden dinlediğimiz bir türkü. türküdeki karadeniz kemençesinin ve bağlamanın icrası da özer özel'e aittir. hatta rivayet odur ki türkü için gökhan kırdar karadeniz kemençesi çalan birini aramış, bulamamıştır. özer özel ise "şöyle bir bakayım ben ona" deyip daha evvel karadeniz kemençesi çalmadığı halde enstrümanı eline alıp biraz kurcalamış, sonrasında kayda girilmiştir ki gerçekse hiç şaşırmam.
hesabın var mı? giriş yap