• avrupa yapınca entegrasyon olur.
  • benzer hale getirme, kendine benzetme, kendine uydurma, özümleme...
  • " sana yolu göstereceğim
    gittiğim

    eğer gelirsen
    eğer gelirsen bir gün
    aramaya beni

    görüyor musun her şey nasıl da biraz kayıyor her saniye
    daha basitleşiyor ve ilkelleşiyor
    (çocukların çizdiği resimler
    ya da ilkel hayvanlar gibi: ruhun alfabesi)

    daha sıcak bir yere geliyorsun
    yumuşak ve donuk
    fakat o zaman ben artık ben değilim,

    ormanım. " *
  • karşı durulurken, milliyetçilik yapmaktan imtina edilemeyen durum.

    çok-kültürlülük dediğimiz şeyin var olabilmesi için, birilerinin o kültürlere sıkı sıkı tutunması lazım. bu da milliyetçiliği * kaçınılmaz kılmakta. ancak sahnedeki baskın milliyetçilik, resesif milliyetçiliğin bu yanını gayri ihtiyari görünmez kılıp akladığı için, sıklıkla saldırı nesnesi olmakta.

    (milliyetçilikle, ırkçılık arasındaki ayrımı paspasparlatarak konuşuyorum.)

    bir ulusun milliyetçiliğinden rahatsız olan diğer bir ulus, halk, alt-kimlik, adı her neyse, karşıt duruşunu, kendi iddia ettiği kültürüne sıkı sıkıya sarılarak ve bunu göze sokarak yapıyorsa, milliyetçilik karşısında milliyetçilik'ten öteye geçilemiyor. sonra o baskın ve resesif kültürlere dair idealist tezlerin de, eğitimli ve tarafsız bir çift gözün nezdinde aslında değeri kalmıyor.

    asimile olmamak için bu yapılmak zorunda ise, bu suni sınırlar, ayrımlar asla ortadan kalkmayacak demektir. çözümü nedir bilmiyorum, belki de insan doğasının evrim geçirmesidir. belki de insan, kendini bir kültürle tanımlamayacak duruma geldiği zaman anca bu saçmlıktan kurtulabileceğiz.

    çok aykırı geliyor değil mi? insanın kendini bir kültürle tanımlamayacak olması, bir aidiyetsizlikte varlık kazanması.
    bana aykırı gelmiyor...

    kim bilir, belki bir gün, o kadar evrimleşebiliriz...
  • istanbul'da, arabayla seyir halinde olan 2 zencinin, daha sonra arkadaşları olduğu anlaşılan 3 zencinin üzerine şaka olsun diye araba sürmesi, arabadakilerin "ahahah! diye gülmesi ve mağdur zencilerden birinin tepkisini el kol hareketi ve "allah allaaah!" diyerek dile getirmesi, bana kalırsa asimilasyonun en komik ve müthiş bir örneğidir. şerefsiz evladıyım ki yaşanmıştır.
  • süreci en fazla hızlandıran aracı televizyondur.
  • biyolojik olarak;özümleme, sentez. basit yapıdaki moleküllerin karmaşık yapıya sentezindeki kimyasal değişmelerdir.
    psikolojik olarak; örnek verecek olursak yeni taşındığınız apartmanda (sizin öyle bir takıntınız olmamasına rağmen) hiç kimse iç çamaşırını balkona asmıyorsa, sizin de zamanla asmamak zorunda hissetmenizdir.
    sosyolojik olarak da zaten biliyoruz ki kimlikler kültürler baskın çoğunluk yüzünden silinip yok olup gidiyor.
  • en alası amerika'da yapılır ve adına da melting pot der geçerler.
  • bir güçlü kültürün ba$ka güçsüz bir kültüre kendi kültürünü baskılı bir $ekilde kabul ettirmesidir.

    ilgili konu için;
    (bkz: kültürel emperyalizm)
  • 'sözlükte devrim mi oldu ne oldu' derken birkaç entirimi temizleyeyim dedim; demez olaydım, çekirdek yercesine düzelttikçe düzelttim düzelttikçe düzelttim bir nevi asimilasyona uğradım. ben ben olmaktan çıktım. ssg desen ssg değilim; moderatör desen kaç defa çaylak olmuşum, mümkün değil yapmazlar; hacivat desen, hiç değilim; 'ne bu şiddet bu celal' diyerek şöyle bir silkindim, kendime geldim. asimilasyondan kurtulduğumu hissettim. durdum. yalnız şöyle bir şey takıldı kafama: "yahu bu asimilasyon kelimesi çok rahatsız edici, bunun kökünde bir problem olmalı; zira 'öykünme' manasını içeren latincedeki 'simu-' kökü çağdaş dillerin bir kısmına bolca geçmişken (simulatio, dissimulatio vs.) 'a-simi-' kökü de ne oluyor ki?" daha sonra aklıma yine latincedeki, bu kökten türemiş kelimelerin ilk atası olan 'benzer, aynı' anlamlarındaki 'similis' sıfatı geldi de 'asimilasyon' kelimesinin manasını ve oluşum sebebini anlamış oldum. şimdi inceleyelim bunu.

    asimilasyon kelimesinin türkçede yaygınlıkla kullanıldığını tdk'nın sözlüğünden çıkarabiliyorum, şöyle manalar vermişler:

    özümleme. 2. db. benzeşme. 3. top. b. farklı kökenden gelen azınlıkları veya etnik grupları, bunların kültür birikimlerini, kimliklerini baskın doku ve yapı içinde eriterek yok etme sürecinin sonu. (http://tdkterim.gov.tr/…ori=veritbn&kelimesec=22482)

    asimilasyon kelimesinin karşılığı olsun diye tdk'nın seçtiği "benzeşme" kelimesini düşünürsek, gayet yerinde bir tercih olduğunu anlarız. zira, yukarıda da dediğim gibi, ifade latincedeki similis sıfatından geliyor; anlamlarını tekrar edersek: "benzer, aynı, yakın, müşabih". similis'ten sonra bir uzak kök daha yakıştırabiliriz asimilasyon için: o da "öykünmek, taklit etmek, göstermek, tasvir etmek, yalandan yapmak" manalarındaki simulo, simulare fiilidir. açıkça görülüyor ki, bu yapıda "sonradan bir şeye doğru geçme / benzeme" anlamı ağırlık kazanıyor. öyle ki daha sonra, bu yapıdan bir çok kelime doğuyor: similitudo (benzerlik, benzeyiş), simulacrum (benzerlik, benzeşme, biçim, imaj), simulamen (kopya), simulans (kopya eden, öykünen), simulate (hileyle, kandırarak), simulatio (ikiyüzlülük, -miş gibi görünmek), simulator (öykünmeci, miş gibi görünen, yapan) vb.

    "asimilasyon" kelimesi doğrudan latincesinden dilimize aktarılmış değil. arada çağdaş diller köprüsü var: ing. assimilation; it. assimilazione; por. assimilação; isp. asimilación; fr. assimilation. artık yaygın bir şekilde kullandığımız asimilasyon terimi, işte bu kelimelerin türkçesi oluyor.

    ben yine de "simul-" kökünün (latincedeki simulatio ya da dissimulatio terimlerini düşününüz) neden "simil-" köküne döndüğünü merak ediyorum; bunu araştıracağım. zira hatırlayabildiğim örnekler var, francis bacon'ın sermones fideles'inin bir bölümünün başlığı "de dissimulatione et simulatione"dir, yani "yapmacıklık ve ikiyüzlülük üstüne". 16-17. yy.'da bile hem latincede hem de ingilizcede (aynı başlık: "dissimulation") "simul-" kökünü görüyoruz. buradan yapılabilecek tek çıkarım şu olsa gerek: latincede ve daha sonradan çağdaş dillerde "simul-" kökü daha çok olumsuz anlamda, "öykünen, -miş gibi yapan" yani "ikiyüzlü davranan" şeklinde kullanılmıştır. oysa "simil-" kökünde yine "benzeşme" anlamı olmakla birlikte, bir "bilinçli öykünme" hali yoktur. örneğin michael jackson bir "simulatio" ya da "dissimulatio" yani genel anlamda "başka bir şeye öykünme, olduğu halden çıkma, olduğunu gizleme, ikiyüzlü davranma" örneğidir; oysa sivaslı cindy'nin cindy crawford'la olan yakınsamasında (mütekaribiyetinde) bir "similitudo" vardır (yok o da suratına ben yerleştirip kendini sonradan crawford'a benzetmişse yazıklar olsun, tüküreyim böyle similitudo'ya da kadere de.).

    buradan hareketle asimilasyon'a gelelim. asimilasyon yapıca "dönüştürme projesinin sonu" anlamına gelir; yani burada bir "bilinçli dönüştürülme" durumu vardır. bu, yukarıda söylediklerime biraz tersmiş gibi gelebilir. oysa asimilasyon yani "kimliğin yitirilmesi" kimliğini yitirenin bilinçli tercihi olmadığından, o bundan "mustarip" olduğundan bu dönüşümünde "simil-"lik vardır. bilinçli bir şekilde kültürünün, baskın kültür içinde yok edilmesini, o kültürün içinde erimesini arzulayan kişi zaten başka bir şeye dönüşmek yani başka türlü görünmek istediğinden, ikiyüzlü olur; asimilasyon sınırından çıkar, simulatio ya da dissimulatio sınırına girer. "asimilasyona uğramış kişi"den bizim anladığımız, ingilizcesiyle aktarırsak "the state of being assimilated" (http://www.merriam-webster.com/…ionary/assimilation ["asimilasyona uğratılma durumu"]) yani aslında "asimilasyona uğratılmış" kişidir. buradaki "simil-" kökü bu yüzden bir turnusol kağıdı görevi görüyor; oradaki "being assimilated" ifadesini iyi okumak gerekiyor. asimilasyona uğramış kişi, kendisine başka bir çıkar yol bırakılmadığından, "ikiyüzlü" yani "simulator" değildir.

    dönüşümü istememek, istememeyi istemek ancak ona karşı koyamamak; işte asimilasyon'daki trajik yön budur. asimilasyona uğradığınız anda (sınırları içine girdiğiniz anda) asimilasyon söz konusudur ve gerçekleşmiş demektir. ayrıca burada bir paradoks var gibi duruyor: menfaatleri gereği kürt kimliğini bilinçli bir şekilde örtüp safkan türkmüş gibi davranan biri hem buna mecbur bırakıldığı için hem de bu durum onun bilinçli tercihiymiş gibi durduğu için "simulatio" ve "similitudo" kavramlarıyla incelebilecekken; en nihayetinde menfaatinin gereğini ve koşullarını da kendisi dışındaki baskın yapı sağladığından paradoks bulutu hafif hafif dağılır ve bu durumun adı kesinkes "asimilasyon" olur. burada kritik ifade "mecbur bırakılmak"tır. ikiyüzlülüğe mecbur bırakılmak: asimilasyon kilidini açan anahtar bir nevi.
hesabın var mı? giriş yap