• sensation adlı şiirini orhan veli kanık'ın ne de güzel çevirdiği şair.şöyle ki:

    duyum

    mavi yaz akşamları,patikalarda,dalgın
    gideceğim sürtüne sürtüne buğdaylara.
    ayaklarımda ıslaklığı küçük otların
    yıkasın,bırakacağım başımı rüzgara.

    ne birşey düşünecek,ne bir laf edeceğim;
    ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi;
    göçebeler gibi uzaklara gideceğim;
    mes'ut,sanki yanımda bir kadın varmış gibi.
  • çağdaş fransız şiirinin kurucusu olarak da nitelendirilir. asıl mevzu bunu 17 yaşında yapmış olması ve 20'sinde de şiir yazmayı bırakmasıdır.
  • büyük isyanın elebaşıdır, kendisinden önce hiçbir şey yokmuş gibi hissettirir (gerçek öyle değil tabii) 16 yaşında sarhoş gemi'yi yazdığında bu şiiri tanıtmak için verlaine'in ayağına nasıl gittiyse yıllar sonra habeşistan'da fildişi ve silah tüccarlığı yaparken aynı şekilde unutturmayı dilemiştir, mümkün olsa şair rimbaud'yu kütüphanelerden, zihinlerden silmek istemiştir. 20li yaşların başında yeterince yazdığını düşünür rimbaud ve çileci görünen ama asla öyle olmayan uzun yolculuğuna çıkar. bu hayatı baştan aşağı değiştirmek değil, ikinci bir kişiliği yaratıp, ondan önce ne varsa yok etmektir.

    rimbaud'nun şiiri bırakma kararı almasında etkili olan doyum ve o doyumun getirdiği suskunluğa razı olması. hani melville'in bertleby öyküsü ile anlatmaya çalıştığı durum- yani bir tür zirvede bırakma hadisesi; kalemi bırakmak, vazgeçmek, aşkın bir ret! ama bu reddediş, zirvedeyken bırakma muhteşem yapıtlarla sahneyi terk etmek değil, dilin sahip olduğu sınırlar içerisinde hiçbir zaman "yüce" eserlerin, anlatıların yaratılamayacağına dair inanç da ön plana çıkıyor. bu noktada unutulmak, yok olmak isteği, hiç işitilmemiş, kayıt altına alınmamış olmayı yeğ tutmak dürüstlüğün ta kendisi. (bu nedenle nice zaman sonra henry miller'a saç baş yolduran) rimbaud'ya dönecek olursak- susmasına şaşmamak gerek, zira rimbaud'nun başta sarhoş gemi şiiri tanpınarla, haşimle, beyatlı ile taçlandırdığımız 20. asır türk şiirini (erken dönem diyebiliriz. zira birazdan 2. yeni gelecek ve türk şiirini bitirecek) şekillendirmeye yetti, tabii önüne baudelaire rüzgarını katarak (beyatlı paris sokaklarında havayı koklayarak ne arıyordu?) rimbaud acılar içinde hayatının sonuna geldiğinde edebiyat otoritelerinin diline yeni bir söylem takıldı: şiir öldü, rimbaud ile. aa şiir ölmüş, hassiktir ordan! (roman sanatıyla sinemadan bile umudu kesebilirsiniz ama şiir başka bir alan kardeşim, burada henüz atlarla jokeyler yer değiştirmediler.)

    bunu yapabilmiş yegane isim rimbaud değil sadece. aynı ulvi suskunluğa dalmış başka isimler de var.

    wittgenstein- tractatus'tan sonra susar, kız kardeşine ev yapar -http://4.bp.blogspot.com/…m_hwse/s1600/witthou2.jpg western filmlerine kafayı takar- sürekli aşkın peşinde koşar. rimbaud'nun şiiri bırakmasından sonra ortaya çıkan "şiir öldü" düşüncesinin benzeri wittgenstein'ın tractatus'ünden sonra "felsefe bitti" biçiminde kendini gösterir (gerçi salak deleuze onu felsefi katliam yapmakla suçlar, ahah) "konuşulmayan konusunda susmalı" mıyız bilmiyorum ama "başkalarının derinlikleriyle oynama"malıyız. (-müjde ludwig, prostat kanserin tedavi edilebilir nitelikte! - gururumu zedeliyorsunuz sayın doktor, yaşamaya hevesli olduğumu nereden çıkarıyorsunuz?) wittgenstein 1. dünya savaşı basladıgında havalara uçar, felsefe, müzik, konuşmak, yazmak boşunaydı onun için, sınırları belli olan lisanın aptallıkları. o savaş istiyordu, korkuyu ancak gerçek tehlikelere atılarak yenebileceğine inanıyordu. hücum borusu!

    j. d. salinger- insanlar çavdar tarlasında çocuklar'a kafayı takmış durumda ama bugün halen konuşulan glass ailesini yaratması bile bu açıdan zirvedir. ha, bu aileye dair yeterince okuma yaptık mı, hayır! franny and zooey gibi iki öykü içeren kitap kalmış geride, nasıl anlatmalı bilmiyorum ama bir gün anlatma umuduyla bu kitabı bir kez daha okurken yakalayabiliyormuş insan kendini. 60 yıldır kayıp olan salinger'ın ölüm haberi geldiğinde onun ölümünden ziyade geride bırakmış olabileceği romanları, öyküleri, makaleleri düşündüğümü hatta bu ölümden memnun olduğumu hatırlıyorum. ayıb ayıb!

    “yaşamı tanımadan önce yazıyordum; şimdi yaşamın anlamını bildiğim için yazacak bir şeyim yok.” diyen oscar wilde bugün sosyal medyaya şahit olsaydı, alıntı cehennemindeki yerini yadırgar, biraz daha erken susmuş olmayı dileyebilirdi. yediden yetmişe hayatın anlamının farkına vardığımızı ortalama 10 kelimelik cümlelerle taçlandırıyoruz, wilde sağ olsun.

    cioran bir söyleşide, aslında tek bir kitap yazmış olsaydı yazın hayatının daha anlamlı olabileceğini söyler. geriye dönüp baktığında, yazdığı tüm o kendi keskin gerçekliklerini tek bir kitaba sığdırabileceğini fark eder ve hayıflanır. tek bir kitap! varlığa dair o bitmeyen uğultuyu dindirdikten sonra susmalıydı.
  • on altı buçuk yaşında, "kahin'in mektupları" adıyla bilinen iki mektubunda "ben bir başkasıdır" (je est un autre) diye yazarken, bunun "benim ben'im tanrı'dır." anlamına geldiğini biliyordu. on yedi yaşından yirmi bir yaşına kadar, dört yılda, şiirin bütün geleneklerini, yapısal ve zihinsel düzenini parçalayıp altüst etti. düzyazı şiirleriyle yarattığı dil, günümüz modern şiirinin yazınsal temellerini oluşturdu. rimbaud'nun şiirde ulaştığı yükseklik şiirin son sınırları olarak kabul edilir. rimbaud şiiri bırakmadı, sözün simyasını keşfetti, şiiri tamamladı ve sessizliğe erişti. "rimbaud'dan sonra ne yazılabilir?" sorusunu yirminci yüzyıl şairleri yanıtlayamadı. sıra yirmi birinci yüzyıl şairlerinde. rimbaud, modern şiirin başlangıç noktasıdır.

    (bkz: aphinar)
  • işte en iyilerinden biri
    cümleler'den

    dört şaşkın gözümüz için tek bir ormana. --birbirine
    gönülden bağlı iki çocuk için bir kumsala. -- bizim apaçık
    duygudaşlığımız için ezgili bir eve, -- indirgendiğinde dün-
    ya, işte o zaman bulacağım sizi.

    dingin ve yaşlı bir adamdan başka kimse kalmazsa dünyada,
    bir 'görülmemiş zenginlik'le kuşatılmış yaşlı adamdan,
    -- işte o zaman ocağınıza düşeceğim sizin.

    anılarınızın tümünü kavrarsam, -- size boyun eğdirmeyi
    beceren kadın ben olursam, -- işte o zaman boğazlayacağım sizi.
  • rimbaud hakkında bir çok şey söylenir, efsane kahramanı gibidir, belki de modern dönemin gördüğü en büyük şairdir, büyücüdür, müneccimdir, seyyahtır.ama en çok babasını arayan bir çocuktur.
  • "galyalı atalarımdan miras uçuk mavi gözlerim. ahmaklığım ve kavgada sakarlığım"
  • 1995 yapımı, rimbaud-verlaine ilişkisini konu alan total eclipse adlı filmde leonardo di caprio tarafından canlandırılmış şair.
  • en sevdiğim şair. benim gibi birçoklarının en sevdiği şairdir, çünkü dünyayı algılayış biçimimizi değiştirmiştir. onu daha iyi anlayabilmek için her işi bir kenara koyup fransızca çalışmak istiyorum, onunla ilgili hiçbir şeyi kaçırmamak için. ama bugün onunla ilgili yazmamın sebebi bunlar değil. bugün 20 ekim 1854'te doğduğunu 10 kasım 1891'de öldüğünü öğrendim. 37 yaşında öldüğünü biliyordum ama tam doğum ölüm tarihlerine bakmamıştım, öğrenince çok garip oldum çünkü çok sevdiğim bir arkadaşımla 6 gün arayla doğmuş ve ölmüş. (ondan 120 yıl önce.) üstelik arkadaşım da fransız ve o da 37 yaşında öldü. hayat ne garip tesadüflerle dolu.

    rimbaud hakkında tanım manım yok ama bunu bir yere yazmalıydım.
  • cehennemin en güzel mevsimi , mavi yaz akşamlarının başıboş çingenesi.
hesabın var mı? giriş yap