• 1990'ların sonuna (aslında ortası da denebilir) kadar farklı bir ekolken 90ların sonundan itibaren çok daha farklı bir ekol haline gelen futbol ekolü.

    1990'dan beri klinsmanlar, sammerler, mattheuslar, effenbergler, möllerler, haesslerler, janckerler, deislerler, schweinsteigerler, oliver kahnlar, mehmet schollar falan derken bayağı bayağı sempati duyduğum futbol ekolüdür. çocukluğumdan beri bu yüzden bayağı yakından takip ederim. son 4 yıldır altyapı liglerini de takip ediyorum (izleme şansım olmuyor türkiye'de olduğum için ama internetten videolara, sonuçlara, maç performanslaarına ulaşmak zor değil).
    (bkz: u-17-bundesliga)
    (bkz: u-19-bundesliga)

    almanya futbolunun kabuk değiştirmesinin hikayesi ise ilginç.

    değişimi anlatmak için 90lara götürüyorum sizi kemerlerinizi bağlayın.

    1990 dünya kupası, 1992 avrupa kupasındaki başarılı futbol, 1994'te başarılı/başarısız maçlar, 1996 avrupa şampiyonluğu ve 1998 dünya kupasındaki hezimet vardı 90larda almanya için. 98 hayal kırıklığı sonrası euro 2000 tam bir faciaya dönüşünce artık uzun süredir konuşulan yeniden yapılanma (reform) işlerini başlatma kararı aldılar.

    hazırlıklar 2000 avrupa şampiyonası hezimeti sonrası (galibiyetsiz grup sonuncusu olarak kapatılan turnuva) başlasa da ilk atılımların 2002'de yapıldığı görülüyor.

    2002 dünya kupasında final oynayan almanya'dan o sene almanlar bile umutlu değildi fakat bu yatırımlardan bağımsız olarak bireysel becerilerle finale kadar çıkmışlardı. özellikle oliver kahn'ın insanüstü performansı vardı. dolayısıyla 2002 dünya kupasından sonraki turnuvaları yatırımların etkisi olarak almak mümkün.

    işler nasıl başladı?

    işte buyrun size euro 2000'den almanya kadrosunun bazı önemli isimleri ve parantez içinde de yaşları:

    oliver kahn (30), thomas linke (30), ulf kirsten (34), lothar matthäus (39), jens lehmann (30), dariusz wosz (31), oliver bierhoff (32).

    takımın en genç oyuncusu sebastian deisler(20) ondan sonraki en genç oyuncular michael ballack (23), carsten jancker (25).

    takımda göçmen ailelerden gelen futbolcu yok.

    işte almanların sorguladıkları noktalardan biri de bu oldu. marco aurelio'yu alıp türk milli takımında oynatmaktan bahsetmiyorum. almanya'da doğmuş büyümüş hatta çoğunun annesinin babasının da almanya'da doğup büyüdüğü çocukların milli takıma kazandırılması.

    bu çocuklar futbol takımına kazandırılmasa, almanyada doğacak, almanya'da eğitim görecek, almanya'da çalışacak, almanya'da kazanacak, almanya'da kazanacak. sıradan bir almandan bir farkları yok. peki milli takımda niye yoklar? işte almanlar bunun çözümünü göçmenleri milli takımına adapte etmeyi başarmış ülkeleri incelemede buldu.

    1998 ve 2000 yıllarında göçmen ailelerin (kendisi o milli takımında oynadığı ülkede doğmuş olsa da köken olarak başka ülkelerden gelenler) çocuklarını başarılı bir şekilde milli takımına katmış bir ülkeyi incelemek isteseniz kimi seçerdiniz?

    cevap çok açık. fransa.

    euro 2000'de afrika kökenli (hem kuzey hem orta afrika hem de güney afrika) ailelerin çocuklarının milli takımda şov yaptığı bir fransa vardı. zidane cezayir göçmeni bir aileden, desailly gana'dan (doğum yeri de gana'dır), vieira sengal'den (doğum yeri de senegal'dir), milli takım formasını en çok giyen futbolcu ünvanını elinde tutan thuram guadeloupe'den göç eden ailelerin çocuklarıdır.

    fransa'nın bu işin sırrını çözdüğü çok açık görüldüğünden almanlar fransız alt yapısını takibe alıp analiz ettiler. sistemi kendilerine nasıl uygulayabileceklerini tartıştılar ve en sonunda fransız sitemini taban alan bir alman sistemi yetiştirdiler.

    2002 yılında almanya'da klüplerin altyapı harcamaları 47 milyon euro iken 2009'da 85.7 milyon euro'ya çıktı. artış neredeyse %100.

    bu iş federasyonun ve futbolun yapısını değiştimeyle başladı.

    eskiden tek patron dfb iken (deutscher fußball-bund), şimdi dfb'ye bağlı dfl (deutsche fußball-liga)
    liglerin organizasyonu, lisanaslar vs. gibi işlerle uğraşır hale geldi. dfb ise bir yargı kurumu olarak hizmet ediyor daha çok. işte bu değişimler ikibinli yılların başında başladığında değişimin içinde yer alan kişilerin isimlerini de verelim (isimler değil sistem önemli olsa da).

    gerhard mayer-vorfelder, theo zwanziger, wolfgang niersbach 2000li yılların başından günümüze kadar federasyon başkanı olan bu adamlardan ilk ikisi hukuk fakültesi mezunu ve hukuk doktorası sahibi eyaletlerinde hakimlik yapmış kişiler (aynı zamanda eski klüp başkanı ve sporcular). üçüncüsü ise eski bir hakem ve gazeteci. yani futbol ile ilgili hukuki meseleleri görüşebilecek adamlar bu kurumun başında. tekstil şirketi, holding patronu falan değil.

    şu anda lig başkanı olan kişi ise reinhard rauball ve hukuk fakültesi mezunu ve doktora sahibi kuzey rhine-westphalia hukuk bakanlığı ve borussia dortmund'da klüp başkanlığı yapmış bir isim (hala bvb başkanı).

    altyapıların organizasyonu sırasında aktif rol almış bir kişi kendisi.

    alt yapıların organizasyonunda ilk iş antrnörlerin yetiştirilmesi oldu. bugün almanya'da b lisansına sahip antrenör sayısı 28,400, a lisansına sahip antrenör sayısı 5500, ve pro lisansa sahip antrenör sayısı 1070.

    bu konuda almanya'nın ciddi rakibi ve alt yapıya çok büyük paralar harcayan bir başka ülke ise ingiltere. ingiltere'de bu lisanslara sahip antrenör sayıları sırasıyla, 1759, 895, 115. almanya'da 1070 pro lisanslı çalıştırıcının karşısında ingiltere'de 115.

    almanya bir yandan antenörlerini yetiştirip onlara tekniğe dayalı futbol sistemlerini anlatırken bir yandan da ülkedeki futbol akademilerinin fiziki şartlarını yeniliyordu. bugün çoğu alman takımının genç yaş kategorilerine ayrılmış bir antreman tesisi yer almakta bunun da desteği federasyondan gelmektedir. fiziksel şartların iyileşmesi, bunun üstüne antrenörlerin de yeni bir futbol anlayışı içinde çalışması (prese ve tekniğe dayalı) almanya futbolunda gençlerin bir sisteme uygun olarak yetişmesini sağladı.

    bunun en büyük avantajlarından birini milli takımda birbirleriyle uyum sorunu çekmeyen futbolcular elde ederek gördüler. thomas müller ve götze bambaşka takımların alt yapılarından gelseler de futbol felsefeleri aynı. aynı futbol felsefesiyle yetişen marco reus, mats hummels, schweinsteiger, khedira da bambaşka alt yapılardan gelip aynı futbol dilini konuşabiliyorlar. çünkü milli takım da en küçük yaş kategorilerinden beri aynı mantıkla eğitilmiş antrenörlerce çalıştırılıyor.

    almanya futbol federasyonu ara ara yayınladığı raporlarda oldukça ilginç bilgiler veriyor. bu raporları fırsat buldukça okuyup inceliyorum. adamlar sadece almanca değil ingilizce de sunuyor bu raporları. yani yaptıkları şeyin bir sır olarak kalması gibi bir kasıntıları yok.

    bu raporlardan 2011 yılında yayınlananında şöyle bir ifade var. bundesliga'da 2011 yılı itibariyle yetiştiği altyapının a takımında futbol oynayan futbolcu oranı %20.4. yani bu da demek oluyor ki alman futbol takımlarında ortalama her 5 futbolcudan biri kendi alt yapısından yetişmiş oluyor. 25 kişilik bir kadroda en az 5 futbolcu kendi alt yapısından demek.

    diğer bir ilginç istatistik ise aynı yıl alman takımlarında oynayan futbolcuların %52.4'ü almanya'da alt yapı eğitimi almış olan futbolcular. yani almanya'da yabancı futbolcu almak gibi bir seçenek çok mümkünken takımlar en azından takımlarının yarısını kendi ülkelerinin alt yapısından yetişmiş oyunculardan kuruyor.

    bunun yanında mesut, kross, khedira, podolski, mertesacker gibi ülke dışında oynayan altyapıdan yetişmiş futbolcuların da olduğu unutulmamalı tabii ki.

    almanya'da altyapıdan çıkmış oyuncunun bu kadar çok bulunmasının sebeb çiğ bir milliyetçilik ile alınmış bir karar değil şüphesiz. ya da federasyon sınırlandırması yüzünden meydana gelen bir mucburiyet değil. bu tamamen alman altyapılarının yetiştirdiği futbolcuların karakterinin takımlara uyumu ile alakalı.

    bu kada övdük peki bu futbolun sorunları yok mu? bana kalırsa var. almanlar şu anda bu sorunları tartışıp çözüm arıyordur muhtemelen çünkü ülke futboluna bu kadar yatırımın çöpe gitmesine izin vereceklerini sanmam.

    bazı klüplerin sponsorlar sayesinde inanılmaz paralar kazanması ve doğu almanya'daki klüplerin sponsor bulmakta zorluk çekmeleri sebebiyle maddi olarak bu klüplerle mücadele edememeleri en büyük sorun. bayern münchen, bayer leverkusen gibi takımlar dev sponsorluk anlaşmaları yapabilirken, schalke 04 için milyonlar havada uçuşurken, energie cottbus, dynamo dresden, hansa rostock gibi takımlar elleri boş geziyor. bu aynı zamanda şöyle bir soruna yol açıyor. siz paranız olmadığı için oyuncunuza en fazla senelik 1 milyon euro verirken bayern gibi bir takım çıkıp yıllık 5 milyon euro ile oyuncunuzun aklını başından alabiliyor. dolayısıyla oyuncuları elinizde tutamıyor, istikrarlı bir kadro kuramıyorsunuz.

    bu arada ufak bir ekleme daha yapmak geldi içimden. bu yazıyı yazarken aslında belki milyarda bir ihtimalle futbolu yönetenlerden biri okur da örnek alır diye de yazdım (hayallerin de ötesinde olduğunun farkındayım). onun için türk futbolu ile ilgili bir benzerliği de vurgulamak istedim.

    öncelikle bundesliga'nın şu anda dünya çapında profesyonel spor (sadece futbol ligi değil) ligleri arasında izlenme oranı en yüksek liglerden biri olduğunu belirtelim. listenin galibi nfl. nfl'de de bundesliga'da olduğu gibi her hafta her takımın sahası neredeyse tamamen dolu olur, büyük takımların kombine biletlerini alabilmek için 5 yıla yakın sıra beklemek gerekebilir.

    türkiye ligindeki mevcut durumla bunu karşılaştırın önce zihninizde. fenerbahçe galatasaray maçındaki seyirci sayısını, galatasaray'ın kendi sahasında oynadığı kasımpaşa maçını (maç fazlasıyla lider olunan maç) falan düşünün. bu hafta oynanan beşiktaş-fenerbahçe maçında staddaki manzarayı düşünün.

    neyse türkiye'de ciddi bir futbolda şike skandalı yaşandı. yargılamalar, aklanmalar, cezalar havada uçuştu. bugün sokaktan 10 futbol sever çevirsek şike kararları sonuçta ne oldu desek 8 farklı cevap alırsınız. birisi fenerbahçe'nin şike yapmadığı kesinleşti der, biri şike yapmış ama sahaya yansımamış der, diğeri azizi yıldırım suçlu bulundu der, öbürü aziz yıldırım aklandı der. doğrusunu isterseniz ben de en son aziz yıldırımın cezasının onaylandığını sanıyordum ama uzun süredir hapse gitmediğine göre muhtemelen ben yanlış biliyorum.

    peki bunların bundesliga ile alakası ne?

    sizleri 2005 yılına götüreyim bu sefer de. almanya'da 2. ligde robert hoyzer isimli bir hakemin bahis çetesiyle işbirliği içinde olduğu ve şike skandalına karıştığı ortaya çıktı. lig olarak 2. ligle sınırlı kalınmış gibi görünse de hamburg - paderborn maçının da şikeye karıştığının belirlenmesiyle (kupa maçı) bundesliga'nın da ismi lekelenmiş oldu.

    alman yargısı soruşturmayı gittiği yere kadar götürdü, yurt içi yurt dışı bütün bağlantıları ortaya çıkardı, ilgili federasyonlara, uefa'ya bildirdi.

    olaya karışan herkes, bütün çete mensupları, hakemler, klüp yöneticileri ömür boyu müsabakalardan men ve hapis cezasına çarptırıldı ve bu cezalarını da çatır çatır çektiler. yeniden yargılama, ama bu karar siyasi falan diyebilecek fırsatları bile olmadan hepsi cezasını çekti.

    almanya'da futbola, yargıya ve federasyona olan güven sarsılmadığı için insanlar tribünleri terketmedi. aksine bu işlerin kolay olmadığını, eğer böyle bir şey varsa eninde sonunda yargıya takılacağını ve gün yüzüne çıkacağını biliyorlar şimdi. dolayısıyla da ligleri ile ilgili şüpheler olmadan ligi takip edebiliyorlar.

    bizde ne mi var? hakem odasını basarım diyen adamın bırakmadığı koltuk var. şike var ama yok bizde. ceza var ama yok. ben ne diye sizin fassoliginizi seyredeyim ki? bundesliga gibi bir lig varken neden kemik sesi dinleyeyim ki? yıllardır aldığım kombinemi de bu adamlar ve kafalar ülkede olduğu sürece hatıra olarak saklayacağım. o kombinelere harcadığım paralar hala ciğerimi yakmakta.
  • bu hafta avrupa kupalarinda 6 macta 6 maglubiyet alarak rekor kirdilar.
  • ben en başta futbol aşığı bir adamım, ülkesine göre ayırmayı sevmem. benim için marsilya'yla nantes'ın oynadığı futbol da güzeldir, ispanya 2. ligi'ndeki pendejolar da güzeldir, maçı radyodan dinlenen sunderland da güzeldir. futbolun yerli halkla, kültürle, gelenekle bir araya gelebildiği her türlü oluşum benim için güzel ve özeldir.

    amma bu alman futbolunun yeri çok ayrı bende bayern dominasyonuna rağmen. uzun uzun yazmayacağım, bilenler zaten biliyordur, bilmeyenler de umursamaz ama en başta bu almanlarda ülke sathına yayılmış bir denge söz konusu. başkentlerine 30 milyon kişi yığılmamış; ülkenin her bir tarafında iş de var, okul da var, herhangi bir şeyin merkezi de var... insan ve ekonomi her yerde. haliyle bu sayede futbol kültürü de ülke çapına muazzam bir eşitlikle yayılmış durumda. braunschweig, mannheim, stuttgart, leverkusen, augsburg, berlin, düsseldorf... nereye gidersen git abi, yerel takımı çok seven ve destekleyen, düzenli olarak stada giden binlerce insan buluyorsun.

    üstelik yine bilindiği gibi almanya'da 50 artı 1 kuralı söz konusu. bu kural der ki, kulüplerin yüzde 51'lik payı daima kulübün taraftarlarına aittir. yani kulüpte esas söz sahibi olan kitle her zaman kulüp üyelerinin oluşturduğu kuruldur, "benim param var ve ben takıma yatırım yapmak istiyorum" diyen bir arap şeyhi en fazla takımın yüzde 49'unu satın alabilir. bu kuralın istisnaları yok değil elbette: leverkusen ve wolfsburg gibi çok uzun yıllardır belirli bir firma tarafından desteklenen kulüpler mevcut. bunun dışında teneke kutu leipzig gibi bu kuralın etrafından dolaşarak normalde taraftarların olması gereken kurulu red bull çalışanlarıyla dolduran pislik takımlar da yok değil... ama genel olarak belli bir sistem ve düzen söz konusu. her şey temelden ve "lokal"den başlıyor.

    hafta sonu ayaklarınızı uzatıp dünya yıldızlarını mı izlemek istiyorsunuz? evet, o zaman alman futbolu size pek hitap etmeyebilir. ama derseniz ki benim için mesele sadece oturup 90 dakikayı izlemekten ibaret değil; ben gerçekten bu heyecana ortak olmak, futbol vasıtasıyla bir kültüre dokunmak, kaynakların nispeten dengeli ve homojen dağıldığı zengin bir futbol ortamı görmek istiyorum, hah işte o zaman maç seçme ihtiyacı bile duymaksızın alman futboluna danışabilirsiniz. "ne izleyeceğim?" diye düşünmeye gerek yok... karlsruhe-aue maçı da olur, mannheim-braunschweig maçı da... bundesliga olur, bölgesel lig olur... fark etmez. istisnalar dışında ne göreceğinizi her zaman bilirsiniz: belirli bir sistem, disiplin, takımını seven ve destekleyen insanlar, sporda amatörün güzelliğiyle profesyonelliğin kalitesinin buluştuğu o ideal denge noktası, futbolla kültürün ve halkların buluşması...

    işin duygusal ve insani yönünü de merak eden bir futbolsever olarak tam da bu sebepten dolayı alman futbolu benim için çok özeldir. hatta bir adım ileri gidip iddia ediyorum ki alman futbolu bayern dominasyonunu hariç tutarsak dünya üzerindeki en dengeli, en kaliteli, en "olması gereken" spor sistemidir. başarı mı istiyorsun? dünyanın en iyi liglerinden biri halihazırda. denge mi istiyorsun? bayern'i sayma, 10 senede 7 farklı şampiyon çıkarırsın bu ligden. taraftar mı istiyorsun? üçüncü lig takımları bile en az 10 bin kişiye oynuyor çoğunlukla. stadyum ve altyapı mı istiyorsun? hepsi tertemiz, kutu gibi, şahane statlar; 1930'larda yapılanları bile hâlâ dimdik ayakta duruyor. ülke geneline yayılmış, dengeli, her şehrin ve bölgenin temsil edilebildiği bir sistem mi istiyorsun? birleşme sonrası hâlâ toparlanamayan doğu almanya kısmını saymazsak bu alanda muazzam bir dağılım söz konusu.

    yazarken bile zevkten dört köşe oldum resmen. alman futbolu şahane yahu. tamam şampiyonluk yarışları artık 10 sezonun birinde zevk veriyor belki ama avrupa kupalarına katılım yarışı olsun, kümede kalma mücadelesi olsun, alt ligler olsun her anlamda şahane bir futbol kaynağı almanya. kendisini en içten hislerimle kucaklıyor ve öpüyorum. canım.
  • gelecek döneme inanılmaz derecede damga vuracaktır.
    en bariz örnekleri ise 2014 brezilya dünya kupası ve euro 2016.. *

    şu an dortmund ve bayern munchen'in 2013 itibariyle kadrolarını oluşturan temel isimler 88-92 dogum tarihi aralıklarında. ilk akla gelenler:
    (bkz: mario götze)
    (bkz: marco reus)
    (bkz: ilkay gundogan)
    (bkz: julian draxler) *
    (bkz: manuel neuer)
    (bkz: mats hummels)
    (bkz: toni kroos)
    (bkz: lewis holtby) *
    (bkz: holger badstuber)

    adamlar kısacası panzer gibi geliyorlar ve muhtemelen hiç şakaları yok. inanılmaz bir potansiyelleri var ve başlarında joachim löw gibi bir antrenör var.

    (bkz: winter is coming)
  • siktiğimi ispanyolları gibi 2 farkla öne geçince oyunu soğutmak yerine daha çok gol atmaya yönelik bir sistem olan alman futbolu en sonunda hak ettiği yere geldi. barça'nın getirdiği sıkıcı oyun sisteminin sonunun gelmesi mükemmel bişey. topla oynama yüzdelerini kıvırın götünüze sokun. sıkıcı oyun sevdalıları ayık olun bol gollü, yüksek tempolu alman futbolu geliyor!
  • 2 gündür alman pornosuna döndü bu iyice. iki alman iki ispanyol bulmuş, sağdan soldan önden arkadan, dörder posta kayıyorlar.
  • son 2 günde ispanya futbolunu sikmeyi kendine görev edinmiştir.
  • tüm dünya alman'ın daşşağını yesin veciz sözünü bir kez daha haklı çıkaran ekoldür.

    2002'de türkiye a milli futbol takımı dünya kupasında şenol güneş önderliğinde, uefa ve süper kupa şampiyonu gs takımından çekirdeklenen kadrosuyla harikalar yaratırken takımda ilhan mansız, ümit davala, yıldıray baştürk gibi gurbetçi yıldızlar bulunuyordu.

    türkler yarı final oynamaya hazırlanırken, diğer yarı finalistlerden olan almanlar, gazetelerinde "türk golü alman malı", "made in germany" biz yetiştirdik, türkler seviniyor, neden bizde oynamıyorlar manşetleri atmıştı.

    yıl 2013 ve alman milli takımının çekirdek kadrosunda mesut özil, ilkay gündoğan gibi türk asıllı yıldızlar, polonyalı klose ve king podzo, futbol hinterlandında ise iranlı khedira, brezilyalı kuranyi (dede oldu gerçi bu) gibi yıldızlar bulunuyor. mesut atıyor almanlar seviniyor, ilkay şampiyonlar ligi finalinde yine almanları sevindiriyor.

    çünkü almanlar avrupa futbolunda geri kalmalarının sebepleri üzerinde sürekli kafa patlattılar ve sorunu buldular, yabancı sınırlaması kalktı ve kulüpler tekrar yükselişe geçti. milli takıma devşirme yıldızlar hiç çekinmeden bunları biz yetiştirdik biz oynatmalıyız denerek alındı ve makine düzenindeki alman disiplini sayesinde şu anda avrupa'da en büyük prestij olan şampiyonlar ligi'nin finalini hem de wembley'de yani düşman topraklarda bir bundesliga derbisine dönüştürdüler. ayrıca brezilya 2014'ün %80 finalisti, %60 şampiyonu olarak görülmekteler. belki ev sahibi brezilya biraz zorlayabilir ya da prestijini kaybetmiş son şampiyon ispanya, belki de artık messi ve arkadaşlarının başına bu işi gerçekten bilen bir hoca bulabilirse arjantin gelir finalde. ama alman futbolu tekrar hak ettiği yeri almıştır dünyada. umarım dünya kupası gruplarında 7-8 atacakları takımlar s.arabistan, kuzey kore gibi garibanlar olmaz, daha güçlü takımlara bu tarz skorları alabilecek bir takımvar önümüzde.

    gurbetçi futbolcuları milli takımımıza doldurup hazıra konmayı biliyoruz madem, adamlar işin çözümünü bulmuş, bari onu da uygulayalım da bir şeye benzesin. ben şahsen almanlıktan aldığım tadı hiçbir şeyden almadım. bilardo bile kesmedi arkadaş:)

    edit. sound and vision'a teşekkürler düzeltme için, adamlar 2002'de final oynadı, biz havlu attı yazmışız. olur öyle.
hesabın var mı? giriş yap