• annem ve ablamın kendilerini kaybederek yaptıkları eylem.

    bir mağazada dolaşırken annem ayağını yerde bluzların durması için yapılmış sehpaya çarpar. söylenerek ayağına eğilir ve

    annem: aaaaaahhh ayağım, uff çok acıdıı üffff* aa bu da % 50 inmiş...

    biz: puhauhahua
  • depresyonu alıyormuş.. yok öyle birşey! gün sonunda eline kalan full+full depresyon, dolu alışveriş paketleri, kabarık bir fiş listesi ve 'lan ben bunu hangi sikimde giycem?' türünde fantastik elbiseler kalıyor.

    söylediğim gibi depresyonu falan almıyor, 'bu elbisenin mercan rengine mi dönük biraz..hmmmpf mercan rengine dönse ne yazar , sen geri dönmedikten sonra .. hmmpsff hımppsf ühhüü.. aa yeşil mi o?' şeklinde birbirinden karışık, anlamsız, seviyesiz kafa içi konuşmaları yaşıyorsun.

    bir de o soyunma kabinleri kadar insanların rahat olduğu yerleri görmedim arkadaş.. bir çıplaklar kampı, bir nüdist şehir gibi ortalık.. belim görünmesin diye tişörtünü çekiştirirken, sütyenle dışarı fırlayıp 'bunun `midyum'u vaear mıııı???!' diyecek kıvama geldim.

    tüketim çılgınlığının anasını satayım.. ankara kurağında giymek için aldığım şort tulumunu da götüme sokmayı planlıyorum.

    '' kendimi arıyorken,
    olmaktan korktuğum yerdeyim,
    mango'dayım...

    al bu şortu..
    ne yaparsan yaaaaap
    al bu şortu
    ne yaparsan yap.'' *

    ''içimizdeki şeytanlara
    indirimlerle saldırdık,
    kart limitimizi bitti mi sandın? '' *
  • ihtiyaçlarımızdan birini karşılamak için bir seçim yapar, bizi sevmesi için birini sever veya ihtiyaçlarımızdan birini giderir yada onun sevgisi bize bazı imkanlar sağlar diye birine sevgi beslersek, yaptığımız şey, gerçekte olsa olsa bir alışveriştir.!.."

    (bkz: ali şeriati)
  • bitişik kelime. bitişik yazılır. dolayısıyla, büyük alışveriş merkezlerinin imlaya uygun kısaltması da "avm" şeklinde değil "am" şeklinde olmalıdır.

    tdk ve biz, bunu çok iyi biliyoruz, edebimizden susuyoruz.
  • yaptıkça daha çok ihtiyaç duyulan bir şey. öğrenmek gibi, hani ne kadar öğrenirsen o kadar bilmediğinin farkına varırsın ya, onun gibi. ne kadar alırsan, o kadar eksilirsin, daha daha alasın gelir. enteresan.
  • o sabah hava soğuk ve karanlıktı. karanlık dediysem alacakaranlık değil. bir sabaha yakışmayacak matem içindeydi gün. saat gündüz 9.25 i gösteriyor ama sanki akşam beşi yaşıyorsun. yataktayım. gözlerim açık. bu yataktan beni ancak vinçle kaldırabilirlerdi. lakin babanın kahvaltı hazır sesi vinç etkisini çoktan yarattı. kalkmak lazımdı. kahvaltı için değil. gene son akşama kalmış sınava yetişmek için. tam 11 saat önce gecelemek kararı almıştım. bazıları sabahlamak da diyor. aldığım bu kararı organlarım kabul etmedi. karar bedenimin birinci derece danıştay merkesi hipotalamustan geri döndü. çok pis çuvallayacağımı bile bile uykuya daldım. artık hiçbir şeyin önemi yok derken sabah olmuştu.cenaze namazına ise sadece yarım saat kalmıştı. ve o yarım saat sıfırlandı. cenaze namazı kılındı. ben bir ölüyüm. bir saatlik işkenceden sonra tekrar sokakalardaydım. binlerce nefes arasında cesedim savruluyordu. hava gene soğuk ve karanlık... derken tam karşıda bir cümbüş gözlerimi aldı. bu kaosun çekimine kapıldım. bu parıltıya giden yol cennete gidiyordu sanki. ve bu cennet bir mağazaydı. utanmadan iddea ediyorum. bana cenneti tasvirle deseniz içinde bütün giysi ve takıların bedava olduğu mağaza derim. ve şimdi sonsuz mutluluk ve huzura adım atıyorum. soğuk ve karanlık hava artık dışarıda kaldı. burda cezbedici renkler ve ışıklar hakim. içlerinde tek bir tanesi...hoş bir mavi, oldukça hoş... gözü yoktu ama bana göz kırptı. tatlı kazanova, bu mavi bir kazaktı. hiç kimsenin beğenmeyip sadece benim beğeneceğim bir tarzdı.bu kazağı üzerimde görmek ne kadar iyi gelirdi.kazağı aldım ve kabinlere doğru yöneldim. işte o zaman onunla göz göze geldik. kızıl saçlı, ufak tefek bir satış elemanıydı. kabinlere kadar sessizce beni takip etti. tek kişilik dünyamın ahengini bozmadığı için ona minnettardım. kabine girdim. kazağı denedim. hiç de fena değildi.çıkardım ve etiketine baktım. nakit fiyatı 40 yeni türk lirasıydı. lakin hayat kredi kartı reklamındaki temadan oldukça farklıydı."kazağın fiyatı 40 milyon, sana kattığı cool hava paha biçilemez." hayır, bu gerçek değildi.üstelik aylardır 10 kuruş bile biriktiremiyorken 40 milyonu bu kadar kolay harcayamazdım. kazaktan vazgeçmiş çıkışa yönelirkin birden karşımda o kızıl kafayı buldum. "alıyor musunuz?" diyerek sessizliğini bozdu. "karar veremedim." dedim. "ama neden? rengi çok güzel, size de çok yakıştı." demez mi? offff!!! kimdin sen ha, kimdin? kapitalist tanrının yarattığı şeytan... beni kandırmasına izin veremezdim. kaçtım. uzak bir mesafeden son bir kez dönüp şunları fısıldadım:
    "bugün enflasyon kazandı. ama sezon sonu dönüşüm muhteşem olacak."
    bu intikam dolu sersenişimin ardından eski günahlarım yakama yapıştı. birden kırmızı kazağım aklıma geldi. türk sanat müziği korosuna yaptığım başvurunun "siz aradığımız yetenek değilsiniz." diye red edilmesinin hıncıyla 70 yeni türk lirasına aldığım kazak...
  • hafta içi zaten akşama kadar çalışıyorsun, iş kıyafetlerin var. benim gibi takım elbise giymek zorundaysan da birkaç takım, biraz daha fazla kravat ve gömlekle seneyi doldurabilirsin. akşamları pestilin çıkmış bi şekilde eve gelip pijamanı çekip dana gibi yatıyorsun.

    geri kalan alışverişini de hafta sonu veya senede 10 gün gideceğin tatil için yapıyorsun. hafta sonunun en az bir gününü evinde, bu sefer camış gibi yatarak geçiriyorsun. diğer günde de gene gidip alışveriş yapıyorsun? mağazada 40 liralık tişörte "oha çok pahalı" deyip aynı avm'de brownie kahveye iki kişi 50 lira gömüyorsun? ne anladım ben o işten anasını satayım.

    resmen bir sonraki alışverişte giymek için alışveriş yapıyorsun. ikinci tekil şahıs ya seni.
  • bir koşullandırmadır bu.
    kadınlar arası nesilden nesile bulaşan iyi niyetli bir virüs.

    kadınların istem dışı ellerine tutuşturulan tılsımdır,
    tedavi yöntemidir, ilaçtır.
    çok şükürdür ki vardır.
  • pahalı bir hastalık
  • erkek namına sinek bile bulunmayan 3 hatunlu bir evde yaşıyorum. ne zaman alışverişe çıksak, kendimi mecburi hizmetini yerine getiren memurlar gibi hissediyorum. yıllardır yanlarında dolaşıyorum ve hiç bir şey değişmedi. alışveriş merkezlerinin öldürücü uğultusunun içinde, bol spotların altında elimde iki çanta sabırla bekliyorum. evli olsam bir karım olurdu en azından. buda bir çanta demek oluyor. lanet olsun ki son yıllarda bavulvari çantalar moda! bellboy gibi oldum amınoski. hayatından bezmiş sigara molasını bekleyen tezgahtarlarla kabinler arasında gidip geliyorum. beden değiştirmek haricindeki diğer görevim ise fikir beyan etmek. bu güzel, bu dar, armut gibi oldun, tamamdır, kapat kapat v.b. yorumlar zamanla yerini hı hı, hııııııııııı, ııı ıh lara bırakıyor. alışverişin son bir saatinde tepkisizleşiyorum. oturacak bir yer bulup yıkılma arzusu ile yanıp tutuşuyorum. çoğu zaman uyarı alacağımı bile bile oturuyorum. eleman yanıma gelinceye kadar oturduğum kârdır diye düşünüp pervasızca salağa yatıyorum.

    sırasıyla geziyoruz mango, bershka, coton, v.b. gezerek alışverişi beceremediğimden denk geldiğimde almayı alışkanlık haline getirdim. öyle ki mango da saatlerce bir şey bulamadığım, kalabalıkta kaybolduğum, en sonunda depoda ağlarken bulunmuşluğum var. bu güzele benziyor diye elime aldığım giysilerin ya arkasında kocaman delikler oluyor yada tecavüzcü coşkunun koleksiyondan fırlamış gibi tarifsiz yırtıklar bulunuyor. ulan kulağımızda üçer tane delik var diye yönetimle iki sene uğraştık zaten. bir de sırtımızda olsa allah muhafaza topa koyarlar adamı. kabin sırasında beklerken çığ gibi bir şeyin yaklaştığını gördüm. sanırım giysiler canlanmış saatlerdir kendilerini mıncıklayan insanlardan intikam almak için biraya gelmişlerdi. yaklaştıkça bunun bir çığ değil de kabinde bekleyen arkadaşına seçtiği kıyafetleri taşıyan minyon bir kız olduğunu gördüm. o kadar kıyafet nasıl oluyor da o kabine sığıyor anlamış değilim. evet evet bu zihnimin yorgunluk ve bezginlikten ötürü bana oynadığı bir çeşit oyun olmalıydı. kolumdaki saatten gözümü ayırmadan bekledim.yo dostum yoo bu bir oyun değildi gerçeğin ta kendisiydi! kabinde yaşayan kafadanbacaklı sınıfına giren bu canlı zaman zaman kapıyı aralayıp kendini bekleyenine gösteriyor, bazen gülüyor, falanca falanda da bundan var diye muhabbete giriyor. diyor, diyor, diyor bir türlü bitiremiyordu! kabinden dışarı bir adım attığındaysa hemen yan tarafta kıyafet deneyeni süzüyordu. diğer kadınlar ellerinden alacakmışsın gibi sıkı sıkı tuttuğu giysilerle ortalıklarda dolaşıyor. bir puma gibi koşuyor, en tombulu bile sağdan sola atlayıp kıvrak manevralarla rafları yağmalıyorlardı.

    “cehennemden kaçış 14”

    neyse ki kardeşimin yarın başlayacağı yeni işi için çeyizini düzdük. müdüre iki metre pazen, satışçılara cepken, stajyerlere havlu aldık. bugün ki alışverişin en zevkli, en kârlı, en eğlenceli tek kısmı kedi kumu ve mama almak için girdiğim petshoptu. 04 ekim hayvanlar günü olması münasebetiyle her şey %50 indirimdeydi. sahibi ile birlikte gelen yavru golden yüzümü, gözümü yalamış tüm keyfimi yerine getirmişti. başıma sıkıcı, üzücü, bunaltıcı ne geliyorsa başka bir insan yüzünden geliyor. artık insandan kaynaklanan sıkıntıyı koyacak yer kalmadı stoklarımda. ve koşulsuz sevgi veren, mutluluk abidesi tatlı canlılar. tüm hayvanların hayvanlar günü kutlu olsun. bokunuzu yiyeyim, kurban olayım ve benzeri ne çok deyim varsa hepsi benden size gelsin. iyi ki varsınız!
hesabın var mı? giriş yap