• şimdi bir akıl var. bir de arada hortlayan moda "akıl'dan şüphe etmek" var. öyle "ben bunu nasil yaptim, aklimdan şüphe ediyorum"daki gibi lalettayn şüphe etmek değil. daha entelektüel, büyük harfle başlayan akıl'dan şüphe etmek var. son yıllarda ekşi sözlükte olduğu gibi değişik mecralarda ve sağda solda gördüğümüz entelektüel görünümlü sloganlardan biri bu. arada yarimyamalak okunmuş ya da aforizma kitaplarından derlenmiş adorno ve horkheimer alintilari yapinca, az buçuk pozitivizm eleştirisi karıştırınca , 1940'ların 1950'lerin tartışmalarından vs. alıntı yapınca oldu saniliyor. yenilen çeşitli haltlari temiz ve hakli göstermek, spritüel sulara, olmadi dine kitaba meyletmek için horkheimer'i falan şahit göstermeye de kapıları aralayan bu güzel moda her on yilda bir yeniden hatirlaniyor: "aa monami akıl'a da fazla güvenmemek lazim, başımıza ne geldiyse akıl'dan geldi.."

    nitekim unutmadan, bu konuların konuşulduğu masalara, twitterlara, bloglara, sözlüklere, internetlere söylemek istiyorum:

    "yapmayın, olmuyor," -bir dost
  • akıl, ruhun elinde bir cihazdır. ruh şah, akıl ise onun emrine amade bir vezirdir.

    bu cihazın atıl halde kalmasına "ahmaklık",

    yersiz kullanımına "cerbeze",

    dengeli kullanımına ise "hikmet" denilir.
  • akıl, iki çeşittir:

    birincisi kazanılan akıldır; sen onu mektepteki çocuk gibi kitaptan, hocalardan, düşünceden, alışkanlıktan, kavramlardan, ve yeni ilimlerden öğrenirsin. aklın başkalarınınkinden daha büyük olur fakat edindiklerinin ağırlığıyla yorulursun.

    diğer akıl, allah'ın ihsanıdır. onun kaynağı ruhtadır. gönülden bilgi pınarı fışkırdığında onun kaynağı ne bozulur, ne eskir, ne de renk değiştirir. edinilmiş akıl dışarıdan eve akan bir ırmağa benzer. eğer yolu üzerinde bir engel olursa aciz kalır. kendi içindeki pınarı ara sen!

    akılların aklı özdür, senin aklınsa kabuk. hayvanların mideleri sürekli kabuk ararlar. özü arayanlar kabuklardan binlerce kez tiksinmişlerdir; allah'ın velilerinin gözünde yalnızca öz caizdir. aklın kabuğu yüzlerce deliller verirken, evrensel akıl nasıl olur da kesinlikten uzak bir adım atar?

    (mesnevi'den)
  • zeka ve akıl farkı çok net olduğu halde çoğu zaman birbirinin yerine kullanılır.halbuki kullandıkları araçlar, hedefleri, yapıları birbirinden farklıdır.

    zeka malumat ve bilgiyle hareket eder. (istanbul 1453 te fethedildi- malumattır. istanbul'un fethi rönesansa neden olmuştur- bilgidir)
    akıl hikmetle hareket eder. ( istanbul ruh ve nefs/akıl yakaları, 7 tepesiyle insanın ta kendisidir- hikmettir)

    zeka parçalarla iş görür, bütün derdi yoktur.
    akıl bütünü görmek ister.

    zeka bu yüzden tümevarımcı düşünür.zeki insanların işi bu yüzden zordur.tümevarıma insan ömrü müsaade etmez çoğu zaman.aklın nefsin oyunlarıyla ömür biter.ideoloji ve felsefi ekol taraftarlarına iyi bakın...düşünerek kendinden zevk almanın hastalıklı yaşantısından kurtulamazlar.
    akıl tümdengelimcidir.bütünü görmeden teslim olmaz.parça-doğrular "kesmez" onu.bütünü görüp rahatladıktan sonra parçalara nüfuz eder.bu yüzdendir ki parçalardan parçanın anlamından daha çok sonuç çıkarır ve diğer parçalarla olan ilişkisini çok daha net görür kavrar.tıpkı bütünün parçaların toplamından fazlası olması gibi parçada da parçanın anlamından fazlası vardır.

    zeka somut düşünür. ince dalı soyup karınca yuvasına sokup, karınca avlayan şempanze zekasını kullanır, aklını değil.zeka hayata dönüktür.hayatın somut problemlerine çare bulur.
    akıl soyut düşünür, kavramlarla iş görür.iş güç ev para vs gibi konulara kafa patlatmaz.onun alanı sonsuzluk, ölüm, hayatın varoluşun sırları, eşyanın hakikatı gibi konulardır.mevlana'nın deyimiyle akıllı adam işin sonuna odaklanır.

    zeka ideoloji ve felsefi ekollere yatkındır.çünkü bunların "bütün" iddiası yoktur. kimi öğretilere, felsefi ekollere bakınca sadece insan odaklı olduklarını görürsünüz, insanlık dertleri yoktur.kimi ideolojiler de sadece insanlık odaklıdır, sosyalizm gibi; insan "kaybolmuştur".

    akıl dünya görüşünü arar.topyekün bakış açışı ister.ne insanı ne insanlığı gözden çıkarır. bireyi, devleti, kültürü, irfanı, medeniyeti ile hiç bir boşluk bırakmayan "bütünü" arar.aslında sırf bu "insan-insanlık" kriteri bile islam gerçeğini bulmaya yeter.insan-ı kamil ideali tüm gerçekliği ve ulaşabilirliği ile islam tasavvufundadır. sadece insan odaklı olduğu halde insanın "hamurundan" bihaber felsefe ekolü, dünyevi tarikat ve ideolojilerin aksine, insanlığın tüm dertlerine deva da islamdadır. bir din düşünün ki tüm insanlığı hedef alsın, icabet edenleri ümmet-i icabet, kalan tüm dünyayı da ümmet-i davet görsün. fazla söze gerek yok böyle bir merhamet ve bakış açışı insanlığı kurtaracak medeniyet projesini sunmaya ve gerçekleştirmeye elbette muktedirdir.üstadın deyimiyle:
    doğan güneş her aynı da her gün yeni
    ezelden ebede dek işte islam güneşi
    güneşe bakan gözlüklerimizi değiştirdiğimiz anda "büyük doğu" ufukta elbette belirecektir.
    ....
    zeki insanın hayatta "başarılı" olması ve iq-eq katsayısı düşük akıllı insanların baudelaire'in albatrosu misali şaşkın ve "başarısız" durumuna düşmesini ele alacaktım ki büyük doğu damarım kabardı ve nesnel bir yazı yazma çabam bertaraf oldu :)

    not: bir arkadaşımın bana gönderdiği mail'dir. ekşiciler de tetkik etsin istedim.
  • acziyetinin farkına vardığında kazanır gücünü. aksi durumda, sadece kibirle oynaşan serseridir, nereye gittiğini, ne yaptığını kendi de bilmez.

    --------------------

    anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var.
    akıl için son tavır, saçlarını yolmak var.` :necip fazıl kısakürek`

    --------------------
  • bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:

    adam:bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?

    doktor: bir küveti su ile dolduruyoruz. sonra hastaya üç şey veriyoruz.
    bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. sonrada kişiye küveti nasıl
    boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz.
    siz ne yapardınız?
    adam: ooo! anladım. normal bir insan kovayı tercih eder. çünkü kova
    kaşık ve fincandan büyük.

    hayır, der doktor.
    normal bir insan küvetin tıpasını çeker.

    ders: sadece bize sunulanlar dışında çözüm bulmaktır akıl.
  • peygamber şöyle buyurmuştur; "ey insanlar, rabbinizi biliniz ve anlayınız. birbirinize aklın kemalini tavsiye ediniz. çünkü size emredilenler gibi, size yasak edilenleri de ancak akılla bilmiş olursunuz.

    biliniz ki, rabbinizin nezdinde sizi kurtaracak olan aklınızdır. akıllı insan allah'a itaat eden insandır. bu kişinin görünüşü çirkin, zahiri kıymeti düşük, dünya mertebesi küçük ve üstü başı perişan olsa bile. ve yine biliniz ki cahil, allah'a isyan eden kişidir. velev ki, dünya mertebesi yüksek, kıymeti halkça büyük, konuşması beliğ, görünüşü ve giyinişi güzel olsa bile. zira allah nezdinde hayvanat bile allah'a isyan eden kimseden daha akıllıdır. işte bu yüzden dünya ehlinin sizi büyütmesine itibar etmeyiniz ve böyle şeylerden kaçınınız. çünkü asıl zararda olan dünya ehlidir." (taberani, ebu umame'den;imam-ı gazali, ihya-u ulumi'd-din, c. 1, s.89.)

    hz. ömer'den rivayetle:

    "hiçbir kimse akıl gibi büyük bir fazileti elde etmiş değildir. akıl, sahibini hidayete erdirir, felaketten kurtarır. kişinin aklı tamam olmadıkça imanı tamam, dini müstakim olmaz." buyurmuştur. (ibn-i muhber; imam-ı gazali, ihyau ulumi'd-din, c. 1, s. 89)

    said b. müseyyeb' den rivayet ediliyor; hz. ömer, ubey bin kaab ve ebu hureyre yüce peygamberin huzuruna gelip sordular:

    "-ey allah'ın resulü, insanların en alimi kimdir?

    resulullah:

    -akıllı kimsedir."
    -insanların en abidi kimdir?
    -akıllı olanıdır.
    -insanların en faziletlisi kimdir?
    -akıllı olanıdır.
    -ey allah'ın resulü, akıllı kimse mürüvveti tamam olmuş, fesahat ve belagatı ile tanınmış, eli cömertliğe alışmış, hatırı ve itibarı yücelmiş bir kimse değil midir? dedikleri zaman, allah'ın yüce resulü şu ayeti okudular:

    "bunların hepsi ancak dünya hayatının geçici metaıdır. ahiret ise, rabbının katında takva sahipleri içindir." ve devamla buyurdu:

    "akıllı bir kimse dünyada hasis ve zelil görünse de, akıl sayesinde takva sahibidir." (ibn-i muhber)

    "kim ahiret ekinini isterse biz ona kendi ekininde artırmalar yaparız. kim dünya ekinini isterse ona da ondan veririz. ancak onun ahirette nasibi yoktur." (şura suresi: 20)

    hazret-i peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde şöyle buyuruyor;
    "kim, aklı ve fikri dünya olduğu halde sabahlarsa, allah onun aklını ve fikrini dağıtır, fakirliğini onun iki gözü arasında kılar. (iyice yaklaştırır) bunca çabasına rağmen dünyalık olarak, ona yine sadece mukadder olan miktarda bir şey verilir. kim de aklı fikri ahiret olduğu halde sabahlarsa, allah onun aklını fikrini derli toplu kılar, kalbine bir zenginlik verir. dünya(lık) da o kimseye, ister istemez gelir." (tirmizi, kıyame, bab: 30)

    allah resulü'nün ebu derda (r.a)'ya hitaben söylediği şu sözleriyle açıklanmaktadır:

    "ey ebu derda! aklen geliş ki, rabbine yaklaşmakta kemale eresin." ebu derda sordu: anam babam sana feda olsun ey allah'ın resulü, benim için bu söylediğiniz nasıl mümkün olabilir?

    allah'ın resulü buyurdu: "allah'ın yasaklarından sakın, farzlarını eda et. bunları yaptığın takdirde geçici dünyada şanın yücelir. şerefin artar, gelecek ahirette de bu yaptıklarından ötürü rabb'inin manevi yakınlığını ve salih kullarına ihsan buyuracağı izzet ve ikramı elde edersin." (ibn-i muhber; hakim; tirmizi, nevadir' e; imam-ı gazali, ihyau ulumi'd-din, c.1 s.91-92.)

    bera bin azib, peygamberden şu hadisirivayet etmiştir:

    "melekler akıl ile çalışıp allah'a taatta başarı gösterirler. ademoğullarından imanlı olan kişiler de akılları miktarınca başarı ve gayret gösterirler. binaenaleyh onlardan allah'ın taatını en fazla yapanlar akl-ı kamil sahibi olanlardır."
  • bir şey haddini aşarsa zıttına inkılap edermiş. eskiler öyle söylerler.

    günümüzde akıl da haddini aşanlardan... dolayısıyla ahmaklığa inkılap etmiş durumda maalesef.

    zannedilenin aksine akıl asla bağımsız bir varlık değildir. kendi başına çalışması da mümkün değildir. futbol oynamak için önce altyapının hazır olması gerektiği gibi, aklın da çalışması için gerekli sahanın/çerçevenin/paradigmanın kurulmuş olması gerekir.

    başlangıçta bir dünya görüşü, algı çerçevesi ve paradigma vardır. işte bu algı çerçevesi aklın oyun sahasıdır. akıl ancak bu saha içinde top çevirebilir. dışına çıkması mümkün olmadığı gibi ayrıca iç kurallara da uymak mecburiyeti vardır.

    paradigma aklı kuşatır; bu yüzden onun kontrolü altında değildir; çünkü bir paradigma akılla ifade edilmeye, tarif edilmeye çalışılabilir belki; ama büyük ölçüde sezgisel planda bir varlığı vardır. onun varlığı daha çok görünmez sütunlar ve duvarlar gibi kabullenimlerden oluşur.

    bu kabullenimlerin gücüne inanamazsınız. mesela devlet otoritesini düşünün! sırf kabullenimden ibarettir. herkes aksini düşünmesi mümkün olmayacak bir şekilde devletin gücüne iman etmiştir. devlet sırf bu inanç, iman ve güven üzerine kuruludur. farzı muhal, bugün herkes sözleşmişçesine ve inanarak "bundan sonra devleti tanımıyorum" deseydi, o anda devlet otoritesi "pof" diye yok olurdu. ancak pratikte bu mümkün değildir; çünkü devlete inancı yıkmak için her şeyden önce mukabil bir görüş üretip ona iman edilmesini sağlamak lazımdır ki, zorların zoru bir iştir. yani demem o ki, bu dünyada her şey iman üzerine kuruludur. akıl ancak imanın hizmetkarı olabilecek bir tıynettedir.

    sonuç: bir imanı yıkmak için ona alternatif veya aykırı başka bir iman kutbu üretmek zorundasınız. bir iman ancak başka iman ile yıkılabilir. günümüzün iman kutbu da "bilimsel pozitivist paradigma"dır. ben dinsizim, ateistim diyenler boş konuşuyorlar. gerçekte ise onlar dahi başka bir dinin(paradigmanın) müminidirler. paradigmasız insan, işletim sistemi yüklenmemiş bir bilgisayar gibidir. canlı ve faal olan her insan, iyi kötü; gelişkin, az gelişkin mutlaka bir paradigma ile yüklenmiş durumdadır. aksi durumda bitkisel hayata girmiş gibi işlevsiz kalırdı.
  • ...küstahtır. idrak edemediğini inkar eder.
  • bu büyüklerin* iktida ettikleri kur'an ve hadistir; akıllarını da onlara tabi kılmışlardır. şayet onları idrak zaferine ererlerse ne âlâ... aksi halde, şer'i hükümleri kabul ederler. idrak edemeyişi dahi, anlayışlarındaki kusura yorarlar.

    bunlar başkaları gibi, akıllarının idrak edip kabul ettiğini kabul ve akıllarının idrakten aciz kaldığını da reddedenler değildir. hiç bilmezler mi ki, peygamberlerin gönderilmesi, ancak sübhan mevlâ'nın razı olduğu bazı matlupları* idrak etmekten yana akıllar kusurlu olduğu içindir. akıl da, her ne kadar hüccet* ise, lâkin kâmil manada hüccet değildir. asıl kâmil hüccet, peygamberlerin biseti* ile tamam olmuştur. onlara salât ve selâm olsun. bu manada, allahu teala, şöyle buyurdu:

    "biz, bir resul gönderinceye kadar azab ediciler değiliz..."(13/15)

    (mektubat-ı rabbani, 456. mektup'tan)
hesabın var mı? giriş yap