• çok fazla değil bir iki kere dost meclisinde kakara kikiri etmiştik sadece. öyle çok da bildiğim bir adam değildi neticede ama tanımıştım işte. o zaman sanırım 24 yaşındaydı, öğretmendi, güzel adamdı, şendi, şakraktı, insandı ve evet eşcinseldi. hiç de öyle insanların eşcinsel mekanı diye damgaladıkları yerde karşılaşmamıştık, aksine günlük hayatın içinde, bildiğin tophane'de, benim nargile dumanımın ötesinde kimseyi tehdit etmeden, olanca sahiciliği ve normalliği ile yanımızdaki yabancılara memleketin görülmeye değer yerlerini anlatıyordu, araya sokuşturduğu kıvrak esprileriyle.

    bir perşembe öğleden sonrasında eski bir dostun ısrarlı çalan telefonuyla dondum kaldım olduğum alışveriş merkezinin orta yerinde.

    "ahmet'i hatırlıyor musun muğlak, hani beraber nargile falan içmiştik?"
    "evet tabi, hani şu esmer güzeli olan, komik çocuk di mi?"
    "o komik güzel çocuk yok artık! ailesine söylemiş, gelip çocuğu vurmuşlar! cenazesini de sahiplenmiyorlar, iki gündür adli tıp morgunda! biz kaldırmaya çalışıyoruz, haberin olsun" dedi dostum telefonda titrek sesiyle... elimde yaldır yaldır bir sandalet öylece donakaldım bir süre..

    bir anne, bir baba kendi evladına, canına nasıl kıyabilirdi ki? hangi utanç katil olmanın utancından büyük olabilirdi ki? hangi leke, evladının üzerine sıçrayan kan lekesinden daha kalıcı olabilirdi ki? hangi insanlık tanımında, başkaları için tek günahı birini severken, aşık olurken onun eşey organını umursamamış olmak olan bir insanın ailesi tarafından vurulup, sonra da cesetinin kimsesizmişcesine ortada bırakılması olabilirdi ki? hangi ailenin namusu, 26 yaşındaki, gencecik, dürüst, işinde gücünde, zeki, dupduru, eşcinsel oğlunu kendi elleriyle öldürüp, ortada bıraktığında namus olurdu ki? peki ya evebeyn olma hakkı herkese verilmeli miydi sahi?...
  • öldürüldüğü gece seken kurşunlardan dolayı mahallede kafe işleten din hocası ümmühan darama adlı vatandaş da ayağından yaralanmıştı. ümmühan darama, görgü şahidi olarak ifade verip, "hedef kim olursa olsun ben de yaralandığım için iş kaybına uğradım, ne olursa olsun bu işin peşini bırakmayacağım" deyince, polislerden aldığı cevap "fazla bulaşma, şükret ki, kafana gelmedi" olmuş!

    efenim tüyler ürperten manzara bununla da kalmıyor:

    ümmühan darama, hastanedeki 10 günlük tedavisinden sonra, soluğu savcılıkta alır ve davaya müdahil olmak istediğini söyler. üç gün sonra, yine bir gece yarısı meçhul kimseler tarafından dükkanı kurşunlanır. neresinden bakarsanız bakın, olay bir insanlık ayıbıdır ve türkiye'de insan hayatına verilen değerin de acı bir göstergesi niteliğindedir.
  • hakkında defalarca yazdığım ama yazdıklarımı beğenmeyerek her seferinde sildiğim kişi. o da türkiye'deki pek çok gizli eşcinsel gibi çevresindeki insanların gözünü boyamak için yalan bir evlilik, yalan bir hayat kursaydı, mutsuz bir eş ve mutsuz çocukları olsaydı, yaşamak istediklerini kapalı kapılar ardında yaşayıp dışarıda homofobik bir bağnaz olsaydı; şu anda hayatta olacaktı. dürüst olduğu için, kimseyi kandırmadığı için, yalan olmaktansa dünyayı karşısına alacak kadar cesur olduğu için hayatını kaybeden eşcinsel bir fizik öğretmenidir ahmet yıldız.

    mahkeme kararı ile kesinleşmedi evet, bu yüzden kelimeleri özenle seçmek gerekiyor. ama zaten dünyanın en büyük sırrı değil ahmet'i kimin, neden öldürdüğü. ölümünün ardından cenazesini bile teslim almakta tereddüt eden basiretsiz bir biyolojik aileye sahipti ahmet. ama hayat ona daha büyük bir aile verdi. bu ülkede görmezden gelinen, nefrete, ayrımcılığa, yobazlığa kurban verilen her bireyin hikayesini hatırlayan benim gibi binlerce insandan oluşan bir aile verdi.

    dondurma aldığı cafe'de vurulduğu yazıyordu bir yerde. bu satırları okuduğumda içim sızlamıştı. onun çocuk olduğu, annesinin babasının elinden tutup dondurma aldığı bir görüntü belirdi aklımda. sonra da -bilmem kimin- göğsüne üç tane mermi yerleştirdiği ve bundan gurur duyduğu başka bir görüntü. hala aklıma geliyor sedyede yatarken çekilmiş fotoğrafı. sadece kendisi olmanın bedelini ödemeye yürekli olduğu için yaşamını yitirdi ahmet.

    nasıl oluyor da kanının canının parçası, bir gün gelip düzeltilmesi gereken bir hataya dönüşüyor -bilmem kimlerin- gözünde. nasıl bir nefret ki kabullenemediğini hiç olmazsa kendi haline bırakmak yerine yok etmeyi görev görüyor kendine. zaten öldü mü diyorlar birbirlerine göz yaşı bile dökmeden bu katiller? oturup konuşuluyor mu bu vahşet? birlikte mi karar alınıyor akşam kahvesini yudumlarken? sonra aynı yatağa girip uyuyabiliyor mu bu katiller? bir daha birbirlerinin yüzüne bakabiliyorlar mı?

    canımın sıkkın olduğu, yaşadığım ülkeye lanet ettiğim bir gün okudum haberini. dondurma almaya gittiği pastanede vurularak öldürülen, 26 yaşında bir adamın acı hikayesi... aradan yıllar geçti. ahmet hala 26 yaşında. ahmet'in katili hala sokakta özgürce dolanıyor. ben buna isyan ediyorum!

    hiç tanımadım ahmet'i. belki tanışsak sevmezdik birbirimizi. belki ölümü ardından yazdığım şeyleri okusa hiç haz etmezdi. belki... asla bilme şansım olmayacak. çünkü ahmet yıldız artık yok. bu kadar yalın, bu kadar gerçek.
  • ''geç yazılmış ama geç kalmamış bir entry''

    ahmet yıldız.. onu tanıdığımda 11 yaşındaydım. o da 11 yaşındaydı.. ve şimdi ne zaman ahmet düşse aklıma hep 11 yaşındaki hali gelir gözümün önüne. yanakları kırmızı, konuşkan, cana yakın, güzel gülümseyen o çocuk.. gülümseyince gözleri gülenlerden. ve biraz mahçup. yıllar kovaladı birbirini, yaş 18 oldu ve biz de mezun olduk. seneler geçti görmedim ahmet'i. arada sırada haberlerini aldım arkadaşlardan. eskişehir'de okuyordu, bölümünden memnun değildi. sonra bir daha sınava girdi, marmara üniversitesi'ni kazandı. istanbul'a yerleşti. bir gün mersin'de bir cafede karşılaştık eski okuldan dostlarla birlikte. ayaküstü konuştuk. yine aynı ahmet.. gülümseyen, gülümseyince gözleri gülen. o zamanlar bilmiyordum gay olduğunu. birkaç dedikodu vardı, inanıp inanmamayı bile düşünmedim, sorgulamadım, umrumda değildi. o gün ahmet'i son görüşümdü. görüşümmüş.

    ve sizler, ahmet'i tanıyanlar ya da tanımayanlar! siz, karşınıza çıkan her eşcinsele 'totoş', 'top', 'ibne', 'yumuşak'. 'götveren' yeeaa diyip yavşakça gülenler! aranızdan bazılarınız (ve evet ben bu bazılarınızı bizzat tanıyorum) bugün ahmet'i kaybettiğimiz için yüzsüzce ağlıyorsunuz. bilin ki, gözyaşlarınızın bir katre değeri yok. başımız sağolsun diyorsunuz. önemi yok. inandırıcılığı yok. sadece insanlık oyunu oynuyorsunuz. yaşarken onu sahiplenmeyenler, dışlanmış yaşamına bir darbe de siz indirenler, insanlık onurunu ayaklar altına alıp içki masalarında ve dost meclislerinde onu iğrenç kahkalarına meze yapanlar, bugün dökmeyin o timsah gözyaşlarınızı. ahmet'ten konu açılınca boynunuzu büküp, çok üzgünüz, nasıl yaparlar bunu demeyin. üzgün falan değilsiniz. dirisine değer vermeyen, ölüsüne değer verir mi? sadece susun nolur, söylemeyin hiçbir şey. yaptığınız takiyeden utanç duyuyorum.

    ahmet'in anısına sevgiyle;
    ahmet hep güzel gülümserdi. gülümseyince gözlerinin içi gülerdi. güldü. ağladı. eğlendi. senin gibi, benim gibi. kimseyi bile isteye incitmedi. kimseyi sorgulamadı, yargılamadı. hayatı sevdi. sahip olduğu tecrit hayatı da olsa sevdi hayatı. yaşamak yanı ağır bastı hep. sevmek ve sevilmek için yaşadı. ve nihayetinde sevdi ve sevildi. arkadaşları, dostları, sevgilileri ve her insan kadar hataları oldu. ve her insan kadar umutları, hayalleri, yarınları vardı. 'insan'dı. 26 yaşındaydı. gaydi. ve bir akşam vakti, adı hatırlanmayan bir sokakta kurşunlandı. öldü.

    bir yenilenin olması için bir de galibin olması lazım değil mi ahmet? sen yenilmedin ve kimse galip değil. senin hikayeni biliyoruz. insanca ve onurlu bir yaşam sürdün. bizimse sonunda ne olacağımız henüz belli değil.. bir gün bir yerlerde yeniden görüşmek üzere... o güne kadar; huzurla uyu arkadaşım.
  • "killi bedenini, yüzündeki sakali saklama......" stop, burda duralim, simdi bunun nasil devam etmesini beklersiniz? oynat ugurcugum ".............söminenin önüne sereserpe uzandi, alev alev yanan dudaklariyla sarabindan bir yudum aldi." gibi birsey degil mi?

    oysa ki bu cümle bir escinsel olan ahmet yildiz'in hürriyet te cikan cinayet haberinin giris cümlesi. "ahmet yıldız (26), kıllı bedenini, yüzündeki sakalı saklamayan, türkiye’de "ayı grubu" diye adlandırılan eşcinsellerden biriydi." aynen böyle basliyor haber.

    vay gidene derler ya, hakikaten vay gidene...
  • 15 temmuz 2008 tarihinde, ailesi tarafından öldürülen insan. ilk türk eşcinsel namus cinayeti olarak gazetelere manşet olmuş, daha 26 yaşında başkalarının yargıları yüzünden ölmüş bir bedendir. ruhu yaşıyordur umarım, herkesin iki yüzlülüğe saklandığı cinsellik konularında (ister homoseksuel, ister heteroseksuel) dürüst davranmanın acısını çekmiştir demek acı veriyor aslında.

    sevgili ahmet,
    ben seni ilk haberlerde tanımıştım. benim için diğer öldürülen insanlardan pek farkın yoktu önceleri ya da ben kendi hayatımın gidişinde umursamamıştım. 9 ekim günü birden aklıma düştün, acaba kimcidir necidir diye. netten biraz araştırmak istedim ön yargılara ragmen ve seni tanıdım. içim sıkışıyor bunları yazarken, içim sıkışıyor senin resimlerine bakarken... acaba şu an yaşasan nasıl biri olurdun, neler yapardın...vb sorular aklımdan geçiyor. acaba hayallerindeki gibi ailenle barışık kendini bir bütün hissedebilirmiydin...

    ne çok acaba kullanıyoruz hayatta biliyormusun ahmet, hemde çok fazla. yaşadığımız hayata değer vermiyoruz. sen yaşamayı hakederken, tanrı rolune girmiş insanlar halen aramızda geziyor. kıyım yapıyorlar. homoseksuel olup, olmaman önemli değil. hepimizin unuttuğu bir şey var, o da insan olduğumuz. son peygamberin bizim peygamberimiz olması, mevlana'nın bu topraklardan geçmesi hiç bir etki bırakmamış onu anlıyorum senin üstünden. empati denen olgunun kelimelerde kaldığı, yatağa atılan karı/kız miktarıyla erkekliğin ölçüldüğü, toplumu bırak kendisine fayda olmayan insanların arasında yaşıyoruz. müslüman dediklerimiz arkadan gelip, konuşuyorlar. neymiş eşcinselmişsin, neymiş şuymussun, buymussun. ağlıyorum ahmet'im hem sana hem bu insanlara.

    bir gün bir kendini bilmez, sırf hoşlanmadığı/begenmediği/istemediği insanları öldürebiliyorsa ve kimsenin sesi çıkamıyorsa vahh benim yaralı ruhlarıma. ben mi geniş bakıyorum konuya, ben mi yanlışım bilemiyorum. bir gün yahudileri katleden hitler gibi bir adam çıkıp, türkleri kökünden yoketmek istediğinde sana laf atan protein bozuntuları ile aynı cephede savaşacağıma üzülüyorum. bugun sana saldıran kişiler yarın kendileri saldırılan olunca insan hakları/devlet/hukuk gibi konulardan bahsedecekler. topun ucunda olmayan herkes, başkalarını öldürmeye meraklı zaten.

    ahmet, ahmet'im, kara koyunum...
    tanımıyorum ruhunu, dokunmadım hiç eline, görmedim gözlerindeki ışığı hiç, sesini hiç duymadım. seni o kadar merak ediyorum ki anlatamam, seni o kadar tanıyor gibiyim söyleyemem hissettiklerimi.
    fatmagül kadar ilgi çekmedin, biliyormusun... hafif kızararak yazıyorum bunları. güldünya, ünzile ve yüzlerce insan var. eminim sen hepsini biliyordun. tanrı rolundeki şeytanların ego tatmini oldunuz ben ona yakınıyorum.
    kan damlıyor gözlerimden seni görünce, kan damlıyor ellerimden gazetelerde yazılan tecavüz/taciz olaylarında...

    neden ahmet dermişler sana, yazında okudum.
    neden bu kadar önemsiyorum seni, biliyormusun?
    sen iki yüzlü olmadın, neysem oyum dedin. sana sapkın diyenlerin kafalarındaki düşünceleri bir bilseler insan olmaktan utanırlar. herkes anlamıcak seni ama bir kişide olsa ahmet yıldız'ı biliyorsa bana mutluluk katar.
    neden bu kadar önemsiyorum seni, biliyormusun?
    sen yaşaması gerekenlerdendin. ben intihar etmeyi düşünürken, yoldan geçen gözleri görmeyen bir kadın kadar acı çekmedim bu dünyada. sadece isteklerim olmuyor diye vazgeciyorken hayatta, sana nasıl kıydılar. sen yaşaması gerekenlerdendin.

    acaba şu an ne yapıyorsun...
    öldüğümde karşılaşırmıyız bilmiyorum...
    yalanlar içinde kısılmış onca saflıktan biri olarak erken gittin bu dünyadan, onca paslanmış ruhun içinde ışıldamanı sevmedi insanlar.

    keşke bilsem mezar yerini, gelip bir dua okuyabilsem. keşke bilsem bu toplumda yaşayan böyle çaresizlerin kimler olduklarını, sarsam sarmalasam tüm ruhumla. keşke anlatabilsem insanlara umudu...
    seni unutmamaya çalışıcam ahmet. benle beraber yürüyen onlarca ben'im içindesin....
  • 6. duruşmasında da babasına kırmızı bültenle arama kararı çıkartılamamış nefret suçları kapsamında öldürülmüş arkadaşımız.

    kimsesizler mezarlığına defnedilmişti ahmet.. hatırladıkça yüreğim eziliyor burkuluyor. ..
    bu töreye de yaşadığım sevgisiz topluma da düzen diye yutturulan düzensizliğe kaosa dayatmaya da lanet ediyorum..
  • tanım: en sevdiğim kuzenimin ilk aşkıydı.

    lise birinci sınıftayken deli gibi aşık olmuştu ahmet'e. anlatırken kendinden geçerdi, ayıcık derdi ama bebek gibi severdi, ahmoşum derdi. onun yüzünden özcan deniz dinlerdik hep...

    lise ikinin sonlarına doğru ahmoş'la araları bozuldu, çok mesafeliydi artık, kuzenim hiç anlam verememişti ama dedikodular almış başını gitmişti ahmoş'la alakalı. tabii ki kuzenim hiç kabullenemedi, hep yalandır dedi, duymamazlıktan geldi.

    liseyi bitirip üniversiteye başladılar ama kuzenim kimseyle birlikte olmuyordu, aklı hep ahmoş'daydı, ikinci sınıfta istanbul'a ziyaretime gelmişti, ahmoş da marmara'daydı, buluştular, bütün gün birlikte dolaştılar, akşam yemeğe geldiler. mutfakta sohbet diyorduk, ben de pilav yapıyordum, kuzenimin yüzünde güller açıyordu, uzun süre sonra ahmoş'la vakit geçirmişti, çok mutluydu...

    birlikte yemek yedik, sohbet ettik, ben de çok severdim ahmoş'u, hoşsohbet, akıllı, efendi...dilediğiniz hemen her türlü iyi meziyeti sıfat olarak kullanabilirdiniz onun için.

    aradan iki hafta geçti geçmedi kuzenim aradı, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, "ahmoş'um öldü..." diyebildi sadece, uzun süre ağladı telefonda, ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilemedim, "babası öğrenmiş ve ..." tamamlayamamıştı cümlesini...

    o günden beri merak ederim; gay babası olmak oğluna kıyan bir baba olmaktan daha mı zordu...
  • ailemdir, ailesiyim.
  • öyle pişkin öyle pespaye bir vicdanımız var ki pekala da her gün yeniden ürettiğimiz toplumsal homofobinin kurbanı olan ahmet yıldız'ı aslında feodalizmin öldürdüğünü söyleyebiliriz. bu sayede orta sınıf, modern, şahane ahlakımızı hunharca katledilen ahmet yıldız üzerinden aklayabilir, kendi homofobimizden kaynaklanan bireysel sorumluluğumuzu feodalizm adı altında "alt sınıfların" üzerine yıkıp rahatlayabiliriz. ama yağma yok. her sınıftan her ideolojiden türkiyeli'nin elbirliği ile ürettiği homofobinin kurbanlarından sadece biri ahmet.
    ahmet yıldız'ın kanı hepimizin ellerinde; ve bu kan katili bulunup yargılanmadan, bu ülkede lgbt'lerin yaşam hakkı teslim edilmeden ellerimizden çıkmaz.
hesabın var mı? giriş yap