• hem ademin hem havvanin kaynanasi olmadigi icin dunyanin en mutlu cifti. ikisi de aldatilmaktan hic korkmadi.
  • adem ve havva'yla ilgili sorulması gereken önemli bir soru var: adem, havva oğulları ve kızlarından oluşan bir aileden bütün bir insanlığı nasıl türetebilirsiniz?
    önümüzde erkek çocukların kızkardeşleri veya anneleriyle ya da adem'in kızlarıyla yatması gibi birkaç ensest ilişkiden başka yanıt akla gelmiyor. iş böyle olunca bütün insanlık alemi bir fücur mahsulü olup çıkıyor. hele de kutsal kitapta da geçtiği gibi tanrı buna izin verdiyse iş daha da çirkin bir boyut kazanıyor.
    ortaçağ beyni taşıyan insancıkların maymundan gelmemizi irkilerek karşılaması, sanırım bizim bu ahlakdışı inanışı irkilerek karşılamamızla aynı kapıya çıkıyor.
  • - adem?
    + buyur allahım.
    - sana kadın yaratiyim mi?
    + valla, çok makbule geçer
    - tamam, önce şu kaburga kemiğini çıkaralım.
    + ne kaburgası? ne alakası var şimdi?
    - e kaburga kemiğinden yaratıcam kadını...
    + niye be? topraktan yaratsana beni yarattığın gibi. bissürü toprak var.
    - olmaz.
    + niye?
    - kendini tekrar ediyor dedirtmem. sen uzan şimdi, anestezist melekler seni uyutucak.
    + başımıza iş aldık...
    ...
    - adem, uyan hadi.
    + nerdeyim ben?
    - cennettesin. sana kadın yarattım. adı havva. bak o ağacın altında oturuyor.
    + güzel olmuş, eline sağlık.
    - teşekkür ederim. şimdi, adem, bak, buralar hep cennet, istediğiniz gibi tadını çıkarın havvayla. ama şu ağaçtan yemeyin, o yasak.
    + ne işi var ki yasak ağacın cennette?
    - ben koydum.
    + niye?
    - heyecan katsın diye.
    + allah allah? bari bi tel örgüyle falan çevirseydin, madem yasak. neyse... peki şurdaki kim?
    - o mu? o şeytan.
    + e onun ne işi var peki cennette?
    - seni kandırıp benim yolumdan çevirebileceğini söyledi. ben de dedim ki kanmaz adem, sağlam çocuktur o dedim. giriyo musun iddiaya dedi. ben de giriyorum dedim.
    + e niye girdin ki iddiaya? boşverseydin.
    - meleklerin önünde sordu, hayır diyemedim. bak, dikkat et, seni kandırmaya çalışacak. eğer şeytana uyarsan senin bütün soyunu dünyaya göndermem gerekir. orda bana itaat etmeyenleri de cehenneme atarım, sonsuza kadar yakarım.
    + niye yakıyosun ki? zaten şeytanı sen sardın başımıza?
    - zebanileri yaratmış bulundum bi kere. canları sıkılmasın, yaksınlar işte, oyalanırlar.
    + tamam, naapalım... peki başka insanları ne zaman yaraticaksin?
    - benden bu kadar. şimdi siz havvayla çoğalıcaksınız.
    + iyi de, çocuklarımız kiminle çoğalıcak?
    - birbirleriyle.
    + nasıl yani? kardeşler, birbirleriyle mi?
    - evet.
    + iyi de, yaratıver bikaç çift insan daha da enseste gerek kalmasın. topraktan yaratmak istemiyosan onları da havva'nin kaburga kemiğinden yarat, ne biliyim.
    - olmaz.
    + valla, hikmetinden sual olunmaz ama, biraz saçma geliyor bana bütün bunlar. cennette yasak ağaç, şeytan, ensest... yani, neden böyle?
    - şüphesiz ki ben senin bilmediklerinden haberdarım.
    + ha, tamam o zaman...
    - hadi beline kuvvet, ben kaçtım, bikac bin sene sonra bi kitabım çıkıcak, onu yazmam lazım.
    + e daha vaktin varmış.
    - senin için bikaç bin yıl, benim katımda bikaç gün oluyor. hep kitaplarımda yazıcam bunları. hadi, kendine iyi bak. şeytana da dikkat et, çok kötüdür, hayal edemeyeceğin kadar kötüdür. ben yarattım, ordan biliyorum.
    + tamam allahim, dikkat ederim. hadi güle güle.
  • dunya v0.1'in ilk beta tester'ları.
  • konu adem-havva. şu yasak meyvayı yedikten sonra, cennetten atıldılar diye söylendi hep ama aslında başka şeyler de varmış.

    yasak meyva yüzünden cezalandırılan sadece adem ve havva olmamış. onların yanı sıra şeytan, tavuskuşu ve yılan da bu cezalardan nasibini almış. tavuskuşu o zamanlar cennetin kapısında bir nevi bekçi görevindeymiş. sesi de tüyleri kadar güzelmiş ve herkes dinlermiş onu saatlerce. bu ilk günahı engelleyemediği icin tanrı elinden sesini almış ve şu anki korkunç sesi vermiş. tüylerinin büyüsüne kapılıp ona yaklaşan herkes, sesini duyduğu zaman ondan uzaklaşıyormuş artık..

    yılansa meyvanın bulunduğu ağacı kollayanmış. o zamanlar yılan böyle yerlerde sürünmezmiş. direk gibiymiş, uzunmuş. ilk günahtan o da payını almış ve insanla arasına kan girmiş. artık yerlerde sürünmeye ve insanın onu topuğuyla ezme ihtimaline karşın, insanı topuğundan sokmaya hazırmış.

    malum adem ve havva da cennetten sürülmüş. ama bu kadarla kalmamış. bundan sonra adem hep calışmak zorundaymış. yaşamak istiyorsa çalışmalıymış. bu nedenle zaten fransızca çalışmanın kökü "işkence"den gelmekteymiş.
    havvaya ise "erkekle arana iktidar girecek ve sen çocuğunu acılar içinde doğuracaksın" denmiş. zaten bu nedenle orta çağda kadının doğum acısını azaltmak isteyen ebeler ve hemşireler cadılıkla suçlanıp yakılmış.
  • insanlık tarihinin başlangıcı olarak kabul ediliyorlar. yani kısaca adem ile havva birlikte oluyor ve çocukları oluyor. sonra onların çocukları, sonra onların da çocukları falan derken insanlar bir bakmışsın dünyayı sarmış. klasik "ensest yapmışlar abi" geyiğine girmeyeceğim. derdim başka.

    adem ile havva bir çok farklı kaynakta ve özellikle de kuranda belirtildiği üzere birbirleriyle iletişim kurabiliyorlardı. hatta bırakın birbirlerini tanrı ile de iletişim kurabiliyorlardı. yani tanrıyla konuşabiliyorlardı.

    mesela bir kaç kanıt gösterelim:

    bakara sûresi 33. ayet:
    allah şöyle dedi: “ey adem! onlara bunların isimlerini söyle.” adem, meleklere onların isimlerini bildirince allah, “size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi.

    bakara sûresi 37. ayet:
    derken, adem (vahy yoluyla) rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip rabb’ine yalvardı. o da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. şüphesiz o, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.

    tâhâ sûresi 117. ayet:
    biz de şöyle dedik: “ey adem! şüphesiz bu (iblis) sen ve eşin için bir düşmandır. sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.”

    görüldüğü üzere alalh ile adem aralarında konuşuyorlar. peki hangi dilde? madem konuşuyorlar belli bir dilde konuşmaları gerekiyor öyleyse. peki bu dil arapça mı? farsça mı? ya da kendi aralarında konuştukları bugün bilinen tüm dillerden ayrı bir dil mi? hangisi?

    aslında konuştukları dilin hangisi olduğu da değil mesele. burada önemli olan şu. biz diyelim ki, konuştukları dil arapçaydı. o zaman, madem adem ve havva arapça konuşup, anlaşıyorlardı. çocukları olduğunda çocukları hangi dili öğrenip konuşurdu? annesi ve babasının konuştuğu dili değil mi? yani onlar da arapça konuşurdu. onların çocukları da yine aynı dili konuşurdu. torun tombalak derken bugüne kadar geldiğimizde tüm dünyada tek bir dil konuşulur olmalıydı. neden? çünkü hali hazırda konuştuğun bir dil varken yeni bir dil kullanmaya ihtiyacın yoktur. diller insanların birbirleri ile iletişim kurma ihtiyacından doğmuştur. sen hali hazırda bir dil biliyor ve bununla anlaşabiliyorken yeni bir dil yaratmazsın kendine.

    dünya üzerinde bir çok farklı dil var. (bkz: #3287975) no'lu entry'de gayet güzel belirtilmiş. entry'den kopyala yapıştır yaparak tüm dil ailelerini bir sıralayalım hemen.

    1) hint avrupa dil ailesi
    2) kafkas dil ailesi
    3) ural altay dil ailesi
    4) cin tibet dil ailesi
    5) hami sami dil ailesi (hamito semitik dil ailesi veya afro asyatik dil ailesi olarak da adlandirilir)
    6) nijer kongo dil ailesi
    7) nil sahara dil ailesi
    8) kos dil ailesi
    9) avustralya asya dil ailesi
    10) malayo polinezya dil ailesi
    11) elamo dravidian dil ailesi
    12) tay dil ailesi
    13) amerikan dil ailesi
    14) avustralya aborjin dil ailesi
    15) pama nyungan dil ailesi
    16) creole dil ailesi
    17) izole dil ailesi
    18) yapay diller

    peki bu neyi gösterir? insanların adem ile havva'nın soyundan gelmediğini, farklı bölgelerde farklı zamanlarda ortaya çıktığını gösterir. bu kadar farklı dil aileleri ve kökenlerinin olmasının tek sebebi hayatın farklı bölgelerde ve farklı zamanlarda başlamasıdır. yani öyle ortak bir ana babadan gelme durumu yoktur.
  • hepimiz kardeşiz düşüncesinin berisinde duran yapraklı iki insan. tüm insanlığın türediği ana kaynak ikisi ise merak ederek soruyorum dinsel ve mitolojik cehaletimi mazur görün; çinli ne o zaman? zenciler? hintliler? japonlar??? yani bu insanlar sadece coğrafik şartlar nedeniyle mi bu halde şekillenmişler? yani diyelim ki insanlık ensest biçimde birbirinden türeyerek çoğalmış. gen havuzunda o kadar çok çarpık doğum olması sonucu bu hilkat garibelerine ne oldu peki? yoksa bu hilkat garibeleri yapılan akraba çiftleşmelerinden mi doğdu? kikloplar, satirler, incubus succubus?? yoksa bu mitolojik varlıklar da ademle havvanın soyundan gelen genleri bozuk varlıklar mı yani? ırkların şekillenmesinin altında yatan nedenlere iyice bakıldığında tüm ırklar arasında ortak bir genetik kod bulunmasının da oldukça zor olduğu görülebilir. peki öyleyse neden bu ademle havva miti?

    birer arketip olarak adem ve havva dinsel işletim sistemlerinin bugün işleme mekanizmasını çok net açıklayabilir. klasik söylemle havva'nın ilk günahı adem'e işletmesi ve sonunda da lanetlenmesi bugün de tüm dinlerin kadına bakış açılarını sade biçimde açıklayabilir. günahı işleyen adem davarı, ama nedense herkesin günahı kendine diyen dinler, bu günahın faturasını da havva'ya kesmiştir. adem'le havva'nın başına dikilen tanrı, lynn picknett'ın şeytanın gizli tarihi kitabında da yazdığı gibi ''şımarık bir çocuğa'' benziyor. adem'le havva'da bu tanrı'nın oyuncakları sanki. sen zaten olacak olan herşeyi biliyorsun, elmayı yiyeceklerini de biliyorsun ne diye elmayla bu sabileri ağaçla başbaşa bırakıyorsun? sonra bir de serpent'i lanetliyorsun? üstelik bu elma bilgi ağacının elması. bu elmayı yiyen ne öldürme isteğiyle doluyor, ne bir yaratığa dönüşüyor, ne kötülükler dolusu bir hale giriyor. sadece bilgi ediniyor. tanrı madem bu bilgi'yi sadece kendisine saklıyor o halde bu ağacı neden cennete koyuyor?? madem cennete koymuş neden paylaşmıyor? ya da tam tersi madem paylaşmayacak ''ellet ama verme'' mantığıyla bilgiyi sadece kendisine saklıyor?

    ademle havva mitinin kaynağında duran tanrı son derece bencil bir tanrıdır ya da bu mit son derece eksiktir. üstelik adem elmayı yiyor diye bundan sorumlu olmuyor, elmayı adem'e havva yedirmiş kabul ediliyor. e nerde o zaman özgür irade?? adem malın salağın önde gideni aklı fikri yok akıllı olan bi havva zaten, adem de orda sadece havva'ya uyuyor öyle mi?

    adem'le havva başlarına çok talihsiz olaylar gelmiş acaip insanlardır. ve insanın arketipi için uygun olabilecek kadar cahil, sapkın, sabırsız ve ispiyoncu olarak resmedilmişlerdir. tanrı elmayı neden yedin adem diye sorduğunda adem hemmen havvayı ispiyonlamıştır ''bana o verdi ye dedi'' diyerek. şahane. utanma duygusunu elmayı yedikten sonra hissetmeleri de utanma'nın bilgiyle geldiği yönünde gibi gözükse de, aslında çıplaklığın yani cinselliğin aslında utanılacak bir şey olmadığını kanıtlar biçimde cennette anadan üryan durmaktadırlar. elmanın içinde her ne varsa, bu utanma duygusu onlara geçiverir. bu aslında utanma duygusu değil suçluluktan başka bir şey değildir. bu neyin suçluluğu?? daha fazla şey bilmek istemenin mi? daha çok şey bilip daha bilge olmanın isteği mi suçluluk duyurmalı insana? o halde bilmek, öğrenmek utanılacak şeyler ya da bildikçe utanma duygumuz vicdanımız daha da gelişmeli öyle mi? hayır insan bildikçe iç yüzünü anlıyor olayların ve utanmak yerine kibirleniyor. aynen kendisini yaratan gibi.

    adem'le havva'nın suçluluğu hala üzerimizde duruyor. insanlık hala bu günahın bedelini ödüyor.

    kaynak; lynn picknett, şeytanın gizli tarihi. neden kitap yayıncılık.
  • adem ile havva'nin varolma sebebi tanri'nin yeni bir sayfa acma dilegidir. meleklerde basaramadigini insanda basarmak ister. meleklerde irade yoktur, son derece ciddi olarak her soylenene itaat ederler. itaat etmek zorundadirlar yoksa yanarlar. kutsal kitaplar bunun ne gibi bir soruna yol actigini anlatmaz ama muhtemelen altinci nesilden sonra kalite dususune yol acmis olabilir. sanirim tanri'nin eksikligini hissettigi sey de entropiydi, farklilikti. meleklerde aynilasmadan sikayetciydi. kurallari formati sonunda sike sike ogrenmeyi basarmis eblehler surusu enflasyonundan huzursuzdu.

    tanri peki melekleri yok edip tekrar yaratamaz miydi ozgur iradeli bir formatta? yaratabilirdi ama pek cok sebepten bunu yapamamis olabilir. mesela ilahi plane'de tanri'nin yaptigini tekrarlamasi ulvilige yakismaz gorulmus olabilir. tanri boyle bir hareketi yaptiginda kusursuzlugunu kaybetmis olacaktir cunku. hatta bildigimizin otesinde bir kutsal cikarlar zinciri varsa, meleklerin varligindan gecinen baska kutsal ogeler buna direnc gostermis olabilir.

    tanri bu yuzden meleklere adem ile havva'ya secde etmeyi emretmistir, cunku insan sadece meleklerin halefi degil, kendi iradesiyle de varolabilenlerin ilkidir.
  • dinleri oluşturan bütün anlatıların sembolizmin nadide örnekleri olduğunun en güzel göstergesi olan hikayedir. dinler çok katmanlı öğreti içeren kitaplara sahiptir. okuyan herkes kitaplarda anlatılanları kendi düzeyinden algılar. bu yüzdendir ya zaten aynı kitabı okuyup birisinin terörist olması, diğerinin de tüm yaratılanda yaratanı görmesi. adem ve havva hikayesi de böyle sembolik bir anlatımdır. insanın masumiyetinin bitişini anlatır. masumiyet ne zaman biter?

    bana göre adem ve havva hikayesi ergenlik çağını anlatır. ergenlik öncesi erkek ve kız çocukları arasında çok fark yoktur. ikisi de aynı oyunları oynar birlikte koşup zıplarlar. bir sokak dolusu kız ve erkek çocuk birlikte oyunlar oynarlar. birbirlerine başka gözle bakmadan aynı ortamları paylaşabildikleri yegane zamanlar olacaktır bu çocukluk çağları. küçük elektriklenmeler, ilk aşklar en masumane biçimde yaşanır, tertemizdir. çocuklar melek gibidirler. masum ve bozulmamışlardır. tertemiz bir cennet dünyasında yaşarlar. çamurun içinde bile mutlu olabilirler. dünyanın gerçeklerini henüz kavrayamadıkları içindir bu mutluluk. bu cennet hep sürsün isterler.

    fakat bir gün gelir bazı şeyler değişmeye başlar. vücutları, sesleri, birbirlerine olan bakışları değişmeye başlar. masumiyetin sonuna gelinmeye başlanmıştır. artık kafalar başka çalışmaya, gözler başka bakmaya başlar. vücutlarında hiç tanımadıkları sıvılar, hormonlar dolaşmaya başlamış, hiç tanımadıkları tuhaf zevkler peydahlanmıştır bedenlerinde. utanç başlar, masumiyet biter. işte bu cennetin sonudur. artık meleklik bitmiş, dünyanın gerçekleri başlamıştır. çünkü üremeleri lazımdır, çocuk yapmaları lazımdır. doğa onlardan bunu istemektedir. ve cennetten kovulup dünyaya düşerler...

    işte adem ve havva'nın hikayesi budur. ergenlik çağının hikayesi.

    biraz da gülelim köşesi editi: elma ne ayak diyenler için sözlükten geliyor: (bkz: adem elması). peki yılan ne iş hacı diyenler için de yine sözlükten: (bkz: kobra)
  • ilk bilim insanları.

    tanrı, adem'i kendi suretinden yaratmıştır. ama iki önemli kusuru vardır. biri ölümlü olması, öteki de iyi ve kötüyü bilmemesi.

    adem'in, havva'nın "sen hayatta yiyemezsin bunu" biçindeki tahrikleri sonucu yediği yasak meyve, bilgi ağacının meyvesidir.* hem de nedensiz yere bilgi. bir işe yarayacak diye değil, sırf meraktan bilmek.**

    yasağı çiğnemenin cezası vardır. ceza olarak adem, topraktan zahmetle yiyeceğini çıkartabilecek, havva da acıyla çocuk doğuracaktır. ama cennetten kovulmak bir ceza değildir. tedbirdir. çünkü, bilgi ağacının meyvesini yiyip, bilgi açısından da tanrıya benzediklerinde, kalan tek fark ölümlü olmaktır ve bahçede bir de yaşam ağacı vardır.

    tekvin 3, 22-24: "ve rab allah dedi: işte, adam iyiyi ve kötüyü bilmekte bizden biri gibi oldu; ve şimdi elini uztmasın ve hayat ağacından almasın diye ... adamı kovdu; ve hayat ağacının yolunu korumak için, aden bahçesinin şarkına kerubileri, ve her tarafa dönen kılıcın alevini koydu."

    yani bilim, tanrı emrine karşı çıkan adem ve havva'nın ürünüdür. ama ölümsüzlüğü aramak, henüz işlenmemiş son büyük günahın peşinden koşmaktır. biyoloji o kadar ileri gitmese bari. valla maymun değiliz biz.
hesabın var mı? giriş yap