• 2 yıldır olan omuz ağrısıyla bu hastanede ortopedist varmış diye gelin. anlatılan lafı anlamayın. kapıda kalp krizi geçirmekte olan adam size on defa polikliniğe gitmeniz gerektiğinin anlatılmasını beklesin. ama anlamayın. evet ortopedist sizi görecek. başarılar.
    soğuk algınlığı nedeniyle iğne yaptırmaya gelin. giderken ağrı kesici ve antibiyotik reçetesini ısrarla isteyin. mide kanaması sizi beklesin. aile hekiminize filan hiç gitmeye gerek yok. maksat işiniz görülsün.
    tek doktor yüzlerce hastaya "bakmaya" zorlanırken ki bunun adı muayene değil bakmak,
    "demek acil olsak ölecektik" laflarına oflamaları poflamaları da ekleyin. sonuçta doktor değil mi aynı anda ellinize birden bakacak. ha acil olmadığınızın da pek güzel farkında olun bu arada. neyse ki değilsiniz yoksa ölecektiniz. tebrikler.
    boğaz ağrınız ya da ishaliniz varken biz acil geldik deyin. ayakta nasırı söylemeye gerek yok siz zaten gelin. ne olursanız olun gelin.
    beklerken travma, kalp krizi gibi gerçek acillere öncelik tanıyan doktora atarlanın, biz daha kaç saat bekleyeceğiz diye çıngar çıkarın.
    bu sırada 112'nin hastası kapıda, getiren ambulansı da bahçede öyle sizi beklesin. kaza olunca ambulans beklemeyin ama.
    o bahçedeydi unutmayın.
    triaj olmadığı için "poliklinik" sıranızda önünüze geçen 112 nedeniyle tekrar çıngar çıkarın, öldüğünüzü söyleyin.
    biz de mi ambulans çağırsaydık önce girmek için diye bağırın.
    hatta çağırın da.
    bu ambulansların her çağıranı o kişinin zeka düzeyi, empati ve vicdan duygusundan bağımsız almak zorunda olduğunu, evlere hasta bırakma hizmeti de olduğunu kısaca taksinin bir diğer versiyonu olduğunu bilin.
    hepiniz ambulans çağırın.
    sonuçta acil geldik biz. ben 2 gündür ishalim, günde bir kere çıkıyorum abdeste demiş miydim? ara ordan 112'yi ara ara.
    ayakta nasır var diye gelin.
    mevcut her şikayet için ilk acile gelin. işiniz çabuk hallolur burada. birazcık şark kurnazı olmayı bilin.
    hastanız hakkında hiçbir fikriniz olmasın ama suçluluk duygunuzu doktoru her fırsatta suçlayarak azaltın. bu arada başka hastalara saygınız da olmasın, doktor onlara "bakarken " onu her fırsatta bölün, 2 dakika dahi o hastasına konsantre olamasın.
    çünkü siz buna değersiniz.
    daha şikayet söylemeden bizi uzman görecek deyin. gerekirse gece dortte gelsin evden. şikayet önemli değil o doktor geleceeeek.
    ilaç yazdırmak için gece 3'te gelin. sabah zaten gelin. güllerin içinden. koşarak koşarak.
    geçerken uğrayın, rapor almaya bi uğrayın. özellikle öğretmen ve polisseniz talebiniz artsın. rapor verilmezse doktoru gerin, ortamı gerin. biraz dinlenip gevşemek sizin de hakkınız.
    tüm aile giriş yaptırıp "bakıldıktan" sonra aile acil bahçesinde oturun. sosyalleşmenin tadına varın.
    taburculuk önerilen hastanızı ısrarla servise yatırmak isteyin. yatış endikasyonu yani yatış gerektiren durumunun olmaması filan oyy hiç girmeyelim. siz yorulmayın hemşireler var sonuçta.
    doktor takip etmesi gereken onca hastayı bırakıp her birinin acilin içinde bekleyen uc dort yakınına ayrı ayrı bilgi versin. bu yakınların da birbirinden haberi olmasın. gelip aynı şeyleri sorsunlar. doktor bilgi vermek zorunda. bu kadar hastaya da bakmak zorunda. beklerseniz bu doktorun suçu. onunla tartışın. parasını sizin verdiğinizi söyleyin. olmadı saldırın.
    her hastaya 20 saniye ile bu iş çözülecek. önümüzdeki seçimde bana oy verin çözeyim;)
    hedef 20 saniye! daha iyiye, en iyiye !
  • bugün başıma gelen olayı anlatayım:

    kadın yaşlı 85 yaşında. alzheimer hastası. aynı ilde yaşayan 2 oğlu bir kızı olmasına karşın tek başına yaşıyor. bir gün önce kendinden habersiz dışarı çıkmış.. polisler bulup evine götürmüş. gece de evinde iken düşüp femur dediğimiz uyluk kemigini kırmış.. hasta 2 numaralı kabinde sevk bekliyor. buraya kadar her şey normal.( tabi kadincagizi o şekilde kaderine terk eden aile üyelerinin normal olduğunu düşünmüyorum.)

    8 tane hasta yakını içeri giriyor. büyük oğlu olduğunu düşündüğüm adam annesini öyle görünce bayılma şeklinde yigiliyor. bilinci açık yalnız. hastanın başına gidiyorum. ilk müdahaleyi yapıp hemşirelere tansiyon şeker ekg bakilmasini söylüyorum. hasta yakınlarına giriş alıp gelmelerini söylüyorum. bu sırada bekleyen diğer hastalarıma.bakiyorum. hastanın tansiyonunun 8/4 olduğunu hemşire söylüyor.. hızlıca yükseltmek için serum yazıyorum. bu sırada kan şekeri 110 normal diyebiliriz. başka hastalara bakarken hastaya ekg çekiliyor. görüyorum temiz. yine de cihaza bağlayın diyorum takip amaçlı. her şey normal. adamın kardeşi geliyor sonra o 8 tane hasta yakınından biri. abim kalp krizi geçiriyor kimse bakmıyor diye bağırmaya başlıyor.

    halbuki hastanın girişi bile yokken hastaya acil müdahale yapıp tanı koymuş ve tedavisini vermiş durumdayım.

    ben de hasta yakınına hastaniza baktık kan aldık sonuçlara göre hareket edeceğim siz dışarıda bekleyin diyorum.

    sen kimsinler sinkafli ifadeler bagrismalar ve sonunda üstüme yürümesi vb

    güvenliği çağırıyorum adamı dışarı cikarttiyorum.

    burada benim ne kabahatim var? benim yerimde siz olsaniz ne yaparsınız?

    annesinin sağlığı için endilesenip.bayilan adam da bir garip. ulan madem böylesin, al anneni yanına. kadında alzheimer var bir ton hastalık var tek başına koymussunuz evin birine. kadından haberi yok adamın. öyle görünce bayılıyor.

    sonra ülkeden doktorlar gidiyor. hocam sen benim çalışma şartlarımi duzeltmiyorsun ki ? halkın önüne atıyorsun. korumuyorsun. güvenlik gelene kadar darp olmamak.mucize zaten. beyaz kod versem en az 5 duruşma sürünecegim.mahkemede adliyede. ben şimdi hangi motivasyonla hasta bakabilirim ? her an tehdit ve hakaretin olduğu şiddetin olduğu ve bunlar gerçekten hiçbir ihmalim olmadığı zaman.basima gelen şeyler.

    kime sorsak kacin kurtarın kendinizi diyor. gerçekten acil olan her vakayla ilgilenmek benim sevdiğim bir şeydi. ama artık onu da sevemiyorum.

    siyasi amaçlar uğruna yol geçen hanına döndü acil servisler. burnu aktığı için ambulansla gelen hasta var. ilaç yazdiginda almayan kullanmayan bana bir iğne yap da gideyim diyen hastalar. hakaret eden tehdit eden darp eden insanlar var. .

    bu şekilde nereye kadar sürecek bilmiyorum ama ben bir şekilde gideceğim. umarım.
  • aslında uzun zamandır aklımda dönüp dolaşan ama yazıya dökmeyi düşünmediğim bir olay bu acil servis.

    az önce "hemoglobinim düşüyo, baksanız olmaz mı?" sorusuna aldığı "hayır" yanıtını rezalet olarak tanımlayan arkadaşın açtığı başlığı görünce yazma ihtiyacı hissettim.

    türkiye'de halkın acil servis algısı, ismiyle tezat şekilde "acil olmayan her türlü duruma bakılan hastane bölümü" gibi bir şey. ucubik, neresinden tutsan elinde kalan, ne hastanın, ne de hekimin memnun olduğu, sistemi yoran saçma sapan bir bakış açısı.

    bu algının böyle pat diye yıkılmasını ve müreffeh toplumlarda olduğu gibi gerçekten acil hastaya acil müdahalenin yapılabildiği nezih bir acil servise derhal geçilmesini beklemiyorum elbette. ama yıllarca acil serviste nöbetler tutmuş bir abiniz (sözlük yaş ortalamasının hayli üstünde olduğumu düşünüyorum. evet 90+ doğumlu değilim) olarak, bu konuyu elimizin erişebildiği her mecradan olabildiğince fazla dile getirerek, her seferinde en az bir kişinin daha sesimizi duymasını sağlayarak bu algıyı az da olsa değiştirmeye başlayabileceğimizi düşünüyorum.

    burada veya diğer bin türlü başlıkta, yukarıda verdiğim örneğin yüzlercesini bulmak çok kolay. bana da epey denk geldi. gece 2'de "belim ağrıyor, emar çektirmeye geldim" diyen adama ne zamandan beri ağrıyor diye sorup "hocam valla bi 5-6 senedir var bu ağrı" cevabını almış insanım. bu tür örnekler bizlere komik - trajikomik gelse de, 5 senelik bel ağrısıyla acil servise giden adam benden aldığı olumsuz yanıt ve mesai saatlerinde ilgili branşa yönlendirmeyi elbette takmayacak, çok değil 2 sene sonra yine başka bir acil servisteki başka bir hekimi darlayacak. amacımız bu adama ulaşabilmek olmalı. "5 senelik ağrıyla acil servise gitmen salakça" demek yerine, "kardeşim neden 5 sene boyunca bel ağrısıyla geziyorsun? deli misin?" dememiz gerekiyor bence.

    yoksa benim için -veya acilde nöbet tutan herhangi bir hekim için- en kolay hasta grubu sizlersiniz. emar mı istiyosun? şipşak 2 tuşa basmama bakar. randevu kağıdını eline tutuşturduğum gibi gönderirim seni. rapor mu lazım? oha çok basit. iş göremezlik raporunu monitöre bakmadan bastırabiliyorum.

    ama şunu düşünmüyorsun. senin gibi rapor almaya gelen, gündüz mesaisi olduğu için çocuğunu gece 11'de getiren, hemoglobinlerini muayene ettirmek isteyen ve daha ne idüğü belirsiz sürüyle insan öyle bir kalabalık haline geliyorsunuz ve dikkat dağıtıyorsunuz ki, gerçekten durumu acil olan adam bekleme salonunda acıdan kıvranıyor ben size laf anlatmaya çalışırken / rapor yazarken / reçete hazırlarken / etc.

    o dışarıda parmağı kopmak üzere olduğu halde sıra bekleyen / doktoru bekleyen adam yarın sen olacaksın. evet. dışarıdaki adam uzaydan gelmedi. dışarıdaki adam senin komşun. senin arkadaşın. senin akraban. sensin o dışarıdaki adam, sen.

    bakın şu anda mecburi hizmetimi bitirmek üzere, türkiye'nin fevkalade küçük bir şehrinde görev yapıyorum. acil servisi asistanlığımdan bilirim, çok şükür son 3 yıldır acilde nöbet möbet tutmadım, tutanlara da dev saygı duyuyorum. bu küçük şehrin nüfusu 90 küsur bin civarı.

    şimdi bu 90 küsur bin nüfusun oluşturduğu sayıları söyleyeyim de inanmayın:
    * 1 ocak 2019 - 30 nisan 2019 arası 4 aylık süreçte ayaktan bakılan hasta sayısı 470.000 (acil + poliklinikler)
    * aynı tarihlerde sadece acilde bakılan hasta sayısı 180000
    (rakamları yuvarladım)

    180000.

    yüz seksen bin.

    yüz-sek-sen-bin.

    bu sayı zihninize bir otursun. algılayın. özümseyin. bu sayının ne manaya geldiğini fark edin.

    mantıken 120 gün içinde, bu şehirdeki bebek-çocuk-genç-erişkin-yaşlı, herkes ama herkes 2 kez acil servisten geçmiş. polikliniklere gidenleri saymıyoruz. onu da hesaba katarsak bu sayı 5 oluyor. ama olsun, önemli değil. konumuz acil servis.

    sizce bunda bir yanlışlık yok mu? yani bu, böyle olması gerektiği için mi böyle, yoksa "iyileştirilebilir" mi?

    bu hastanede yöneticilik de yaptım. gelen şikayetleri falan başka bir entry'de yazmıştım (arzu eden arasın, hatırlamıyorum).

    - acil serviste çok bekliyoruz
    - doktor yüzümüze bakmadan konuştu
    - doktor bana sen dedi
    - doktor muayene etmeden film çekti
    - doktor muayene etti, film çekmedi
    - doktor muayene etmedi, film çekmedi
    - doktor muayene etti, film çekti, reçete yazmadı
    - doktor reçete yazdı, filmi kendine çekti, muayeneyi de hademeye yaptırdı

    yahu, güzel kardeşim, bu şikayetlerin tamamının sebebi sensin? yahu bunu nasıl anlayamıyorsunuz gerçekten şaşırıyorum.

    bak şurada arkadaşımız ne güzel anlatmış acil hastanın tanımını:
    "24 saat içinde müdahale edilmediği takdirde kalıcı organ işlevi kaybı veya hayati risk taşıyan hasta anlamındadır"

    uzun oldu sanırım. "ne zaman napalım?" akışıyla bitiriyorum, umarım yararı olur:

    - hasta mı hissediyorsunuz?
    -- evet: aile hekiminize başvurun
    -- evet ama aile hekimi bunlardan anlamaz: anlar canım, anlar güzelim. sen başvur bak nasıl anlıyor.
    -- ama bende şu şu hastalık var, o yüzden üniversitede direkt profesörüne görünmem lazım: önce aile hekiminize başvurun, aile hekiminiz belki bir tıp doktoru olduğu için sizden daha iyi biliyordur da, üniversite hastanesi koridorlarında heder olmaktan kurtulursunuz. yoksa zaten aile hekimi sizi ilgili branşa yönlendirir.

    - acil servise gidelim mi?
    -- eğer durumunuz 24 saat içinde müdahale edilmediği halde sizi gerçekten ama gerçekten yıpratacaksa gidin. onun haricinde --> aile hekimi.

    - ama kulağıma boncuk kaçtı?
    -- boncuk orada durabilir, beyne doğru yürümez merak etmeyin.

    - ama bana şu an boncuk lazım?
    -- sen acile git güzel kardeşim.
  • burada nöbetçi doktor olarak yeterli bir süre çalışmadan, insanlardan gerçek anlamda nefret etmek mümkün değildir. içinizdeki insan sevgisinin son kırıntılarının da öldüğü yerdir. sonrasında tanımadığınız insanları yeniden sevmeye başlamak seneler sürebilir. emeğin en değersizleştirildiği yerlerin başında gelir.
  • zamanında bu başlığa bi entry yazdıydım. ara ara oylanır öyle, bakıyorum bazen acilde bi doktoru dövmüşler, neblim birine acilde bakamamışlar almamışlar filan. üzülüyorum bişey yazasım geliyor, sonra vazgeçiyorum. bugün vazgeçmedim derdimi anlatayım dedim. umarım anlatabilirim de.

    sağlık sisteminin tüm bokluğunu çeken yer acil servistir. aksini iddia edeni allah taş eder. en çok doktora şiddet buralarda görülür zaten. bekleyen hasta ayrı söylenir, doktor ayrı söylenir. acil olmayan geliyo bakamıyoruz, demek daha kötü olsak burda ölücez falanlar havada uçuşur. yine de ben acil servisleri çok severim. acil doktorlarını da çok severim ve en saygı duyduğum doktorlar da acil doktorlarıdır. çünkü doktora doktor, hastaya hasta olduğunu acil hissettirir. acilde insana cidden çok iyi bakılır.

    şimdi size bişi anlatıyım sevgili doktor arkadaşlarım, ve sevgili hasta arkadaşlarım: hepiniz haksızsınız ibneler! şimdi senin o acil değil dediğin adam var ya, heh işte o normal poliklinikten gelip muayene olamıyor. neden çünkü çalıştığı yerde bir işyeri hekimi yok, ve mesai saati dışında da acil harici bir yerde muayene olabilmesi için özele gitmesi gerekiyor. ama gidemiyor çünkü parası yok. zamanın birinde, çift vardiya mı ne yapmışlardı bu poliklinikleri. akşam beşten sonra da hasta bakılıyordu. sonra doktorlar falan isyan etti, ki ben de olsam ben de isyan ederdim, olmadı o iş yapamadılar. bitti.

    tamam sen de haklısın, iş yükün ebesinin amı kadar olmuş. haklısın birader. ama hepiniz de kendinizi er dizisinde gibi yapmayın allaseniz. bak burda da hastane var, acil servisi sinek avlıyor. neden çünkü burada cidden o çok önemli, çok acil hastalara bakamıyorsunuz. çünkü malzeme yok. uzman zaten yok. ne mri çekebilirsin, ne bişi. düştün kolun kırıldı, yahut kafan yarıldı, ona bile müdahale edemiyor. yapabileceği en fazla bi röntgen çekip ambulansla seni üniversiteye sevk etmek. sonra acilde acil olmayanlara bakmaktan acile bakamıyoruz. lan sen gerçekten acile bile bakamıyorsun ki. malzemen mi var? hepiniz mi tıp fakültesi hastaneleri konforunda çalışıyonuz ben anlamıyorum ki. memleket istanbuldan ibaret değil. taşrada doktor olmak büyük sıkıntı. hasta olmak daha büyük sıkıntı.

    he burda zaten doktora şiddet başlıyor. acile götürdük doktor bi sik yapmadı hasta öldü. o yüzden hasta yakınları olarak doktoru dövmeliyiz. amk hastane yaptık dedikleri bi kuru bina. içinde ne alet var ne edevat var doktor sana ne yapsın? tabii ki sevk edecek, hasta yolda ölmesin diye dua edecek. adamın elinden gelen bu. ama sen hastaneye götürdün ya, doktor süpermen, doktor allah ya, kurtaracak tabi amk. boşuna mı okumuş onca sene?

    bu yazdıklarım, ufak şehir hastaneleri için geçerli. istanbul gibi yerde, hastanelerin imkanları daha başka. hasta yükü de daha başka. şimdi burda işten izin alamadı diye muayene olmaya acile giden işçiden acil doktoruna iş olmaz. neden çünkü zaten çok acil bişi olsa da bakamıyor, sevk ediyor. ambulansta kim varsa artık kahrı o çekiyor. senin ishalin, tansiyonun, yel girmen, damar damar üstüne binmen filan ordaki doktora koymaz. bakar yani. bakmayıp da laf yapıyorsa onun amk. ama istanbulda, ankarada kazın ayağı öyle değil. çünkü nerde çokluk orda bokluk. bir de, orası işte gerçekten acillerin bakılabildiği, gerçekten kötü vakaların çok sık geldiği, doktorun geçtim kafasını kaşıyacak vakti, kafasının kaşındığını idrak edecek vakti bile olmadığı, çılgın gibi yerler. şimdi sen sırtıma yel girdi, öksürüğüm var falan diye gittiğinde o adamın tepesi atıyo tamam mı. haklı da. sen de haklısın pampa anlıyorum seni de. ama işte burda doktora sövdüğünde sen haksızsın.

    şimdi doğruya doğru bak, bizim ülkede her şey dostlar alışverişte görsün diye yapılır. yetmiş yaşında kalp hastası adam ölür, yakınları acili basar, metroda durduk yerde adamın götüne demir girer, babası allahın takdiri der. bizim insanımız tevekkül nerde gösterilir, tepki nerde verilir bilmiyor. yapılan kanunumuz da, yönetmeliğimiz de hep göstermeliktir. hastane yaptık mı, yaptık. içinde teçhizat olmaması önemli değil. devreye al gitsin. doktor olmaması zaten önemli değil.

    bundan 20 yıl öncesine göre daha çok doktorumuz, daha çok hemşiremiz/sağlık personelimiz olduğu doğru. ama bu ülkede ne zaman ki imamdan çok doktor ve öğretmen, camiden çok hastane ve okul olur, ne zaman memleketteki cami sayımız kadar kütüphanemiz olur, kütüphaneye gitme kültürümüz olur, o zaman bizim ülkede acil servisler düzelir. doktorumuz arttı, bilmemnemiz arttı diye hava atıyorsun, adamların diplomasını vermeyip zorla çalıştırmana rağmen, elinde doktor tutamıyorsun. zorunlu hizmeti biten uzman soluğu özel hastanede alıyor. fakir hastan da hastane kapılarında uzman görsün diye bekliyor. yine doktor olmuyor yine olmuyor yani.

    ulan bunu ben görüyorum bak. ben. yani topu topu dört beş doktor arkadaşı olan, hastalıklar yüzünden hastane hastane de sürünmüş biri olarak. bu sağlık bakanı doktor he. sen hiç mi hekimlik yapmadın arkadaş da anlamıyorsun şunu? gerekli yere insan gibi, efektif kullanılabilecek mesai dışı poliklinikleri, doktorları insanlıktan çıkacak şekilde nöbetlere mahkum etmeden düzenleyip acili rahatlatabilirsin. mesai dışı poliklinik yok değil ki, var zaten. efektif değil sadece. götünü kaldır yürü, nargile içme, zıkkımlanma şu sigarayı filan diye zorunlu yayınları çarşaf çarşaf yapmayı biliyon amk. bunu da insanlara televizyondan gayet anlatabilirsin. sıkı bir aziz nesinci olup bizim halk anlamaz aptaldır dersen, aptala anlatır gibi anlatırsın amk. elin japonu maymuna matematik öğretiyor, sen büyükşehirdeki halka "bura kalaba kardeşim mesai dışı poliklinik için acile gelme"yi anlatamıyorsun. halkta sıkıntı yok, sende sıkıntı var. çünkü çözüm istemiyorsun. çözecek adam on kere çözerdi çünkü bunu.

    ufak şehirde mesai dışı poliklinik gereksiz, çünkü zaten acili genellikle müsait. ama büyük şehirde gerekli, çünkü acillerdeki hastalar almış başını gitmiş. bu ikisini de dengeleyecek, ufak şehirdekini sinek avlatmayıp büyük şehirdekinin götünden ter akıtmayacak bir yöntemi bulamaz mısın? hem hastayı hem doktoru mağdur etmek zorunda mısın? burnu aktı diye hemen uzmana görünmesine gerek olmadığını, aile hekimine de gidebileceğini sen fatma teyzeye anlatamaz mısın? iki gün doktorum programı izledi diye tıp fakültesi bitirmiş sayılmayacağını sen emine anneye söyleyemez misin? bak maymun diyorum, matematik öğretmişler diyorum. çözmek isteyen insan çözer diyorum. mükemmel olmasa bile, en azından şu anki halinden iyi hale gelebilir diyorum. gerçi kime diyorum ki amk. bu ülkede doktorunun burnu ayrı kaf dağında, hastasının burnu ayrı kaf dağında. anlayışsızlık, akıl kıtlığı diz boyu.

    allah hepimize akıl fikir versin.
  • 3-4 yakininin kollari arasinda, bir aylik bebegi, gecenin 2:30'unda, pipisinin kucuk oldugundan suphelenerek getirdikleri mekanlardir acil servis. o gun 474 hasta baktiginiz pek de irgalamaz kimseyi , doktorun, hemsirenin, personelin guleryuzlu olmasini bekler sadece hasta... aslinda bunun sebebinin, bir cocugu hastayken, dordunu de muayene ettiren ebeveynlerin; rapor alabilmek umuduyla acil servislere hucum eden, ogrencilerin, iscilerin; erkek arkadasindan, sevgilisinden ilgi gormeyip, bayilma numarasi yapan kadinlarin; biraz once dovdugu esini acile getirirken, "garimm öluyoorr" diye naralar atan erkeklerin suçu oldugunu bilmezler. sabah aile hekimine gittim hala gecmedi diyen, hastaya ilacini kac defa kullandigini sordugunuzda, ilaci daha almadigini soyleyenlerin hicbir sucu yoktur ya da? daha once muayene ettiginiz, tedavisine basladiginiz amcanin yakinlarina, "kesinlikle ilgili poliklinigi gormesi lazim" dediginizi hatirladiginiz halde, bilmem kac gun sonra, kalbi durmus sekilde gelen ayni hasta yakinlari 'bi igne yapip, gondermislerdi' derler utanmadan. yillardir, yedigine dikkat etmemis, spor yapmamis, kisacasi kendine duseni yapmamis kronik hastalar, biranda, sonuc gormeyi beklerler burada...
    olan da, gercekten acil olup, bir kenarda bekleyen hastalara olur, en cok da onlara uzulunur.
    yoksa, doktoru da, hastasi da, hemsiresi de, hasta yakini da mustehaktir bu durumlara...
    cunku hepsi toplumun bir parcasidir ve hicbiri gelismislik duzeyine yeteri kadar hala ulasmamistir...
  • telefon çaldı.

    uzandığım yerde keyfim o kadar yerindeydi ki kalkıp cevap vermemek için adeta inatlaştım onunla. çünkü açtığımda karşıma bir makine çıkar da "fiber altyapılı sınırsız internet..." diye konuşmaya başlarsa "ha s.ktir" deyip kapatacağımı ve sırf bunun için keyfimi bozup kalkmış olduğuma pişman olacağımı biliyordum. içimden "bir kere daha çalarsa kalkıyorum" dedim, o iki zil arasındaki muhteşem sessizlikte gözlerimi açmadan bekledim, bekledim, belki çalmaz diye bir umutla bekledim... ve tekrar çaldı.

    o kazanmıştı, kalktım.

    karşımda yakın bir arkadaşım vardı, "babamı hastaneye kaldırdık, acildeyim" dedi. "hemen geliyorum" dedim. neyle karşılaşacağımı bilmemenin verdiği korkuyla acil servise vardığımda, dışarıda sigara içerken buldum onu. beni görünce sarıldı, ağlamaya başladı. kendine geldiğinde anlattı olanları; birkaç gündür nefesi sıkışıyormuş, üzerinde durmamışlar, yemekten sonra fenalaşmış babası, nefes alamamış, hemen kendi arabasıyla hastaneye getirmiş, entübe etmişler, beş dakika daha gecikse ölebilirmiş. "arabada gelirken camı tırmalamaya başladı" dedi. öyle bir nefessizlik halindeymiş adamcağız. hastanede her saat başında bize bilgilendirme yapılacakmış.

    beklemeye başladık.

    onu daha önce hiç bu kadar çaresiz görmemiştim. gözleri bir noktaya sabitlenmiş oturuyordu. annesine düşkünlüğünü bilirdim de babasını bu kadar sevdiğini fark etmemiştim. çünkü sürekli onun pintiliğinden, huysuzluğundan illallah ederdi. sanki babası ölecekmiş, oradan sağ çıkamayacakmış gibi davranıyordu. hani ölmüş insanların arkasından, yüzümüzde belli belirsiz bir tebessümle, onlarla yaşadığımız tatlı anılardan bahsederiz ya, işte öyle bir ruh hali içinde babasının o gün yaptıklarını tane tane anlatıyordu. onu böyle sakin ve ümitsiz görünce babası kadar kendisi için de endişelenmeye başlamıştım.

    acil servis çok kalabalıktı.

    önümüzden gelip geçen sedyeler ve arkasından koşturan insanlar arasından geçip birer bardak çay almak için kantine doğru yürüdüm. tam o sırada "yol verin, çekilin, çekilin!" diye bağrışa çağrışa bir sedye getirdiler, tekerleklerin çıkardığı gürültü arkamdan yaklaşırken hızla kenara çekilip yol verdim. sedye yanımdan geçerken, yüzü kadife bir koltuk örtüsü gibi mosmor olmuş, ağzı açık kalmış, altmış yaşlarında bir adamın götürüldüğünü gördüm. ayak ucunda beyaz poşet içinde yuvarlak bir ekmek gözüme çarpmıştı. o ekmeği hiç unutamıyorum. muhtemelen akşam yemeği için ekmeğini alıp eve giderken kalp krizi geçirmiş bir adamdı ve o hengâmede adamcağızın elindeki ekmek poşeti de nasıl olmuşsa sedyeyle birlikte gelmişti.

    adam ölmüştü.

    doktor olduğunu düşündüğüm bir kadının, hemşire olduğunu düşündüğüm diğer kadına "eks vaziyette geldi, ölüm saati 19:10" dediğini duydum. hemen sedyedeki ekmek geldi gözümün önüne, ölmek için ne kadar talihsiz bir saat diye düşündüm. akşam yemeğini bile yememişken üstelik... bir yandan da koridorun sonundaki arkadaşıma bakıyordum. olanların farkında değildi. babasını içeride tuttukları yoğun bakım odasının önünde, kapıya sabitlenmiş bakışlarıyla bitki gibi öylece oturuyordu.

    içim sıkıldı.

    kendimi kantine zor attım. hemen geri dönmek istemedim, biraz hava aldım ve birkaç dakika sonra acil servis koridoruna elimde bardaklarla geri döndüm. bizimle birlikte bekleyen insanlara kaydı gözüm. sol tarafımızda bir kadın "annem ölmesin, ölmesin annem, ben anneme bakarım, annem ölmesin" diye kendi kendine konuşuyordu. başında birkaç kişi toplanmıştı, bu insanlar kadına "sakin olmasını, annesinin iyi olduğunu" söylüyorlardı. sağ tarafımızda ise yine kalabalık bir grup halka olmuş, kendi içlerinde konuşuyordu. anladığım kadarıyla motor kazası yapmış genç bir hastaları vardı.

    çayımı içemedim.

    yoğun bakım odasının kapısı açıldı, koridordaki herkes o tarafa doğru hareketlendi. bir sedye çıkarıldı, üstünde genç bir erkek vardı, ağzında hortumlar, başında filemsi bir sargı, belden aşağısında beyaz bir örtü sarılı, üstü çıplak... sanırım röntgen filmi için götürülüyordu. şuuru kapalı halde sedyeyle önümden geçirilirken vücudundaki dövmeler gözüme çarptı. omzundan koluna doğru uzanmış tribal dövmeleri olan, sakallı, gencecik bir adamdı. yakınları sedyeyle birlikte ilerledi, bazıları onu böyle görünce bağırıp ağlamaya başladı. gözüm onlara baksa da kulağımda diğer kadının "annem ölmesin" sayıklamaları vardı.

    saat başı yaklaşıyordu.

    oturduğumuz yerin karşısındaki duvarın dibine, tekerlekli bir sedye üstünde epey şişman ve yaşlıca bir adamı getirip bıraktılar. adamcağız rahatsız olmasın diye ona bakmamaya çalışıyordum ama zaman ilerlemesine rağmen gelip de onu kimse yerinden taşımıyordu. içeride mi boş yatak yoktu yoksa başka yere mi götürülecekti, neden o adam orada bekliyordu bilmiyordum. adamın üstüne özensizce serilmiş beyaz örtünün kenarından görünen sol bacağı dikkatimi çekti. aşırı derecede şişmiş, morarmış, yer yer yaralarla kaplanmış, derisi soyulmuş bir bacaktı. daha doğrusu gördüğüm "şey", bir zamanlar bacak olan şimdiyse bacak olma vasfını epeyce yitirmiş bir organdı. şeker hastalığı ya da kangren olabilir diye geçirdim içimden, o ayaktan hayır gelecek gibi görünmüyordu, belki de kesilecekti.

    midem bulandı.

    hani uyumak istediğiniz sessiz bir odadaki duvar saatinin, önceleri sizi rahatsız eden tik takları nasıl ki bir süre sonra duyulmaz olursa, ben de solumuzdaki kadının sayıklamalarını öyle kanıksamıştım. dikkatimi vermedikçe "annem ölmesin" cümlesini duymaz olmuştum. o sırada, röntgen için götürülen dövmeli genç geri getirildi ve tekrar acil servisteki odaya alındı. bir yandan da karşımızdaki sedyede bekleyen amcanın, etrafından gelip geçen bunca insana rağmen kimse tarafından umursanmamasının iç sıkıntısını hissetmeye başlamıştım. adamcağız koridorun ortasında bir sedye tepesinde kalakalmıştı.

    "durum stabil."

    saat başı geldiğinde, bize bilgi verilecek olan kapının önüne gittiğimizde böyle söylendi. bu açıklama, bir sonraki saat başını beklemek anlamına geliyordu. birdenbire yüksek sesle konuşan roman vatandaşlardan oluşan kalabalık bir grup geldi. (onlara gönül rahatlığıyla "çingene" diyebilmeyi istiyorum, çünkü yavanca "roman" demek, "çingene" sözcüğündeki cümbüşü asla yansıtmıyormuş gibime gelir nedense.) koridorun bu yeni misafirleri bağırarak konuşuyorlardı, mahallede kavga çıkmış, birinin kafasına sandalyeyle mi vurmuşlar nedir, öyle bir hadise... onu getirmişler. rengarenk kıyafetli kadınlar, ayaklarında lastik terliklerle çıkagelmişlerdi. tuhaf saç tıraşları ve en az üç delik geriden iliklenmiş pantolon kayışlarıyla dikkatimi çeken sıska gençler de bu kadınların yanındaydı. etraflarında olan bitenden ve yaşanan farklı acılardan bihaber gülüşüp konuşuyorlardı. birkaçının pantolon kemerinin tokadan sonra açıkta kalan kısmı, bellerini neredeyse ikinci kere saracak kadar ya uzundu ya da bu oğlanlar fazla zayıftı. neyse ki hastalarının durumu diğerlerine göre fazla önemli değildi ve koridordaki varlıkları çok uzun sürmedi, yoksa çıkardıkları gürültüden dolayı bir kavga çıkması muhtemeldi.

    kapı açıldı.

    koridordaki herkes yine kapıya yöneldi. bizim hastamızı sedyeyle çıkardılar, adamcağızı o gece ilk kez orada gördüm. ağzında nefes almasını sağlayan bir aparatla önümüzden geçirildi, kendinde değildi, röntgene götürülüyordu. arkadaşım elini tuttu, sedyeyle birlikte ilerlerken "babacığım buradayım" dedi. gidebileceği yere kadar sedyenin yanında ilerledi. röntgen odasının önünde beklemeye devam ettik. adamcağızın yüzü ölü gibi beyazdı, daha önceden de tanıdığım güler yüzlü bir insanı böylesine aciz ve bembeyaz görmek o dakikadan sonra beni de endişelendirmişti. "elleri buz gibiydi" diyerek yeniden ağlamaya başladı arkadaşım. onun ümitsizliğine kendi kendime hak vererek "bu adam bu gece buradan sağ çıkabilir mi" endişesiyle onu teselli etmeye çalıştım. röntgen çekildi, adam yoğun bakım odasına geri getirildi.

    birkaç saat başı daha geçti.

    arkadaşım sigara içmek için dışarı çıkmıştı. o sırada doktorla tartışan bir adamı yaka paça dışarı aldılar. adam, hastasıyla ilgili kimseden bir bilgi alamadıklarından sinirlenmişti. onun gözümün önünde götürülmesinin hemen ardından yine meşhur kapı açıldı, çıkarılan sedyede tamamen beyaz örtüyle sarıp sarmalanmış biri vardı, belli ki içeridekilerden biri ölmüştü. o an "eyvah gitti adam" dedim. o kadar emindim ki çıkan ölünün bizim hastamız olduğuna, gördüğüm o bembeyaz adamın yaşaması gerçekten mucize olurdu. hemen gidip sedyedeki hastanın -eski hasta, yeni ölünün- ismini korkarak sordum. adam elindeki listeye bakıp bana bir kadın ismi söyledi.

    yanımızda sayıklayan kadının annesi ölmüştü.

    meğer kadın aslında saatler önce ölmüş, ancak kızına verilen sakinleştiriciler etkisini göstersin diye bekleniyormuş. kadının yanındakiler dahil herkes bunu biliyormuş. "ah benim annem öldü, annem öldü benim" çığlıklarıyla yıkıldı koridor. anne acısını hafifletecek bir sakinleştirici yokmuş demek ki. yakınları kadını güç bela taşıyabildi, zavallının dizlerinde yürüyecek mecal kalmamıştı artık. benim içimdeyse, birazı ölenin bizim hastamız olmamasından, birazı da o an dışarıda olan arkadaşımın bu sahneye şahit olmayışından kaynaklı tuhaf bir rahatlama vardı. bu bencil ama kaçınılmaz rahatlama halini şimdi düşündüğümde şuna benzetiyorum: sanki bir yakınım kaybolmuştu ve kimliği belirsiz bir cesede bakmak için çağrılmıştım, teşhis etmem için bana gösterilen ceset yakınıma ait çıkmamıştı.

    ölü, bizim ölümüz değildi.

    artık orası nasıl bir yerse, o koridorda herkesin acısı kendineydi. son birkaç saatte yaşadığım duygu yoğunluğu, düşünce karmaşıklığı artık hissizleştirmeye başlamıştı galiba beni. hissizleşme deyince aklıma geldi, tüm bu curcuna geçtiğinde fark ettim ki ayağı mosmor olan amca da yoktu artık yerinde. yoksa içerideki ölü çıkarılsın da boşalan yatağa geçsin diye mi bekliyordu? acaba nereye götürmüşlerdi? göremedim fakat en azından artık ayakaltında kalmadığına sevinmiştim. saatler ilerledikçe, koridor tenhalaşmaya başladı. bizim bekleyişimiz ancak sabaha karşı "burada beklemenize gerek yok, evinize gidin" denmesiyle son buldu. hastamızın durumu izlenecek ve bize bilgi verilecekti.

    evlerimize döndük.

    üstüme hastane kokusu sinmişti sanki. ama onun da ötesinde, kötü bir kabus görüp uyanmış, hatta dayak yemiş gibiydim. gün ağarmaktayken yatağıma girdim. akşam evde uzanmış keyifli bir gece geçirip dinlenmeyi umarken sabaha kadar acil serviste kalmıştım. şahit olduğum insan manzaraları arasında, annesini kaybeden o kadıncağızı, motor kazası geçiren o genç adamı, renkli roman -hayır efendim çingene- kadınları anımsıyorum da hiçbiri içimi, bir eks'in ayakucundaki bir somun ekmek kadar acıtmıyor...

    bizim hastamızınsa yiyecek ekmeği varmış.

    bir gün daha acil servisin yoğun bakımında kaldı, ertesi gün yatak boşaltmak için tüm masrafları devlet tarafından karşılanmak üzere özel bir hastanenin yoğun bakımına sevk edildi. akciğerleri su toplamış, o suyu bir haftada tahliye ettiler. adamcağızın kendine gelip de pahalı bir özel hastanede tutulduğunu öğrenir öğrenmez arkadaşıma "beni buradan hemen çıkarın" dediğini duydum. birkaç gün önce bir damlacık nefes için arabanın camlarını tırmalayan adam, şimdi hastane masrafını düşünüyordu. bir tarafta aldığı ekmeği yiyemeden ölen bir adam, diğer tarafta aldığı nefesin değerini bilemeyen bir adam kaldı aklımda...

    hayat normale dönmüştü.
  • dün gece nöbetçiydim ve resmen çıldırmanın eşiğindeydim. bir hasta geldi yüzü felçli o sırada başka bir hasta var kafasını inek tepmiş. bunlara tomografi çektirdim. radyologdan cevap bekliyorum. tabi o sırada poliklinik full dolu zaten. beni gören hastalar sürekli elime sonuç tıkıştırıyor.

    o sırada bir hasta yakını beni çağırdı bağırarak , gittim yanına. başladı bağıra çağıra konuşmaya hastama bakcan mı bir muayene ettin mi hastamı bekliyoruz burda. ki ben bu hastayı acil şartlarında zaten baştan aşağı muayene edemem şöyle genel bir gözledim. acil de triyaj dediğimiz bir olay vardır. aciliyet sıralamasına göre bakarsın hastaya. bu hastaya da bakıp ilacını order edip , gözlem de takibe almıştım. ama nasıl bağırıyor anlatamam bakamıcaksan başka yere götüreyim söyle de bilelim.

    ben de dedim hani şu yoğunluğu görüyorsunuz boş durmuyorum sizin hastanızdan daha ciddi hastalar var şu an beyin kanaması şüphesi olan hastam var onu mu bırakayım dedim. bana bağırmaya hakkı olmadığını söyledim. ama hala adam üstüme geliyordu ve benim de sinirim boşaldı ağlamaya başladım . tutamadım gözyaşlarımı o an.

    ben daha yeni mezun bir doktorum ve gerçekten de orda sabahdan beri koşturuyorum hiç tanımadığım bu insanlar için. belki şimdi bu yazıyı okuyan birileri dicek ki yazmasaydın yapma doktorluk. işte öyle değil durum. ben zaten hasta bakmayayım demiyorum ama o hasta yakınının benim sinirimi o şekilde bozup ağlatmaya ne hakkı var. beni ve diğer doktor arkadaşlarımı ailelerimiz bağırılsın dövülsün diye mi okuttu. kimseden teşekkür beklemiyorum en azından insan gibi davranılsın.
  • albümleri ilk çıktığında d&r'a girip ambulans geldi mi diye sormuştum. "bir bilgimiz yok, çağrıldı mı ki, çağıralım isterseniz?" diyerek yardımcı olmaya çalıştılar.
    "yok yok iyiyim şimdi, bir an vurdu geçti" dedim. çıktım.
    o gün bu gündür daha albüm almadım, ordan burdan dinliyorum netten metten, kaçar göçer, dar vakitlerde, kafam karışık vaziyette.
  • gelen hastaların çoğunun durumu çok acildir. bu çok acil hastalar nöbetçi doktorlara gelen mers şüphesi olan hasta yönlendirildiği haberinin duyulmasıyla birdenbire müdahale olmaksızın iyileşiverirler; acil servis dakikalar içinde boşalır...
hesabın var mı? giriş yap