• şimdiki zamanın aile terbiyesi literatüründe yer almayan değerdir. geçirdiği evrim aşağıdaki gibidir.

    80'lerde: sana ikram edilen şeyi sakın alma, teşekkür et.

    90'larda: sana ikram edilen şeyi kabul et, teşekkür et.

    2000'lerde: sana bir şey ikram edilmiyorsa, iste ve şikayet et .
  • italyan ressam jacopo ligozzi'nin 1590'da yaptığı "açgözlülüğün alegorisi" adlı tablosu.
  • duygusal olarak da açgözlü olunabilir.

    misal hoşlandığınız kişiden en nadide ve en özel sevgi sözcüklerini duymanız size bir süre sonra yetmez. (bkz: yetmez ama evet)

    aslında yetmez kelimesini biraz hunharca kullanmış olabilirim; zira yetiyordur ama işte burada açgözlülük devreye giriyor ve insan daha fazlasını her an isteyebilecek potansiyelde olabiliyor.

    tabi bu kötü huy karşısında şanslı da olabilirsiniz. zira sevgiliniz sizi duygusal açıdan besleyebilir; ama gelgelelim bu zaman karşısında açgözlülüğünüz karşınızdaki kişiyi yorabilir ve en kötüsü de yıpratabilir.

    tüm bu kaos anlarının farkında olduğunuza varsayalım ve bu kaosa karşı önlem almıyorsunuz eğer -yani kendi dezavantajınıza karşı bir argüman sunamıyorsanız- her hatanın da bir bedeli olduğunu öğrenebilirsiniz.
  • tanrının insanı trollükle sınamasıdır.

    genellikle, insanların isteyip de kısmen sahip olabildiği yahut hiç bir şekilde sahip olamadığı bir şeylerin içinde bıraktığı ukteden ileri gelir.

    bir insanın karakterinde olup olmaması, ailesinin elinde olan bir özelliktir. şöyle ki yetiştirme zamanında, ne kadar cimrilik eder ve çocuğu bir şeylerden mahrum ederseniz, o çocuk o kadar aç gözlü olur.

    yurt zamanlarımdan bir anıdan bahsedeceğim yine. sınav zamanları dışarı çıkamaz, kendimizi yurda kapatır, ders çalışırdık. yurt yemekhanesindeki yemeklerin dışında bir şey yiyelim bugün de deyip dışarıdan ısmarladığımız yiyecekler olurdu. bazen çiğ köfte söylerdik. kişi başı ödenecek miktarı bir kişi de toplar, ödememizi yapar, çiğ köfteyi odamıza getirirdik. arkadaşlardan biri tam esnada tuhaf hal ve hareketler sergilemeye başlardı. ilk önce heyecanla çiğ köfteleri sayardı. sonrasında bulduğu sayıyı altıya böler, ve heyecanla kişi başına düşen çiğ köfte sayısını söylerdi. buraya kadar bir şey yok, sevindi, adrenealin tavan yapıyor, tamam anlıyoruz. hemen ardından, çiğ köfteleri kişilerin önüne dağıtır bir kez daha sayardı. bir kişiye kendisinden fazla çiğ köfte gelecek korkusunun yaşardı resmen. noluyoruz yahu, alt tarafı bir çiğ köfte, sen benimkini ye yani o kadar acıktıysan. ama bu acıkmak değil. buna açgözlülük denir. bu hal ve hareketler doğrultusunda, karşı taraf ''üç kuruşluk bir çiğ köfte için düştüğü duruma bak'' der ve ibret alarak ekler ''tanrı kimseyi trollükle sınamasın''.

    uzun lafın kısası, çoluğunuza çocuğunuza çiğ köftesini de , dondurmasını da, çikolatasını da aldığınız zaman gözünü doyuracak şekilde alın. babamın sözlerinde biri buydu ''önce insanın gözü doyacak''. zamanla biri enseme vurur lokmamı alır korkusu ile, tuhaf hal ve hareketler sergilemesine ancak böyle engel olursunuz.

    bugün yurt ortamında, çiğ köfteyi görünce adrenalin hormonu tavan yapan bünyenin, bir iş yemeğinde önüne gelen spesyal karşısında, söz konusu yemeğin yendiği mevkide rezil olması kuvvetle muhtemeldir. iş verenin önündeki lokmaları bile sayabilir. neticesi ''aman yarabbi evlerden ırak'' olur.

    açgözlü olmak zayıflık kadar komiktir de.
  • maymun yakalamak için uygulanan, hiç de hoş/insani olmayan bir tuzakla açıklanabilir belki:

    "asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. bir hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içeri tatlı bir yiyecek konur. bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır.

    sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz. aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. ama zihninde açgözlülüğü
    o kadar güçlüdür ki, bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür."

    insanları da tuzağa düşüren ve orada kalmalarına neden olan şey; açgözlü istekleri, 'farklı' olmaya çalışırken 'bende neden yok?' çılgınlığı ve eşyalara bağımlı olmaları.

    konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadıkları son model cep telefonları,

    ortalama 15-20 metrekaresini kullandıkları ama yaşadıkları alandan 10-20 kat büyük evler,

    belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolaplarının bir köşesinde unuttukları, illa günün modasına uygun giysiler,

    okumadıkları ama pahalı kitaplıklarının raflarına dizdikleri kitaplar,

    asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacakları en süratli/lüks otomobiller,

    kendilerine günde 3-5 kez zamanı, başkalarına ise sürekli zenginliklerini gösteren kol
    saatleri,

    vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok yoran, deniz kenarına yakın bir yazlık,

    oturmadıkları pahalı tasarımcıların elinden çıkma koltuk takımları, izlemedikleri dev ekran televizyonlar; kullanmadıkları, yararlanmadıkları bir sürü ıvır zıvıra sahip olmak ya da sahip olduklarını sanmak...

    düşününce, o maymundan çok da farkımız yok aslında.
    *
  • "2"yi hakkiyla alabilecekken "8"e yeltenerek "0"a talim etme durumuna sokan karakter bozuklugu.
  • hiç bir zaman elinde bulunanla yetinmemek her zaman en iyisine en yükseğine eri$meye çalı$mak, eri$tikçe, eri$mek hiç durmadan.. ve yüksek mevkilere gelebilmek, biraz daha fazla para kazanabilmek uğruna diğer insanların hayatını hiçe saymaktır.

    depremde yıkılan evlerin, çöken kaldırımların, delinen ozonun tek sorumlusu açgözlülüktür.
  • sahip olamadıklarının acısını çekip, sahip olduklarının tadını çıkartamamak ve hep fazlasını istemektir..
  • insan açgözlü,bencil ve paylaşımcı olmamaya yatkındır.

    insan nefsine sahip minicik bir sincap yemesinin imkansız olduğunu bilmesine rağmen koca bir orman dolusu cevizi saklamaya niyetlenebilir.

    tüm dinler ve felsefeler insana ihtiyacından arta kalanı paylaşmasının mutluluk getireceğini söylemesine rağmen buna pek kulak asmaz.

    sürekli pazarlık eder ve daha az paylaşmasına yarayacak fetvalar peşinde koşar.

    öldükten sonra bile malını yanında götürebilmenin yollarını dener.ilkçağdan kalan zengin mezarları bile tıka basa altın ve değerli eşya doludur.

    bazısı acaba buradaki malı bir şekilde sevap kredisine dönüştürüp diğer aleme taşıma ihtimalim var mı diye düşünür.

    gösteriş için yapılan ve parlak tabelalı tüm hayır hasenat çalışmalarının bir kısmı bu kategoriye girer.

    yönetemeyeceğini bile bile makam ve sorumluluk ister,içinde bir kere bile oturmadığı evler alır.

    banka hesabında yedi sülalesi hiç çalışmadan harcasa bitmeyecek kadar parası olmasına rağmen sokakta fakirin biri ondan ekmek parası istese “allah versin” der.

    paraya,güce,mala ve şöhrete hiç doymaz.

    ancak aynı insanın içinde yiyecek bir dilim ekmeğinin yarısını paylaşabilecek bir vicdan da bulunur.

    zaten insan kelimesini esas hak edenler de içlerindeki bu sese kulak verenlerdir.
  • bana doyumsuzluk veya hirs ile ayni sey gibi gelirdi ama bence alakasi yok. ayni yukarida yazildigi gibi acgozluluk insanin hakki olmayani hakki olarak gormesi ya da istemesidir. doyumsuz insan birseyi ister, ulasir, o yetmez, yine calisir, yeni seye bir daha ulasir. hirsli insan ise kendisi icin daha iyisini ister. bu iki insan en azindan o seyi elde etmek icin calisir. acgozlu insanlar ise, ugruna calismadiklari, ya da bir sekilde hak etmedikleri seyleri hala istemektemeyi gectim pasa pasa alan insanlar. onu almaktan hic gocunmayanlar. hatta baskalarinin zararina olsa bile gocunmayanlar.
hesabın var mı? giriş yap