• ön okumasının çevirisinin bir kısmını yapmış bulunmaktayım. heyecandan defalarca okuyunca la dur bari bir de çevireyim dedim.

    okumadan önce not: profesyonel bir çevirmen değilim o yüzden bazı yerlerde anlam kaymasıymış, yanlış kelime kullanımıymış olabilir ancak genel dokuyu olabildiğince korumaya çalıştım ve anlaşılır olduğunu düşünüyorum. :

    ----

    bayrd sikkeyi başparmağı ve işaret parmağı arasında sıkıştırdı. metalin ezildiği hissi gerçekten rahatsız ediciydi.
    başparmağını çekti. soluk meşale ışığında sert bakırın üstünde parmak izi açıkça görünüyordu. üşüdüğünü hissetti, bütün bir geceyi soğuk bir kilerde geçirmiş gibi.
    midesi guruldadı. bir kez daha.
    kuzey rüzgarı meşalele alevlerini dalgalandırarak yeniden esmeye başladı. kampın ortasına yakın bir yerde bayrd sırtını büyük bir taşa yaslamış oturuyordu. aç insanlar kamp ateşleri etrafında kendilerini ısıtmaya çalışırken kendi aralarında konuşuyorlardı; erzaklar çok önceden bozulmuşlardı. başka askerler üstlerindeki metalleri - kılıçları, zırh tokalarını, metal zırhlarını - yere seriyorlardı, kurumak için bırakılmış keten gibi. belki de gün aydığında, güneşin metalı eski haline getireceğini umuyorlardı.
    bayrd sikkeyi parmakları arasında top haline getirdi. işık bizi korusun diye düşündü. işık... topu yere bıraktı ve bir süredir üstünde çalıştığı taşlara uzandı.
    lord jarid, "burada neler olduğunu öğrenmek istiyorum karam" diyerek danışmanına sinirlendi. jarid yakında, haritalarla kaplı bir masanın önünde duruyordu. "nerede olduklarını, nasıl bu kadar yaklaşabildiklerini ve o kahrolası karanlıkdostu aes sedai kraliçenin kafasını istiyorum!" jarid yumruğunu masaya vurdu. eskiden gözleri böylesi çılgın bir şevkle yanmıyordu. yaşananların baskısı - kaybolan erzaklar, geceleri olan açıklanamayan şeyler - onu değiştiriyordu.
    jaridin arkasında, komuta çadırı bir yığın halinde yatıyordu. jaridin uzun siyah saçı - sürgünlerı sırasında uzamıştı - serbestçe dalgalandı, yüzü soluk meşale ışığı ile aydınlandı. çadırından sürünerek çıkarken üstüne takılmış olan ölü çimenler hala duruyordu.
    şaşıran hizmetçiler çadırın - kamptaki diğer bütün metaller gibi - yumuşamış olan demir çivilerini aldılar. çadırın taşıma zincirleri sıcak balmumu gibi esnemiş ve kopmuştu.
    gece yanlış kokuyordu. yıpranmış gibi, senelerdir girilmemiş odalar gibi. orman açıklığının eski toz gibi kokmaması gerekirdi. bayrd'ın midesi tekrardan guruldadı. tanrım, açlığının bir kısmını gidermeyi isterdi ama onun yerine dikkatini işine verdi. taşlarından birini öbürünün üstüne vurmaya.
    taşları ona büyükbabasının öğrettiği şekilde tutuyordu, en son bunu yapmasının üstünden yıllar geçmiş olmasına rağmen. taşın taşa vurma hissi açlığı ve soğuğu bastırmasına yardımcı oluyordu. en azından dünyada hala sert bir şeyler vardı.
    lord jarid suratını ekşiterek ona baktı. bayrd, jarid'in kendisini koruması için ısrar ettiği on adamdan biriydi. jarid "elaye'nin kafasını alacağım karam" dedi, kaptanlarına dönerek. " bu doğal olmayan gece onun cadılarının işi."
    "kafasını mı?" eri'nin kuşku dolu sesi yan taraftan geldi. " tam olarak nasıl birileri sana onun kafasını getirecek?"
    lord jarid meşale ışığı ile aydınlanmış masanın etrafındakilerle beraber döndü. eri gökyüzüne bakıyordu; omzunda kırmızı bir mızrağın ardından hücüm eden altın bir domuzun olduğu bir damga taşıyordu. lord jaridin kişisel korumalarının işaretiydi bu ancak eri'nin sesinde çok az saygı vardı. " kafasını keserken neyi kullacak jarid? dişlerini mi?"
    kamp bu asi cümlenin ardınan duruldu. bayrd taşlarıyla uğraşmayı bıraktı, tereddüt içindeydi. lord jarid'in delirmeye ne kadar yaklaştığı konusunda konuşmalar olmuştu, ama bu?
    jarid'in yüzü hiddetle kızardı. " böyle bir tonu bana karşı kullanmaya nasıl cürret edersin? kendi korumalarımdan biri?"
    eri gökyüzünü incelemeye devam etti.
    " 2 aylık paranı almayacaksın" diye patladı, ancak sesi titriyordu. " rütbenden düşürüldün ve bir sonraki emre kadar tuvaletleri temizleyeceksin. bir daha benimle böyle konuşursan, senin dilini keserim"
    bayrd soğuk rüzgarda titredi. eri, ası ordularından geri kalanların arasında en iyisiydi. diğer korumalar yere bakarak hareketlendiler.
    "jarid.." diye başladı karam. düz bir suratı ve büyük dudakları olan, sarand'a sadık olan küçük bir evin genç bir lorduydu. " gerçekten, olanların gerçekten aes sedai işi olduğunu mu düşünüyorsun? kamptaki bütün metallerin?"
    "tabi ki" jarid bağırdı. " başka ne olacaktı? bana kamp ateşi hikayelerine inandığını söyleme? son savaş? peh." masaya geri döndü. masanın üstünde kenarları çakıllarla tutturulmuş bir harita duruyordu. andor haritası.
    bayrd taşlarına geri döndü. çat, çat, çat. arduvaz ve granit. ikisinden de çalışılabilir parçalar bulmak uğraştırıcı olmuştu ancak büyükbabası ona her türlü taşı nasıl tanıyacağını öğretmişti. yaşlı adam bayrd'ın babası aile mesleğini devam ettirmek yerine evden ayrılıp şehirde kasap olmaya karar verdiğinde ihanete uğraşmıştı.
    pürüzsüz, yumuşak arduvaz. çarpıklıkları ve kenarları ile granit. evet dünyada bazı şeyler hala sağlamdı. çok az şey. bugünlerde çok az şeyle yetinmek gerekiyordu. bir zamanların kudretli lordları artık yumuşaklardı. tıpkı metaller gibi. gökyüzü karanlıkla çalkalanıyordu, cesur insanlar - bayrd'ın uzun zamandır saygı duyduğu - artık akşamları titreyip inliyorlardı geceleri gördükleri şeyleri fısıldayarak.
    "endişeleniyorum jarid" dedi davies. yaşlı lord davies, jarid'in güvenebileceği kadar yakın olanlardan biriydi. " günlardır bir kişi bile görmedik, ne bir çiftçi ne de kraliçenin askeri. bir şeyler oluyor. bir şeyler yanlış."
    "insanları yerlerinden etti" dedi jarid hırlayarak. " saldırmaya hazırlanıyor".
    " bence kraliçe bizi görmezden geliyor jarid" dedi karam, gökyüzüne bakarak. bulutlar hala çalkalanıyordu. bayrd açık gökyüzünü göreli aylar olmuş gibiydi. " neden uğraşsın ki? adamlarımız aç. yiyecekler çürümeye devam ediyor. işaretler..."
    " bizi sıkıştırmaya çalışıyor" diyerek sözünü kesti jarid, gözleri şevkle açık bir şekilde haritasına bakıyordu. "bu aes sedai'lerin işi"
    bir anda kampa durgunluk geldi. bayrd'ın taşları dışında her şey sessizdi. bir kasap olarak asla mutlu olamazdı, ama lord'unun korumaları arasında yer edinmişti. inekleri kesmek ya da insanları kesmek, ikisi şaşırtıcı derecede benzer şeylerdi. bu ikisi arasında bu kadar rahat yer değiştirebilmiş olması onu rahat ediyordu.
    çat, çat, çat
    eri döndü. jarid korumasını kuşkuyla süzdü. atlamaya hazır görünüyordu, daha ağır ceza vermeye hazır.
    her zaman bu kadar kötü değil di değil mi? diye düşündü bayrd. tahtı karısı için istemişti ama hangi lord eline şans geçince istemedi ki? isimlerin ardını görmek zordu. bayrd'ın ailesi jenerasyonlardır sarand ailesine sağdıktı.
    eri kumanda yerinden uzaklaştı. kuzey rüzgarlarına doğru, geceye doğru.
    "nereye gittiğini sanıyorsun" diye hırladı jarid.
    eri omzuna uzandı ve saran ev koruması rozetini söktü. onu yere attı ve meşalenın ışığından ayrıldı, gecenin içine doğru ilerledi.
    kamptaki insanların büyük bir bölümü uyumamıştı. ateşlerin etrafında oturuyorlardı, ışığın ve sıcaklığın yanında olmak için. bir kaçı çimenleri, yaprakları hatta deri parçalarını haşlamaya yiyecek herhangi bir şey yapabilmek adına çalıştı.
    eri'nin gidişini görmek için ayağa kalktılar.
    " kaçak" jarid yere tükürdü. " bütün yaşananlardan sonra, şimdi gidiyor. şimdi işler zorlaştığı için"
    "askerler açlar, jarid" davies cevapladı.
    " farkındayım. aldığın her lanet nefesle bana sorunlardan bahsettiğin için çok teşekkür ederim." jarid titreyen avuç içi ile kaşlarını sildi ve daha sonra masaya vurdu. " şehirlerden birine saldırmamız gerekiyor, ondan kaçma şansımız yok, nerde olduğumuzu bildiği için artık yok. beyazköprü. orayı ele geçireceğiz ve erzaklarımızı tazeleyeceğiz. aes sedaileri bu akşam yaptıkları gösteriden dolayı yorulmuş olmalılar yoksa saldırırdı."
    bayrd gözlerini karanlığa doğru kıstı. insanlar ayaklanıyorlardı, sopalarını ve gürzlerini kaldırarak. bazılar silahsız gittiler. uyku tulumlarını toparladılar, son kalan yemeklerinin olduğu çıkınlarını omuzlarına attılar.
    kamptan uzaklaşmaya başladılar. sessiz bir geçiş ile, hayaletlerin yürüyüşü gibi. zırh tokalarından ya da zincirlerin sesleri yoktu. metal ruhu kendisinden söküp alınmış gibi sessizdi.
    "elayne bize karşı tam gücüyle saldırmaya cesaret edemiyor" dedi jarid, belkide kendisini ikna etmeye çalışıyordu. " caemlynde kavgalar olmalı. shiv, senin raporlarında bahsettiğin o paralı askerler. ayaklanmalar belki. elenai elayne'e karşı çalışıyor olacaktır tabi ki, diğerlerini kendisini kraliçe olarak kabul ettirmeye hazırlıklar yapıyordur. beyazköprü. evet, beyazköprü mükemmel olacak."

    "şehri ele geçireceğiz ve krallığı ikiye böleceğiz. orda ordan asker toplayıp, batı andordaki insanları bayrağımız altına alacağız. ordan da gideceğiz, isimi neydi? iki nehire. orda yetenekli insanlar bulabilecek olmamız lazım, sert bir ses emir verdiğinde çabucak onu yapacak." jarid burnunu çekti. " duyduğuma göre iki nehir insanları senelerdir bir lord görmemişler. bana dört ay verin ve korkulacak bir ordu yaratayım. onun cadıları ile bize tekrar saldırmaya cesaret edemeyeceği kadar..."

    bayrd taşını meşale ışığına tuttu. iyi bir mızrak başı yapmanın sırrı işe dışardan başlayıp içe doğru ilerlemekti. tam şekli taşın üstüne tebeşir ile çizmişti, ondan sonra şekli vermek için merkeze doğru çalışmıştı. burdan da, vurmayı bırakıp ufak dokunuşlara geçmişti, ufak traşlamalara.

    bir yüzü önceden bitirmişti; diğer yarısı ise bitmek üzereydi. çalışırken neredeyse büyük babasının sesini duyacaktı. " biz taştan geldik bayrd. baban ne derse desin. derinde hepimiz taştan geldik."

    askerler kampı terk etmeye devam ediyorlardı. çok azının konuşmuş olması garipti. jarid en sonunda fark etti, ayağa kalktı ve meşalelerden birini eline geçirip yukarı kaldırdı. " nereye gidiyorlar?" diye sordu " avlanmaya mı? haftalardır av hayvanı görmedik. tuzak kurmaya belki?"

    kimse cevap vermedi.

    " belki bir şeyler gördüler" jarid söylendi " ya da belkide gördüklerini düşündüler. bu hayaletler ya da diğer saçmalıklara daha fazla tahammül etmeyeceğim, cadılar bu görüntüleri bizim cesaretimizi kırmak için yaratıyolarlar. bu... bu olmalı.."

    yakından hışırtı geldi. karam dağılmış çadırının içinde bir şeyler arıyordu. ufak bir bohça ile çıktı.

    "karam? " jarid sordu

    karam gözünün ucuyla lord jarid'e baktı, gözlerini devirdi ve para kesesisni beline bağlamaya başladı. yarı yolda durdu ve gülmeye başladı, ardından keseyi boşalttı. kesenin içindeki altın erimiş ve kocaman bir parça haline gelmişti, kavanozdaki domuz kulakları gibi. karam parçayı cebine attı, hiç kimsenin altını böyle kabul etmeyecek olmasına rağmen, belki eski haline dönerse diye. keseyi karıştırdı ve bir yüzük çıkarttı. yüzüğün merkezinde kan kırmızısı ziynet taşı hala sağlamdı. " bugünlerde bir elma bile almama yetmez bu sanırım" diye söylendi.

    " ne yaptığını bana söylemeni emrediyorum. bunların sorumlusu sen misin?" jarid ayrılan askerlere doğru elini salladı. " ayaklanma mı yapıyorsun, olay bu mu?"

    " bunun sorumlusu ben değilim" dedi karam, utanarak. " ve sen de değilsin. üzgünüm"

    karam meşale ışığından uzaklaştı. bayrd şaşırmıştı. lord karam ve lord jarid çocukluk arkadaşlarıydılar.

    karamın arkasından lord davies koşarak gitti. genç adamı geri dönmeye mi ikna edecekti? onun yerine onun yanında yürümeye başladı. karanlığın içinde kayboldular.

    " sizi bu hareketinizden dolayı avlatacağım!" diye bağırdı jarid arkalarından. sesi tizleşmişti. delirmiş gibi. " kraliçenin eşi olacağım, farkında mısınız! hiç kimse size ya da evinizden her hangi birine on jenerasyon boyunca barınak vermeyecek, yardımınıza koşmayacak!"

    bayrd elindeki taşa baktı. sadece tek bir adım kalmıştı, pürüzsüzleştirme. iyi bir mızrakbaşı tehlikeli olabilmek için pürüzsüz olmalıydı. bu amaçla aldığı başka bir granit parçasını çıkarttı ve elindeki taşa sürtmeye başladı.

    " bu işi beklediğimden daha iyi hatırlıyorum" diye düşündü lord jarid kızgınca konuşmaya devam ederken.

    mızrakbaşını yapmakta güçlü bir şeyler vardı. bu basit iş kasveti geri ittiriyor gibiydi. bayrd'ın ve kampın geri kalanının üstünde son zamanlarda bir gölge vardı. sanki.. sanki ne kadar denese bile ışığın içinde duramayacakmış gibi. karanlık her zaman oradaydı, ağırlık çöktürüyordu. her sabah, bir önceki gün sevdiği biri ölmüş gibi hissederek uyanıyordu.

    bu umutsuzluk, insanı ezebilir. bir mızrakbaşı yapmak bunu neden değiştirsin ki? " aptal gibi hareket ediyorsun, bayrd" diye düşündü. bir şeyi - her hangi bir şeyi - üretmek bile bir direnişti. o'na.. bir çeşit meydan okumaktı. hiç birinin konuşmadığı kişi. lord jarid ne derse desin, herkesin bütün bu olayların arkasında olduğunu bildiği kişi.

    bayrd kalktı. biraz daha taşın üstünde çalışmak istiyordu ama mızrakbaşı şu anda yeteri kadar güzel görünyordu. tahta mızrak sopasını kaldırdı - metal bıçağı kötülük kampı vurduğunda eriyip gitmişti - ve yeni mızrak başını yerine bağladı. tıpkı büyükbabasının seneler önce öğrettiği gibi.

    diğer korumalar ona bakıyordu. " onlardan daha fazlasına ihtiyacımız olacak" morear söyledi. " eğer yapmak istiyorsan"

    bayrd kafasını salladı. " geri dönüş yolumuzda, arduvazı bulduğum yamaçta durabiliriz"

    jarid en sonunda bağıurmayı kesti, gözleri meşale ışığı altında büyümüştü. " hayır. sen benim kişisel korumamsın. bana karşı gelmeyeceksin!"

    jarid bayrd'a doğru atıldı, gözlerinde öldürme ateşiyle ama morear ve rosse lordu arkadan tuttular. rosse kendi başkaldırışı karşısında şaşırmış gibiydi, geniş yüzünde panik ifadesi görünüyordu. tutmaya devam etti ama.

    bayrd uyku tulumunun yanından bir kaç şey aldı. ondan sonra diğerlerine başını salladı ve yanına geldiler - lord jaridin kişisel korumasından sekiz kişi , tükürükler saçarak konuşan lordu kampın kalıntıları arasından sürüklediler. dumanı tüten ateşlerin ve dağılmış çadırların arasından geçtiler, daha büyük gruplarda kampı terkedip karanlığa doğru, kuzeye ilerleyen insanların arkalarında bıraktıkları. rüzgara doğru.

    kampın ucunda, bayrd büyük geniş bir ağaç seçti. diğerlerine el salladı ve onun getirdiği iple lord jaridi ağaca bağladılar. adam morear onu bir mendil ile susturana kadar bağırmaya devam etti.

    bayrd yaklaştı. bir su matarasını lord jaridin kolunun büküm noktasına sıkıştırdı. " çok hareket etmeyin yoksa bunu düşüreceksiniz lordum. ağzınızdakini ittirebilecek olmanız lazım - çok sıkı görünmüyor - ve matarayı içebilecek kadar kaldırabileceksiniz. işte kapağı kaldıracağım.

    jarid bayrd'a öfkeyle baktı.

    " sizinle alakalı bir şey değil lordum" bayrd söyleid " aileme her zaman iyi davrandınız. ancak, burada, sizi daha fazla takip edip hayatlarımızı zorlaştıramayız. yapmamız gereken bir şey var ve siz herkesi onu yapmaktan alı koyuyorsunuz. o doğru değildi, ama sanırım bu da değil. belki biri daha önce bir şey söylemeliydi. neyse, olan oldu. bazen, eti çok uzun süre askıda bırakırsınız ve bütün bütün atılması gerekir. bazen olaylar böyle işler."

    diğerlerine başını salladı ve eşyalarını toplamak için dağıldılar. rosseye yakındaki arduvaz çıkıntısını gösterdi ve düzgün bir mızrakbaşı taşı bakmasını söyledi.

    çırpınan lord jaride döndü. " bu cadıların işi değil, lordum. bu elayne'in işi değil... sanırım onu kraliçe diye çağırmalıyım. komik, o küçük güzel şeyi kraliçe olarak düşünmek. ona boyun eğmektense, bir tavernada onu dizlerimde hoplatmayı tercih ederim ama andor son savaşta takip edecek bir hükümdara ihtiyaç duyacak ve o kişi sizin eşiniz değil. daha fazla savaşamayacağız. üzgünüm."

    jarid bağı içinde sarkmıştı, hiddedi dışarı akıyor gibiydi. şimdide ağlıyordu. garip bir şey, bunu görmek.

    " nerede olduğunuzu, geçerken gördüğümüz - eğer görürsek - insanlara söyleyeceğim " diye söz verdi bayrd. " ve büyük ihtimalle üstünüzde mücevher olduğunu. sizin için gelebilirler. belki." tereddüt etti. " yolun önünde durmamalıydınız. sizin dışınızda herkes olacakları biliyor gibiydi. ejderha doğdu, eski bağlar koptu, eski yeminler çözüldü ve andor'u bensiz son savaşa göndermektense asılırım."

    bayrd ayrıldı, geceye yürüdü, yeni mızrağını omzuna dayayarak. " ne olursa olsun benim senin ailene olan bütün yeminlerden daha eski bir yeminim var. ejderhanın kendisinin bile bozamayacağı bir yemin. toprağa edilmiş bir yemindi. taşlar onun kanındaydı, ve kanıda andorun taşlarındaydı.

    bayrd diğerlerini topladı ve kuzeye doğru yola çıktılar. arkalarında, gecenin içinde hayaletler kampın içinde hareket etmeye başlarken lordları ağlıyordu, tek başına.

    ---
    ön okumanın sonu...

    sadece prolog bölümünün bir kısmı olduğunu düşünüyorum buranın ama bu kısım bile beni aşırı derecede gaza getirmeyi başardı.

    umarım çevirim anlaşılır olmuştur, her hangi bir öneriniz için mesaj ışığım sizleri bekliyor. dediğim gibi ilk çeviri denemem, profesyonel değilim ve the wheel of time serisi nispeten ağır bir dil kullanıyor, o yüzden hatalar olabilir, onlar için de üzgünüm.
  • an itibariyle 2 gündür kesintisiz okuyarak bitirdiğim, 14 kitaplık ve hayatımda okuduğum en güzel serinin son kitabı. son 4 bölümden itibaren ipimi kopardım, her olayda her yaralanma her ölümde ağlamaya başladım. şu anda da son 4 aydır her anımı dolduran serinin bitmesinden dolayı yaşadığım boşluk hissinden dolayı gözlerim doluyor. beklendiği şekilde bitti, ama bu bitmiş olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

    teşekkürler robert jordan,
    teşekkürler brandon sanderson.
    belki başka bir yerde, başka bir zamanda tekrar yollarımız kesişir, belki hayatlarımız anlattığınız gibi sonsuzdur, ne bir başlangıca ne de bir sona sahiptir..

    but it was an ending...
  • bir kere ters köşe yaptırıp, birkaç kere hayal kırıklığına uğratan ve yine bol bol ağlatan bu kitaba nerden başlasam da övsem, nerden başlasam da sövsem bilemiyorum.

    nihayetinde;

    "zaman çarkı dönerken ne başlangıçlar, ne de bitişler vardır."

    ...ama yine de bir başlangıç yapmayı deneyelim.

    --- spoiler ---

    malumunuz tarmon gai'don'da sınırboyu, kandor, caemlyn ve shayol ghul olmak üzere 4 cephede savaşıyor bizimkiler. savaşın bu şekilde cephelere bölünmesi forsaken'lardan favorim olan graendal'ın her türlü hezimete ve moridin tutsaklığına rağmen kendisini göstermesine yarasa da bunu söylemeden yapamayacağım ne yazık ki... ee arkadaş şimdi bu 4 cepheden rand'ın güzel poposunu koruyan shayol ghul cephesi haricinde diğer cepheler niye en baştan mellinor çayırına gelip doğru düzgün savaşmadılar da bir sürü insanı, ogier'i, aes sedai'yi, ashaman'ı feda ettiler bu cephelerde? hayır niye yahu? lan'in yanına ilk katılan malkierlinin düşüşünde salya sümük ağlayalım diye mi? mellinor'da da reyiz ituralde* haricindeki diğer komutanlar* * * gayet de koca çayırdaki belli bölgeleri tutabilirlerdi. hiç olmazsa asker açığı yaşanan bölgeye nakil de kolaylaşırdı ve dolayısıyla bu kadar kayıp verilmezdi. (bkz: hikayeye fazla kaptırmak)

    adam * kral olacak ama adamın tebaası yok lan, kalmadı. kime kral olacak bu adam?

    al'lan dedik burdan devam edelim... kralım olacak adam.* lews therin'e olan kıskançlığından kafayı sıyıran demandred'e ne güzel soktu ama kılıcı. ohh içimin yağları eridi. adam gitmiş shara'lara ben de sizin kehanetlerinizi gerçekleştiriyorum demiş ya lan. hahahah senin ben ağzını burnunu kırayım eğ mi? arkadaş bu kadar özenti adam olmaz ya... savaş tek bir mekana taşınıp, kuzgunum prensim matrim cauthon komutayı devraldıktan sonra bu it*e giren ashandarei olacak dedim ama al'lan'ın kılıcına kısmetmiş. yakışır ama taçsız kralıma... bu zevki matrim'den başka sadece al'lan mandragoran'la yaşardım zaten.

    onlar mellinor'da depişedursun, gelelim shayol ghul'a... ya arkadaş matrim bu kadını* sırf shayol ghul mağarasında -sarkıt mıdır dikit midir bilmem- ona sarılıp kalsın diye mi kurtardı ya? bunun için mi tilki gözlerinden birini verdi? böyle büyük kurtarma işlemine girildikten sonra moiraine'in bu kadar pasif kalması gerçekten hayal kırıklığına uğrattı beni.
    ayrıca nynaeve gibi güçlü bir aes sedai'nin de bu sahneye bağlanmasını kaldıramadım. gerçi o durağan atmosferde bile yardım edecek birini buldu kadınım ama ben daha aktif olacağını düşünmüştüm. bir hayal kırıklığı daha...

    çok fazla mı sızlandık? biraz da övelim...

    egwene'in azmini her ne kadar takdir etsem de kendisini sevmediğimi düşünürdüm lakin ki öyle değilmiş... "arkadaş m'hael'le karşılaşmasında ne yaptı o öyle ya?" egwene, son kitapta beklentilerimin üstüne çıkan tek karakter oldu, ki başta bahsettiğim ters köşe de bu karakter sayesinde gerçekleşti. öleceğine ihtimal vermiyordum lakin öldü üstelik çok da epik öldü arkadaş ya. (buralar hep gözyaşı)

    ayrıca matrim'in daha önceki kitaplardan birinde geçen walking dead köyütarmon gai'don'da kullanması da aklını seveyim robert jordan* dedirtmiştir.

    yine sızlanmaya geçecem izninizle ama ne yapayım? matrim deyince aklıma padan fain geldi doğal olarak. bu adam dark one'a kafa tutacak karakterken, çok basit ölmedi mi ha dostlar? ben rand - dark one karşılaşması kadar büyük (gerçi o da sırf irade işi oldu ya neyse) bir karşılaşma bekliyordum. adama hançeri soktu bitti ya lan! bu muydu yani? koskoca mordeth böyle mi yitecekti?

    kendisi hakkında yüksek beklentilerim olan bir diğer karakter; logain de bekleneni verememiştir. ayrıca bağ kurduğu aes sedai'sinin mühür muhabbeti de türk filmi kıvamındaydı.

    "logain'im, yiğidim, kır bütün mühürleri... mühürkıran'ım, çatalkaram, çingenem."

    yuh. ne yazdım be.

    en son şunu diyip bitireyim...

    elayne, aviendha ve min üçlüsüne ağır uyuz oldum. kadınım, nynaeve, orada rand ölmüş diye ağlarken bu gerizekalılar bir şey söylemedi ya... öykünün içine girebileceğim bir ter'angreal'e sahip olup, dahil olduktan sonra üçünü de tokatlayasım geldi ya lan. lanet karılar. bir de bunlar rand için ölüp bitiyorlardı. hadi elayne ve aviendha'yı bir derece anlıyorum da min? bu karı rand'sız yapamayacağını her daim dile getirmiyor muydu? noldu şimdi? rand, redkid misali yalnız kovkoy tribinde bindi ata gitti bu kezbanlar da hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. vay arkadaş.

    ayrıca hakikaten o rand'daki tripler ne öyle ya. ahahaha. lews therin'le olan bağını kopardılar yine gerizekalı oldu işte.

    --- spoiler ---
  • en son ilyada'da bu kadar savaş tasvirine maruz kalmıştım. o trolloc'un ensesine mızrağını saplıyor, şu karnını deşiyor, şu az farkla kaçırıyor vs. vs. bir yerden sonra romandan ziyade yanlışlıkla bize çizgi romanın kare tasvirlerini roman diye kakaladıklarından şüphelenmeye başladım.

    yirmi küsür senelik, rahmetli jordan'ın ömrünün vefa etmediği ve yeni yazarın* şaşırtıcı olarak iyi bir şekilde kotardığı -jordan'ın kötü özellikleri dahi- serinin son kitabını da okuyup bu defteri de kapattım. bir daha uzun süre üçlemeden daha büyük bir işe girişmeyi düşünmüyorum.

    elbette ki olay örgüsünün içinde pek çok olay güme gitmiş, az işlenmiş veya kötü kotarılmış ama yazar onları da bu detayda işliyor olsaydı bir üç kitap daha okurduk.

    sonuç olarak dünya fantastik edebiyatının önemli eserlerinden birinin sonuç kitabıdır. bu kitabı da bundan öncekiler gibi severek okudum. dördüncü çağ bütün halklara hayırlı uğurlu olsun.*

    not: kötü özellik demişim bir örnek vereyim. yazar(lar) saidar'ı veya saidin'i tutmanın ne kadar hoş olduğu, bırakmanın ne kadar boş olduğu konusundaki kopi-peyst tadındaki vecizelerde 50% kesintiye gitseydi bir kitap az okuyup hiç de bir olaydan eksik kalmazdık.
  • seriye yakisir bir son sunan kitap.

    brandon sanderson'in daha onceki islerini bilmedigimden dolayi, kendisi seriyi devam ettirecek yazar olarak aciklandiginda supheyle bakmistim ancak gathering storm ve towers of midnight'in kalitesinden sonra son kitabin da iyi olacagini biliyordum. olay akisi zaten robert jordan tarafindan olusturulmustu ve brandon sanderson bunu genisleterek yaziya dokuyordu bilindigi uzere. bu kitapta sanderson robert jordan'in yazim stilini bire bir taklit etmeye calismayi da birakmis ve serinin geri kalanindan farkli olsa da seri okuyucularini rahatsiz etmeyecek bir ozgunlukle, akici bir sekilde, 13 kitaptir adim adim yaklastigimiz tarmon gai'don'u 900 kusur sayfa boyunca hic can sikmadan anlatarak seriyi sonlandirmis.

    2003 yilindan beri takip ettigim bu serinin bitmesi ister istemez bir burukluk ve bosluk duygusu yaratiyor. ancak serinin kendine yakisir bir sona ulastirilmis olmasi (seri boyunca olan binbir turlu olayin hepsi oyle yada boyle sonuca baglaniyor) sevinc ve doygunluk veriyor.

    umarim mayis'ta kavusacagimiz riftwar cycle'in kapanis kitabi da bu kadar iyi olur.
  • --- spoiler ---

    padan fain'e hala kilim, unique to this age dedi robert jordan bence son savasta cok daha muhim bir rolu vardi ama kendi yazamadigi icin goremedik. brandon buyuk is becerdi kendisine ait olmayan bir seriyi ki, tarihin en kapsamli fantastik serisi diyebiliriz, tamamlayarak. ama robert jordan yazsa cok ama cok farkli degisik sekilde gelisebilirdi olaylar. biz zaten ilk kitabi okurken rand'in hapsedecegini asagi yukari biliyorduk geri, onemli olan nasil oldugu idi. padan fain ve moiraine'nin dilekleri kismina cidden kilim. (bir tanesi kocasinin thom olacagini ogrenmesi onu biliyoruz)
    --- spoiler ---
  • ne yazsam bilemiyorum bu kitap hakkında. yani aslında kötü bir kitap değildi, demek istediğim; kötü yazılmış bir kitap değildi ama 13 kitap ve yaklaşık 13000 sayfadan sonra gelince işte olmuyor; yetmiyor maalesef. şimdi brandon sanderson'ı suçlamanın bir alemi yok çünkü ne istendiyse kendisinden onu yaptı muhtemelen; harriet'ı da suçlamanın bir alemi yok, zira o da doğru olduğunu düşündüğü şeyi yaptı muhtemelen. sonuçta robert jordan'ın zamansız ölümünden başka üzülecek bir şey yok. kaldı ki kitabın sonu sanırım jordan'ın hayattayken düşündüğü şekilde oldu ve o da benim gözümde, jordan'ın hayal gücü düşünüldüğünde, ancak vasat seviyede. kesinlikle safe side'da kalmış ve beklendiği şekilde bitirilmiştir.

    --- spoiler olabilir ---

    neyse genel eleştirilerimin dışında asıl benim anlayamadığım başka bir şey var, ondan bahsetmek istiyorum. şimdi 13000 sayfa kitap okutuyorsun okuyucuya, 20 yıl bekletiyorsun, dile kolay, son kitap olarak da 930 sayfalık bir kitap yayınlıyorsun, ve sonra ana karakterlerin hayatlarının nasıl devam ettiğini anlatan 50 sayfalık bir bölüm yazmaktan kaçınıyor musun yani??? işte bunu anlamam mümkün değil. yukarıdakileri anlayabilirim, sonuçta hepsi subjektif yorumlar ve bana kötü gözüken noktalar başkalarına harika da gözükmüş olabilir ama okuyucuya en azından bu kadarını borçluydu bu kitap diye düşünüyorum.
  • okunması gereken serinin son kitabı.

    --- spoiler ---

    evet rand ve düellosu açısından basit bitmiş, bazı karakterler neredeyse es geçilmiş (özellikle padan fain karakterinden daha fazla şeyler bekliyordum, bu kadar basit olmamalıydı) olsa da, geriye kalan karakterler düşünüldüğünde olukça iyiydi. özellikle al'lan mandragoran (bi' kerede yazabildim) karakterinin tek başına at sürüşü, iki nehirlilerin ona desteği, mat ve rand dialoğu, egwene'in finali, olver'in coşması gayet güzeldi.

    --- spoiler ---
  • sınırlarının ve kendisinden beklentilerin farkında ama risksiz bir son kitap.

    --- spoiler ---
    bir büyük savaş sahnesi gibi, arkaplanı iyi kurulmuş bir warhammer seansı gibi bir kitap olmuş. hem iyi yanları hem kötü yanları buradan geliyor, bir de serinin tüm mühimmatını bir iki kitap önce tüketmiş olmasından. tüm anakarakterlerimiz çoktan (ta'veren olanlar anca son kitapta gerçi) gelişimlerini tamamladıklarından pek bir hareket alanları kalmamış. bir tür olarak romanı roman yapan birçok şeyden basit ve merkezi bir tanesi birden fazla katmanda bir şeyler anlatmak ise şayet, romanın romana benzediği kimi yerler (tam ve rand'in antrenman/yas tutmaları, rand ve mat'in tuon'un yanında atışmaları, rand'in demandred'i yanlış tehşis etmesi vs.) tüm gürültünün içinde biraz geride kalmış.
    listesindeki öykü açıklarını, aceleci de olsa, yeterince geliştirmese de, kurguya herhangi bir etkisi olmasa da, teker teker kapatmış branden sanderson.
    söyleyeceğini çoktan söylediği, altüst edeceği klişe/arketip her neyse onu çoktan altüst ettiği için de ortalama ve güvenli bir son çıkmış ortaya.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---
    insanların filmlere ağlamasını saçma bulurken ben bir kitaba ağladım. bana resmen ders verdi bu kitap.
    bence sonu gayet güzeldi. kehanetin gerçekleşmesi uygun bir sondu. savaş tasvirleri, mat ve demandred in dansı bana kalırsa harikaydı. resmen kareler gözüme geldi savaştan. egwene'in ölümüne üzüldüm. en eğlendiğim sahne ise mat'in arthur şahinkanadı'na "seanchanları biliyor musun?" diye sorduğunda arthur'un "ben.. aşinayım" demesiydi.

    ituralde öldü dendi mesela kitabın bi yerinde, sonra ortaya çıktı bilemedim. o aklıma takıldı.
    padan fain in bu kadar kolay yok olması ise bana kalırsa büyük hataydı.

    onun dışında kitabın bölümlerinin paragraf paragraf olması hoştu. olaydan kopmamamı sağladı.

    siuan-bryne düşüşü de en hüzünlüsüydü..

    sonuç olarak bence mat'i de büyük kumandanlar arasına alabilir miyiz?
    bence alabiliriz.

    --- spoiler ---

    bitti lan?!
hesabın var mı? giriş yap