• filmin finalinde yer alan münir özkul'un italyanca tiradı (büyük ihtimalle dini bir metin, kıyamet günü ile ilgili olabilir, ya da değil. filmi izlemediğim için emin olamıyorum):

    e subito*
    birden bire
    tutto divenne squallido *
    her şey pespayeleşti (bayağı, kötü)
    subito squallido
    birden bire, pespayeleşti
    subito
    birden bire
    era squallido
    pespayeleşmişti
    poiché passegirare sulla spiaggia
    kumsaldaki gezintiden bu yana
    non e piu come prima
    artık önceki gibi değil
    le mani si sono irrigidite nel loro disegno
    eller kendi şekillerinde taşlaşmış
    la luna e putrefatta
    ay çürümüş
    tutto é rimasto su una sola linea hanno ritirato
    kalan her şey bir tek çizginin üstüne çekilmiş
    tutti gli oggetti
    bütün nesneler
    lei, lei é rimasto
    o, o * kalmış
    lei sola, la paura che cresce e rimasta...
    sadece o, büyüyen (artan) korku kalmış...

    * subito çok farklı iki anlamı olan bir kelime.
    1. hemen şimdi, birden bire, doğrudan doğruya.
    2. zarara uğramış olmak, maruz kalmak.
    tiraddan önce kadının "birden bire" diye bağırması bu anlama gelebileceğini gösterse de burada kaybeden, ızdıraplı, bedbaht olma anlamını taşıması da muhtemel.

    http://www.youtube.com/watch?v=-gz5xkhujsk
  • 1950'ler kokan 1989 yapımı, ilk reha erdem filmi. ilk başta tekniğinin ve resimlerinin öykünün önüne geçtiğini düşünürken, film ilerledikçe öykü ile beraber bir uyum içinde olduklarını gördüm. ingmar bergman'ın filmleri gibi sinemayı tiyatroya yakınlaştırıyor. özellikle bazı kareleri ile bergman filmlerini hatırlattı.

    alice'in bilindik hikayesinin bomboş eski bir evin içerisinde geçen, hüzünlü ve karamsar versiyonu. gene de "aa bak!" dedirtiyor ve annesini gördüğü sahneler ile yüzümüze bir ışık süzmesi iniyor...

    dili kuş dili. rengi siyah beyaz. görmeyi bilmek üzerine... "gör sadece gör. rüyada gördüğün kuşlar bu kuşlara benzemez, onlar başka konuşur." diyerek yönetmen, hem sinemasal hem de düşsel gerçekliğe dair kendi bakış açısını veriyor.
  • tuhaf film...
    hani film değil de sanki görüntü eşliğinde okunan bir metin...
    diyaloglar aslında monolog...
    birbirini duymayan insanlar, insanları duyan bir ev...
    hepsini duyan bir yönetmen...
  • yekta'nın sürekli okuduğu, durumuyla pek de ironik kaçan şiir william blake 'in songs of experience kitabından infant sorrow'dur.

    my mother groaned, my father wept,
    into the dangerous world i leapt;
    helpless, naked, piping loud,
    like a fiend hid in a cloud.

    struggling in my father's hands,
    striving against my swaddling bands,
    bound and weary, i thought best
    to sulk upon my mother's breast.
  • bir siyah beyaz reha erdem filmi. yönetmen filmin siyah beyaz oluşunun, filmin getirdiği estetik gerekliliği dışında, zamanında sevdiği, etkilendiği filmlerin siyah beyaz oluşundan kaynaklandığını söylüyor.

    açık edip cansever, william blake ve marguerite duras göndermeleri dışında, aslında ahmet hamdi tanpınar ve sevim burak etkisi daha fazladır. filmdeki saat ve zamanla ilişki tanpınar'ı, hikayenin delilik sınırındaki ruhu, olaylar arasındaki kopukluğu, gidiş gelişleri burak hikayelerini anımsatıyor. film zaten bütünün de bir sevim burak hikaye örgüsünde ilerliyor gibi.
    sevim burak'ın küçük yaşta ıslak mayosu yüzünden hayatı boyu süren bi hastalığa mahkum olması, dedesinin kaptan olması gibi nedenlerden kişisel bir ilişkisi vardır denizle ve hikayelerinde bu ilişkinin etkileri direkt olarak görülür. yekta'nın da buna benzer hastalıklı ve korkulu bir ilişkisi vardır denizle. bunun dışında film, bir sahnesinde açıkça burak'ın yanık saraylar kitabındaki ay ya rab yehova öyküsüne bir göndermede bulunuyor. halası yekta'ya büyük babasının iğne korkusundan bahsediyor. büyük babasının içine giren bir iğnenin dolaşıp kendisini öldürmesinden korktuğunu ve sürekli "bilal gibi öleceğim, bilal gibi" dediğini söylüyor. filmde bulunmayan bilal aslında ay rab yehova'nın karakteri bilal'dir ve hikaye boyunca içinde bir iğneyle yaşadığını ve bu yüzden öleceğini düşünür. bu korkuda aslında sevim burak'ın terzilik zamanlarından kalma iğne korkusundan kaynaklanır.

    filmdeki tanpınar, sevim burak ve -bana göre- antonioni havası filmi çok özel bir atmosfere taşıyor. en sevdiğim reha erdem filmi.
  • gördüğün her şeyi gösterebiliyor musun? rüyalarını gösterebiliyor musun? fotığrafını çekebiliyor musun? ışığın yetiyor mu? netliğini ayarlayabiliyor musun? gördüğün her şeyi gösterebiliyor musun???..........

    --------------------------------------------------------------------

    rüyanda gördüğün kuşlar, rüyanda gördüğün kuşlardır.. onlar burada gördüğün kuşlara benzemezler. onlar aynı dili bile konuşmazlar!!

    --------------------------------------------------------------------

    kaç çeşit delilik vardır dedirten, uzun bir yolu bir solukta yürütüp bir türlü içinin dışına itmeyen film.. öyle ki, "halam annemi neden bu kadar çok sevdiğimi soruyor, onu hiç görmedin ki diyor." cümlesi bile, annesi tarafından en az bir kere* terk edilmiş her çocuk için, filmden burkulmuş bir hissiyatla çıkmayı garantiliyor..
  • 1989'da nantes three continents festival'dan silver montgolfiere ödülünü alan reha erdem filmidir. dahası, insana görmeyi öğreten reha erdem düşüdür. oysaki rüyalar sadece rüyadır!

    ayrıca filmin finalindeki italyanca kısmın türkçe doğru çevirisi şöyleymiş:

    sonra her şey birdenbire çirkin,

    birdenbire çirkin,

    birdenbire

    çirkindi

    bozuldu bir akşamüstü kıyılara çıkmak çünkü

    eller bir soğuk el resmine girip dondular.

    ay çürüdü

    her şey bir hizada kaldı,

    bütün eşyaları kaldırdılar

    o kaldı

    bir o kaldı: gelişen korku.

    (edip cansever/tragedyalar v-v)
  • çok sıkılacağınızı düşünseniz de, birkaç ay önce aldığınız o dvd'yi raftan alıp izlerken sıkılmazsınız. daha film başlamadan kulağınıza gelen vivaldi tebessüm ettirir. bazı sahneleri fazla uzundur ama çok azı.

    --- spoiler ---

    yekta manastırın kenarında kendini aşağı attıktan hemen sonra gelen karedeki martıyı yekta zannettim; yekta aşağı düşüyormuş gibiydi, 1-2 sn. sürdü yakalamam. belki de siyah beyaz olmasından filmin.
    çok hoşuma giden bir geçişti...

    --- spoiler ---

    aslında fragmanında çok güzel anlatıyor: a ay; bir resim, a ay; bir şiir. a ay; bir film...
  • nedense bana hep senaryosunu edip cansever yazmış da, bu dünyadan çekip gitmeden sımsıkı bir zarfa koyup " ben reha bey nasılım'a " teslim etmiş gibi gelen mükemmel bir nehir film...kapkara bir nehir...
  • basrollerinde yesim tozan, gulsen tuncer ve nurinisa yildirim oynamaktadir.. cosmos yani kilisenin ucmus bekcisini de munir ozkul oynamaktadir ki, ozkul'a olan hayranlik sadece bu filmle bile doruga cikabilir.. filmin sonunda ispanyolca bir repligi vardir ki film bitiminde butun seyircilerin agzi acik haldedir.. filmde john donne, william blake ve edip cansever siirleri, vivaldi muzikleri vardir.. yekta'nin bir ucurumun kenarinda durmus, kollarini acmis, yuzu ufka donuk hali ise zihinden silinmeyecek bir sahnedir.. filmin senaryosu nisan yayinlarinca 1990'da basilmistir..
hesabın var mı? giriş yap