• "yitirmek" diye bir şey yoktur dostum;
    her şeyin zaten ödünç verildiği
    ve ödünç aldığımız zamanı geçirdiğimiz
    dünyada yitirmek diye bir şey yoktur.
    hayatını da yitirmezsin,merak etme;
    o'unu zaten sana ait olmadığını,
    sadece ödünç aldığın bir
    komşu eşyasına benzer bir şey olduğunu anladığında
    her şey farklı görünecek sana.

    ölüm,komşunun eşyasına artık gereksinimin kalmadığı için
    o'nu geri vermen de olabilir,
    tam o eşyayı güzel güzel kullanırken
    densiz komşunun gelip geri istemesi de..

    (erkan aktaş)
  • "i deduce that each mourner of a beloved is buried in thoughts of his uniquness."*:

    şu sonuca varıyorum ki bir sevdiğinin yitimini acıyla anan [yasını tutan], onun biricikliğinin düşüncelerine gömülmüştür.
    [his own demiyor ancak, "onun" yerine "kendi" okuyarak başka, belki de kastettiği ve lord'un daha önceden bahsetmişliği bulunan o, anlam çıkabilir...]
  • ''– seni yitirmek istemem. senin benim olmanı bu yüzden istemeyorum.
    aptaldır bu.
    – beni yitirmeni istemem. senin olmak istemeyorum bu yüzden.
    bu aptal bile değil.''

    özdemir asaf
    yuvarlağın köşeleri
  • bulabilmek için gerekli olan felsefe taşı.
  • yazılışı, okunuşu ve anlamı yitmekle çok yakın olan duygu. yitirmek yitmeği doğuruyor. yitmek yitireni öldürüyor.
  • kaybetmekle eşanlamlıdır denir ama bence değildir. aralarında bir nüans farkı vardır bu ikisinin. örneğin annem yitirmek kelimesini genelde kullanmaz. kaybetmek'i tercih eder. ama mesela bizi* gardrobun çekmecelerinden birini gizlice karıştırırken yakaladığında o yakalama anındaki anne sinirini anlatmak için "neyini yitirdin?" der, sert ve aslında soru sormayan bir tonlamayla. buraya kaybetmek uymaz çünkü. neden uymadığını tam anlatamıyorum ama uymaz işte! ihtimal ve olasılık arasında da böyle anlatılması zor bir fark vardır.
  • kaybettiğini artık bulamayacağını bilerek yaşamak hali.
  • ***
    tanrıyı yitirmenin en kötü yanı;
    inancınız suya düştüğünde,
    isyan edecek kimsenin kalmamış olması!..
    ***
  • bazı şeylerin değerini anlamaya yarayan eylem. kimse elindeki bir şeyin değerini yitirene kadar bilememiştir.

    kimse bir yakını ölene kadar ona hakettiği değeri verememiştir gibi çok acı bir örnekten kimse cebindeki çakmağı kaybedene kadar değerini bilememiştir gibi basit bir örneğe çeşitlendirilebilir... yitirilmesi çok acı olan duygulardan, geçici bir rahatsızlık hissettiren şeylere kadar geniş bir yelpaze açılabilir.

    aşk, sevgi, özgürlük, mazumiyet, barış, anne, baba, kardeş, karı/koca, arkadaş... kim ne kadar iddia ederse etsin hiç bir şekilde bu kavramlara/kişilere istediği ya da hakettiği değeri verememiştir. bunu anladığı an ise onları yitirdiğini anladığı andır.

    bazı şeyleri yitirmek ise değerini anlamaya yetmez. yitirdiğini anlamak gerekir. yitirme korkusuyla da bunları anlayamazsınız.

    insanın içinde her zaman sevdiği insanı yitirme korkusu vardır ancak bu değerini bilmesini sağlamaz. yitirmesi bile sağlamaz. yitirdiğini anladığı an ise değerini tam olarak anlar.

    tuhaf bir şey aslında yitirmek, kaybetmek... neden diye düşünüldüğünde kimin ne cevap vereceğini de bilemiyorsunuz. neden yitirince bu kadar üzüldün diye sorsanız birisine cevap verebileceğini sanmıyorum. alışkanlıkların kaybolması mı? kazanılan değerlerin yerini dolduracak bir şey bulunamayacak olması mı insanı bir şeyi yitirdiğini anladığı an üzen.

    paketten çıkarttığınız sigara yakmak için kotunuzdaki 5 cebi aradıktan sonra varsa gömlek cebinize bakıp çantada da çakmak bulamayıp nerede olduğunu bilmediğinizde sigarayı nasıl yakacağınızı düşünmeye başlarsınız ama o çakmak özel bir günde değer verdiğiniz birisinin hediye ettiği bir çakmaksa sigarayı unutur çakmağı nasıl bulacağınızı düşünmeye başlarsınız. demek ki bir şeyin manevi değeri arttıkça değeri de artıyor.

    asıl sorun size o çakmağı hediye eden arkadaşı yitirdiğinizde nasıl bir tepki vereceğinizi düşündüğünüzde başlıyor. ailesini arayıp başsağlığı diliyorsunuz, cenazesine gidiyorsunuz diyelim. buraya kadar çok bir şey anlamamış olabilirsiniz. ancak o çakmakla bir sigara yaktığınızda arkadaşınızı yitirdiğinizi anlarsınız ve ondan sonra onu aramaya başlar gözleriniz. beraber oturup geyik yaptığınız kafeler, beraber paylaştığınız sırlar. kaybedilen çakmaksa bulması ya da yerinin doldurulması mümkün oluyor o yüzden üzüntünün üstünden gelinebiliyor ya da unutulabiliyor. ancak kaybedilen değer sadece manevi bir değerse, yani arkadaşlık, sevgi, aşk ise yerini nasıl doldurabilirsiniz. ya da o duyguları unutmak ne kadar zaman alır.

    sevdiğiniz insanı yüksek bir yerden düşmek üzere görmek yüreğinizi ağzınıza getirebilir ancak etkisi çok uzun sürmez, sevdiğiniz insan ordan düşer ancak çok kötü bir şey olmazsa yine çok korkarsınız, onu önemsediğinizi anlarsınız, sevdiğiniz ordan düşer ve sakat kalırsa acınız çok daha fazla artar ve beraber yaptığınız şeyleri yapamadığınızda, onu ne kadar çok sevdiğinizi farkedersiniz, sevdiğiniz ordan düşer ve ölürse bir süre hiç bir şey anlayamazsınız çünkü acınız o kadar büyüktür ki anlamak, kabul etmek istemezsiniz ancak onu yitirdiğinizi anladığınızda anlarsınız ona aslında hiç bir zaman hakettiği değeri veremediğinizi anlarsınız. hayatta olsaydı diye başlayan cümleler gelir önce pişmanlıkla karışık üzüntüler... sonrasında zamanında yapıp üzülmesine neden olduğunuz şeyleri geri almak istersiniz ama üzülmekten başka yapacak bir şey yoktur elinizde... en son beraber geçirdiğiniz güzel şeyleri hatırlar avunursunuz hatıralarla, gezdiğiniz yerlerde ettiğiniz kavgalar bile gülümsetirken gözünüzden bir kaç damla yaş getirir. "ne kadar küçük şeyleri dert ediyormuşuz" diye geçer aklınızdan. sonrası hep bu hatıralarla kalır.

    keşke der yitirdiklerinizin arkasından kordon kenarına oturur bir sigara çıkarırsınız paketten düşüncelerle. her zaman sağ cebinizde olan çakmağı çıkarır yakarsınız sigarayı uzaklara dalmışken. çakmağı cebinize geri koyarken gözünüz çakmağa takılır gülümsesiniz ve iki damla yaş süzülür gözlerinizden...
hesabın var mı? giriş yap