*

  • bir yevtuşenko romanı.

    bundan 20 sene kadar önce lise 1. sınıf öğrencisiyken hayatımda ilk defa bir roman okumuştum: yüzüklerin efendisi. türe ve hayalgücüne öylesine vurulmuştum ki elime geçeni okuyor okula yürüyerek gidip geliyor ve kalan paramı biriktirip o dönem revaçta olan korsan kitap satın alıyordum. 3 çocuklu bir memur ailesinin ferdi olarak roman almaya pek parası olmazdı babamın.
    aynı dönemde ev kızı olan kuzenim de tanımadığımız bir adamla kaçmış ve evlenmişti. enişte küçük kara kuru ve zayıf bir adamdı. uyuz mu uyuz ve her konuda muhalif olarak yaratılmış bu adamla inandığı konuların tersini savunma pahasına bile tartışabilirdiniz. her konuyu büyük büyük kelimelerle tartışırdı alevlenir ve yükselirdi. hobisi ağız kavgası şeklinde tartışmaktı muhteşem bir haz alıyordu bu işten. tartışmanın en alevli yerinde uzun malborosunu yakar ve dumanı üstünüze üfleyerek tartışmaya devam ederdi.
    enişte mobilya ustası allah vergisi yetenekli bir adamdı. adananın köyünden çıkmış bu adam hasbelkader bir mobilya ustasının yanına çırak olarak verilmiş ve ailesinin onun için verdiği en doğru karar bu olmuştu. projeler yapar, tasarlar ve muazzam işler çıkarırdı. tüm uyuzluğuna ve sinir bozucu karakterine rağmen yardımsever bir insandı ama hiç bunun lafını etmezdi. evimizdeki çalışma masasından benim ve kardeşlerimin elbise dolabına yemek masasından televizyon masasına kadar yaptığı işten kalan malzemelerden yapmış ve hiç para da almamıştı. tartışma istiyordu sadece, sevdiği insanlarla alabildiğine çatlarcasına tartışmak yükselmek istiyordu. babam ve ben de ona bunu veriyorduk.
    benim bu kitap hastalığımı sessizce izleyen enişte bir gün elinde kırmızı ciltli çok eski kitaplarla geldi ve bana verdi : "al bak bakalım beğenecek misin"
    -nereden geldi abi bunlar ?
    -adana fen lisesinin kitaplığını yenileme işi vardı oradan çarptım.
    -abi başımıza iş açılmasın ?
    -yok lan atacaklardı zaten ama sen aklıma geldin.

    o kitaplardan bir tanesi, kırmızı ciltli eski bir kitaptı ve adı yaban yemişleriydi. en sevdiğim de o olmuştu. sıradan bir maden arama ekibinin başından geçenler ve maceraları çok keskin ve güçlü bir kalemle aktarılırken kitabın sonu gerçekten çok vurucuydu. klasik bir rus romanı gibi ilerleyen kitap sonunda bilimkurguya yumuşakça geçiyor ve öylece bitiyordu. okuduğum diğer kitaplar aklımda bile değilken bu kitabın sonunu özellikle hatırlıyorum.
    olayların geçtiği sibirya’nın şelaputinki köyü ve çevresine kassiterit (elmas) bulmak için gelen jeologlar ve sibirya halkından pek çok kişi yer alır. farklı yaşam anlayışı ve yaşam şartlarına sahip bu kişiler,sibirya coğrafyasında farklı yerlerde karşılaşır, farklı gelişmeler sonucunda bir araya gelirler ve daha sonra vedalaşarak ayrılırlar. ancak ayrılırken kitap bambaşka ütopik bir şekilde sona erer.
    güzel ve etkileyici bir kitaptı. zamanımızın hızlı ilerleyen kurguları gibi değil ağır bir tempoda tadını çıkararak ilerler. bu tarzı sevenlerin bu kitabı da seveceğini düşünüyorum.
hesabın var mı? giriş yap