• saroz körfezi'nde bir tatil beldesi. özellikle 80'lerde çok popüler bir yerdi ve trakyalı olup da vakıflar'ın manyak güzel denizinde kulaçlamamış biri yoktur kanımca. dsi'nin kampı vardır ortada ve bu kampın iki tarafında uzunköprülüler ve keşanlılar iki ayrı güruh olarak tatil yaparlar, birbirlerinin kızlarına asılıp olay çıkarırlardı. ayrıca vakıflar kampının bir diğer özelliği de, sözlüğün güzide yazarlarından honur knowledge'ın da ilk gençlik heyecanlarını yaşadığı yer olmasıdır. ki bu heyecanlar arasında ilk içkisini içip yakamoz seyretmek, dsi kampının diskosunda platonik aşık olmak, ilk defa basket topunu ellemek ve trakya'nın sanat güneşi adnan'la ilk münasebet sayılabilir. (son iki heyecanı birbirinden ayırmak zor).
    (bkz: trakya nın sanat güneşi adnan)
  • geniş kumsalı, güzel denizi ve dsi kampıyla ünlü olduğu gibi vakıfköylü elektrikçi kadir abi'nin çay bahçesinden bozma kır gazinosunda her yıl sahne alan adnan'ıyla da ünlüydü bu tatil beldesi. uzunköprülülerin ve keşanlıların sınırında stratejik bir yerde sahneye çıkar, her iki taraftan da seyirci toplardı. ben dikakana bey'le bellerine masa örtüsü bağlayıp karşılıklı göbek atışlarını hatırlıyorum mesela.
    keşanlı olup da "adnan kurban olsun sana" dinlememiş biri de yoktur kanımca.
  • dsi kampı dışında tüm diğer yazlıkların yıkıldığı veya mühürlendiği, şu an eski beyrut'u andıran, bir zamanların civcivli yazlık mekanı.
  • efendim, orman arazisi içinde oldugu iddiasi ile üç sene, kurtlar kuslar ve bilimum hasarat disinda kimsenin giremedigi, çocukluga dair tüm anilarin fonunu olusturan bir yer burasi. çok sükür, geçen sene tekrar girebildi insanlar. evler onarildi, çürümüs esyalar atildi, yilanlarla mücadele için gençlerden bir tim bile olusturuldu. eski nesesi yoktu sanki, konuya biraz da duygusallikla yaklasip, mühürleri söküp atan yazlikçilar, üç sene boyunca haklarinda açilan davalarla bogustular, sogudular biraz.

    bahsettigimiz yer enez ilçesi sinirlari dahilinde, adini aldigi vakif köyünün hemen bitisiginde, 15 dakikalik yürüme mesafesinde. dsi'nin sirin dinlenme kampi, kesanlilar tarafi ile uzunköprülüler tarafi arasinda siniri olusturuyor. yanlis anlasilmasin, arada bir husumet yok. essiz güzellikteki deniz ve kumsaldan birlikte yararlaniyor yöre halki. saros'un el degmemis kösesi, henüz kirlilik namina bir emare yok burada. bulutsuz havalarda tam karsidaki semadirek adasi* bir iki kulaçlik mesafeye geliyor sanki. yine de oraya yüzmek mantikli degil, sahintepesi'ne çikip, adayi ayaklar altina alip, ona tepeden bakmak daha cazip gözüküyor.

    realiteye geri dönelim. kesanlilar tarafi dedigimiz yer artik yok, belediye tarafindan yikildi. uzunköprülüler uzun bir hukuki mücadeleden sonra evlerine geri dönebildiler. devletin bölgedeki gözü kulagi, dsi kampi ise araliksiz hizmete devam ediyor. köylüler yazlikçilari pek sevmiyor, sahil bizimdir diyorlar. ama akilda kalanlar bunlar degil; dedeyle geçirilen zaman, köye yapilan bisiklet gezileri, her gece tüm ahalinin toplandigi çay bahçesi, efemine sanat günesleri, kampa gelen çocuklarla yapilan basketbol maçlari, iskeleden sekilli atlayip kizlari etkileme tesebbüsleri ve ilk sevgili, evet, utana sikila da olsa ilk öpücük. çocuklugun bu masumiyeti korunamiyor, arada sirada hatirlaniyor sadece.
  • orada da çay bahçesi - piyanist şantör işbirliği tarihe karıştı. uzunköprülü genç girişimciler geveze isimli bir bar açtilar, g&z diye yazılıyor, cin yani. tam devlet su işleri kampının bitişiğinde, çok ses oluyor diye şikayet geliyor arada, jandarma da sürekli tepelerinde. bir hareketlenme var, ama o eski neşesi yok sahilin.
  • "türk-islâm kültürü, asırlarca islâm dünyasına bunun da ötesinde insanlığa birçok değer bırakmış ve bırakmaya da devam etmektedir. bu değerler etrafında, fertler benliklerinden sıyrılarak insanlığa katkıda bulunma iştiyakıyla gayret etmiş, toplum yararına dev eserler ve müesseseler vücûda getirmişlerdir. bu kurumların sağlıklı bir şekilde hayatiyetlerini devam ettirebilmeleri için, onlara "vakıf" kavramı etrafında hukukî bir kimlik kazandırılmıştır. vakıf kelimesinin sözlük mânâsı, "hapsetme", "hareketten alıkoyma"dır. terim mânâsı ise bir malı alınıp satılmaktan ebediyen alıkoyarak allah yoluna sarfetme, allah'ın kullarının yararına tasadduk etmektir. vakfeden kimseye de "vâkıf" denir.1

    yardımlaşma ve dayanışma anlayışı, geçmişten günümüze milletimizin içtimâî bünyesinin vazgeçilmez bir unsurudur.2 bu anlayış, liderlerden başlamak üzere toplumun bütün katmanlarına sirâyet etmiştir. zîrâ, türklerin ilk yazılı kaynağı göktürk kitabeleri'nde hakanlar, kendilerini ifade ederken, mesûliyet şuuruyla açları doyurduklarını, yoksulları giydirdiklerini ve fakirlerin ihtiyaçlarını karşıladıklarını anlatmaktadırlar.3

    türk-islâm dünyasında kurumsal mânâda selçuklularla başlayıp osmanlı ile zirveye çıkan vakıf hizmetlerinin temelinde kur'ân-ı kerîm ve sünnet olduğu da muhakkaktır.4 bunu vakıfların tüzüğü hükmündeki vakfiyelerde5 açıkça müşâhede etmekteyiz. vakfiyelerinde vâkıflar, eserlerini oluşturma gerekçelerinden bahsederken şu âyetlere atıfta bulunmaktadırlar: "o gün ki ne mal fayda verir ne de evlâtlar." (şuara, 26/88), "kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler." (bakara, 2/3) "kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, allah katında onu bulursunuz." (bakara, 2/110), "yerin üstünde olan herkes fânidir." (rahman, 55/26), "sizin yanınızdaki tükenir, allah katında olan ise kalıcıdır." (nahl, 16/96) ve "allah'ın mescitlerini yalnızca allah'a ve ahiret gününe iman edenler imar edebilir." (tevbe, 9/8).

    ayrıca, vâkıfların peygamberimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu hadîslerini kendilerine referans aldıkları görülmektedir: "kim allah için bir mescit inşâ ederse, allah da onun için cennet'te bir ev inşâ eder." (müslim, mesâcid, 24; buhârî, salât, 65) "insan öldüğü zaman şu üç şey hâriç ameli kesilir: bunlar; sadaka-i câriye, insanların faydasına olan ilmî eser, dua eden sâlih bir evlât ." (müslim, vasiyet, 14; ebû dâvut, vesâyâ, 14). "dünya ahiretin tarlasıdır." (keşfü'l-hafa, c.i, s.368).

    bunlarla birlikte vakfiyelerde vâkıfların, daha birçok âyeti ve hadîsi kendilerine rehber edinerek bu eserleri inşâ ettikleri görülmektedir.

    vakıflar, milletimizin seciyesinin ve hayırseverliğinin bir terennümüdür. bu hakîkat, şeyh edebâli'nin osman gazi'ye verdiği öğütte "insanı yaşat ki devlet yaşasın."6 cümlesinde veciz bir şekilde ifâdesini bulmuştur. sadece devlet erkânı ve zenginler değil, çok az mala sahip olanlar bile çağın şartlarına ve gereklerine göre çeşitli mâhiyette vakıflar vücûda getirmişlerdir. vakıflar; eğitim, sağlık, bayındırlık, savunma, sosyal ve daha pek çok alanda hizmetlerde bulunmuşlardır.

    şimdi birkaç örnekten hareketle konuyu açıklamaya çalışalım. peygamberimiz'in medine mescidi bünyesinde oluşturduğu eğitimi kendilerine model alan ecdadımız, yaptıkları câminin yanına mutlaka bir medrese inşâ etmişler7 veya cami içerisinde bu eğitimin devam etmesini sağlamışlardır. medreseleri bugünkü mânâda bir yerleşke şeklinde yaparak, öğrencilerin kalacakları yerleri, uygulama alanlarını, temizlik ihtiyaçlarını giderebilecekleri hamamları eğitim yuvalarının etrafında inşâ etmişlerdir.8 söz konusu kurumlarda, insanı merkeze alan hizmet anlayışının ayırt edici alâmetlerinden birisi de, buralarda görev alacak kişilerin şahsiyet özelliklerine hâssaten dikkat edilmiş olmasıdır. nitekim, muallimlerin büyük bir titizlik içerisinde devrin ehil kimselerinden seçilme şartı vakfiyelerde belirtilmektedir. bu da, bize, bugün yeni yeni telâffuz edilen "toplam kalite yönetimi"nin ecdâdımız tarafından o günlerde uygulandığını göstermektedir.

    öte yandan osmanlı'nın yükseliş döneminde medreselerde, dînî ilimlerin yanında fennî ilimler de okutulmuştur. sahn-ı semân9 ve süleymaniye10 medreseleri bunun en güzel örneklerindendir. eğitime büyük önem veren osmanlılar, bunun vazgeçilmez bir unsuru olarak da büyük kütüphaneler inşâ etmişlerdir.

    "hayırda yarışınız." (mâide, 5/48) âyetini kendine kılavuz yapan bu millet, faydalı eser binâ etme arzusuyla âdetâ birbiriyle yarışmış; halka hizmet etmeyi hakk'a hizmet kabul etmiştir. vâkıflar, eğitim müesseselerinin yanında birçok imâret,11 şifahâne,12 sebil,13 çeşme yaptırmış ve vakfetmişlerdir. hasbîliklerinin ve hizmetlerinin karşılığını da sadece allah'tan beklemişler, muhtaçlara yardımı, onların en tabiî hakkı kabul edip vermişlerdir. 2. mahmud'un 1. abdülhamid için yaptırdığı eminönü-bahçekapı'daki hamidiye imâretinin kapısı üzerinde kur'ân-ı kerîm'de ebrârın ağzından aktarılan "biz size sırf allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür bile beklemiyoruz." (insan, 76/9) sözü bu civânmertliğin göstergesidir.

    "allah rızası için yaptığınız maddî yardımlarınızı açıkça verirseniz ne güzel! ama bu hayırlarınızı saklı tutar ve muhtaçlara ulaştırırsanız, bu sizin için daha hayırlı olur ve allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı affeder. allah, yaptığınız bütün şeylerden haberdardır." (bakara, 2/271) âyetinden ilham alınarak hayata geçirilen sadaka taşları ise bu toplum fertleri arasındaki yardımlaşmanın ne kadar nazik, zarif ve asilce yapıldığını bizlere göstermektedir.. herkes tarafından bilinen yerlere konulan taşlara zenginler parayı bırakır, ihtiyaç sahipleri de gece veya hiç kimsenin görmediği bir anda giderek, buradan ihtiyacı kadarını alır, fazlasına tenezzül etmez; durumu düzeldikten sonra da aldığını veya daha fazlasını kendisi gibi ihtiyaç sahiplerine, zor zamanlarında kullanması için bırakırdı.

    geçmişte vakıflar, bugün belediyelerin ve daha pek çok kurumun yapamadıkları veya yapmadıkları vazifeleri îfa ederek çok büyük bir boşluğu doldurmaktaydı. zikri geçen kurumların en güzel örneklerinden birisi hacı safvet bey'in 12 temmuz 1916'da şehit ailelerinin korunmasına yönelik tesis ettiği "dullar evi"dir. müessesenin kuruluşunda ihmal edilmeyen ilginç nokta, annelerin şefkatinden mahrum kalmamaları düşünülen şehit çocuklarının da burada kalmasının sağlanması ve eğitimlerinin sürdürülebilmesi için de sorumlu müdîre hanımın görevlendirilmiş olmasıdır.14

    ecdâdımız, bir yeri fethettiği zaman, savaş sebebiyle orada oluşan hasarı hemen gidermiş, bununla da yetinmeyerek halk için gerekli olan bütün müesseseleri, zaman geçirmeden, kurduğu vakıflar aracığıyla vücûda getirmiştir. burada dikkat çekilmesi gereken en önemli nokta imâr faaliyetlerinin tümünde, herhangi bir ırk, dil, din ayrımı yapılmamış olmasıdır. osmanlı'nın altı asır boyunca üç kıtada kalması ve fethedilen yerin halkı tarafından sevinçle karşılanmasının ve kabul görmesinin en büyük sebeplerinden biri de bu olsa gerektir. gün gelmiş osmanlı, balkanlardan ve ortadoğu'nun yönetiminden çekilmiş; ama geride dev hizmet müesseselerini bırakmıştır. yani şeklen oraları bırakmasına rağmen, eserleri ve ruhuyla hâlâ oralarda yaşamaya devam etmektedir. balkanlarda ve ortadoğu'daki osmanlı eserlerinin varlığı bu gerçeğin en açık kanıtıdır.

    eski yugoslavya'da, islâm birliği başkanlığı istatistiklerine göre; iç savaştan önce 6.941 adet eski eserden, 2.060 cami, 740 mescit, 1.210 mektep-medresenin faaliyet gösterdiği tespit edilmiştir. günümüzde vakıflar genel müdürlüğü kültür ve tescil dairesi başkanlığı arşivi'nde kabaca yapılan bir tasnife göre bulgaristan'da 407, romanya'da 260, yunanistan'da 854, bosna'da 162 civarında osmanlı zamanında kurulan vakıf bulunmaktadır. tabi ki bu sayı diğer arşiv ve kütüphânelerdeki vakfiye ve belgelerde dikkate alındığında artacaktır.

    vakıflar, asırlar boyunca türk-islâm medeniyetinin inşâ edici bir parçası olarak yaptıkları hizmet ve gördüğü fonksiyonlarla muhtemel sosyal patlamalara engel olmuş, paylaşma kültürü neticesinde zengin fakir uçurumunun oluşumunu engellemiş, böylece sosyal adaleti ve barışı gerçekleştirmiştir. diğer taraftan gelirlerin halkın yararına tekrar sunumu ile ekonominin gelişimine katkıda bulunmuştur. mevcut vakıf eserlerin devamı için vakfedenlerin dükkân, han, bedesten yaptırmaları ve gelir getirici başka unsurların fabrika gibi küçük işletmelerin işlerliğinin devamını sağlamaları, devlet bütçesi adına mâlî bir disiplin oluşturmuştur.

    milletimiz, geçmişte olduğu gibi idealize ettiği ahlâkî değerler istikâmetinde bugün de, anadolu topraklarından dünyanın dört bir tarafına yayılan emsâli görülmemiş bir yardım kervanı başlatmıştır. bir nevi anadolu'da kök salan ve beslenen iyilik ağacı cihânın her köşesine dal budak salmış, meyve vermiştir. başkalarının rahat ve huzur içerisinde yaşaması adına âdetâ kendini unutan fedâkâr anadolu insanının yardım elinin tsunami felâketiyle endonezya'ya ve malezya'ya, açlıkla mücadele eden afrika ülkelerine, savaşla her şeylerini kaybeden bosna-hersek, kosova, nahcıvan, filistin ve lübnan halkına, iftar çadırlarıyla da balkanlara, hattâ moskova'ya, new york'a kadar ulaştığı görülmektedir. pakistan depreminde, devlet başkanı pervez müşerrerif'in ifadeleriyle devletin yetişemediği en ücrâ yerlere kendilerinden önce digerkâm anadolu insanı ulaşmıştır. hele bir ilkokul talebesinin kendisi için hediye alınan bileziği pakistan'daki kardeşlerine göndermesi türk milletinin âlîcenaplığının taçlandırılmasıydı. nitekim o ülkenin devlet başkanı da bu çocuğumuzu devlet madalyası ile mükâfatlandırmıştı.

    komşularımızı ve okyanusları aşan bu yardımlarla sağlam dostluklar kuran bizler, yahya kemal'in ifadeleriyle kökü mâzide olan âtiyiz. bu meyânda geçmişte sahip olduğumuz değerlere yeniden sahip çıkmalı, onları çağın şartlarına göre bir kere daha şekillendirmeli ve bugün insanlığın en fazla ihtiyaç duyduğu alanlara cevap verebilecek, toplumumuza ve bunun da ötesinde, dünya insanlığına hayat üfleyecek, iksir olacak müesseseleri kurmalıyız ve yaşatmalıyız."

    (y.ü. oşm 2012)
  • aynı zamanda çorum'un mecitözü ilçesine bağlı bir köy.
  • saros'ta keşan'a 45-50 km uzaklıklıktaki küçücük tatil beldesi. bu yıl gitme imkanım oldu. iki tane tesis ve maksimum 50 civarı yazlık siteden oluşan ıssız ama şirin bir yer. öncelikle denizi mükemmel. hemen yanıbaşındaki marmara'ya nispet tek bir deniz anası yoktu. pislik desen hiç görmedim. istanbul'a sadece 3 saat uzaklıkta bu derece bir temizlik ve de sakinlik olduğunu tahmin etmek zordu benim için. eylül ayı başı olmasına rağmen istanbul'dan daha sıcaktı ve güney sahilleri kadar olmasa da yakıcı bir güneş vardı. ıssız olduğu için tesis beklentilerinizi çok yüksek tutmamanızda fayda var zira sadece iki tesis vardı dediğim gibi. bir tanesi dsi kampından bozma saros tatil köyü ve vakıf motel. zorlarsam 3 yıldız verebilirim. akşamları ise yapacak pek birşey yok hatta hiçbirşey yok. kısacası hafta sonu kaçamakları için uygun. uzun tatiller için pek tavsiye etmiyorum.
  • şimdiki nesiller bilmez, ama seksenli yıllarda, vakıflar vakıflarken, burada bir de ermeni kampı kurulurdu. iskanbul ve türkiye'de yaşayan ermeniler, aileleriyle birlikte buraya gelir, kampın bir bölümüne çadırlarını kurar ve tatil yaparlardı.
    bizim çadır kurduğumuz bölge de hemen yanlarında olduğu için, ermeni çocuklarla birlikte geçerdi yaz aylarımız.
    onlar, zaten bu ülkenin en çok baskı altında olan azınlığıydı, biz ise sırtımıza yeni inmiş 1/ eylül darbesinin mağduru solcu ailelerin çocuklarıydık.
    onlar ermeni azınlık olarak kamp kurarlardı, biz sosyalist azınlık.
    ama kimsenin onları rahatsız ettiğini hatırlamıyorum.
    zaten o zamanlar vakıflar'a tatile gelenlerin hemen hepsi trakyalı idi ve trakya insanı genelde kimseye olduğu bir şey için kötü davranmaz.
    ancak toplumlar arası ilişkiler çok içiçe de değildi.
    biz de onlar da ürkek ve ötekileştirilmiş azınlıklardık sonuçta, içe kapanık tavırlar normaldi.
    ama bu ermenilerle diğer kamp sakinleri arasında hiç bir interaksiyon olmadığ anlamına da gelmesin. örneğin sık sık ermeniler ve trakyalılar arasında futbol maçları yapılırdı.
    gayet de keyifli ve dostani maçlar olurdu bunlar. biz de 8-10 yaşlarındaydık o zamanlar, heyecanla takip ederdik maçları.
    dediğim gibi, çocuklar zaten hemen hemen bütün günü birlikte geçirirdik.
    genelde biz de maç yapardık.
    ben ilk amerikan futbolu topunu orada görmüştüm hayatımda.
    zira buraya abd'de yaşayan, hiç türkçe bilmeyen ermeni misafirler de gelirdi.
    20 yaşlarında abd irmenisi abilerin futbol sahasında amerikan futbolu oynamalarını izlerdik pk bir şey anlamadan.
    o zamanlar ingilzeceyi yeni yeni öğreniyordum.
    ama abd'le ermenilerle anlaşabilecek kadar değildi bildiklerim.
    yine aynı kampta bir yaz iran'daki islam devriminden kaçmış bir abi olduğunu hatırlıyorum, onla ingilizce konuşurdum mesele, amasermenilerle konuşmaya yetmezdi.
    istanbullu ermeni çocukları biraz kıskandıgımı hatırlıyorum.
    ama ermeni oldukları için değil, istanbullu ve zengin oldukları için.
    çünkü biz çıplak ayakla futbol oynarkin onların ayağında yabahncı spor ayakkabılar olurdu genelde.
    şimdi düşünüyorum da, o zamanlar biraz daha büyük olsam, ne çok şey konuşmak isterdim, ne çok şey sormak isterdim onlara.
    ama bir yandan da devir 12 eylül, bırak bir ermeni ile samimi muhabbet yapmayı, 40 yıllık komşusundan bile çekinir haldeydi insanlar.

    vakıflar'daki ermeni kampı, 3-5 sene sürekli kurulduktan sonra, bir yaz hiç kurulmadı.
    nedenini bilmiyorduk.
    ama daha sonra, sözde o kampataki ermenilerin, yunanistan üzerinden saroz körfezine deniz yoluyla gelen asala mensubu ermeni teröristleri sakladıklarıyla ilgili bir resmi açıklama yapıldığını hatırlıyorum.
    aa bunu yapan cunta idi. inandırıcı gelmedi hiçbir zaman.
  • çorlu'dan edirne'ye devlet yolundan giderken ulaş'tan sonra geçilen yerleşim yeri. önceleri çorlu'ya bağlı bir köyken, şimdi yeni kurulan ergene'ye bağlı bir mahalledir.
hesabın var mı? giriş yap