37 entry daha
  • uludere 1991-92'nin efsanevi kışı. (o zamana kadarki 50 yılın en sert, çığlı, felaketli kışı.) o zamanlar hem yerlisinde hem gelenlerde kürtlük ve kürtçe bilinci yeterince canlıydı, ama uludere'nin kürtçe özgün adı qilaban'ı öğrenmek için bu internet ve ekşi çağını bekleyecekmişim. uludere'de gündüzler her zaman kısacık, geceler yazın bile uzunmuş. çünkü iki şaklı derin bir vadide konuşlu, güneş dağlardan geç doğabiliyor, erkenden inip gidiyor. insanlar hem korkar, hem sıkılırdı. gece neyle geçecek, nasıl bitecek? biraz da seksle avunuyordu yöre. gençler daha orta okulda çiftleşmeye başlarmış, liseyi bitirenlerin arasında deneyimsiz bulunmazmış. dillere düşmedikçe yasa çiğnense de olurmuş. belki meraktan, kurtuluş umudundan; memurlar da kollanırmış, revaçtaymışlar.

    orada pratisyen ve zorunlu görevde doktorum. sağlık ocağı lojmanımız dağın kuzey tarafında ama yüksekte değil, dibinden dere geçiyor. kar aralık ortasında bir bastırdı, çatı ile ön duvar buluştu karla, öyle fotoğraflarımız var. ilk başta kapıyı açabilmek için karın üst düzeyinden aşağı doğru kazdık, indiğimiz nokta, kapının üst köşesiydi, deliği genişletip kapının alt köşesine doğru inen basamak yaptık.

    yollar kapalıydı, bir eklampsi hastası cuma akşama doğru epileptik nöbet geçirerek üstümüze kaldı, bilinci gitti, çekmecede bulduğum magnezyum sülfatla müdahele edebildim. sağlık ocağını hafta sonu vardiyalı çalıştırmaya başladık, nöbetleştik. bilinç kapalı şekilde doğumunu yaptırdık. bebek tabii mor doğdu ve yaşama şansı çok düşüktü. sürekli hava pompalayarak hayatta tuttuk.

    ana-çocuk için nöbet tutuyoruz, bir gebe daha geldi, ilk doğum, ebeler doğurttu, ama kadın yataydan kalkamıyor, hem kan sızıyor, hem tansiyonu düzelmiyor. baktım, collum yırtığı. okmeydanı ssk'da kadın doğum stajı sırasında uzmandan yırtık dikimini izlemiştim, ama asistan bile izleyiciydi, uzman asistansla dikmişti. iş başa düştü. diğer pratisyen doktorun asistansıyla kollumu, kese diker gibi diktim, iyi kötü ayağa kalktı kadın. diğer kadın berbat. jandarmadan helikopter istedim, vermediler. diyarbakır'a sevk edilmesi gerekiyor, ana da çocuk da sadece bilinç kapalı şekilde hayatta tutuyoruz.

    üç gün sonra yol açıldı, eklampsi annemizi kara yoluyla bebeğiyle birlikte diyarbakır'a gönderdik. orada bebeği öldü, kendisi üç ay sonra ziyaretime geldi. kadını tanıyamadım. eklampsi yani gebelik zehirlenmesi derler, o sırada ödemdem şişmiş, kurtulduktan sonra belki 20-25 kilo vermiş, fıstık gibiydi.

    öteki anneyi ise her gördüğümde bunu götürün, uzman baksın, benim acemice yaptığımı onarsın dediğim halde, ailesi götürmedi. zaten her kadının ederi belliydi, önem verilmiyordu, fazla masrafa gerek yoktu, iyi kötü ayaktaydı. kızların bir evlenme yani satım rayici vardı. geçmiş zaman, karşılaştırmak zor ama 10-20 bin tl gibi bir şey.

    kadınların yöresel bir göz sürmeleri vardı. bazı kadınlarda alerji yapıyordu, ama çok çekici kılıyordu. erkekler kadını şişman seviyordu, o yüzden bazı kocalar karılarına zorla kortizon iğnesi yaptırırdı. kadınlar hiç olmazsa yorgan olsunlar diye mi nedir. hiç akla gelmedik yerel alışkanlık farkları vardı, uludere içinde bile mahalleler birbirinden farklı, çoğu zaman kavgalıydı. bazı köyler iyi türkçe biliyordu. ben iyi kötü doktor kürtçesi öğrenmiştim. bazı köylerde sarışınlar, renkli gözler ön plandaydı.

    ilk gittiğimde saçlarım uzun diye hakkımda mit, özel tim dedikodusu çıktı, 1 haftada kesinmek zorunda kaldım. ama zamanla birbirimize alıştık. kaymakamla kavga dövüş ankara'dan ocağa tıbbi malzemeler getirdim, yılardır yapılmayan aşıların çoğunu kış bastırana kadar (artı bir terör saldırısı tam kar yağma günü) yaptık. köylere müftü, ziraatçi, doktor, veteriner teknisyeni, ilköğretim müdürü komisyon halinde dalıyorduk, herkes kendi muhatabına girişiyordu. martta psikiyatri eğitimi için uygarlığa dönme zamanım gelince, yerli bu sefer torpille onları bırakıyormuşum gibi alındı. gerçekten de 1992 nevruzundan önce 16 martta kaçarmış gibi ayrıldım. 6 yıl sonra askere gideceğimde bir gezi turu yaptım; hem şırnak'taki kadim dostuma, hem uludere ve ocağıma gittim. göbeğim o tarafa atılmış, kuram da van'a çıktı. van'dayken de dostum bana ziyarete geldi.

    tutukluları tartaklayan özel timler gecenin bir yarısı çıkagelir, sağlam raporu isterdi. toylukla direnirdim, biraz gözümü korkuturlar, sonra "nasıl olsa halledeceğiz, sana soranda kabahat!" diye kişisel bir meseleymiş gibi köpürür giderlerdi. herkes hem tehdit, hem korku, hem av hem avcı olasılığındaydı. çoğu uludereli belki gündüz insan gece militandı, devletin kuşkulandığı ve sızlandığı gibi. ilk uludere'de rakıyı çay bardağında içmeyi öğrendim. onun dozunu, demini tattım. uludere'nin rakıları hepten ispirtoydu, yakın arkadaşımız tekelci olduğu halde. bana yaş günü de yaptı bu içme ve söyleşi ekibi, karnabahar kızartmasını da onlar öğretti.

    yılbaşında zorunluluktan uludere'de kısılı kalmak ağırıma gitti. o gün telefon hatlarının canına okudum, psikopat sevgili gibi. beni unutmayın, yılbaşına beni de katın, beni avutun. uzaktaki can yoldaşımın sesini duymak da kesmedi. ilk anımsadığım baş ağrısı o gündür. gece 12 olmuş hala zehir gibiyim, hırstan doğal gece sokağa çıkma yasağına koşullarında uludere'nin karlı üst yolundan voltaya çıktım. kolaysa beni vurun, çok umurumdaydı havalarında. bana felek vurmuş sayıyorum. böyle aşırı cesaret zamanları sürekli değilse o anlar kurşun varsa da sıyırıyor.

    gene bir gün bu sefer sevgilisizliğe, herkesin fink attığını sandığım uludere'de bakir heykelliğime hırslandım. akşama kadar derede çamaşır çiğnemiş, yorulmuş ve üşümüşken akşam sofraya azılı sek cini karşıma oturtum. hiçbir yardım ve yataklık görmeden tek başıma küçük cini içip pilotluğa terfi ettim. demek gerekiyordu. başka birinde ise şırnak'ta yerli arkadaşımdaymışım. o gece nasıl olduysa takır takır silahlar konuşmaya başladı. keleş sesinin alkışlamaya benzediğini tüm doğu ahalisi bilir, siz de bilin. dostum diyor ki, ben anımsamıyorum; "divanın altına dar attın kendini, ışıl ışıl gözlerle ne zaman bitecek bakıyordun." demek yusuf yusuf etkisi altındaydım.

    arkadaşımla şırnak seferlerimde kızlardan, hangisini nasıl beğendiğimden konuşurdum. aramızda kalırdı, ben o zaman hareket ayarlı değil, gözlem ve koklam ayarlı bir bombaydım. herkesin istediğini lisanı münasiple aldığı bir kıza ben gider "ben de o sevişmelerden yaşamak istiyorum, saygımdan da böyle açık konuşuyorum" deme, reddedilme cüretini bir zamandan sonra bulur, zaten o öncül bekleme sayesinde kıza "bunu def etmek, reddetmek hem kolay hem zevkli olacak" tüyosunu vermiş olurdum. cinsellik cenneti saydığım, öyle olduğunu yakinen duyduğum yöremden kendi sayemde ve kendime rağmen oğlan kız oğlan olarak döndüm. arkadaşım beni dinler, dinler, gülümser, her lafa bir cevap ve ters yorum yetiştirir, birbiri arkasına çifter sigara tüttürür, sonra, hadi gel çay içelim, hadi gel yürüyelim, seni gezdireyim diye meğer çocuk gibi avuturmuş, şimdi çıkarıyorum.

    dost dosta zarar vermek için vardır. kış gelince lojmana soba kurmak gerekti. ben bok kadar anlamıyorum. o yetişti. soba zaten var mıydı, aldık mı bilmiyorum. kurmak da ona düştü. aynı zamanda kaçak elektrik kullanan elektrik ocağım vardı. 2 belki de 3 battaniye edindim. bir yorgan, iki de soba toplam 5-6 ısıtma kademesi. kendimce akıllıyım ya, bütün silahlarımı kullansam da sonuncu battaniyeyi hiç örtünmedim. daha zor, daha soğuk günler için yedek bekledi durdu. bir de daha ilkokul beşte ayıp sayıp çıkardığım pantolon altı pijama giyimi geçici izinle hayatıma girdi. ki köyde sürekli kullanımı işaret etmek üzere iç donu denir bu giysiye.

    uludere'den önce benim için doğu adana idi. orada* hem doğu ile, hem kürt'le, hem kirli savaş ile tanıştım. sadece 4 ay yani yaklaşık bir mevsim kaldım, döndüğümde kafam karışmış, hayattan ve istanbul'dan korkar haldeydim, bir de bakırköy'ün yumruğunu yeyince gardım düştü, çökkünlüğe girdim. 6 ay komadan çıkmayı arar gibi uğraştım, benimle de uğraştılar. ne çok şey vardı anlatılacak, bir kerede dile gelmiyor, hep yazılmayan daha önemli sanıyorum. buna da şükür. çökkünlük de öğretti, şırnak da öğretti, ben de öğrettim ve gösterdim, dost ve düşman herkes işe yaradı. bunlar sayesinde kendim olabildim.

    ben orada eklampsi/gebelik zehirlenmesi sağaltımında bulundum ya, yıllar sonra ikinci evlilikte karşıma çıktı: eşim kaynanamın gebelik zehirlenmesiyle doğurduğu bir bebekmiş. bir çakışma daha; eşim ebelik yaparken bir çocuğun aşını yaparken soruşturmuş, anne çocukken, ilkokul veya ortaokuldayken benim aşı yaptığım sıralar olasılıkla okul sıralarındaymış. adımızı bilmeden çakışmışız. sonra başka bir hastamın eşi uludereli diye kulak kesildim, onun da ya erken zamanlarına ya aşı zamanlarına yetişmişim gibi hesap edebildim. gülyazı, ortasu, roboski halkıyla da az veya çok çakışmam var, taa 1991'den aşıcılık marifetiyle. tek olumlu şeyleri yazıyor görünmeyeyim. benim ciddiyetini anlamadığım bir ishal olgusu ben baktıktan 1 veya 2 gün sonra pazar günü uludere'nin kuzey yamacındaki bir mahalle mezarlığına gömüldü. utancımdan cenazeye katılmadım. kimse de bana şöyleydi, böyleydi diye sorgu soruya gelmedi.

    (bkz: şırnak/@ibisile)
    (bkz: kumral kepkep/@ibisile)
    (bkz: doktorlara yönelik zorunlu hizmet uygulaması)
    (bkz: grup vitamin/@ibisile)
    (bkz: 1 şubat 1992 şırnak görmeç köyü çığ felaketi)
    (bkz: şırnak uludere ortaköyü ilkokulu yardım kampanyası)
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap