• tuncay terzihanesi'nin* 50. yıldönümü münasebetiyle kaleme alınan kitap, alışık olduğunduğu gibi yine klasik sunay akın tarzında* bir kitap:

    noel baba'dan nasrettin hoca'ya, ara güler'den charlie chaplin'e, kız kulesi'ni çok seven 1. mahmut'tan kız kulesi'nden nefret eden 2. selim'e, alcatraz kuşcusu'ndan evliya çelebi'ye, cemal süreya'nın kader isimli şiirinden salah birsel'in bulut geçti şiirine, balkanlardan gelen müzik şövalyelerinden nikahına faytonla giden barış manço'ya, mısır püskülü saçlı kazım koyuncu'dan deprem bekçisi attila ilhan'a, mustang'lerden inek geçidi'ne, yeşil kravat uğruna can veren delikanlının cenazesine çağrılan fakat cenazeye gitmeyen nazım'a kadar birçok şey anlatmış kitapta. ayrıca cem yılmaz'a verdiği fil büyüklüğündeki ayarla gönlümüzü fethetmiştir. daha ne olsun.

    not: geçtiğimiz nisan ayında düzenlediği tek kişilik bir gösteride, yeni kitabının uçaklarla ilgili olduğunu söylemişti. doğrusu sürpriz oldu bu kitap.
  • kitabın kapağındaki ceket istanbul oyuncak müzesinde sergileniyormuş.
  • ilk kez 2007 yılında çınar yayınlarından çıkan, 2010 yılında iş bankası kültür yayınlarından yeniden yayımlanan sunay akın kitabı
  • beklentimin çok altında bulduğum kitap. sunay akın'ın bazı şiirlerini severim; daldan dala atlayan, stand-up havasında ilerleyen, bol çağrışımlı sunumlarını genellikle severek dinlerim ama aynı tarz düz yazıya yansıyınca ortaya çocukça ama masalsı olmayan bir anlatım çıkıyor. dolabındaki tüm güzel şeyleri üst üste giyen, takıp takıştıran deli saraylı nasıl göz tırmalarsa, sunay akın'ın da ben bunu, bunu ve hatta bunu da biliyorum dercesine birbirine bağlamaya çalıştığı anekdot parçaları, şiirler beyni tırmalıyor.

    `:hadi bu düz yazıcığa sunay akın gibi bir anekdot ekleyeyim.` ilkokul üçüncü sınıftaydım. çok sevgili ilkokul öğretmenimiz kalp rahatsızlığı nedeniyle okula gelemeyince başka bir öğretmen bir günlüğüne misafir oldu sınıfımıza. hayatımın ilk kompozisyonunu ben o gün yazdım. konusu resimdi ilk kompozisyonumun. sınıfın en çalışkan, en akıllı öğrencisi olarak en güzeli benimki olmalıydı tabii. nelerden bahsetmedim üçüncü sınıf yazımla. sanattan, duygudan ve hatta yazı öncesi çağlardan. misafir öğretmenimiz kompozisyonumu sınıf önünde okuyup çok beğendiğini söylediğinde kendimle duyduğum gururu anlatamam........................... yazının bundan sonrasını kenan evren'e ve türkiye'de kadirizm olgusunun doğuşuna bağlamamam için kim tutabilir beni?
  • sunay akın'ın terzi olan babası tuncay akın'ı anlatımı ile başlayan bir kitap. kitabın tamamının bu konu etrafında devam edeceğini ve sunay akın'ın çocukluk gençlik anılarını okuyacağımı sanmıştım. ilginç olabilirdi. ama yine sunay akın' ın diğer kitaplarındaki gibi aynı kurgusal şekildeki, bakın hele bakın bakın "o öyle değil de böyleydi", yada "o adam kimdi biliyor musunuz çok sevdiğiniz şu adamdan başkası değildi" tarzı eğlenceli bazen hüzünlü araştırmasal hikayelerini okudum. yine her zamanki gibi 'ki ilber ortaylı' da da aynı durum oluyor' medyadan tanıdığım yazarların kitaplarını kendi sesleri ile okudum. güzel kitap ama diğer kitaplarından farklı değil.
    kitaptan beğendiğim alıntılar ise şöyle:

    babamın terzi dükkanı her zaman büyülemiştir beni. ilk oyuncaklarım makaslar, iğneler, kumaş parçalarıydı. babam elbiseleri keser dikerdi, bense hayalleri.

    sayfalarını yırttım
    yüz ünlü türk adlı kiyabın
    terzi dükkanındaki resmine
    içinde rastlamayınca
    kılıncı diliş iğnesi
    kalkanı yüksük olan babamın

    server tanilli, strasbourg'da düzenlenen bir toplantıda tarihin bir fotoğraf makinesi olduğunu belirterek şunları söylemişti: "tarih fotoğraf makinesiyle dünyaya gelen herkesin bir kez fotoğrafını çeker. nerede, ne zaman çekeceği bilinmez, ama mutlaka çeker ve de bir kez... herkes o fotoğrafına bakılarak anılır, hayattayken ne yapmış diye. sunay, tarih bir gün senin de fotoğrafını çekecek. dikkat et, sakın o fotoğrafta gözlerin kapalı çıkma!.."

    çağın bu kadar çabuk değişebileceğini bilseydi kubilay kafasını verir miydi? günün birinde işlerin bu hali alacağını bilseydi şeyh said o kadar acele eder miydi?

    biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
    kuklacı felek usta, kuklalarda biz.
    oyuna çıkıyoruz birer, ikişer:
    bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.

    kitap bir pencere aralığına konulduğunda, adadan içeriye temiz hava girmesini sağlar. insan içinde aynı işlevi yerine getirir. okunduğunda, insan beyninin havalanmasına, oksijen kazanımıyla düşüncelerin yenilenmesine neden olur.

    çocuğunu asma köprüde sallayan
    bir annedir istanbul
    ki onun
    içi süt dolu
    biberonudur kız kulesi
    soğusun diye suya tutulan

    rüzgar doğanın bir armağanıdır erkeklere! bu armağanın kıymeti, modanın gelişimiyle daha da iyi algılanmıştır.
hesabın var mı? giriş yap