• john forrester'ın türkçeye hakikat oyunları adıyla çevrilmiş edebiyat ve psikanaliz yönelimli kitabı. ingilizcesinin ana başlığı truth games, alt başlık "lies, money and psychoanalysis". demek ki çeviride alt başlık varsa "yalanlar, para ve psikanaliz" olabilir.

    içinden biraz tadımlık aktarırsak:

    • hakikatin öbür yüzü olarak hata ve cehalet, yalanlar kadar ilgi çekici ve tehditkar değildir.

    • olduğundan başkalık niçin yanlıştır?

    • insanın sözle tanımlandığı bellidir, ve söz yalan olasılığını da beraberinde getirir ve yalan -porphyri’nin*** yüksek müsaadeleriyle- gülmekten çok daha fazla insana özgü olan bir şeydir. alexandre keyre

    yalan, gülme gibi, ezilenlerin gözde silahıdır; ezenleri yalan söyleyerek aptal yerine koymak, onları aşağılamaktır.

    • yalana hoşgörüyle bakan toplumlar çatışma ve heterojenliğin hakim olduğu toplumlardır.

    • grup gizi haline gelmiş olan yalan o grubun varoluşunun, alışıldık varlık tarzının temel ve asli bir koşulu olacaktır.**

    • bu toplumun hiçbir üyesi, kamusal beyanatların ötekiler için söylenmiş olduğunu bildiğinden, liderin söylediğine inanmayacaktır.

    • …, yalanda bizi “her şey yalandır” ya da “kimse yalan söylememelidir” yerine “yalan söyleyen bazılarına” göre düşünmeye sevk eden özelleştirici ve kişiselleştirici bir yan vardır.

    • … ve belki genel kuralı gözeterek ama bütün istisnalardan da faydalanarak hayatını sürdürenlerin en akıllı kişiler olduğu düşünülebilir. david hume

    • doğrusunu söylemek gerekirse, bir kişinin yalan söylediğinden bahsetmek olsa olsa o kişinin tanrıya karşı cesur, insanlara karşı korkak olduğundan bahsetmektir. montaigne

    • eğer tanrı yoksa, yalancı cesaretini kimseye göstermekle yükümlü değildir.

    • eski yunanlılar odysseus’ta neye hayran oldular? her şeyden önce onun yalan söyleme, kurnazlık ve kötülük yapma kapasitesine…

    • hatta denilebilir ki, dili edinmenin nihai amacı etkin biçimde yalan söylemektir.. gerçek yalan (…) dinleyiciyi yanlış yöne sevk etmek için, dili kasten bir araç olarak kullanmaktır.

    • güçlü her zaman yalan söyler. nietzsche

    • -evet her zaman orgazm taklidi yaparım. niçin kaba olalım? hite raporu

    • sözcükler bir parça çılgın olmalı; çünkü onlar düşüncelerin düşünülmeyene yaptığı saldırıdır. j. m. keynes

    • bir çocukta otizmin en kuşku götürmez işareti gizleme, olduğundan başka gösterme, aldatma ya da yalan söyleme acizliğidir. bu yetiler olmaksızın öteki zihinlerin olabilirliğine giden yolar kapanmıştır.

    • bir manastırda yetiştirildim, sonuçta birinci sınıf yalancıyım. sybil thorndike

    • bir papazın ailesi başkalarının gözleri önünde korunmasız, bir tepside gibi yaşar. ingmar bergmann

    • hatadan bambaşka bir şey olan günah, eğer kasti yapılan bir şeyse, yalan günahın mükemmel bir örneğidir; zorunlu olarak en ağır günah olmasa da, en karakteristik günahtır, günahın özüdür. jankelevitch

    hakikatin iyon dilindeki karşılığı “açıkta” iken, yalanın karşılığı “kıvrımlı”dır.

    • kahramanlık mitinin örtüsü altında gizlenen kişi yalancının, şairin kendisidir.

    • çeşitli dillerin bir arada oluşu göstermiştir ki, sözcüklerin sorunu asla hakikat, asla yeterli ifade olmamıştır, öyle olsaydı bu kadar fazla dil olmazdı. nietzsche

    • eğer insanların hakikat arayışları doğalsa, yalana yönelik her tür eleştiri yersizdir; çünkü doğal olanı savunmak gerekmez.

    • kötü niyetle ileri sürülmüş iyi nedenler konusunda duyarlı olmak sıradan iyi niyetten fazlasını gerektirir.

    • para konuşmaz, küfür eder. bob dylan

    • ancak, baylar, hakikat ne kadar eskiyse o kadar fazla yalan olma yolundadır. ibsen – halk düşmanı

    • bir yalan, tanrının gözünde lanetlidir, ama sorunlara ilk elden çaredir. adlai stevenson

    • bir hakaret kastının olup olmadığına ilişkin ne kadar çok çekişmenin “sadece şaka yapıyordum” sözüyle yatıştığını düşünün; ne kadar çok evliliğin “sarhoştum” sözüyle kurtulduğunu, ya da çöktüğünü düşünün.

    • mantık kısır değildir: paradokslar üretir. henri poincare

    • göreceğimiz gibi, plasebo etkisini ölçmek zor bir iştir; plasebo, histeri gibi, tıbbi hileler torbasında bir jokerdir; tıbbi tedavi alanında her kılığa girer.

    • ilkin, plasebo etkisi bilimsel tıbbın utancıdır, çünkü onun etkili olabilmesi hastanın kendisine yapılanlardan habersiz olmasını gerektirir ve plasebo etkisinin en güvenilir biçimi hastayla birlikte doktorun ya da meslek erbabının da bir bütün olarak yapılandan habersiz olmasını gerektirecektir.

    • histerik kişi, doktorun, acısını doğru biçimde adlandıramayan bir hasta karşısında düştüğü aczi gösterir.

    • genelde bu hastalara besledikleri kin yüzünden, doktorlar mülkler ve paraların kontrolünün hastanın elinden alınması için açılan davalarda sık sık hastaların akrabalarıyla işbirliğine girmiştir.

    hipnoz yoluyla roller değişmiştir, öyle ki artık doktoru aldatan hasta değil, hastayı aldatan doktordur."

    • buna karşılık, psikanaliz “yalanın bilimi” olmayı hedeflediği kadar, “nesnesinin” bilimsel araştırmacıyı bilerek aldatma ihtimalini hakikat iddiaları açısından bozguncu bulmayan tek bilimdir.

    • psikanaliz, öznenin insan olma özelliğiyle, kaçınılmaz olarak yalan söyleyeceği beklentisi üzerine kurulmuştur.

    • analist mesleki açıdan yalanla hakikat arasındaki farka karşı ilgisizdir.

    • (hipnozda) hekim durmaksızın telkinleri için yeni bir başlangıç noktası, gücü için yeni bir kanıt ve hipnoz sürecinde yeni bir değişiklik aramak durumundadır.

    • gelgelelim, bizatihi bu hipnotizma pratiği, hakikat kadar kurmacanın da tedavi edilebileceğini gösterir.

    • ötekinin konuşmasında söylenenin doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu doğrudan açığa vuran göstergeler yoktur.

    • ama freud onları suçlamadı, onlara yalan söylediklerini söylemedi; o bilinçli olarak onların inandıkları fantezilerine inançsızlığını askıya aldı ve kendi kendine bu fantezilerde gerçekte nelerin olduğunu bulmayı öğrendi. lionel trilling

    • analist, divanın kendi tarafından güven ve inanç boyutunu, vaatler ve yalanlar boyutunu açık etmeye yanaşmaz. psikanalitik sözleşme, hiçbir vaatte, ne tedavi, anlayış, ne de sevgi vaadinde bulunmaz.

    • böylece analist bütün plasebo etkisi –telkin- boyutunu başından atmaya yeltenir. bunu yapmanın tekniği basittir: analist hastanın söylediğine inanmaz, ne de inanmazlık eder. demek ki analist ta baştan hastanın hakikat işlevlerine ve sözleşmelerine bulaşmaktan azat edilmiştir.

    • freud’un dürüstlük aşkı, analisti hastanın yalanlarından çok, kucağına düşmekten korumayı amaçlamıştır.

    • hasta çoğu kez bilinçli olarak, “eğer adamın söylediklerine inanmakla yükümlü olsaydım, her şey çok daha iyi olacaktı, ancak böyle bir sorun yok, ve durum böyle olduğu müddetçe hiçbir şeyi değiştirmem gerekmez” diye düşünecektir.

    • yalan, analitik iletişim açısından belki de, analistin söylediklerine ilişkin hissettikleri hakkında tüm sorumlulukları başından savan, analistini sistematik olarak gözyaşlarına boğan ya da analisti vaatler vermeye kışkırtan hastadan daha fazla –ya da daha az- tehlikeli değildir.

    • ötekinin (anababanın) onun düşüncelerini bilmediğinin keşfi, söylenmemiş olanın varlığına katıldığı andır, yani kişinin bilinçdışı boyuta sahip bir özne haline geldiği andır. j. lacan

    • cinayet planları yapan yalancı pekala aynı anda hem analisti hem arkadaşını öldürmek üzere evden çıkmış olabilir, ama söz konusu yalancı, bu anlamda öfke, umutsuzluk, kırgınlık içinde bırakarak, dumura uğratarak ya da durmaksızın şaşkınlığa sevk ederek analistlerine tekrar tekrar travmalarını yaşatan hastalardan farklı değildir.

    • kuşkusuz kurmacanın varlığı bizatihi fantezi ile gerçeklik arasındaki sınırı aşma arzusu uyandırır.

    • bir insanla narsistik ilişki, insanlardaki imgesel alanın gelişmesinde temel deneyimdir. j. lacan

    • kişinin amaçsız (boş) konuşmaya muktedir olması, kişi konuşurken genelde bir amacı olması kadar anlamlıdır. lacan

    • (analizde) düstur tuhaftır. sözün sorumluluğunu üstlenme! bu şekilde, sözünüzden şimdiye kadar fark ettiğiniz ya da düşündüğünüzden çok daha fazla sorumlu olduğunuzu keşfedeceksiniz.

    • üst üste saçmalıklar yığmanız sayesinde yalnızca o eşsiz hakikatleri keşfedersiniz.

    • bu anlamda, salt armağan olarak armağan –eğer var olabilirse- var olur olmaz öbür anlamda karşılıklılığın ve mübadelenin sayıya dökülebilir bir mantığı anlamında, armağanın mantığını yerle bir eder.

    • armağan hem bir yanıt gerektirir, hem de yanıtın her türlü olabilirliğini ortadan kaldırır.

    • armağan kendisi dışında hiçbir şey tarafından yola sokulmamış salt eylemdir; eğer armağanın verilmesi başka nedenlere bağlı olursa, önceki yükümlülüklerin şart koştuğu koştuğu şeyin ötesinde fazla ve kendiliğinden olan her şey iptal edilir.

    • bir meteliğin iki yüzü için avers ve anvers terimlerini kullanmak, denebilir ki oldukça perverstir.

    • paranın vaadi şudur: tarafsız bir nesne, banknotu veya metal parayı elinde bulunduran her kimseye sonsuz çeşitlilikteki arzularına denk düşen sonsuz sayıdaki başka nesnelere erişme olanağı sağlar.

    • armağanın hakikati, armağanı ortadan kaldırmaya yeter. armağan hakikati, armağanın armağan-olmayan ya da gerçek olmayan olması demektir.

    • "mauss* bize bağsız, esaretsiz, yükümlülüksüz ya da kefaretsiz armağanın olmadığını hatırlatır, ancak öte yandan kendisini yükümlülükten, borçtan, sözleşmeden, mübadeleden ve dolayısıyla bağdan kurtarmak zorunda olmayan armağan da yoktur." jacques derrida

    • dünyada bol miktarda sıkı yalan vardır; özellikle de karakterlerinden kuşku duyulmayan insanlar arasında. benjamin jowett

    • freud’un vazgeçtiği şey telkinin getirdiği aldatmaydı.

    • yasaya uymamak için, daha “derin” olduğu için, daha zorlayıcı nedenler varsa, doktor (ya da terapist) ahlaki olarak yasayı göz ardı etmeye mecburdur.

    • psikanaliz için önemli olan, bir hastanın bir şey söylemiş olmasıdır, yoksa söylediği o şeyin doğru olup olmadığı değil.

    • bu koşulsuz hakikat istenci; nedir bu? kandırılmaya imkan vermeme istenci midir? yoksa kandırmama istenci mi? … ancak niye kandırmayalım ki? niye kandırılmaya imkan tanımayalım ki? nietzsche

    • hayat, doğa ve tarih ahlaklı değilken, ahlakilik de ne demek oluyor? kuşkusuz, bilime duyulan inancın önvarsaydığı bu cüretkar ve mutlak hakikat anlayışından yana olanlar bu yüzden hayatın, doğanın ve tarihin dünyasından başka bir dünyayı olumlar, ve bu “başka dünyayı” olumladıkları müddetçe, aynı anlama gelmek üzere, onun karşıtını, bu dünyayı, bizim dünyamızı inkar etmek durumunda kalmayacaklar mıdır? nietzsche

    • lacan babanın kaderiyle tüm öbür analistlerden ve hatta freud’tan fazla ilgilidir.

    • ve herkesin bildiği gibi, ne zamandır babanın hiçbir kuralı yoktur ve bütün sorunların başladığı yer de burasıdır. lacan

    • hiçbir şey iletmiyor olsa bile, söylem iletişimin varoluşunu temsil eder; kanıtı reddetse bile, sözün hakikati kurduğunu teyit eder; aldatmayı amaçlıyor olsa bile, tanıklık etmedeki inanç üzerinde düşünür. lacan

    • ağızdan çıkan sözler, bilançonun bir tarafında, sanki eski senetlermiş gibi, semptomlar tarafından temsil edilen borca, geçmiş yükümlülüklere karşılık hesaptan düşülebilir.

    • o halde hakikat nedir? … hakikatler yanılsama olduğunu unuttuğumuz yanılsamalardır; hakikatler alışkanlık haline gelmiş ve duygu gücünü tüketmiş metaforlar, silinmiş ve artık para değil, metal olarak bakılan meteliklerdir. nietzsche

    • insanlar unutabilsinler ve hakikatin rahatlığına kendilerini bırakabilsinler diye, olup biteni anlamamalarını sağlayan bu silinmedir.

    • madeni para ilk darbedir, birincil bastırmaya denk düşer, ama hakikat haline, nakit değil metal haline, görünür hale ancak figür silindiğinde, ikincil bastırma ve semptom oluşumu yoluyla gelir.

    • bir erkek bir kadını bir diğeriyle mübadele derken, simgesel bir baba haline gelir (kişi ancak imgesel fallusundan vazgeçerek bir baba olabilir). mübadelede aldığı kadın beraberinde çocuk gibi bir artık değeri getirir. bu çocuğun babasıyla ilişkisi bir borç ilişkisidir.

    • bir hizmetçi kıza para verme, başka iki edimin yerini tutar: sıçmak ve çiftleşmek.

    • erkekler evlilik verip seks alırken, kadınlar da seks verip evlilik alırlar. (takas ekonomisi)

    • o halde psikanalitik aşk teorisi kişinin kendisine karşılıksız bir şeyin verilmesi arzusudur. lacan’ın aşkın, kişiye sahip olmadığı bir şeyi armağan etmek olduğu anlamındaki aşk tanımında, bize, bir şey olan hiç verilir.

    • lacan bhrad-ıranyaka upanishad’ından fırtına tanrısı prajapiti’in “bizimle konuş” öğüdüne verdiği yanıtı örnekler: “prajapiti ‘da’ dedi, üç kere ‘da’ dedi ve üç kere anlaşılıp anlaşılmadığını sordu. da’nın ilk anlamı itaat, ikincisi armağan ve üçüncüsü lütuftur.

    • hesap birimi, ölüme karşı pes eden ve ölüme göre ölçülen totolojik borçtur.

    • paradan başka dünyanın olağanüstü dinamik karakterini gösteren daha çarpıcı bir simge yoktur. paranın anlamı kendisinden vazgeçilecek olmasından gelir. para olduğu yerde durduğunda, özel değeri ve anlamı açısından artık para değildir. ara sıra dinleniyor gibi görünmesi bir sonraki hareketini kestirmek için bir an soluklanması yüzündendir. para, içinde devinimsiz her şeyin tamamen yok olup gideceği bir hareket aracından başka bir şey değildir. georg simmel

    • para hareketsiz kaldığında ölür, kendinde varlık, yani ölüm haline gelir. bankaya, (gösterenlere ait) hazineye döndüğünde ölür. (…) anıt mezarlar inşa etmekten vazgeçtik çünkü onların imgeleriyle inşa edilen bankalar ölülerimiz için sosyal bakımdan vazgeçilmez bu istirahatgah işlevini yerine getirmek üzere ortaya çıktılar. banka, “kefenin cebi yoktur” atasözünü çürütme gayretinin örnek kurumudur.

    • altın, penis gibi, değerin biricik göstergesi olarak ayrıksı ve saygın bir tarihe sahiptir.

    • cimri, para devriminin geride bıraktığı, bütün sosyal ilişkilere negatifliğin diyalektiğini sokan para realistidir.

    • para tüm öbür malların inkarıdır; tüm öbür mallara değerini kazandıran araçtır; biriktirilmesiyle değil ancak hareketiyle miktarı belirlenebilen evrensel araç ve aynı zamanda evrensel standarttır.

    • ferenczi’nin* bir kadın hastası: “doktor eğer bana yardım ederseniz, son kuruşuna kadar bütün paramı size vereceğim!” doktor: “saat başı, çok değil, 30 kron verin yeter.” hasta: “ama bu biraz çok değil mi?”

    ***
    benzer bir analist yaklaşımını erich fromm'da da görür gibi oluyoruz. (bkz: erich fromm/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap