• gilbert keith chesterton'un hem polisiye hem de fantastik olmayi ayni anda becerebilen, okurun da kahramanlari gibi romanin sonuna dogru olayin ic yuzunden yavas yavas haberdar olmalarını saglayarak, bittiginde zihinde bir sonun yanisira bir cok soru isareti olusturan romani. roman bittiginde -veya daha zekiyseniz bitmeden evvel- aaaa oyle miymis? demeden edemeyeceginiz harika bir kurgu..
  • (bkz: bay persembe)
  • uzun zamandır okuduğum en kötü çeviriye sahip eser. anlamadığım, aynı çeviri yayınevi yayınevi dolaşmasına rağmen, hiçbir editörün şuna bir bakalım nasılmış dememiş olması. mesela en son turkuvaz kitap'ta çıktı.

    bunun dışında, sonunda her şey açıklığa kavuşup etki azalmadan önce, bütün karakterlerin ayrı ayrı aşırılıkları ve tuhaflıklarının anlatımında büyük bir yetkinlik sergili.
  • labirent yayınları pipo serisinden çıkan, sonuna kadar yavaş yavaş şüphelendiren ama sonunda - en azından beni - sanki bir atlamayla çemberi tamamlamadan iki adım öteye sıçramış gibi bir hissiyat yaratan, genelinde ince ince güldüren, sıklıkla gülümseten, özellikle devlet ve anarşi hakkındaki bazı tespitleriyle değişmeyen gerçekleri gün ışığına çıkaran roman.
  • ön edit: sonradan baktım da yazıdaki bazı yorumlar işaret etmeye çalıştığım şeylerden farklı yönlere çekilebilirler, bu yüzden bir açıklama ekleme ihtiyacı duydum.

    bir şeyler yazıp çizmeye çalışanlar şu konuda hakkımı teslim edeceklerdir: karakterleriyle ya da olay örgüsüyle kendinizi ya da hayatınızı özdeşleştirdiğiniz kitaplarla çok sık karşılaşırsınız da yazarla kendinizi özdeşleştirebileceğiniz kitaplar çok nadir karşınıza gelir. g.k. chesterton'ın bu kitabında da yazarla bir özdeşim kurma fırsatı var. bu yüzden bu kitap dikkatimi çekti ve üzerine bir şeyler karalamak istedim. fakat bu kitapta kurduğum özdeşim daha da nadir olarak karşılaştığım, farklı bir konuyla ilgiliydi: kurgu ve yazım tekniği. belki benzer kurgularda hikayeler kurmaya çalışan amatör bir yazı işçisi olduğumdan dolayı, yazarın tekniği ve kurduğu olay örgüsü bana çok tanıdık geldi ve kendi meşrebimce çok benzerlerini yaşadığımı tahmin ettiğim bu süreçle ilgili birtakım öngörülerimi paylaşmak istedim. yazdıklarımın bir kısmı biraz ağır bir üslupta olmuş fakat bunlar yazarla ilgili değil, kitapla ilgili eleştirilerdir. aşağıda bahsettiğim birtakım eksikliklerin, yetersizliklerin yanı sıra kitapta alegorinin zirveye ulaştığı yerler de vardır ve chesterton'ın ne denli iyi bir yazar olduğunun kararını vermek şüphesiz benim gibi çapulculara kalmamıştır. netice'de borges'in ilham aldığı bir adamdan bahsediyoruz.

    entry'me sonradan eklediğim bu girişle göğsümde bir miktar yumuşattıktan sonra kendisini huzurlarınıza bırakıyorum efendim:

    yazı yazmakla bir miktar haşır neşir birisi olarak chesterton'ın bu kitabı nasıl yazdığını az çok tahmin edebiliyorum. muhtemelen parlak bir mizansen yakaladığını düşündü, bu mizansenin yarattığı metafor o kadar güçlü olacaktı ki anlatının bütün kenarlarını derleyip toplayacak ve sonuçta farklı açılardan çok farklı olarak yorumlanabilecek çok katmanlı bir metin ortaya çıkacaktı. fakat muhterem yazar, kitabı bir çırpıda ve çalakalem yazdı ve ortaya çıkan metni tashih etmeye bile gerek görmedi. parlak fikrine yeterince güveniyordu ve bunun hikayedeki bütün ufak tefek tutarsızlıkların üzerini kapatacağını sanıyordu.

    kanımca bu kitap bir şeyler yazıp çizenler için öğrenilecek önemli dersler taşımaktadır. kağıt üstündeki metnin akılda durduğu gibi durmadığını, yazarlığın aslında ne kadar fazla tekniğe dayalı bir iş, bir nevi zanaat olduğunu bize anlatır. yazarın muhtemelen hikayenin insicamını bozmayacağını tahmin ettiği, aslında bir yeniden okuma ve ardından yapılacak bir tashih ile çoğu giderilebilecek ufak tefek tutarsızlıkların hikaye ilerledikçe onu nasıl kemirip bitirdiğini, hikayenin özünde yatan parlak fikrin sürekli yapılan küçük birtakım hatalar ile nasıl bir çelişki yumağına döndüğünü çok güzel bir biçimde gösterir.

    kitaplar sadece nasıl yazılması gerektiği, hangi üslupların ve tekniklerin mümkün olabileceği konusunda bilgi vermiyor tabi ki. bir kısmı da nasıl yazılmaması gerektiği ya da kafadaki hikayeyi kağıt üzerine aktarırken hangi noktalarda hata yapabileceğiniz ve bunun sonucunda karşınıza nasıl bir şeyin çıkabileceği gibi konularda da bilgi verirler. verdiğin aydınlatıcı örnek için teşekkürler sayın g.k. chesterton.

    bu arada birkaç entry'de çevirilerin kötülüğünden şikayet edilmiş. benim elimdeki 1988 yılında ada yayınlarından çıkan, vedat günyol tarafından çevirilmiş nüshasının dili gayet güzeldi, tavsiye ederim.
  • neredeyse tüm postmodern yazarları etkilemiş g. k. chesterton’ın, postmodern dedektif romanlarının bazı açılardan öncüsü sayılabilecek eseridir.

    --- spoiler ---

    1908 yılında çıkmış olan bu eser, çağdaşlarıyla benzer şekilde sürrealizmin doruklarında geziyor. bu sürrealizmi özellikle komedik unsurlarla, ironi ve parodi kullanımıyla sağlaması, bu eserden daha sonra yazılan postmodernist romanların sürrealist yaklaşımına benziyor. alice in wonderland gibi tamamen sürreal bir paradigmada gerçekleşen olaylardan ziyade, gerçek hayatta olması beklenemeyecek unsurların günlük yaşama yedirilmesiyle bu eser günümüz yazarlarının tarzına çok daha yakın bir noktada duruyor.

    bazılarının dediği gibi yetişkinler için alice in wonderland denebilirse de, hristiyanlar için alice in wonderland demek daha da doğru olur. koyu dindarlığını eserlerine yansıtan, çoğu eserini de din üzerinden kurgulayan g. k. chesterton, bu kitabı direkt bir hristiyanlık alegorisi üzerine oturtuyor. hikaye başta çok daha gizemli ve ilgi çekici durumda olsa da, ilerledikçe gidişatın nasıl olacağı ve yazarın aslında ne demek istediği gittikçe ortaya çıkıyor. sondaki alegorik son ve hristiyanlık durumları olmayıp da belirsiz ve daha katmanlı bir finale sahip olsa çok sağlam bir dedektiflik kurgusu haline gelecek bu eser, din muhabbetlerinden ötürü heyecanı söndüren bir finalle sonlanıyor.

    g. k. chesterton, vladimir nabokov’un dediği gibi gerçekten de daha genç okurların seveceği bir yazar; genç yaşta arthur conan doyle’la ve agatha christie’yle-daha da genç okurlar da enid blyton’la başlar-başlayan okurlar, daha sonra g. k. chesterton’la devam ederse, dedektiflik kurgusunun postmodern eserlerdeki başat yerine giden yolları çok sağlam şekilde geçecektir. belli bir yaştan sonra okuyunca, her ne kadar güzel bir kitap olduğu belli olsa da, konunun tek boyutluluğu ve alegorinin yavanlığından ötürü ufakken alınacak zevk maalesef alınamıyor. jorge luis borges’in de favori yazarlarından biri fakat vladimir nabokov’un aksine jorge luis borges eserleri okuduğu yaşlara göre değil, tekrar tekrar okumasına göre kategorize ettiği için, kendisinin yaşlılığında dahi en favori yazarlarından biri.

    bu eser, çağının ilerisindeki teknik unsurlara yer vermesi; sonlara doğru vasatlaşsa da başta heyecanlandıran gizemliliği ve kurgusu; döneminin dedektif romanlarının aksine basit olmayıp kendisini bir adım ileriye taşıyabilmesi; vasat ve sonlara doğru iyice kör göze parmak alegorisine rağmen o dönemlerde yine de bir nevi yenilik sayılabilmesi; özellikle günümüz yazarlarının çoğunun ilham kaynağı olan bir yazarın kaleminden çıkmış olmasından ötürü okunması gereken bir eser.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap