• iggy pop un super albumudur. ayrıca yuce grup joy divisionın solisti ian curtis 18 mayıs 1980 pazar aksamı bu albumu dinledikten sonra kendini asmıstır. ama intihar etmesindeki neden bu degildir o baska tabii.

    albumun track listi :

    1.sister midnight
    2.nightclubbing
    3.funtime
    4.baby
    5.china girl
    6.dum dum boys
    7.tiny girls
    8.mass production
  • gorefest sarkisi. chapter 13'den. riff'leri pek ne$eli ve enerjik. sozleri de $oyle:

    kill the sane, i'll take the blame
    i am the idiot who won't see or care about his loss
    why mourn for what never was

    kill the hero, save the day
    i am the idiot who loves the wrong
    weed out the weak and become strong
    blame me for everything
    it feels better than anything - i tell you

    let the freak get in
    let yourself get into you

    blame me for everything
    it feels better than anything
    shoot the hero, kill the day
    why don't you all go away
    i am the idiot, i tell you

    let the freak get in
    let yourself get into you

    (ki$inin kendi kendine girmesi? fenaymi$ be. ulan simdi deyim meyim vardir da biz bilmiyoruzdur kesin, "to get into somebody, tekamul etmek anlamina geliyo flekz.")
  • riff'leri cok eylenceli, giris melodisi nefis, ozledigimiz bekledigimiz enerjiyi veriyor bu kis-oncesi debelenmelerinde, ve fakat, sozlerdeki o ergen isyani havasi, "tamam la tamam beni suclayin aq" tandansi? "let the freak in" kisimlarindaki catlarcasina bogurmeler? yakismis mi? hayir. bir de, giris riff'i ana ton olarak korunsaymis, negzel olurmus. resmen riff'i 'catlatmis' adamlar. boyle "get into you" falan, uzucu bi noktada. neyse ki, soloda catlama degil rahatlik beliriyor, nefes aliyoruz.
    (cami acayim biraz. sabah sabah.)
  • dostoyeski'den bir roman. (bkz: budala) ruslar da 10 bölümlük diziye çevirmişler romanı, her bölüm 50şer dakika kadar youtube'da. kitapla birebir aynı. yönetmen doğaçlama yapmamış, daha çok dikkat çeksin diye daha fazla acı katmamış diziye. ingilizce altyazılı izleniyor. filmin başlarında ve ortasına yakın bölümlerde peygambervari iyilikle dolu olan prens mışkin apaydınlıkken, ki bunu açık renk kıyafetler ve ışıklarla ayarlamışlar, sonlara doğru karanlıklaşıyor prens. bunu da; 'kötü' toplum içinde 'iyilik kumkuması'nın toplum tarafından yanlış anlaşılması ya da anlaşılamaması ve bu sebeple onun da 'kötü'damgası yemesine sebep olması olarak açıklayabiliriz. son sahnede yine aydınlanır çünkü 'kötü' toplumdan uzaklaşır yeniden.
  • bundan yaklaşık iki üç sene önce bir gece trt'de ilk bölümünü izlediğim dizi. prens için tam olarak diyemesem de rogojin ve nastasya filippovna karakterleri hayalimdeki tiplemelere o kadar yakın gelmişti ki, çok aradım sonra diziyi. resmen üç sene aradım ama bir defa olsun "bu budala idiot falan demekti ya, bi de the idiot yazıp bakayım imdb'ye" demedim. kiril kiril, alfabe alfabe aranmıştım. neyse.

    dün bir yerlerden buldum torrentini, indirdim büyük bir hevesle. resmen acı çektim, gün sonunda indi tüm sezon. türkçe bir altyazı sitesinden altyazı yükledim diye "kesin türkçedir" dedim, ııh. hazır evde yalnızım, zaten sıkıntıdan karamsarlığa geçesim var, ne güzel sabahtan başlayıp izleyecektim on bölümü ben. boğazım düğümlenecekti, son sahnede benim de başım dönecekti bir de ippolit'in tipi nasıldı onu çok merak ettim.

    velhasılı, ingilizceniz yetersizse sakın indirmeyin, türkçe altyazısı yok. çok dertlendim. pff.
  • bir stan rogers şarkısı, kanada'nın ekonomik sıkıntılar çeken maritime provinces olarak anılan doğu eyaletlerini, işini kaybettikten sonra işsizlik maaşı almamak için bırakıp batı kıyısına rafinerilerde çalışmaya gelen, biraz pişman biraz gururlu bir adamın hikayesini anlatır.

    i often take these night shift walks when the foreman's not around
    i turn my back on the cooling stacks and make for open ground
    far out beyond the tank farm fence where the gas flare makes no sound
    i forget the stink and i always think back to that eastern town

    i remember back six years ago, this western life i chose
    and every day, the news would say some factory's going to close
    well, i could have stayed to take the dole, but i'm not one of those
    i take nothing free, and that makes me an idiot, i suppose

    so i bid farewell to the eastern town i never more will see
    but work i must so i eat this dust and breathe refinery
    oh i miss the green and the woods and streams and i don't like cowboy clothes
    but i like being free and that makes me an idiot i suppose

    so come all you fine young fellows who've been beaten to the ground
    this western life's no paradise, but it's better than lying down
    oh, the streets aren't clean, and there's nothing green, and the hills are dirty brown
    but the government dole will rot your soul back there in your hometown

    so bid farewell to the eastern town you never more will see
    there's self-respect and a steady check in this refinery
    you will miss the green and the woods and streams and the dust will fill your nose
    but you'll be free, and just like me, an idiot, i suppose
  • şu linkten, rusların yaptığı on bölümlük dizi uyarlamasına, türkçe altyazıyla ulaşabilirsiniz.

    kitabı kadar harika olmuş.
  • elif batuman'ın penguin yayınlarından çıkan 2017 tarihli romanı.

    "the possessed: adventures with russian books and the people who read them" kitabını okumuş ve çok beğenmiştim. orada burada denk geldiğim yazılarını da okudum. başarılı bir yazar olduğuna-olacağına dair güçlü bir kanaatim var.

    ilk romanının çıktığını gördüğümde sipariş ettim.

    türk kökenli amerikalı selin'in harvard'daki ilk yılını, dünyaya ilişkin gözlemlerini, macar ivan'la arasındaki yakınlaşmayı -daha uygun bir kelime bulamadım-, geleceğine dair arayışlarını, dil ve farklı kültürlerle ilişkisini anlatıyor. ya da başka şeylerin yanında bunları da anlatıyor diyelim.

    önünde uzanan hayatla, genç olmakla, öğrenmekle ve ilk aşkla ilgili söyleyecek çok şeyi olan bir kitap.

    ama...

    hani bir arkadaş grubuyla gece bara gidersin. yanına sempatik ve konuşkan bir kız oturmuştur. ilk başta kızın hem anlattığı konular hem anlatma şekli çok hoşuna gider, keyifle dinlersin. fakat süre uzadıkça kızın anlattıklarına duyduğun ilgi azalmaya başlar. telefonla oynamaya, bara girip çıkanlara bakmaya, diğerlerinin konuştuklarını dinlemeye başlarsın. kız bu mesajların hiçbiri almaz, anlamaz; aynı ses tonu, aynı eğlenceli üslupla anlatmaya devam etmektedir ve artık epeyce sıkıcı hale gelmiş olduğunun farkında değildir. bitireceği yeri bilse ya da anlattıklarını biraz çeşitlendirebilse sonradan o geceyi güzel hatırlayacaksındır. ama kız çok uzatmıştır ve sen bir bahaneyle kızın yanından kalkıp masanın öbür tarafına oturmaya gittiğinde duyduğun tek his ferahlamadır.

    işte öyle biraz...

    hiçbir kitabı yarıda bırakmadığım için bir şekilde sonuna geldim ama bittiğinde üstümden yük kalkmış gibi oldu. yarıda bırakana neden bıraktın demem; o derece...

    430 sayfalık, hacimli bir kitap olan the idiot'ın büyük kısmının anılara dayandığı belli. ama sürükleyiciliği olmayan, bir süre sonra ilginçliğini tamamen kaybeden, ayrıntılarla okuyucuyu boğan bir metin olmuş. elif batuman anı kitabı yazmak için henüz çok genç; bu yeteneği, gözlem kabiliyeti, mizahı ifade tarzıyla çok güzel romanlar yazdıktan, ödüller kazandıktan, dünyaca tanındıktan sonra -bence bunların hepsi için yeterli donanıma ve yeteneğe sahip- yayınlanacak bir kitap olmuş bu.

    ha sen kim oluyorsun da bunu söylüyorsun derseniz, haklısınız tabii. okuyup çok beğenen de olur elbette.
  • şu söyleşinin başında romanın seyrinin nasıl ilerlediğini anlatıyor elif batuman. meraklısına
  • ortasındayım.
    yazarın üniversite yıllarındaki haline duyduğu merak ile kaleme kağıda sarılıp kayda geçmeye değer bulduğu detayları garip bir ayin eşliğiyle geçmişten çağırıp, yazıya döküp ölümsüzleştirme çabası olarak bakıyorum bu kitaba. etkileniyorum.
hesabın var mı? giriş yap