• "kamusal ve mahrem yaşam arasındaki dengesizlik büyüdükçe insanlar kendilerini daha az ifade ederler. (s.60 pr:1)"

    "senneth bugun tanimadigimiz ama ayni sehirde yasadigimiz insanlarla kurulacak çok boyutlu iliski ve hazlardan yoksun kaldığımızı soyluyor." (kitabin arka kapagindan)
  • ayrıntı yayınlarının ağır kitaplar serisinden bir kitap.

    modernizm çözümlemesinde sanayi devrimi sonrası kentinin ayrı bir yeri vardır.
  • richard sennett'ten 'the fall of public man.'
    hani özel hayatlarını, kişisel 'space'lerini durmaksızın kutsayan insanlar vardır ya (çünkü onlar özellerinde sizin gibi banal banal sevişmiyor, tuvalete gitmiyor, uyumuyor, soyunmuyor, giyinmiyor, birtakım insan ilişkileri yaşamıyor, sadece ve sadece diğer insanların yapmadıkları çok özel bilimsel aktivitelerde bulunuyorlar?!)
    hani hani batılılardaki 'you don't even know me' sendromu (bilsem ne olacak? ne olabilir en fazla? altın mı yumurtluyosun, nedir?), biz türkiyelilerdeki 'namus' ve 'mahrem' çılgınlığı var ya???
    işte bunların mimarları, icracıları ve yeniden üreticilerinin kafasında paralamak istediğim kitap.
  • habermas'ın, kitapta kamu tipolojilerinin yeterince ayrılmadığına ve sennett'in temsili kamu temelli eleştirileri burjuva kamusu üzerine uyarlama çabasının pek de yerinde olmadığına dair eleştirileri var. doğru gibi sanki.
  • bu kitabın az okunmasının sebebi ayrıntı yayınlarının bok yemesi kanımca;
    arkadaş kitapları "ağır kitaplar" kategorisine almak nedir yaa! daha baştan korkutuyorsun kitaptan. al işte ilk bölümü aldım elime mal gibi bakakaldım. ben ki zekai celep'in betonarme 1 kitabının özetinin özetinin özetini okumuş, betonarme dersini üçüncü kerede geçmiş adamım be!...
    lan bu entry'ye de çok güzel girmiştim sonlarda sıçtım galiba.
  • ilginç tespitlere sahip kitap.

    public kelimesi ve tiyatroyla ilişkisiyle konu açılmaya başlamış. taşra ve kozmopolit arasındaki farklara değinirken, balzac referans alınmış:

    /.../ balzac'a göre, taşralı ve kozmopolit arasındaki farklar; bir kozmopolit yalnızca hayalini kurabildiği yaşam tarzlarına ve henüz karşılaşmamış olduğu insanlara inanmaya can atarken, bir taşralı yalnızca her gün görerek tanıdığı kişilerde gözlemlediği şeylere inanır.

    kamusal alan neden önemli peki? kamusal alan çözüldükçe ifade araçları öznelleşir.

    public kelimesi ve tiyatroyla ilişkisinden, bunun kamusal alana olan etkisinden bahsedilmiş. aktör nasıl sahne dışında gerçek karakterini göstermeksizin insanları duygulandırıyorsa, onun kullandığı aynı inanç kodları medya önündeki kişilikler tarafından günümüzde de kullanılıyor.

    gövdenin süslenecek bir nesne olması ise sokak ve sahneyi birbirine bağladı.

    bir kaç yüzyıl kadar önce enformasyon merkezleri olarak hizmet veren yerler kahvehanelerdi. bu yerler, sohbettin doğallıkla geliştiği mekanlardı.

    17. yy sonu 18. yy başında lloyd's of london kahvehaneden sigortacılığa dönen şirket.

    kahvehanelerde, enformasyonun mümkün olduğunca eksiksiz olması için, mevki ayrımları geçici olarak askıya alınıyordu. orada oturan herkesin, tanısın, tanımasın, istediği ile konuşmaya, yetkili olsun olmasın istediği konuya katılmaya hakkı vardı. kahvehanede konuşurken karşıdakinin toplumsal kökenine değinmek dahi çirkindi, çünkü sohbetin özgür akışı engellenebilirdi. bu durum kendi konuşma kalıbını üretti.

    /.../ insanların mutlu olma hakkına sahip oldukları nosyonu, modern batılı bir fikirdir. çok yoksul, çok katı hiyerarşiye tabi olan ya da dinsel inançların güçlü olduğu toplumlarda psişik tatmin kendi içinde bir amaç olarak anlamlı değildir. kültür karşısında doğanın bu kendine hak iddiası 18 yy.'da biçimlenmeye başlamıştı.

    /.../ atalarımız mutluluk arayışına somut bir toplumsal biçim vermek için, bir şekilde bu karşıtlığı ifade edebilecek imge deneyimler bulma mücadelesi verdiler. buldukları yol, kamusal ve özel alan arasında ayrım yapmaktı.

    /.../ insanlar bir tür benlik duygusu yüzünden başkalarına bağımlı olurlar. dış görünümlerini başkalarının gözünde onaylayacak şekilde sunarlar, böylece kendilerini iyi hissederler. başka kişileri canlandırarak rol yapmanın sonucu benliğin körelmesidir.

    /.../ moeurs: davranış, değer ve inançların kesişmesi, üslup.

    jj. rousseau'ya göre insanlar çalışmayı, aileyi ve yurttaşlık görevlerini aşan bir üslup edinirlerse, moeurs yozlaşır. işlevsel yaşam bağlamının dışına çıkmak, yaşamı üretmeyen, beslemeyen zevkler peşinde koşmak, bu yozlaşmaydı. onu okumanın bir yolu yozlaşmayı, bizim bolluk diye söz ettiğimiz olguyla özdeşleştirdiğini görmektir.

    /.../ sermayenin yoğunlaşması bir avuç insanın gerçek anlamda boş zamanının olması, kalan çoğunluğun da kıskançlıkla aylak hale gelmesi yani, maddi çıkarların zevk ve sefaya dayalı bir yaşam stiline feda etmeleridir.

    bireyin özgürlüğü kültürün lehine değildir.

    /.../ toplum içindeki yaşamdan bir tür araçsal görevler meselesi gibi söz ediyorlar, okula, işe gideriz, grev yaparız, toplantılara gideriz çünkü bunlar yapılmalıdır. bu işlere zihnimizi fazla yormamaya çalışırız, bunlar sıcak duygular için uygunsuz vasıtalardır, onların içindeki yaşantımızı bir araç durumuna getiririz, duygusal bağlılık gösterdiğimiz bir gerçeklik değil, yalnızca bir araçtır yaşam. bu araçsal dünyanın karşısına sosyologlar duygusal, bütünlükçü ve tümleyici deneyimleri koyuyorlar. bu jargonun temelleri önemli, çünkü belli bir zihniyeti, bir inancı temsil ediyorlar. bu inanca göre, insanlar gerçekten hissedebildikleri, içinde bulundukları, şimdiki ana duyarlı oldukları, kendilerini tam olarak açığa vurdukları zaman, genelde dünyadaki hayatta kalma, mücadele etme ve yükümlülük altına girme deneyimlerine zıt deneyimler yaşarlar. doğal olarak sosyologların bahsettiği bu duygusal yaşam sahneleri mahrem sahnelerdir: aile, yakın çevre, arkadaşlar arasında geçirilen bir yaşam. narsisizm ve yıkıcı geleneklerin bu toplumsal ilişkilere biçim vererek örgütlediğini görmek şarttır. toplumsal gerçekliğin bütünüyle psikolojik terimlerle ölçülmesinden toplum nasıl zarar görüyor?

    medeniyeti ondan çalınır. tüm insanları potansiyel olarak sahip oldukları ancak gerçekleştiremedikleri için benlik ile belli uzaklıkta bir ortama gerek duyan bir kısım yaratıcı güçlerini, oyun güçlerini ifade etmekten yoksun kalır. böylece mahrem toplum, bireyi sanattan mahrum bir aktör yapar.
  • richard sennett'in ayrıntı yayınlarından çıkan tarih, antropoloji, psikoloji, sosyoloji severler için nitelikli bir kitabı.

    richard sennett 1943 yılında chicago'da doğmuştur. 1980'lerde unesco'ya büyük katkıları olmuştur.
    sennett, bu kitabında özetlenen şu sorulara yanıt aramaktadır:

    - yabancı dediğimiz kişiler nasıl tehdit edici unsurlara dönüşmüşlerdir?
    - sessiz kalarak, tepkisiz seyretme, kamusal hayatımızın tek yolu mudur? nasıl bu hale gelmiştir?
    - yalnız kalmak, bir hakka nasıl dönüşmüştür? özel hayatlar neden ilgi odağı olmuştur?
    - politikacılar neden kişisel özellikleri ile değerlendirilmektedir, yaptıkları neden ikinci plandadır?
    - evlerimize gösterdiğimiz özeni neden sokaklara göstermiyoruz?

    sennett, türkçe hali ile "kamusal insanın çöküşü" adıyla basılan bu kitabında şüphelerimizi inceleyerek ve azaltarak sokaktaki yabancıya yaklaşmanın yollarını aramaktadır. özel yaşamların ağırlığının altında ezilen toplumları, davranış kalıpları ile incelemektedir. kamusal ve özel yaşamın değişen dengelerini ortaya koymaktadır.
hesabın var mı? giriş yap