• spun'da mickey rourke'un canlandırdığı kro karakter.
  • (bkz: the loop)
  • nick cave beğenmisse güzeldir diye okuduğum kitap.
    "bir sebepten dolayı ıslah edilmesi gerektiğine inanılan çocukların, bir aşçı okuluna gönderilip eğitilmesi.
    13 çocuk bu okulda eğitim görüyor ve topluma kazandırılmaya çalışılıyor." sürükleyici degil ama sonu çok etkileyici.yazari wayne macauley.
  • 1918 tarihli roscoe arbuckle kısa filmi. buster keaton'ın arbuckle yanında çıraklık yaptığın 1917-20 arasındaki ürünlerden en bilineni. keaton'ın burada ustasından neler öğrenip neleri geliştirdiğini görebiliyoruz. öncelikle keaton bu dönemde ustasından kamerayı kullanmayı öğreniyor. burada güzel çekimler görmek mevcut. mesela, köpeğin adamı kovaladığı sahneler ve lunaparktaki tren bunlardan biri. kovalamaca sahnelerini zaten sonradan keaton'ın bütün eserlerinde göreceğiz. öte yandan insanların nasıl güldürülmesi gerektiğini de keaton ustasının yanında öğreniyor. arbuckle'ın güldürme ögeleri genelde fiziksel farklılıktan ileri geliyor. keaton bunu sonrasında ileri götürerek basit fiziksel hareketlerle ve bilhassa mimiklerle insanları nasıl etkilemesi gerektiğini kapıyor. bir de keaton'ın 24'te sherlock jr'yi ve 21'de de the play house'yi çektiğini düşünürsek çıtayı ne kadar ileri taşıdığını görürüz. zira, burada film sadece güldürme amacı taşıyorken keaton için film bir düşünce aktarımı, eleştirisi aracı ayrıca. bir de keaton'ın zekası ve teknik bilgisi de diğer sinemacılarından çok daha ileride...

    "toasted ham and egg and a glass of milk."
    buster'ın anladığı: "one toast with egg and a glass of liebfraumilch!"
  • harry kressing'in bu ay dilimize kazandırılan romanı. konusundan ötürü çevrilmesini heyecanla bekledim, çıkınca hemen aldım, okudum. kitabın merkezinde upuzun boylu, güçlü, karşısındakinin zaaflarını, eksiklerini hemen fark edip o kişiyi hemen ekarte edebilen, öte yandan çok da iyi, lezzetli yemekler pişirebilen bir aşçı yer alıyor. bu aşçı iki aile tarafından yönetilen küçük bir kasabaya gelip zengin bir malikenede işe başlayıp günbegün ailede ve kasabada gücüne güç katar, dostlarına güven, düşmanlarına gözdağı verir.

    mutfak, aşçılık, yemeklerle alakalı küçük bir furya oluşmuş durumda. sadece sinema ve tv'de bile sürekli bu konularla alakalı film ve diziler üretiliyor. the bear'di, the taste of things'di, geçen senelerden chef'ti, the hundred-foot journey'di ve nicesi... biraz bakınca aslında tam anlamıyla bir janr olmuş bu mutfak/yemek yapımları. arada bir çekiliyor sanırken globalden sürekli şeflerle, yemeklerle alakalı yapımlara imza atıldığını fark ettim. neyse, işin edebiyat ayağı da geniştir tahminen -geçen twitter'da denk gelmiştim, sırf aşçılık-yemeklerle ilgili kitaplar satan bir kitapçı varmış ingiltere'de-. aşçı'ya, the cook'a dönersem... aslında gidebileceği çok yer varken o noktalara ilerlemiyor kitap. o noktaları (klişeleri) seçmiyor yazar ama tercih ettiği aks da pek heyecanlandırıp kitaba bağlayamıyor. misal kitapta iki aşçının mücadelesi var, bunu hemen sonlandırmayı tercih ediyor, olayı köpürtmüyor. ya da aşçı'da güç açlığını çok deşmiyor. bunun yerine aşçı'nın üst sınıf ailelerin gönlünde taht kurmasına eğiliyor. aşçı ile aileler arasındaki sohbetler kitabın genelini oluşturuyor. ama aşçının güç açlığına daha fazla odaklanılsa, bu güç isteği sebebiyle yapabileceklerine daha fazla odaklansa daha gerilimli, heyecanlı olabilirdi.

    şu haliyle fena değil ama fırsat kaçmış gibi görüyorum. neyse bu kitaptan sonra izlemediğim yemek filmlerine ağırlık vereyim bari. ilgi çekici pek çok film mevcut. the bear dizisini de izlemedim, izlemek gerek.
hesabın var mı? giriş yap