• counterstrike'ta terrorist yerine kullanilan kisaltma..
  • dolu dolu entryler giren yazar. umarım bizleri bilgilendirmeye devam eder.
  • çaylak ve fakir dostu; yazar sıfatını sözlük dışına da taşımak isteyen güzel insan. başka başka sözlüklerden tanıyorum kendisini de...
  • sözlüğün en sakin yerlerinden birisi. kendi 'nickaltım'.
    bir yığın sözlükte yazıp durdum. oysa ekşi sözlük 'tilkici dükkanı'nın ta kendisi.
    uzun süredir orada burada özgürce düşüncelerimi yazdığım yazıları bir araya toplamayı istiyordum. şimdilik 64 takipçim var gibi görünüyor. bu sayının daha fazla olduğunu da görmüştüm. sonra neyi beğenmedilerse, ne hoşlarına gitmediyse ayrılanlar oldu. takipçi olan da olmayan da sağ olsun, esen olsun.
    her neyse, bu girizgahı yapıyorum, çünkü o dağınık yazıları elimden geldiğince doğru bir sırayla buraya aktaracağım. elimin altında sırayla bulunsunlar ve canım çektiğinde okuyayım ve asıl yerim, kalıcı yerim burası olduğu için toplu olarak burada dursunlar istedim.

    ve başlıyoruz:
    1-
    neden türkçe bir ad seçmediğimi düşünüyorum, bunun benim gibi türkçe takıntılı biri için ne yaman bir çelişki olduğunun da ayırdındayım.

    .........'ta yazmaya başlayalı üç ay olmuş. yazılarım genelde bilgi içerikli, hiç içimi dökebileceğim, kişisel günlüğüm gibi olan yazılar yazmamışım. bu sayfayı biraz bunun için istiyorum. hiç günlük tutmadım, hayatım boyunca bir kez bile. bazen yolculuklarda çiziktirdiğim şeyler olurdu, onları da hep kaybettim zaten. buraya yazdıklarım ben silmezsem kaybolmayacak. sonra dönüp dönüp okuyacağım.

    beni tanımayanların okuması, sanki yazarken kendimi başkalarına anlatma sevdası.... bunların hepsi var tabii, yoksa herkese görünür bir yerde insan neden ruhunu soysun ki. bu teşhir içgüdüsü sözlüklere yazan herkeste var, sözlüklere yazamayanlarda da. insan hep fark edilmek, anlaşılmak, onaylanmak istiyor. bu sözlüğün en güzel yanlarından biri alttaki yorum bölümleriyle tepkileri sıcağı sıcağına almak.

    buraya devamlı yazacak mıyım bilmiyorum. yeni yılda garip bir hevesle uyandım sanki, kendimle ilgili uzun süredir ihmal ettiğim şeyleri yapmaya başladım bile. örneğin spor yapmaya başladım. zaman zaman pilates yapmıştım, şimdiyse her yer kapalı. ben kişisel spor yapabilen biri değilim. asla bir yoga insanı olmadım. kafamın içinde düşünceler sürekli tepişirken o huzuru nasıl bulabilirim ki. burası biraz benim meditasyon alanım gibi olacak. bakalım. 02.01.2021

    2-
    her sabah uyandığımda, aklım, uyanmadan az önce aklıma gelen harika yazılarla -demeyeyim de- harika cümlelerle dolu oluyor. kendimi öyle akıllı hissediyorum ki bu zamanlarda. hemen, yüzümü yıkamadan koşayım, yazayım diyorum. haha, daha çoraplarımı giyerken yarısını, merdivenlerden inerken tamamını unutuyorum. konuyu ve düşünceleri değil, cümlelerin o güzelim sırasını. eskiden beri böyle, aklımda başucumda bir ses kayıt cihazı bulundurma düşüncesi hep vardı. şimdi akıllı telefonlarda her bir şey var, istesem ses kayıt cihazı olarak da kullanabilirim. ama telefonla barışık bir insan değilim. ve başucumda durmasını da istemiyorum. hem çözümlü hem çözümsüz bir mesele bu.

    sözlükler bağımlılık yaratıyor ve kişinin çok zamanını alıyor. az sonra alışveriş için dışarı çıkmam lazım. bugünkü yazıları şöyle bir okudum, katılım ve oylama epey fazla. bazı günler böyle oluyor. bazı günler solda hemen hiçbir şey yokken ve yazılar akmazken, paylaştığınız yazılar daha çok görünüyor, okunuyor. oysa böyle çok yazının olduğu günlerde, yazınızın fark edilmesi olasılığı daha düşük. öyleyse neden yazalım, neden paylaşalım düşüncesi oluşuyor. yazdıklarımızı kimse okumayacaksa, yazmanın ne anlamı var. işte burada bile yazı paylaşma zamanlaması devreye giriyor.
    "timing is everything"

    bugün ev kadınlarıyla ilgili bir yazı dikkatimi çekti, aslında dünden devam eden bir konu. tam altına uzunca bir yorum girdim, sonra, "dur ya, bunu aynı başlıkta girdi olarak yazayım." dedim, sonra ondan da vazgeçtim. ama burası benim sayfam, burada paylaşabilirim. böylece söyleyeceklerim yalnızca beni bağlar, tanım zorunluluğu falan da olmaz. o yazıyı aşağıya bırakıyorum. şimdilik işte bu kadar. yazdıklarım okunmuş mu dönüşte bakarım artık.

    arkadaşlar nüfusu neredeyse 90 milyon olan bir ülkeden bahsediyoruz. istatistiki bir araştırma yapmadım, yalnızca yaşayıp gözlemlediklerimi aktarıyorum. bu ülkede -atıyorum- kadınların %30'u (lütfen biri bu rakamın gerçeğini buluversin) ev kadını statüsündeyse bu çok büyük bir rakamdır, asgari ücretten ve hatta yoksulluk sınırından daha yeni bahsettik. size nerede ve hangi zamanda yaşadığınızı tekrar hatırlatmak isterim. ve bildiğim kadarıyla isveç'te dahi henüz ev kadınlarına emeklerinin karşılığı bir maaş yokken sizin burada bu hayalleri kurmanız, ne bileyim bana gerçekten absürt geliyor. siz bir ütopyadan bahsediyorsunuz. çalışan kadınların -bence belki- yarısına sorsanız, maaşlı ev kadını (işçisi?) olmayı tercih eder. (ama en az -o beğenmediğimiz- asgari ücreti almak şartıyla)

    aslına bakarsanız, kadın-erkek demeden insan nüfusunun çoğunluğu, bir iş yerine gitmeden, başında patron ya da patronları olmadan (bu devlet de olabilir, özel de), kendi evinden çalışmayı arzular. pandemi döneminde bunun etkilerine ve sonuçlarına o kadar sık rastladık ki.

    bazılarımız bilim-kurguyu bu yüzden çok seviyor. kafanda istediğin ütopyayı gerçekleştirebiliyorsun. bütün istenmeyen işleri robotların yaptığı, insanların yalnızca günlerini onları mutlu edecek hangi meşgaleyi gerçekleştirsem düşüncesiyle geçirdiği o masalsı zaman. cennet vaatleri de bunu sunmuyor mu zaten? ah insanlık, sen ne içinden çıkılmaz bir bilmecesin! 05.01.2021
  • sözlüğün en sakin yerlerinden birisi. kendi 'nickaltım'.
    bir yığın sözlükte yazıp durdum. oysa ekşi sözlük 'tilkici dükkanı'nın ta kendisi.
    uzun süredir orada burada özgürce düşüncelerimi yazdığım yazıları bir araya toplamayı istiyordum. şimdilik 64 takipçim var gibi görünüyor. bu sayının daha fazla olduğunu da görmüştüm. sonra neyi beğenmedilerse, ne hoşlarına gitmediyse ayrılanlar oldu. takipçi olan da olmayan da sağ olsun, esen olsun.
    her neyse, bu girizgahı yapıyorum, çünkü o dağınık yazıları elimden geldiğince doğru bir sırayla buraya aktaracağım. elimin altında sırayla bulunsunlar ve canım çektiğinde okuyayım ve asıl yerim, kalıcı yerim burası olduğu için toplu olarak burada dursunlar istedim.

    devam ediyoruz:
    3-
    'mü' ile başlayan müthiş sözcükler konusu epey dikkatimi çektiği için bir süre, bu sözcüklerle meşgul olmayı planlıyorum. genelde tematik modda yazacağım. (eğer herkesin ilgisini çekeceğini ve işine yarayacağını düşündüğüm 'mü'lü sözcükler olursa onları normal yoldan paylaşacağım.)

    tematik mod okumak isteyene nasıl görünür olur bu sözlükte, bunu henüz bilmiyorum, belki bu vesile ile öğrenmiş de olurum. şimdiden birkaç tanesini attım bile. bir-iki tanesini de görünür moddan paylaşayım şimdi. aralarında bu sözlükte olmamasına şaşırdığım epey ilginç sözcükler de var. sözlük için epey yararlı olacak diye düşünüyorum. bu aslında oldukça emekli bir uğraş. ve sanırım benim -aslında buradan farklı sözlüklerde de yazıyor olmama rağmen- kendimi en ait olduğum sözlük gibi hissettiğim yer olmasından dolayı emek verdiğim bir iş. umarım sonucundan üzüntüyle çıkmam. zira, bu işlerde, bir yerlerde hayal kırıklıkları hep bir yerlerde saklı durur. (artık ayrılmalıyım, zira yukarıda ders çalışmam lazım :)) 07.01.2021

    4-
    öğlen oldu bile, kalktığımda kafamda olan binlerce parlak fikir kaybolalı saatler geçti. anca oturdum bilgisayarın başına. gün erken başladı aslında. keyifsiz bir gün bugün. dünden beri yağamayan yağmur yağacak diye bekliyoruz ama nafile. şimdi güneş açtı, kapanıp açıyor. ve sıcak, gerçekten sıcak.
    mayıs olsun diye bekliyorum. nedenlerim var. hiç kış olmayan kış bu sene nisanı, mayısı vurur mu acaba. hiç sanmıyorum.
    kiminle konuşsam meyve ağaçları çiçeklendi, soğuk vurursa hepsi gidecek, diyor. ne bileyim. iyi portakalın kilosu 15 lira, hem de portakal mevsiminde. pazara çok ender çıkıyorum. her şey ateş pahası. eskiden pazarda pazarlık yapılır mıymış acaba diye bir soru takılıyor aklıma. mutlaka yapılırmış herhalde. ama şimdi hele yerli üreticiden alıyorsanız ve biraz da güzelse aldığınız şey, pazarlık kelimesini aklınızın ucuna bile getiremiyorsunuz, getirmeyin de zaten.

    geçen pazarda epey ot görmüştüm, burada bir yazar -sanırım dündü- sözünü etmişti, ebegümeci. o da vardı. ama nereden toplanıyor o ebegümeçler. egzoza boğulan yol kenarlarından mı (yazılışı en zor sözcüklerden biri de bu egzoz, kırk türlü yazan var:)), yoksa kedi, köpeğin işediği yerlerden mi. bilemezsiniz ki. iki yıldır ıspanak almıyorum. yıkaması bitimsiz. her ıspanak yıkayışımda dünya su kaynaklarını tüketiyormuşum duygusu yaşadığım için vazgeçtim. susuzluk ihtimali beni deli korkutuyor. yazın florida'daydım, uzun kaldım ve neredeyse her gün yağmur yağdı ya. evlerin dışı, pencere camları falan hep 'mold' (bildiğin küf). yeşili deli seven benim bile yeşile bakmaktan gözüm yorulmuştu, o derece.
    (bu konuyu bir ara yazmalıyım. aslında amerika hala ne kadar boş ve yeşil.)

    ben ormanların katledildiği, nehirlerin kurutulduğu, göllerin zehirlendiği bir coğrafyadayım şimdi, klişe ama düşündükçe nasıl canım yanıyor. kazdağları'nın altın çıkarılan bir bölümü tamamen çıplak artık, nasıl kahredici bir görüntü. hala böcekler gibi çoğalıyor insanoğlu, her yere beton dikmeye devam edin siz ve çoğalmaya. işte bunun için kaçasım, gidesim var. öyle çok insan var ki 'tıpkı' benim gibi düşünen. zaten 'körler, sağırlar, birbirini ağırlar' durumu. çevremde hep aynı kafa yapısında insanlar. hep aynı sızlanışlar. herkes aynı fikirdeyse bazen konuşmanın bile anlamı olmuyor.

    sözlüklere yazmayı ve okumayı bu yüzden seviyorum; fark. aradığım fark ve farklılıklar. asla kimseyi engelllemem. benim aradıklarım, benim gibi düşünmeyenler zaten. onların bakış açıları, neyi nasıl düşündükleri. (ekşi'de çok tehlikeli olduğunu düşündüğüm bir düzine kadar kişiyi engellemiştim ama. bana her türlü varlığa karşı çılgın bir düşmanlık içindeler gibi gelmişti. zaten kendisiyle birlikte onlarca insanı yok eden canlı bombalar bu türden yaratıklar. bazen konu çözümsüzdür, kestirip atmak gerekir.)

    nereden nereye, aslında bugün buraya yazma amacım, dün saatlerimi harcayarak hazırladığım bir filmle ilgiliydi. sırf bir sahnesi için filmin büyük bölümünü yeniden izledim. eğer kopyala yapıştır yapmıyorsanız, bu tür yazılar büyük emek ve aynı zamanda, bilginin içine kürekle dalmak gibi. derin, derin, derin. sınırsız, dalabildiğiniz kadar derine dalabilirsiniz. bazen o kadar dalıyorsunuz ki, asıl amacınızı bile unutabiliyorsunuz.

    o yüzden sırf okunsun, başkaları da okurken sizin aldığınız o acıklı keyfi alsın diye yazdığınız yazılar ilgi çekmeyince gerçek hayalkırıklığı yaşıyorsunuz. aslında nays, meh, eksi, fav....bunların ötesinde kaç kişinin okuduğu önemli yazdıklarınızı. e, burada o var diyeceksiniz. hayır, aynı başlığa kırk tane yazı yazılmış, gösterilense toplu okunma sayısı. sizinkini kaç kişinin okuduğunu kesin olarak bilme ihtimaliniz, yalnızca sizin açtığınız ve altına başka hiç yazı yazılmamış başlıklar için geçerli. bu başlıkta bile bu dördüncü yazı (mı?). okuyanların sayısı toplam gösterildiği için, bunu paylaştığımda, yalnızca bu yazıyı okuyanların net sayısını asla bilemeyeceğim. işte o zaman devreye giriyor o nayslar, mayslar. kişi görmek istiyor. ne kadar etkiliydi yazdığım yazı? bu nedenle iki gündür 'gebe'ye giren yazıların seri eksileme, seri artılama üzerine olması beni şaşırtmıyor.

    daha yazacaklarımın yarısı bitmedi. sayfa uzadıkça uzuyor. bu tür uzun yazılara 'alerji'si olan çok kişi var. ben bile bazen, çok uzun bir yazıyı atlaya atlaya okuyorum, eğer gerçekten ilginçse geri dönüp ciddi okuma yapıyorum. uzun yazılar ancak meraklısı içindir, bu tür sözlüklerde tercih edilmez ve bu son derece anlaşılır. o zaman, şimdilik bu kadar.
    (kontrol bile etmiyorum, sonra dikkatimi çekerse düzeltirim artık, hep yaptığım gibi.) 09.01.2021
  • sözlüğün en sakin yerlerinden birisi. kendi 'nickaltım'.
    bir yığın sözlükte yazıp durdum. oysa ekşi sözlük 'tilkici dükkanı'nın ta kendisi.
    uzun süredir orada burada özgürce düşüncelerimi yazdığım yazıları bir araya toplamayı istiyordum. şimdilik 64 takipçim var gibi görünüyor. bu sayının daha fazla olduğunu da görmüştüm. sonra neyi beğenmedilerse, ne hoşlarına gitmediyse ayrılanlar oldu. takipçi olan da olmayan da sağ olsun, esen olsun.
    her neyse, bu girizgahı yapıyorum, çünkü o dağınık yazıları elimden geldiğince doğru bir sırayla buraya aktaracağım. elimin altında sırayla bulunsunlar ve canım çektiğinde okuyayım ve asıl yerim, kalıcı yerim burası olduğu için toplu olarak burada dursunlar istedim.

    devam:
    5-
    (önce açıklama: bu yazıdaki en önemli şey, bizim çocuklarımız olan öykülerimden birini paylaşmamdı.)

    işte silindi gitti. bazen tebdil-i silmede ferahlık vardır. hep merak ediyorum. benim ilgi çeker umuduyla, ellerim titreye titreye paylaştığım yazı hiç ilgi çekmezken, birkaç dakikada karalanan, önemsemediğin bir yazı günün en beğenilenlerine giriyor. bu yaman çelişkiyi herkes yaşadığı ya da yaşayacağı için kimsenin açıklama getirebileceğini sanmıyorum. 12.01.2021

    6-
    işte yine tarih tekerrür. bugün de iki karşı grup bu küçücük sözlükte bile karşı karşıya geldi. oylar kıran kırana.
    insanoğlu iflah olmaz. en başından beri bu böyle. bütün zamanlarda ve bütün coğrafyalarda. dün biden koltuğuna oturdu ama ondan çok bernie çekti ilgiyi, sempatiyi. eee, durum böyleyse, eğer insan olarak, iyi olanı içimizdeki bi şey hissedebiliyorsa, neden bunca kavga?
    geçen biri sözlüğe yazmıştı, -favlamış mıydım, hatırlamıyorum, şimdi dönüp bakmaya da üşeniyorum- aslında dünya tarihinin en dingin, en sağlıklı zamanlarını yaşıyormuşuz. doğrudur. ben gelecekte bütün milletlerin kaynaşacağına, bütün dinlerin tek bir dine evrileceğine ve yeryüzündeki herkesin aynı dili konuşacağına inananlardanım. yine bir şeyler için kavga etmenin yolunu bulur insanoğlu, kendi soyunun köküne kibrit suyu dökünceye kadar. tek tanrılı dinlerin ve dahi tek tanrılı olmayan tüm dinlerin anlatılarında bu var: kıyamet. kıyamet konusunu başka bir zamana bırakıp bugün buraya yazmama neden olan nedene gelelim. eveeet, burada dahi, karşıt gruplar var; -hemi de dünyaya aynı pencereden baktıklarını iddia edenler arasında bile- karşıt ikizler, üçüzler, dördüzler ve hatta beşizler....
    söyleyemedim aslında, olmadı.
    iki ana grubun dışında kalanları sınıflandırmaya çalışmıştım aslında. beceremedim, kalsın. bu saatten sonra kafam basmıyor, daha iyisini düşünüp yazmaya. güzel olansa, yazdıklarımı çok az kişinin okuyacağı gerçeği.
    yeniden yazma nedenime dönersem, sözlüğü bazen çok düzenli okuyorum, yeni yazarlar keşfediyorum. bugün de öyle bir gündü. gelecekte çok iyi yazılar paylaşacağını düşündüğüm bir yazar. o da dikkati çekmediği, okunmadığını düşündüğü için çeker gider mi acaba. dün müydü, biri gitti. çok iyi bir yazar çok daha önce gitmişti. giden yazar şimdi başka bir yerde yazıyor, fena değildi, gördüm. yeni şeyler de vardı yazdıklarının arasında.
    niye sözlüklere yazıyoruz. yazdıklarımız okunsun istiyoruz? "hey ben buradayım, gör beni, tanı beni!" demenin bir yolu burada yazmak.
    ve yazmak. evet, yalnızca yazabilmek. her konuda. "bakın ben ne çok şey biliyorum, ne kadar da farklıyım, sürünün dışındayım, çobansızım, hey!" demenin bir yolu bu yazma eylemi.
    denemeler, en az okunan edebi yazılardır, demişti eski hocalarımdan biri
    -kimdi onu bile net hatırlamıyorum; feyza hanım mıydı, oya hanım mı?-.
    iç döküşlerimizin hepsi bir deneme. bu yazı da bir deneme. kitap olarak satılsa, -ünlü bir yazar bile olsan- kimsenin kolay kolay satın almayacağı denemeler, sözlüklerde okunuyor. ve ne kadar okunduklarını alınan oylarla anlayabiliyoruz -eksiler buna dahil-.
    yine çoook uzun oldu, oysa söylemek istediklerimin yarısını bile söyleyemedim daha ve çoook karıştırdım. bulamaç gibi -bu dahi klişe ya-. artık keseyim, okuyan olursa, onlara benden yıldızlı iyi cegeler :))
    22.01.2021
  • sözlüğün en sakin yerlerinden birisi. kendi 'nickaltım'.
    bir yığın sözlükte yazıp durdum. oysa ekşi sözlük 'tilkici dükkanı'nın ta kendisi.
    uzun süredir orada burada özgürce düşüncelerimi yazdığım yazıları bir araya toplamayı istiyordum. şimdilik 64 takipçim var gibi görünüyor. bu sayının daha fazla olduğunu da görmüştüm. sonra neyi beğenmedilerse, ne hoşlarına gitmediyse ayrılanlar oldu. takipçi olan da olmayan da sağ olsun, esen olsun.
    her neyse, bu girizgahı yapıyorum, çünkü o dağınık yazıları elimden geldiğince doğru bir sırayla buraya aktaracağım. elimin altında sırayla bulunsunlar ve canım çektiğinde okuyayım ve asıl yerim, kalıcı yerim burası olduğu için toplu olarak burada dursunlar istedim.

    de-vammmmm
    7-
    yine çok şey vardı aklımda, yazmaya oturana kadar. artık kalanlarla idare edeceğim. aslında bir saat önce yazmaya başlasaydım, üff, neler neler yazacaktım ama hayatımın o bir saatini, 'ben bakmadığım süre içinde kulzos'ta neler yazılmış'a harcadım. ne çok yazı vardı solda. ardı ardına pek çok bilgi. bazen bu bilgilerin yönlendirmesiyle uğradığım yerler. o zaman süre iyice uzuyor. oysa birkaç gündür -özellikle yorumlarda- dönen goygoy hiç zaman almıyor, hop hemen yutulup sindiriliveriyor.
    bugün okurken birkaç yazının altına yorum yazacaktım, vazgeçtim. bugün hiç yorum yazasım yok, üstelik beni bekleyen pek çok yazı taslağı var. bazı yazılar hazır aslında. ama onlar ........'ta başlığı olmasa da, basit şeyler, sıradan açıklamalar, tematik'ten bile yollanabilirler. yapmadığım şey değil, böyle paylaştıklarımın görünmesini istemediklerimi tematik'ten yolluyorum.
    elimde tekerlemeler başlığı altında uzun bir inceleme metni var. eski bilgisayarım pert olduğunda silinip gitmişti ama fotokopisi elimde. şimdi onu yeniden yazıyorum. bitirince birkaç bölüm halinde paylaşacağım. belki işine yarayacak birileri çıkar. o zaman sevinirim. sanırım insanların paylaşmaktan en zevk aldıkları şey, bu; bilginin paylaşımı. insanlar o kadar emek ve zaman harcayarak zaten var olan bilgiyi, kendileri yeniden yorumlayarak paylaşıyorlar, sonrasında eğer olumlu geri dönüş alıyorlarsa, bu onları daha şevkli yapıyor.
    uzun süredir, genel okumaların dışında ciddi okuma yapmıyorum. bu benim tercihim. oysa hayatta en mutlu olduğum anlar, sevdiğim bir kitapla baş başa kaldığım anlardı. okunacak o kadar çok kitap var ki. ve ben o zamanı şimdi kendimden kıskanıyorum.
    yazı düşünüyorum. uzun, sıcak, terli yaz günleri. terasta neredeyse çıplak oturduğumuz öğleden sonralar. genelde kendi hazırladığım bol buzlu meyve şerbetleri eşliğinde. yanında sigara paketim. tembellik...
    bu yaz, baya yüklüce öyküler götüreceğim yanımda. ciddi öykü okumam gerek. yeniden. paylaştığım iki öyküm de hiç ilgi çekmedi. birine yalnız bir tane geri dönüş oldu. bu beklediğim bir şeydi. tersi olsa ne çok şaşırırdım. kendimi ve sınırlarımı çok iyi biliyorum. ah, ne yazık ki 'gifted person' değilim.
    ah! burada bazen okuyorum, gerçekten yetenekli yazarlar var. çok değil, birkaç tane. ama iyiler, gerçekten iyiler. ne kadar 'özel' olduklarını biliyorlar mı acaba? salah birsel'in bir denemesini hatırlıyorum; -boğaziçi şıngır mıngır'da mıydı yoksa 'kendimle konuşmalar'da mıydı, net hatırlamıyorum- s. birsel; sözcükleri giyindirmekten, soyundurmaktan, takla attırıp, yerlerde yuvarlandırmaktan söz ediyordu. sözcükler canlı birer kuklaymışçasına onlara sözünü geçirebilmekten, onları kusursuz bir mizansende bir araya getirmekten. bunun çok çalışmayla 'edinilebileceğini' söyleyen insanlarla çok tartıştım. eğer sizde yazmanın o mucizevi ışığı yoksa kıçınızı yırtsanız, sizden yazar-sanatçı olmaz, olamaz. bazıları bu söylediklerimin bir kısmını kabul etti, bazıları etmedi. ben de sürekli okumanın ve denemenin sınırsız yararına inanıyorum elbette. dağ başında 'mozart' kulağıyla doğmuş bir çoban olsanız ve birileri sizi duyup da, bulunduğunuz dağ başından alıp sizin eğitiminizi desteklemese ve siz yıllar boyunca o konuda kendinizi geliştirmek için çaba harcamasanız, çaldığınız kaval yalnızca koyunlarınızı eğler.
    işte o ışık bende yok. bunu bildiğim için eskiden üzülürdüm. şimdi bunu bilmenin çaresiz olgunluğu içindeyim. ama denemekten de geri durmayacağım. belki sözcüklere takla attıramam, onlarla görkemli saraylar inşa edemem ama kümesler, kulübeler yaratabilirim. her şey gelip yaratmaya dayanıyor. yine. günümüz dünyasının 'oyun' zenginliği içinde neredeyse onlara kutsallık atfeden pek çok 'oyun' tutkunu tanıyorum. kendilerini unutuyorlar, o dünyanın içinde elde ettikleri güç ve yarattıkları evren onlara nasıl zevk veriyor. onları anlıyorum. 'güç' kavramının hayali bile nasıl delirten tatlılıkta. disney, marvel evreni gibi evrenlerle tanışmış çocuklara sunulan, her türlü yetenekle donatılmış süper kahramanlar içinde, "en çok hangisi olmak isterdiniz?" sorusuna, en çok verilecek ortak cevap, hangisi en güçlüyse 'o' olurdu herhalde.
    dün 'the nines'ı izledim. baştan hatırlamamıştım ama daha önce izlediğim bir filmdi. 'tanrı'yı oynayan bir genç adam. (neyse, film hakkında yakında belki yazarım, burada daha fazla yazmayayım.) hangi çocuk düşlerinde tanrısal gücü kullanmayı en azından bir kez denememiştir ki? (düşler ve karabasanlar; bu da çok ilginç bir konu aslında, zaman içinde düşlerimize bile tahakküm etmeyi öğreniyoruz.)
    sonunda akşamı buldum. sanırım bu güncelerimin altıncısıydı. (saydım, yedincisiymiş.) yazdıklarımı yeniden okumayacağım, yanlışları hep yaptığım gibi geri dönüp düzeltirim. bu sefer okuyacak olanlar için de bir mesajım olmayacak. yazdıklarımı kendim de sevmedim. bugün ruh halim de böyleydi işte. 26.01.2021

    8-
    bugün de bitti. en son muharrem ince'yle ilgili yorumları okudum. ağlanacak halimize gülüyoruz durmadan. ama gülünmeyecek gibi de değil ki. "olan hep birilerine oluyor" bunlar da genelde en günahsız kişiler. öyle valla. ne zaman bir şey olsa, zararı, en az suçlu kimse ona yükleniyor. buna 'tesadüflerin azizliği' mi demeli, 'mörfi yasaları' mı demeli, bilemedim. 'komedi sektörü' bundan sürekli ekmek yer. biz de kendi başımıza gelmemişse, izler, güleriz.
    bugün .......... hem çok eğlenceli hem de acıklı bir gün yaşıyor. giden gidene. şu yazdığım sayfa olmasa ben de giderdim, diyeceğim. belki bu sayfaya rağmen de giderim. burası küçük bir yer. taş çatlasa 40 (50?) yazar, 40 (50?) ziyaretçi. burada olduğum süre içinde fazlasına şahit olmadım. dolayısıyla herkes birbirini çok iyi tanıyor: huyunu, suyunu, nelerden hoşlandığını, hoşlanmadığını, siyasi görüşünü, eğitimini, ilgi alanlarını, yazma ve ifade gücünü, hayallerini, umutlarını, umutsuzluklarını, acılarını, sevinçlerini...........
    ooooooo, bu uzar da uzar.
    kimi yazarlar, bu tür kişisel başlıklardan hoşlanmıyor, engelliyorlarmış. ne güzel. onlara büyük saygı duyuyorum. üstün insan olma yolunda önemli bir adım onlarınki.
    oysa benim içimdeki goygoycu, çiğdemi çok seviyor.
    yasaklar, yasaklar........
    insanlıktan çıktık.
    boşa giden koca iki yıl.
    hala hayal kurmaya, umut etmeye devam ediyoruz. n'apalım yani?
    "intihar etmeyeceksek, içelim bari." 10.02.2021
  • sözlüğün en sakin yerlerinden birisi. kendi 'nickaltım'.
    bir yığın sözlükte yazıp durdum. oysa ekşi sözlük 'tilkici dükkanı'nın ta kendisi.
    uzun süredir orada burada özgürce düşüncelerimi yazdığım yazıları bir araya toplamayı istiyordum. şimdilik 64 takipçim var gibi görünüyor. bu sayının daha fazla olduğunu da görmüştüm. sonra neyi beğenmedilerse, ne hoşlarına gitmediyse ayrılanlar oldu. takipçi olan da olmayan da sağ olsun, esen olsun.
    her neyse, bu girizgahı yapıyorum, çünkü o dağınık yazıları elimden geldiğince doğru bir sırayla buraya aktaracağım. elimin altında sırayla bulunsunlar ve canım çektiğinde okuyayım ve asıl yerim, kalıcı yerim burası olduğu için toplu olarak burada dursunlar istedim.

    de-de-de-va-va-vammm
    9-
    nasıl denir, "bugün moralim bozuk." işte öyle günlerden biri bugün. yapılacak çok iş var, hepsi gözümde büyüyen.
    burada çok zaman geçiriyorum, evet, zaman. hani asla geri gelmeyecek şey.
    "atılan ok, söylenen söz ve zaman" başka var mıydı hatırlamıyorum. diğer ikisi de zamana bağlı zaten. sadece zamanı geri döndürebilirsek düzeltebileceğimiz şeyler.
    bugün bir yazı okudum. hala yazarların birçoğunu karıştırıyorum burada. kafamda birleştirdiğim apayrı isimler oluyor. burada yazılarını çok beğendiğim bir yazarı bile, şak diye nickiyle söyleyemem, aramam gerekir.
    buranın demirbaşlarından daha önce de söz etmiştim. sanırım birçoğu evden yazıyor. iş yerindelerse de gözleri hep telefonlarında.
    kafam dağıldı. bugün yazdıklarımda bir sıra gözetmeyeceğim. karman çorman bir şeyler işte. yalnızca benim anlayacağım bir sıra. oysa ben yazdıklarımın anlaşılır olmasına ne çok dikkat ederim. bugün yazan sanki hem benim, hem de benden başka biri.
    burada yazmaya başlayalı epey oldu aslında. altı aya yakın. günde en az iki saat. çok. hem de çok çok. okumaya burada daha çok, gerçek hayatta daha az zaman ayırmak. ve burada yazılanların birçoğunun değmemesi. zaman kaybı. yeni şeyler öğrenmeyi ne çok seviyorum. yeni öğrendiğim sözcük ve kavramları paylaştığım bir arkadaşım var. ona yolluyorum, böylece bir yerde birikmiş oluyorlar. ama öğrenme böyle gerçekleşmez. aynı sözcükle yeniden karşılaştığımda bir yerlerden tanıdık geliyor ama hatırlamıyorum, sonra yeniden araştır. unut. üçüncü defada unutmuyorum ama, unutsam bile bir ucundan yakalayabiliyorum.
    dün ......'nın paylaştıklarından bir kısmını bir arkadaş grubuna yollamıştım. birkaçı olumlu döndü. ama grubu kuran tanrı-kişi yazdı: "bunları yıllar önce büyük paralara satın almıştım ben, arşiv değeri için satın alınmalı. satın alsanız daha iyi olur." aslında daha kırıcı da ben biraz yumuşattım. üzülmedim diyemem ama günümü de zehir etmedi. artık özellikle sevmediğim insanların sözleri -o kişiler başkaları için nice değerli olsa bile- beni etkilemiyor, etkileyemiyor. zaman insanı kayışa da çeviriyor, bu da doğru.
    .......... özelinde, bu kendine özel küçük sistemde de yavaş yavaş tanışılıyor, kaynaşılıyor. sözlerden yaralanmak. bu benim zayıf yanımdı bir zamanlar. hala tam olarak aşabildiğimi sanmıyorum. bazen tanımadığımız insanlardan gelen kırıcı sözler, tanıyıp da sevmediklerimizin söylediklerinden daha çok koyuyor. buraya kızıp da gidenleri anlıyorum. kişi kendini hep haklı duyumsar. başka türlü yaşayamaz ki zaten. intihar edenler, en çok, haksız olduğunun bilincinde olanlar sanırım. gidip dönenler de oluyor. çünkü zaman hep söylenegeldiği gibi bir ilaç da aslında. zaman içinde olanlar törpüleniyor, düzleşiyor, artık batmıyor. yalnızca silik bir iz kalıyor ama bence o iz çok önemli. yeniden küçücük benzer bir şey olsa, bu defa her şey biter sanırım. insan aynı yere üç kez döner mi?
    telefon denilen aleti hiç ama hiç sevmiyorum. eskiden fotoğraf çekmeyi severdim, çok gezdiğimiz için belki de. o anları ölümsüzleştirmek için. fotoğraflarımızın pek çoğu, yüklendiği hard diskin ölümüyle sonsuza kadar ölüler artık. yani ondan da vazgeçtim. ve telefon da benim için anlamını iyice yitirdi. çok uzaklarda sevdiklerim olmasa telefonu yanımda tutmazdım. beni arayanları açmıyorum, dönmüyorum da. onlara buraya yazdıklarımı söylüyorum. bana ulaşmak istediklerinde mesaj yazsınlar diye. o zaman mutlaka cevaplıyorum. böyle böyle telofon sesi duymaz oldum. bu nasıl huzur verici, ancak yaşandığı zaman anlaşılan bir şey. ve eminim ki, burada yazarların pek çoğu telefonsuz bir gün bile geçirseler çıldırma noktasına gelirlerdi.
    kalkıp yapılacak işlerin başına dönmeliyim. huzur değil midir en çok aradığımız, beklediğimiz, umduğumuz şey. insan kendini ne zaman huzurlu hisseder? "mezarında" derdi annannem olsa. umarım huzurludur yattığı yerde. onların inançları ve benimkiler. nasıl doldurmuşlardı kafamı küçükken. hala karanlıktan korkarım ben. asla tam karanlık bir yerde uyuyamam. bugün yazarın biri ne demişti: "unutamayacağım bir anıya beni başkahraman seçtiği için." çocukluğumuz, bizi şimdiki biz yapan her şey. ve aslında kader başka türlü aksa, tek bir şey değişse belki geçmişte, bambaşka akacak yollar, yerler, kişiler, sözler....
    dün tesadüfen okuduğum bir ......... yazısında, yazar, 'sliding doors' filminden söz ediyordu. filmi izlemedim, izleyeceğim. benim anlattıklarımla ne kadar örtüştüğünü merak ediyorum.
    yazıyı kapatma zamanı. ola ki okuyan eden olur, ne kadar bomboş bir yazı demesin diye, dün yine bir yerlerde okuduğum ve çok hoşuma giden bir etimolojik bağlantıyla kapanışı yapayım. yazıyı aynen aldığım gibi kopyalıyorum.
    "üzgün ve üzüm: iki kelimenin de kökü olan "üz-" "kesmek, koparmak, kırmak" anlamlarına gelen bir fiil. hatta bir de "üzüş-" hali var 'ayrılmak (karı-koca)' anlamına gelen. yani, üzüm "dalından kesilen/koparılan meyve", üzgün ise -mecazi olarak- "(dalından) koparılmış, kesilmiş, kırılmış kimse".
    ya, işte böyle. bugünkü ruh halime çok uygun bir kapanış.
    27.02.2021

    10-
    n'oldu, ........... kaybetti. çok üzücü. başka bir sözlüğün varlığı herkes tarafından biliniyor, adamlar her yerden sözlüğe yazar topluyor. epey de reklamlarını yaptılar. bu yeni sözlüğün potansiyelini çok yüksek görüyorum ben. çok eksikleri var, buradaki avantajların bazılarından yoksun orası. burayı diğer sözlüklerden ayıran en önemli iki fark, kolay iletişim, kolay geri dönüş alma -yani yorum özelliği- bir de benim şu anda yazdığım yer, herkesin kendi özel sayfası.

    eli biraz kalem tutan herkes sözlüklere saldırdı bu dönem. insanlar evde sıkılıyor. film izle, bir yere kadar, müzik dinle, bir yere kadar, kitap oku, oku, oku, bir yere kadar, çalış, çalış, çalış, bir yere kadar. kendimizi sözlüklere attık resmen. o yüzden böyle arka arkaya, youtube fenomen patlaması, sözlük patlaması........... oldu. düşünüyorum da çok soğuk ve uygunsuz günler dışında, -yaşadığım coğrafya itibariyle- dağ taş yürürdük. sosyalleşme had safhadaydı. sürekli toplantılar, buluşmalar, hep beraber kafa çekmeler...........
    hepsi pandemiyle tarihe karıştı. insan annesine bile sarılamaz, şöyle doya doya öpemez hale geldi. bundan sonra da, -bu pandemi belası tamamen sona erdikten, her şey 'normal'e döndükten sonra da- şimdiki alışkanlıklarımızın bir kısmı değişmeyecekmiş gibi geliyor bana. sanki dünya bir dönemeçten geçti, hiç bir şey bizim doğduğumuz dünyadaki gibi olmayacak bundan sonra.

    çok mu konformistim? zaman makinesi hayalim hep vardı. oysa ben geçmiş çağlarda asla yaşayamayacak biriyim. bazen felaket filmlerini falan izlediğimde hep aklıma gelir. ben o ani felaketten şans eseri kurtulsam bile uzun süre hayatta kalamayacaklardanım. yeni bir diziye başladım. bu aralar dizi izlemek de çok cazip gelmediğinden ağır ilerliyorum. ama ilgimi çekti. hakkında eleştiri aramadan başladığım bir dizi oldu. dark'ın yapımcılarından, başka bir alman yapımı distopya. fena değil. bitirdiğimde yazarım hakkında. öyle bir dünyada hayatta kalanlar: "yok yahu, eğer hayvan yanın insan yanından güçlü değilse, mümkün değil."

    hadi buradan bambaşka bir konuya atlayayım:
    çiçek bakmak ve bir hayvan sahiplenmek. ikisi de zor aslında. neden zor bunca mutlu ederken? çünkü bir yere giderken, -hele uzun süreli- hadi hayvanınızı ne yaptınız ettiniz yanınıza aldınız ama ya çiçekleriniz?
    léon gibi tek bir saksım yok ki benim. onlarca ve daha da büyüyor. kedimle konuşmayı ne kadar seviyorsam onlarla konuşmayı da o kadar çok seviyorum. alman doktorun; "pandemi sürecinde çiçeklerinizle konuşmanız çok normal ama onlar size cevap vermeye başlarsa haber verin." dediği gibi, onlar bana kendilerince cevap veriyorlar aslında. çiçek açanlar açıyor. bayılıyorum açan çiçeklere. hele sardunyalara. sardunyalar kokmaz, bilirsiniz, aslında kokarlar ama kopardığınızda. işte ben o kokuya bayılıyorum. sardunya kokusu kadar nostaljik bir koku olamaz. onların ölü yapraklarını temizlemeyi bu nedenle çok seviyorum. her temizlik, kolayca geçmişe yolculuk demek. geçmişe özlem duymak.

    geçmişe özlem duymuyorum. hem de hiç. buradan bir arkadaşın söylediği gibi bu özlemi gereksiz de bulmuyorum, yalnızca özlemiyorum; özlediğim şey, geçmişten bazı 'an'lar. aslında bu sayfa o 'an'ların bazılarını yazıya geçirmek için iyi bir yer ve yol.

    şimdi geçmişteyim: uzun, sıcak bir yaz gecesi, beyaz badanalı bir oda. içerisi kalabalık. evde kocaman pencereler var, ardına kadar açık, önlerinde büyükçe bir saksı konacak kadar geniş boşluklar. dışardan hafifi bir esinti geliyor. ve bütün seslerin birbirine karıştığı o anda, bastırıveren uyku. nasıl karşı konulamaz, nasıl baskın. o ufaklığı pencere boşluğundan düşmeden alıp, yatağına yatıranın belirsizliği. (çünkü bunlar hiç konuşulmaz.) uzun süredir uyuyamama derdinden muzdarip ben kişisinin 'mutlu ve derin uyku' sözünden anladığı bu. bir tane daha var aslında. o çok daha sonra. yine kalabalık. ortada yenilen yemeğin bittiği bir sofra var. sofrayı kaldırmaya yardım etmem gerek, biliyorum. sonra 'okey' oynanacak, öyle konuşuldu. sonra gözümü açtığımda, oturduğum divanın yanına düşmüş kafam ve ağrıyan boynumla uyanıyorum. gece bitmiş. sofra çoktan kalkmış, kim bilir kaçıncı kez okeylere dönülmüş, herkes ayaklanmış gitmek için. neredeyse sabah. sonra suçlayan bakışlar görüyorum. bu seferki mutsuz son ne yazık ki. ne zaman düşünsem, ince bir utanç sızısı.
    böylesine dayanılmaz uyku isteğini defalarca kez okuduğum yazılar oldu, izlediğim filmler. ama okuduklarımın ve izlediklerimin çoğu, o uykunun sonunda, uyuyan kişinin gözlerini bir daha açamayacağını anlatıyordu. donarak ölmek sanırım en yumuşak ölüm şekli. sevgili arsız ölüm ve sevgili latife tekin. seni yeniden okumak istiyorum. senin dilin nasıl tatlıdır. iyi yazmak hem sözcük dağarcığının zenginliği hem de doğuştan gelen, neredeyse içgüdüsel olan yazma yetisiyle mümkün. hem latife tekin, hem yaşar kemal. uykuyu bile onlardan okumak gerek. ve ölümü. hele ki uykuyla gelen ölümü. 02.03.2021
  • sözlüğün en sakin yerlerinden birisi. kendi 'nickaltım'.
    bir yığın sözlükte yazıp durdum. oysa ekşi sözlük 'tilkici dükkanı'nın ta kendisi.
    uzun süredir orada burada özgürce düşüncelerimi yazdığım yazıları bir araya toplamayı istiyordum. şimdilik 64 takipçim var gibi görünüyor. bu sayının daha fazla olduğunu da görmüştüm. sonra neyi beğenmedilerse, ne hoşlarına gitmediyse ayrılanlar oldu. takipçi olan da olmayan da sağ olsun, esen olsun.
    her neyse, bu girizgahı yapıyorum, çünkü o dağınık yazıları elimden geldiğince doğru bir sırayla buraya aktaracağım. elimin altında sırayla bulunsunlar ve canım çektiğinde okuyayım ve asıl yerim, kalıcı yerim burası olduğu için toplu olarak burada dursunlar istedim.

    daha çok var, devam.......

    11-
    i think you're beautiful.
    did anyone tell you this today?

    dünkü giriş cümlem buydu. dün mutlu bir gündü.

    bugünse beni arkamdan iten bu oldu:
    "... insanın, tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşamadığı zaman bir şeye inanması çok zordur. işte tam da o dönemde, drogo, insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde diğerlerinin, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti. ..."

    yazılanlardan etkilenir insanlar. yazılanlar etkileyiciyse. içinden dolup, dışarıya taşmak isteyen duyguların senin için çok önemlidir. herkes senin hissettiklerinin aynısını hissetsin istersin yazdığında. öyle olmaz. zamanla buna hayret etmekten vazgeçersin. öğrenmişsindir. tıpkı benim şu anda bağlaç kullanmaktan vazgeçtiğim gibi.

    sırayla ama nasıl?

    mart, ben bildim bileli kışa dahildir. en çok martta üşürüm, hatta hasta olurum. bu sene öyle korudum ki kendimi, hasta olmayı bile........saçma, hayır, hasta olmaktan, güçsüz olmaktan nefret ediyorum.

    sözlükler yalnız insanlara mahsus. çoğunlukla. ya yalnızlık güzellemesi okursunuz ya da karanlık odanın gölgelerinden korkuyu. griler hep vardır. grilerin en güçlüler olduğuna hep inanmışımdır. onlar bir zombi istilasından sağ çıkacak olanlardır. insanlığı griler sürdürür. ben bir 'gri' miyim, bilmiyorum. karar veremedim, karar verdiğimde her şey için çok geç olabilir.

    zamanım var, yaparım, giderim, okurum diye diye akan günler. (buraya hiç denenmemiş bir benzetme gelmeli aslında ama bende nerede o yetenek)

    dışarısı beş derece falan, saat iki civarı on dereceye ulaşır mı bilmem. gezmek için ideal bir gün. kafanı, kulaklarını ve enseni koru, gerisi önemsiz. kafeler açık. en az yedi bin adım, sonra bir kafeye otur, çay iç. oturduğun zaman üşüyorsun, zaten yedi bin adımdan sonra ter içindesin. hızla soğuyan ter insanı açık havada daha da üşütüyor. çayı kendin alacaksın, bu kuyruğa girmek demek. kuyruk risk demek. çayı kağıt bardakta aldın, elini yaka yaka, dökmemeye çalışarak bir yere oturdun, hadii, hava öyle soğuk ki, sen oturana kadar çay soğudu. soğuk çayı sevmezsin ki sen. boş ver. dinlenme, git çayını evde iç.

    o yazıdaki 'şey' insanı en ince, en kırılgan yerinden yakalayan bir 'şey'. ne kadar geçiciyiz. buraya yazdıklarım. bunlar hep geleceğe bir şeyler bırakma arzusundan. öğretmenliği seçme nedenim bile o. birilerine dokunma, onlarda ölümsüz olma. hatırlanma. burada en önemli sözcük ölümsüzlük. hiç değişmeyeceğiz, hiç. gılgameş'ten, bana, benden 'deniz'e ve sonsuzluğa.

    bütün yazılarda dönüp aynı noktaya gelmem tesadüf değil. yazarak kendime anlatmaya çalışıyorum. bu nedenle döngü bir türlü tamamlanmıyor. yalnızca kendime yazsam, belki. tıkanıklığın nedeni bence malum ama sonuçsuz.

    çok yakınını gömen biri, yukarıda tırnak içindeki satırları anlardı, ölen başkası, gömülen başkası. siz hala canlısınız. ve hala zaman var. ama kapanan kapılar kapanmıştır, onları açamazsınız, sonsuza kadar.

    insanların bir dine inanma nedeni bu. konusu metafizik olan her hikayeyi yalar yutarcasına okuma nedenleri bu. ruh gerçekten 21 gr. mı? (alejandro gonzález ıñárritu). peki ruh ölümsüzse, kıyamete kadar seyirci kalmak hayal edilebilir mi?

    bu soruları bir gün bir şekilde sizin için cevaplasalar, huzur bulur musunuz?yoksa her şey daha mı kötü olur. neden kendimizi bu kadar önemseriz. ölüm bizim kıyametimiz. biz yoksak hiçbir şey yok (mu?). reenkarnasyon, başka boyutlar..... ne güzel seçenekler bunlar. keşke olsalar. keşke olsalar.

    bazen o kadar daralırsınız ki, tamam dersiniz. bugünlük işkence bitsin. yarın devam ederiz. (yaşayanlar için sürekli yarın.) dışarısı güneş içinde, ışık içinde. çıkıp yürüme zamanı.

    i think you're beautiful.
    did anyone tell you this today?
    25.03.2021

    12-
    bugün okuyanlar için bir masal var. anneannemin bana anlattığı, benim de sizlere anlatacağım bir masal. bakalım beğenecek misiniz?

    sildim gitti. (belki burada paylaşırım kıymetlimi.)
    28.04.2021

    13-
    genelde sansli bir insan oldugumu dusunuyorum. surekli ufak sanssizliklar yasamanin disinda. bunu o kadar kaniksadim ki artik yasama bakisim surekli bir terslik ve olumsuzluk bekleme seklinde. isler kotu gittiginde sasirmiyorum bu nedenle, beklentim o yonde zaten, eger her sey yolunda giderse sasiriyorum. boylece bana kucuk guzel surprizler yapmis oluyor hayat.
    dun itibariyle yeni bir sehir ve yeni bir evdeyim. yazdigim bilgisayarimsi yolculuk bilgisayari. fi tarihinde uzak bir ulkeden ihtiyaca binaen alinmisti. bu nedenle cok eski, cok eksik. olsun simdilik isimi goruyor.
    tatil basladi ve yakinda buradan da ayrilacagim.
    uzun suredir bu gunluge yazmiyordum, yazacak bir sey olmadigindan degil, yazdiklarimin sogumasini bekledigim icin. hep caydim yazdiklarimi paylasmaktan ve onlari kesip kesip bir dosyada topladim, belki gunun birinde gun isigina da cikaririm.
    bu tur kucuk sozluklerde uzun zaman gecirdiginizde hemen herkesi taniyor oluyorsunuz, onlar da sizi. bu nedenle yazilanlara dikkat etmek gerekli.
    bazen yazdiklarimiz kendimize bile zor itiraf ettiklerimiz oluyor, bazilari hic masum olmuyor, bazilari pur sikayet oluyor, bazilari sakincali oluyor, oluyor iste. burada bile, anonimken bile yeterince ozgur hissedemedigimiz oluyor. kalabalik sozlukler, iletisimin kim kime dum duma oldugu sozlukler bu nedenle daha ozgur hissettiriyor.
    burada, ozel hayatini ve kendi cinsel dusuncelerini yazan bir arkadasa nasil
    -linc demeyeyim ama...- davranildigini hatirliyorum, kotuydu.
    bu sozluk ve genel olarak kendimle ilgili bir farkindaligimi yazmak icin basladim bu yaziya aslinda. gercekten ilginc bu bana gore. ornegin ben ne zaman bir dukkana girsem, az sonra orasi hinca hinc dolar. bunu o kadar cok tecrube ettim ki, hic sekmiyor. bazen cok sevdigim insanlarin is yerlerine ugrayip musterilerini arttirdigim da oluyor :))
    burada da oyle. ben ne zaman yazmasam burada ayni hareketsizlik suruyor ama ne zaman yazsam, birdenbire, ardi ardina yazilar paylasiliyor. bu bana gercekten cok ilginc geliyor. bakalim bunu paylastigimda yazi sayisi bu sefer nasil olacak.
    yaziya sansla baslamistim. benim inanclarimda hic degismeyen bir ogedir bu sans konusu. inanirim ve yasarim. o salak 'secret'ciler gibi degil. bu daha farkli bir sey. hissetmek gibi bir sey. uc gundur dusundugunuz alakasiz bir insanin aniden karsiniza cikmasi gibi bir sey.
    gordugunuz makasi gordugunuz yerde bulamayinca, dolaptaki soguk altili sodanin etrafindaki naylonu ellerinizle parcalayarak acmak isterken elinizin kesilecegini kesinlikle bilmek gibi bir sey. bu nedenle o makasi aramaya devam etmek, bulamamak ve naylonu acarken elinizi kesmek gibi.
    su anda bu yaziyi sonlandirmak uzereyim ve ufukta dort yazi daha goruyorum. bakalim ardindan kac yazi gelecek. beklemedeyim.
    12.07.2021
  • sözlüğün en sakin yerlerinden birisi. kendi 'nickaltım'.
    bir yığın sözlükte yazıp durdum. oysa ekşi sözlük 'tilkici dükkanı'nın ta kendisi.
    uzun süredir orada burada özgürce düşüncelerimi yazdığım yazıları bir araya toplamayı istiyordum. şimdilik 64 takipçim var gibi görünüyor. bu sayının daha fazla olduğunu da görmüştüm. sonra neyi beğenmedilerse, ne hoşlarına gitmediyse ayrılanlar oldu. takipçi olan da olmayan da sağ olsun, esen olsun.
    her neyse, bu girizgahı yapıyorum, çünkü o dağınık yazıları elimden geldiğince doğru bir sırayla buraya aktaracağım. elimin altında sırayla bulunsunlar ve canım çektiğinde okuyayım ve asıl yerim, kalıcı yerim burası olduğu için toplu olarak burada dursunlar istedim.

    devam ediyor.....
    14-
    su amerikalilar manyak yaa!
    burada ikinci gun bitecek, hava karardi. az once ............'in yazisini okuyunca anladim turkiye'de sabah olmak uzere oldugunu. oysa burada gece yeni basladi.
    sanirim bu sefer jet lag olmadan atlatabilecegim durumu ama kesin konusmuyorum. daha onceleri de olmustu. dun gece 40 saattir uykusuz oldugum icin bayginlik gecirircesine yattim ve uyudum. sanirim bu gece de oyle olacak. sigaranin da cok yardimi oluyor, bazen sigara icmek o kadar dokunuyor ki, bas donmesi ve mide bulantisiyla basimi tutamiyorum ve oylece yataga seriliyorum. sigaranin hala boyle etkilemesi ilginc.
    tabii erken yatinca da buranin saatiyle beste ayakta oluyorsunuz ki bu harika.
    buralari sanki dunya hic degismemis ve sonsuza kadar da degismeyecekmis gibi yesil. oyle boyle degil, deli yesil. agaclarin uzrinde baska bitkiler yetisiyor, hatta olu agaclarin, cansiz nesnelerin uzerinde bile. her gun ogleden sonra duzenli yagmur yagiyor. her taraf surekli nemli ve islak.
    ve geliyoruz benim bu yaziyi yazmamin birinci nedenine. ben kuzeyde de uzun yillar yasadim, gerci oralari da yazin nemli sicakti burasi kadar olmasa bile ama orada da, burada da degismeyen sey, bu amerikalilarin haziran ayindan itibaren 'air condition'lari manyak sekilde calistirmaya baslamasi. -yine ayni inanmaz ifade- oyle boyle degil, adamlar icerilerin isisini 21 dereceye ayarliyorlar -gerci onlar fahrenhayt kullaniyorlar, bizim kullandigimiza da celsius diyorlar.- eger bir kamu kurulusuna ya da kutuphaneye ya da ne bileyim, markettir, dukkandir, bir yerlere gidecekseniz yaninizda mutlaka uzun kollu bir ceket olmali. yoksa yandiniz, orada titremekten duramazsiniz, ne is yapmaya geldiyseniz ona odaklanamazsiniz.
    buraya paris aktarmali delta'yla geldim. ucagin ucte biri bostu, kendiminkinin disinda, o bostaki battaniyelerden de dort taneyi uzerime cekmeme ragmen inerken ayaklarim hala iki buz parcasi gibiydi, tamamen benim hatam, eskiden uzun ucak yolculuklarinda corabi zaten travel kitlerinin icinde veriyorlardi diye yanima corap almamistim, cok aldanmisim, dunya kadar sikir sikir kulaklik dagitmalarina ragmen cok daha ucuza mal olan corap yoktu iste.
    hayatimin en kotu yolculuklarindan biriydi ama corap nedeniyle degil. cok daha farkli bir nedenle. istanbul havalimani'nda air france, delta airlines ve klm ortakligi var sky team diye geciyor adi, bizim gidecegimiz yere thy ucuslari olmadigi icin dort aktarmali ucusla bu gruptan bilet alinmisti, alinmaz olaydi. buradan soyluyorum; bu air france'in istanbul'daki check-in bolumunun basindaki ruh hastasi zalim kadin, istisnasiz kuyruktaki her insana dayanilmaz acilar cektirmekle mesguldu. lanet olsun kraldan cok kralcılara! bu kadini ayri bir yazinin konusu yapmaliyim, boyle iki satircik yerde anlatilamayacak kadar serefsiz cunku.
    bu, beklemelerle 40 saati asan yolculuk da apayri bir yazinin konusu.

    yazma nedenlerimden bir digerine geliyorum simdi.
    9 aydir buradayim. bir yigin yazari takip ediyorum. ve kontrol ettim, takip ettiklerimden ve beni takip edenlerden neredeyse yuzde doksani artik bir nedenle burada degil, yazmiyorlar artik. dusundum de, ben ne ugursuz bir tipim yarabbim, bu kadari da olmaz yani. kimi kendime yakin gorduysem, kiminle arkadaslik kurup yazistiysam gitmis neredeyse. kalanlar da cok degerli elbette. ama ozellikle birkac kisi daha var, onlar da giderse benim de burada kalmamin bir anlami kalmayacak.
    neden?
    simdi soyle de bir sey var: biz duvarlara yazmiyoruz, insanlara yaziyoruz. istiyoruz ki, okunalim ve oylanalim. yani yalnizca gelecege kalacak diye yalnizca kendimiz icin yazdigimiz yazilar degil bunlar. bu durumda ne oluyor, yaziyorsun ama o okunma sayisi diye cikan sey ne kadar senin yazdigin yazinin okunma sayisi bilemiyorsun, ee oylama... o da hak getire. bu bir, iki, uc diye devam ettiginde yazdiklari insana anlamsiz gelmeye basliyor. aslinda tadi kacanin gitmesini cok iyi anliyorum. kimisi tam da zirvedeyken birakti hatta ki bence super. iste bunun karari nedir, onu daha bilmiyorum.
    bu yaziyi kimlerin okuyacagini ya da oylanip oylanmayacagini. eh ne diyelim simdilik, nasip, kader, kismet.
    19.07.2021

    15-
    kendini çok eleştiriyorsun, kendini sevmeyen başkalarını sevemez, olaylara bir de olumlu yönünden bak, iyi düşün iyi olsun, açık biri değilsin, bir şöylesin bir böyle, ikizler burcu musun yoksa, kendini övüyor musun yeriyor musun anlaşılmıyor.................

    tanımak istemek,
    sevilmek istemek,
    anlaşılmak, takdir edilmek, onaylamak........

    yakında dönüş yolu.
    aidiyetsizlik......

    rutin, rahat, rehavet

    "rastık çekerek mahmure, yastık dikerek mahmure
    yaşar yuvada kuş gibi, sek sek sekerek mahmure"

    mahmure'yi kazanmak ne zordu yahu, kadın korunmasız seks. yedi defa çocuk aldırılabilir mi iki yılda? maşallah doğurganlıkta çıta arş. mahmure hanım burnundan kıl aldırmaz ama sek sek sekerek kürtaja evet. bir de çirkin. ama felaket entel. ne çok çanta taşıyanı vardı ah!

    yeni bir öyküye giriş. kafada olgunlaşıyor henüz. okunacak kitaplar bekliyor.

    hayat işte. üç gün yağmurlu, bir gün güneşli.

    herkes aynı mı olmalı, bazıları doğuştan ruh hastası. neden kategorize ederiz insanları? farklı olan bizden degüldür heya!

    burada birinin kişisel sayfasının adıydı sanırım; dağınık zihnin absürt gelgitleri.
    çok şey var yazacak: tatil özeti, yeni yerler, yeni kavramlar, bekleyenler, yarımlar, eksikler, fazlalar......
    hele olana bitene yorum, hele o.
    herkes bildik, herkes tanıdık.
    taht odasındakiler, ileri gelenler, sıradanlar, sırasını savanlar, çalışkanlar, tembeller, misafirler, gelip gidenler, giderken lanet saçanlar, sessizlik yemini edenler, akıl verenler, verilen aklı ters baskete atanlar, içini dökenler, sıçıp sıvayanlar, aşka düşenler, aşk yoluna bedel ödeyenler, umutlular, umutsuzlar, akıllı uslulular, geneli manik-depresifler........

    sırayla, sırayla.

    uyuyamadım, kedimin gece azgınlığı devam.
    08.08.2021
hesabın var mı? giriş yap