• yontulmus kalas fazlasi odunvari yakacak.
    hatirlarim da valide ve peder bey arasinda gecen kislik ihtiyac tedarigi giderme konusunda sikca adi gecerdi bunun. kisin odun ve komur alimi ile birlikte ucuz olmasindan oturu istepne niyetine bu da alinirdir. sobalarin odun tutusturucusu, ciralarin yakin akrabasi idi. hem sobanin ilk kez yakilmasi aninda odanin kuru sogugunu almak, hem de, sobanin rolantide yanmasi gerektigi anlarda ihtiyac duyulan bir cankurtaran idi. bir de odun kirmak mesgalesi ile ugrasmak istemeyen evin erkek kisminin kolaycilik adina soba kovasina doldurmaktan keyif aldigi isinma malzmemesi idi.
  • kayıkhane durgunu'ndan bir erhan güleryüz kelamı.

    *
    beklenmedik ne olabilirdi ki hayatta?
    neredeyse yirmi yıl sonra mı anlatacak kadar çok
    belirgin bir tekdüzelikti her şey.
    bir gün, sanırım gün batmamıştı henüz.
    o geldi.
    sürpriz gibi değil, yavaşça, göstere göstere…
    hissediyordu sanki.
    o geldi.
    ben çağırmamıştım ama ihtiyacım varmış.
    o geldi.
    şarkılarıyla, hayalleriyle, sevinciyle…
    gülüşü dişlerinden değil, ruhundan dolayı bembeyazdı.
    o geldi.
    elinde bütün açmazlarımın anahtarları.
    bir sandalın iki kanadıymışız meğer.
    birleşince çıkıverdik kumdan.
    denizi eze eze…
    gidiyoruz, o var diye üşümüyorum.
    şarkıların hepsi ondan dolayı var.
    en sevdiklerimiz gibi,
    uzak tutuyor kendinden
    takılarından utanan kadınlar gibi.
    süs değil, doğal, hatta kaba…
    çöl gibi, orman gibi, yıldırım, fırtına, tipi,
    düşen bir bardak gibi.
    yere çarpmak üzere ve yer kırılacak.
    ona sorsan bilemez, bilmek zorunda da değil zaten.
    sadece o geldi,
    elinde bütün açmazlarımın anahtarları…

    ikimiz yeni bir dil bulana kadar,
    binlerce yıldır kullanılan seslerle iletişiyoruz.
    şarkılar olmasa daha da zor olacaktı.
    ilkeliz, ben, benden kaçtıkça ona sığınıyorum.
    çölüz biz, ormanız, yere düşen iki bardak gibi…
    çarpınca ”yer kırılmasın! biz kırılırız” diyecek kadar nazik.
    bütün âşıklar yanılmış, aşk diye bir şey yok.
    ona,”sana aşığım” demem.
    bir sandalın iki kanadı gibi, birleşince sandalız.
    ayrı iken kıyıda tahta parçası
  • "kazanova'nın "kurşunlu zindan"dan kaçışını biliyor musun? eminim biliyorsundur. kitapta hapis hayatının en korkunç yönleri kısa ve öz olarak anlatılmaktadır: aşağıda mahzende karanlıkta, her tarafın nemle kaplandığı su birikintisinin içinde, dar bir tahta parçasının üzerinde iki büklüm haldeyken suyun seviyesi tahtaya ulaşır, hatta gelgitle daha da taşar, ama en kötüsü vahşi lağım fareleridir*, geceleri kulak tırmalayan çığlıkları, çekmeleri, ısırmaları ve kemirmeleri (mahkum ekmeğini kaptırmamak için de onlarla savaşmak zorundadır herhalde) ve belki de en kötüsü mahkumun güçsüzleşerek tahtadan düşmesini sabırsızlıkla beklemeleridir." franz kafka - briefe an milena
hesabın var mı? giriş yap