*

  • bir batılının gözüyle, türkiye'deki arabesk müziği her yönüyle inceleyen ilginç bir kitap.
    yazarı martin stokes'dur. tam olarak adı "music, fate, and state: turkey's arabesque debate" ve 1979'da yayınlanmış.
    özellikle kitabın sonunda bazı şarkıların ingilizce çevirisini vermesi çok güzel olmuş.
    (bkz: whose beloved is this)
  • tam adı "the arabesk debate: music and musicians in modern turkey" olan ve türkçe'ye hale eryılmaz tarafından "türkiye'de arabesk olayı" başlığıyla çevrilen martin stokes kitabı. iletişim yayınları'ndan çıkmış 328 sayfalık, rahat okunan, neşeli bir eser. yedi bölümden oluşan çalışmada stokes önce alan çalışması-duygu söylemleri gibi temalar üzerinden çalışmanın çerçevesini çizmiş. ardından cumhuriyet dönemi müzik politikaları hakkında malumat veren "halkın ve müziklerin keşfi" ile "türk halk müziğinin yeniden inşası" bölümleri geliyor. dördüncü bölümden itibarense arabesk, arabesk şarkı sözleri ve anlatılar, arabeskin müzikal yapısı, arabesk ve sinema ilişkileri üzerinden ilerliyor metin.

    1926'da kapatılan dârü'l elhan konservatuarının doğu müziği şubesi, 1934'te sanat müziğinin radyolarda çalınmasının yasaklanması, sant müziğinin himayecileri sayılabilecek tarikatlerin kapatılması gibi pek çok farklı uygulamanın ulusal bir müzik oluşturma çabasının bir ürünü olduğunu söylüyor stokes. arabesk müziğin temellerinin atıldığı yıllar da 1930'lara denk geliyor aslında. sanat müziği dinleyemeyen insanlar sıklıkla özellikle de arabeskin doğuşuna sahne olacak "güney" bölgelerinde mısır radyosu dinlemeye başlıyor. 1950'lerden sonra artan göç ve şehirleşme, 1970'lerin artan varoş kültürü ve politizasyon, 1980'lerin özal liberalizmi farklı dönemlerde arabeskin genişlemesini tetikliyorlar.

    stokes kitabında hem halk müziği örneklerini hem arabesk örneklerini tartışırken şarkı/türkü sözlerine ve notalarına da yer vermiş. mesela bu kültür içinde önemli bir yeri olan bağlamaya ilişkin de küçük bir alt başlığa rastlamak mümkün kitapta. kitabın arabesk bölümü stokes'un kişisel bir gözlemiyle açılıyor. stokes, 25 ağustos 1990'da gülhane parkı'nda düzenlenen müslüm gürses konserine gitmiş. organizatörlerin dehası burda kendini göstermiş: sahneye müslüm baba'dan önce okay temiz'i çıkarmışlar. okay temiz programı tamamlamadan inmiş sahneden. sahneye müslüm çıktığında ise... gerisini tahmin edebilirsiniz sanıyorum.

    garibanlık, kader, sevda, benlik, yanmak ve yakmak gibi arabesk temalarını inceleyen stokes nihayetinde arabesk ve sema müziği-kültürü arasında bir bağlantı kuruyor. bu da benim metne tek itirazım. benzerlikler muhakkak var ama... kitabın kapağını belki bilirsiniz. bence bu kapak, bu kitaba bulunabilecek en muhteşem kapaklardan biri. ümit kıvanç'ın dehası mı diyelim? orhan gencebay ve sibel can padişah ve hanım sultan kıyafetleriyle arz-ı endam ediyorlar kapakta. orhan baba'nın belinde hançeri bile var. yanılmıyorsam bu konsept, gencebay ve can ikilisinin "hayat devam ediyor" albümlerinde de kullandıkları bir konseptti. o yıllarda bu albümden bir kaç parçaya klip çeken ikilinin kliplerinden biri böyle sultanlı padişahlıydı.

    bir de ayrıntı: stokes çalışmasının başında yardımları için murat belge, andrew finkel gibi isimlerin yanında volkan konak ve mustafa keser'e de teşekkür ediyor.
  • müzik, somut çerçevelere sahip olmayan bir dil; müzisyenin duygu ve düşüncelerini yüklediği, başka limanlara ulaşması için demir aldırdığı bir gemi gibi. insan kültürünün ise ayrılmaz bir parçası. kimi zaman bir propagandanın kimi zaman ise bir bir hüznün öznesi.

    fransız ihtilali’nin getirdiği milliyetçilik düşüncesi ve ön ayak olduğu sanayi devrimi, 20.yy’ın başında tüm dünya için bir değişim getirdi. sanayi devrimi’nin getirdiği sosyoekonomik yapı tarihte daha önce görülmemiş bir tecrübeyi sunuyordu insanlığa. ı. dünya savaşı’nın imparatorluklar çağını bitirip ulus devletler dönemini açması, anadolu coğrafyasında da imparatorluğun küllerinden doğmaya çalışan yeni bir ulus devletin doğum sancılarına tanıklık etmemize sebep oldu. osmanlı imparatorluğu döneminde anadolu halkı aidiyeti kendi köylerine olan bir topluluktu. taze cumhuriyetin amacı, tarih, kültür ve dil birliği yaratarak bu topluluğa bir ulus bilinci aşılamaktı. esasen osmanlı’nın son döneminde özellikle toprak kayıpları ile başlayan reform süreçleri, bu birliği sağlamanın temellendirmesi üzerine tartışmaları taşıyordu. cumhuriyetin ise kıblesi türkçülük akımı oldu. hareketin fikirsel altyapısını ise ziya gökalp oluşturuyordu. bu ideoloji pan-türkizm temalı değil, medeniyetin yönünü belirten bir tavırdı. dil reformları, tarih araştırmaları ve kültür alanında modernleşme çalışmaları başladı. dilin türkçeleştirilmesi bu yolun önemli adımlarından biriydi. dilin yabancı kelimelerden arındırılma süreci başladı. dilde reform hareketleri, birbiri yerine geçmekten ziyade farklı amaçlar için kullanılabilecek yeni kanallar açtı. bugün bile kelime seçimlerinden siyasi görüşlere ve yaşayış tarzına dair çıkarımlar yapılmaktadır.

    kültürel birliğin sağlanması için ise en önemli enstrümanlardan biri müzik olarak görüldü. halk müziğini ulusal kültür öznesi haline getirme çalışamaları başladı. osmanlı saray müziği olarak görülen sanat müziğine dair 1926'da kapatılan dârü'l elhan konservatuarının doğu müziği şubesi, 1934'te sanat müziğinin radyolarda çalınmasının yasaklanması, sanat müziğinin himayecileri sayılabilecek tarikatlerin kapatılması gibi önlemler alınma yoluna gidildi. bu yasaklamalara karşın halk radyodan sinema sayesinde tanıştığı “doğulu” mısır müziğine yöneldi. bu davranış ileride arabesk müziğin yükselişine sebep olarak sunuldu. bir yandan anadolu’da halk müziğine dair eser toplama çalışmalarına hız verildi. cumhuriyetin batının rasyonel medeniyetini kendine katma çalışmasının himayesinde anadolu’dan toplanan halk müziğinin batı müziği temelli sistematikleştirme ve notasyon çalışmaları başladı. dili ideolojinin aradığı gibi olmayan bir çok halk müziği eseri tahribata uğradı. yine de halk müziği toplum tarafından benimsendi ama sanat müziği ilkeleri de bırakılmadı. dil reformları ile benzer bir şekilde stokes’un da belirttiği gibi “dil reformları, belli amaçlar için yönlendirilebilecek paralel diller yaratmayı başardı. aynı şekilde müzik reformlarına, başarıları ya da başarısızlıkları açısından değil, her biri farklı derecelerde ve biçimde kurumsal desek gören, mücadele içindeki bir dizi birbirinden farklı müzik dilini nasıl oluşturabildikleri bağlamında bakmak mümkündür.” bestecisi belli bireysel bir ürün olan sanat müziği yerine anonim olan halk müziğinin seçilmesi, ortak bir dil oluşturmanın zemini olması adına önemsendi. zira halk müziği halkın sesiydi. aslında bu ayrım sadece politik ve tarihsel hesaplaşmaların ışığında resmi ideolojinin hüküm sürdüğü kurumlarca benimsendi. temelde reform hareketleri müzisyenlerin iç içe geçmiş bir halde kendini ifade edebilecekleri farklı alanlara olanak sağladı.
    dünyada esen neoliberal rüzgar, 12 eylül darbesinin açtığı yol ve özal’ın gösterdiği hedefle 80’li yıllarda türkiye’yi de sardı. arabesk işte böyle bir dönemin tam da kalbinde bulunuyordu. aynı dönem türkiye’de merkezi ideolojinin getirdiklerini sorgulamanın yükses sesle dile getirilmeye başladığı yıllardı. arabesk ise resmi ideoloji tarafından yükselen çatlak sesleri taşıyan nehir olarak görülüyordu. medeniyetini batıya taşımaya çalışırken doğudan beslenen bir kültür öğesi olarak yarattığı kirlilik adeta tüyleri diken diken ediyordu. stokes; bu kirlenme anlayışının odak noktasını, devletin benimsediği resmi kültürel kimliklerin karşısında ve onları reddeden içerideki bir “ötekilik” olarak açıklıyor. “öteki” olarak anılanlar ise merkezin dışında kalan şehre yeni gelmiş sosyal sınıf olarak görülmektedir. bu ötekileştirmenin yoğunluğu o kadar fazladır ki statü farketmeksizin insanların doğrudan arabesk ile ilgili görüşlerini almak zorlaşır. türk sosyologları da arabeski 80’lerin önemli bir sorunu olan göç ile özdeşleştirmiştir. araştırmalar göçle gelen insanların adetlerinin hala köyde yaşadıkları hayat ile paralel olduğu sonucunu atmıştır. bu durum şehrin düzenini bozan ve şehri kirleten bir tavır olarak algılanır. tıpkı arabeskin düzensiz, bireyselliği ön plana çıkaran bir virtüözite ile icrasının kültürel kirlenmeye sebep olduğu düşünüldüğü gibi. müzisyenler de tıpkı dinleyiciler gibi göç ile kategorize edilmiştir. oysa dershanelerde ya da trt’nin kendi müzisyenleri içinde teknik bilgisi sağlam icracıları da vardır. müzisyenler ticari kaygılarla arabesk için çizilen bazı algılara kendilerini oturturken bir yandan paralel dile başvurarak sanatları için farklı söylemler geliştirmektedir. buradan hareketle middleton’ın da dediği gibi, aktif ya da pasif, herkesin kitle iletişim araçlarına ulaşabildikleri bir toplumda herhangi bir müzik formu ya da türü, sanki mühürlü bir kültürel ortamda yer alıyormuş gibi incelenemez. üzerinde durulması gereken müziğin duyguların tercümanı olmasıdır.

    arabeski eleştiren ve arabeski dinleyen insanların buluştuğu ortak nokta yüksek duygusal aktarımdır. eleştirenler, arabeski doğunun disiplinden uzak bir icrası olarak görürken; dinleyenler yalnızlık, yabancılaşma ve adaletsiz bir dünyanın anlatısı içinde kendilerinden parçalar bulabilmesidir. arabesk şarkıların sözlerinde geçen bu özdeşleştirme durumu, insanların birbirleri ile olan iletişimlerinde, toplumsal gerçeklere meydan okurcasına, içlerindeki duyguyu aktarmalarını sağlayan bir araç olmuştur. bütünsel anlamda bir kimlik kurmaya çalışan ideolojinin aksine arabesk, bireyin duygu deryasına dalan ve insanların yaşadıkları gündelik sıkıntılarını, gelecek kaygılarını akıtabildikleri ve güçsüzlüklerini paylaştıkları bir sırdaş olmuştur. stokes arabeski; bir duygu söylemi, güçsüzlük ve gücün kötülüğü üzerine bir yorum olarak tanımlar. stokes güçsüzlüğün türk gençliği için odaklandığı yerleri; gezi fırsatının olmaması, cinselliğin bastırılması, iş güvencesinin bulunmaması ve türkiye’nin uluslararası kültürel ve sportif alanlarda utanç görülen başarısızlıklar sonucu zayıf bir imaja sahip olması ile temellendirir. gücün kendisi ise içsel kimliğin bozulması olarak görülür. o dönem edilen “benim memurum işini bilir” gibi sözler şehirde güce erişmenin yozlaşarak olacağı algısını yaratmış olabilir. delaney’in bahsettiği içerisi ve dışarı kavramlarını burada kullanabiliriz; şehrin ve neoliberalizm ile değişen dünyanın bireyde yarattığı yabancılaşma hissi, arabesk filmlerinde aşk teması üzerinden verilir. umutsuz bir aşk ile yanan ana karakter, düşmeye ve güçsüzleşmeye başlarken hem kendi benliğinden hem de mekandan uzaklaşmaya başlar. zaman ve mekan mefhumundan kopuk bir yabancılaşma hissidir bu. bu duygusal olarak damardan giren anlatı, içinde kadercilik taşıdığına dair eleştiriler aldı. eleştiriler, kadercilik söylemi ile insanların uyutulduğuna dair söylem içerir. oysa icralarda erkeklerin kadın gibi kadınların erkek gibi şarkı söylemesi toplumsal cinsiyet normlarına doğrudan bir saldırı gibidir. aynı şekilde gücün kötülenmesi de değişen ülke şartlarının getirdiklerine ve güce ulaşım şekillerine protest bir duruş gibidir.

    arabeski büyük sosyolojik ve psikolojik kalıplarla kategorize etmek ancak metaforik bir anlatı olacaktır. ülkenin neoliberal politikalar ile değişirken bireyin belki bu hızdan biraz da afallamış ama bir oyun gibi yaratıcılık ve keyifle buna uyum sağlama çalışması esas odak noktası olmalıdır. stokes tüm bu anlatıyı “gecekondu sorununun kendisi gibi arabesk de halkın kültürel gereksinimlerine yeterli gelmeyen devlet planlamasının karşısında bol bol çare üreten, ancak kabülü mümkün olmayan bir karşılıktır. arabeskin göçle bağdaştırılması, bir müzik tarzının toplumsal değişimin sebebi yerine bir göstergesiyle bağdaştırılması anlamına gelir. bu sebep, kentli toplumun, osmanlı imparatorluğu’nun kültürel ve idari merkeziyetçiliğinden, dünya ekonomik sisteminin endüstrileşmiş periferisine topyekün dönüşümüdür” sözleriyle birbirine bağlar ve bu dönüşümün izleri bireylerin duygu dünyalarında kendine yaşam bulur.
hesabın var mı? giriş yap