• şarap diyarı. gittiğinizde dönmek istemeyeceğiniz yer.

    (bkz: güney afrika cumhuriyeti)
  • üniversitenin varlığından ötürü hareketli bir gece hayatına ve taş gibi hatunlara ev sahipliği yapan sehir. şahsen güney afrika'da favorimdir her anlamda. güvenlik sıkıntısı yoktur, gece yürünebilir. villa tipi pek güzel evlerle ve harika şarap bağlarıyla doludur. cape town'a 40 dk'da gidebilmektesiniz arabanızla ayrıca. ağırlıklı olarak afrikanerlar yaşamaktadır.

    özellikle cuma akşamı bohemia'da gece 10-11 sularında sarhoş olunup, hemen yanıbaşındaki die mystic boer'a akılır, kaliteli elektronik müzik dinlenilir. gecenin ilerleyen saatlerinde springboks'a geçilir, sabahlanılır.
  • içinde üniversite barındırdığından çoğunlukla öğrencilerin yaşadığı cape town kasabası. yemek için cape town fish market, manoush, java cafe gibi yerler tercih edilebilir. geçen seneye kadar barış büfe şubesi bulunmaktaydı ama artık yok, çok büyük bir kayıp da değil. geceleri ise club olarak nu bar, catwalk, rock müzik içinse bohemian'a gidilebilir. yapıları çok güzel ama sessiz sakin bir yerdir.
  • ya sanirim dunyanin en guzel bir kac yerinden biri... hatunla ne zaman kafayi ceksek andigimiz, fotograflarina baktigimiz yer...
    rabbim herkese gormeyi nasip etsin... rabbim ulkemize boyle yerler nasip etsin...
  • sanırım artık burasıyla ilgili detaylı birşeyler yazabilecek kadar kaldım burada. kaldığım süreçte de burayı iyi öğrendim diyebilirim. ben gelmeden önce internette burayla ilgili bilgi toplamaya çalışmıştım, ne yazık ki genellikle şarap evlerinin ne kadar da güzel olduğu ile ilgili bilgilerin ötesine geçen pek birşey bulamamıştım. o nedenle amacım buraya gelecek, kalacak insanlara burayla ilgili ayrıntılı bir fotoğraf çekebilmek. başlayalım bakalım;

    en sonda söylenecek şeyi en başta söyleyerek başlayalım: gerçekten çok çok güzel bir yer, burayı çok seveceksiniz. sanmıyorum ki, bir insan stellenbosch'a gelip, etkilenmeden geri dönsün. etrafında stellenbosch'u bir vadi içine yüksek dağlar, harika doğası, şehirin yeşil dokusu, mimarisi, insanının güzelliği ile stellenbosch insanı derinden etkileyen bir yer.

    söylediğim gibi, şehir bir vadi içinde uzanan geniş bir ovaya kurulmuş. dümdüz bir yapısı var. etrafında ise stellenbosch dağı ve simonsberg dağı bulunuyor. etrafında dağlarla çevrili olması, güney afrika'nın western cape bölgesinin genelinden daha ılıman bir iklime kavuşturmuş burayı. mesela cape town 22-23 derece civarındayken, stellenbosch 28-29'u görebiliyor. madem iklimden başladık oradan devam edelim. ben buraya yaz sonu olan mart'ta vardım. ancak hiç öyle yaz sonu falan demeye gerek yok, mart boyunca 30'un altını görmedik, bazen de 35 ve üzerindeydik. nisan'da 25-30 arasında seyreden hava mayıs'la beraber 20 ve birkaç derece altını görüyor. haziran'da 15 derece civarı bir hava olacağı söyleniyor. nisan'dan itibaren akşamları biraz serin olabiliyor. şehir vadide olduğu için kuzey-güney rüzgarları özellikle nisan'da akşamları çok şiddetli esiyor.

    doğasına gelecek olursak; genellikle bizim akdeniz iklimi dediğimiz iklime yakın bir hava olduğu için bitki örtüsü de benzer diyebilirim. şehirin her yerinde bir çeşit meşe palamudu ağacı var. bu nedenle şehire palamut şehri anlamına gelen "eikestaad" takma ismi verilmiş. şehir içi tamamen yeşil. hem ağaçlık hem de geniş çim alanların bulunduğu dinlenme yerleri var. hava güzelken özellikle öğrencilerin buraları şenlendirmesiyle yaşayan bir atmosfere sahip oluyor şehir.

    buranın şaraplarının çok çok ünlü olduğunu tekrar belirtmeye gerek yok herhalde, zira internette çok basit bir aramayla stellenbosch ve çevresinin "wineland" olarak bilindiğini görebilirsiniz. e tabi doğal olarak, her yer şarap çiftliği. şehirin yürüyerek 15 dk. dışına çıktığınızda çok güzel üzüm bağları ve bunların yanlarında çok güzel şarap evleri görebiliyorsunuz. (şarap evleri ile igili ayrıntılı bilgi aşağıda). üzüm bağlarının simetrisi ayrı bir estetiğe sahip.

    doğadan devam ettiğimiz için şunları belirteyim istedim. stellenbosch ve etrafı eğer hiking seviyor iseniz harika bir yer. üniversitenin koruma altına aldığı en az üç "natural reserve area" var ve bunların hepsi halka açık. şehirden 20 dk yürüme mesafesi, ya da 5 dk. araba mesafesinde olan jonkershoek bunların başında geliyor. buraya girdiğiniz andan itibaren harika bir doğaya teslim oluyorsunuz. şehirin dibinden geçen kromriver jonkershoek'ta yanınızdan akıyor. 2-3 günlük doğa yürüyüşü rotalarının başladığı bir yer burası. yolda leopar, babun ve bol bol yılan görebiliyorsunuz. eğer bu fazla uzun boylu diyorsanız, bir başka tavsiyem şehirden 15 dk. yürüme mesafesinde olan simonsberg doğa koruma alanı. burası direkt olarak üniversite tarafından korunuyor. yine kromriver'ın geçtiği güzel bir doğa parçası. burada şehrin iki büyük dağından biri olan simonsberg'e tırmanabiliyorsunuz. tırmanma dediğime bakmayın, çok zorlu bir tırmanış falan değil. sıradan spor ayakkabı ve spor kıyafetleriyle tadını çıkarabilirsiniz. buranın en büyük özelliği ise şu, tırmandığınız dağ ile başlayan koruma alanında yaşayan cape leoparları var. merak etmeyin, insana yaklaşmıyorlar ve şimdiye kadar kimseye zarar vermemişler. şanslıysanız bazen uzaktan bunları görebilme şansınız var, ben bu şansa bir defa nail oldum.

    gelelim, stellenbosch nasıl bir yerdir, neler yapılır, nelere dikkat etmek gerekir gibi sorulara...

    stellenbosch klasik olarak bilinen afrika hikayesini ters düz etmiş bir şehir. beyazlar güney afrika'ya ilk vardıklarında iki şehire yerleşmişler: biri saldanha, bir diğeri ise stellenbosch. yani güney afrika koloniyalistlerinin kurduğu bir şehir diyebiliriz. bunun etkisiyle çok net bir avrupa etkisi göze çarpıyor. bu hem mimarisinde, hem de geleneğinde ve şehrin genel dokusunda sezilebiliyor. mimari olarak iki ana nota var. bir victorian ingiliz mimarisi (genelde dorp caddesi üzerinde örneklerini görebilirsiniz), bir diğeri ise protestan hollanda mimarisi (bunun en genel örneklerini ise yine dorp caddesi ve özellikle şarap evi binalarında görebiliyorsunuz).

    beyazlar çok yoğun olarak şehrin en merkezi yerlerinde yaşıyorlar. güney afrika'nın geri kalanına oranla, beyaz yoğunluğu burada daha fazla. güney afrika genelinde %15-20 iken, stellenbosch'da %35-40 kadar beyaz bulunmakta. genel bir güney afrika sendromu olan beyazların ekonomik olarak varlıklı, siyahi ve renklilerin (renkli ne demek lan? birazdan açıklayacağım) ekonomik olarak bazen dezavantajlı, bazen de çok ciddi bir fakirlik içinde olması durumu burada da geçerli. şehir merkezine gelip bir restoranda oturduğunuzda, etrafınıza bakın. göreceğiniz tablo şu: restoranda oturup hizmet alan kesim genellikle beyazlar, hizmet sektöründe çalışanlar ise çok yüksek bir yüzdeyle siyahi ve renkli kesim.

    evet şimdi gelelim şu renkli ne demektir noktasına. kavramsal terminoloji ülkeden ülkeye değişiklik gösteriyor. gidip amerika'da bir insan renkli deseniz muhtemelen ırkçılıktan kodesi boylarsınız. ama güney afrika'daki terminolojiye göre bu gayet normal bir durum. şöyle ki; güney afrika avrupalıların buraya varmasından önce tamamen siyahilerden oluşan bir nüfusa sahip. siyahiler kendi içerisinde onlarca alt gruba ayrılıyor tabi ki. daha sonra beyazlar varıyor ve süreç içerisinde artan bir beyaz nüfus ortaya çıkıyor. bir de bu iki grubun evliliklerinde doğan melezler var. işte onlara burada coloured people deniyor. bunu ilk duyduğumda çok şaşırıp utanmıştım, bir insana nasıl coloured denilebilir diye. ama sonradan anladım ki, burada çok normal bir durum çünkü bu bir kimlik. neyse.

    stellenbosch insanları gerçekten çok sıcak kanlı. herhangi bir yerde yalnız otururken, yan masadaki kişi yalnız olduğunuzu gördüğünde genelde sizinle sohbete giriveriyor. sokakta biriyle göz göze geldiğiniz anda bir "hi" alıyorsunuz. eh şöyle söyleyelim, bekarlar için burada çok fazla hikaye var, kıps kıps... sakallı ve sevgilisi olan bir adam olarak söylüyorum, sakal çok fazla prim yapıyor. sevgilisi olan bir adam olarak zaman zaman beni rahatsız edecek kadar fazla ilgi çektim, türkiye'ye dönünce kimse yüzüme bakmayacak, ruhum incinecek biliyorum.

    hem kadınları, hem erkekleri çok çok güzel bir insan topluluğu var. yani gerçekten güzel insanlar. hepsi manken gibi maaşallah. e tabi bütün şehir spor yaptığı için erkekler kaslı, kadınlar ince belli geniş omuzlu falan. değişik bir yer. sokakta onlarca charlize theron görebiliyorsunuz. ama dediğim gibi, güzel olmalarının yanında düzgün vücutlu olmaları kesinlikle sporla alakalı birşey. şöyle akşam 16.00-17.00 gibi dışarı çıktığınızda bütün şehiri koşarken görebiliyorsunuz. zaten doğası çok uygun bunun için. sadece gençler değil, yaşı ilerlemiş insanlar da spor yapıyorlar. güzel birşey tabi.

    evet, şimdi şehirde neler yapılır, nerede ne yenir, ne içilir, bunlardan bahsedelim.

    ne yapılır?

    kesinlikle şarap tadımını birinci sıraya koymak gerekiyor. burası bir şarap memleketi. şarapları hem çok kaliteli, hem de türkiye'ye kıyasla inanılmaz ucuz. örnek vermek gerekirse, markette yüksek kalite bir şarap 120-130 rand gibi. ama bu söylediğim gerçekten fiyat skalasının en üstünden bir şarap. yani 30-35 tl yapıyor. kıyaslama yapılması açısından söyleyeyim, türkiye'de aynı şarap en az 130-150 tl arasında olacaktır. bunun dışında ortalama 50-70 rand'a şarap bulabiliyorsunuz, ki bunlar da oldukça kaliteli şaraplar.

    güney afrika'nın kendi üzümü pinotage. bu nedenle burada denenmesi gerekiyor kesinlikle. 2-3 farklı pinotage denemeden gitmeyin derim. ama benim en çok sevdiklerim chardonay ve chenin blanc tipi şarapları.

    yakında onlarca şarap evi var. ama ben kendi açımdan en beğendiklerimi yazayım:

    1) lanzerac: kesinlikle gidilip görülmesi gerekiyor. premium tasting dedidkleri tadımı öneriyorum. 5 farklı şarap ve bu 5 farklı şarap için özel üretilmiş 5 farklı çikolata ile servis ediyorlar. şöyle bir bilgi de vereyim. lanzerac 1690 yılında kurulmuş ve güney afrika'da pinotage üzümünü ilk eken çiftlik. bu nedenle pinotage konusunda çok iddialı olduklarını belirtiyorlar. ama bana kalırsa en iyisi yine chardonay ve yanında servis ettikleri çikolata. burada ayrıca güney afrika'ya özel baharatlar, peynirler vs. gibi hediyelikler de bulabilirsiniz.

    2) tokara: yine çok köklü bir şarap evi. yanılmıyorsam burası da oldukça eski bir çiftlik. buranın bir özelliği de şu: yalnızca üzüm bağları yok, aynı zamanda zeytin de üretiyorlar. eğer zeytin yağlarını merak ederseniz onu da bulabiliyorsunuz. ayrıca buranın balzamik sirkesi çok iyiydi. tavsiye ediyorum. tabi ki, şarap yanında zeytin de ikram ediyorlar. eğer şarap alırsanız tadımdan ücret almıyorlar. şarap almazsanız 30 rand'a 4 çeşit şarap tadabiliyorsunuz. (30 rand 7 tl gibi birşey yapıyor). tatlı bir chenin blanc'ları var. eğer tatlı beyaz şarap seviyorsanız orgazmik bir haz yaşayabilirsiniz. ben tatlı şarap pek sevmeyen bir insan olarak hayran kaldım. biraz pahalı ama 40 cl'lik şişe 200 rand'tı.

    3) beyersklof: buranın en beğendiğim şarabı shiraz idi. tavsiye ederim. ayrıca çiftlik olarak da burası çok güzel bir yer. kahvaltı da çıkarıyorlar ve bunun ötesinde çiftliği gezmenize izin veriyorlar. yani üzüm bağlarının arasında yürüyüş yapabiliyorsunuz.

    4) stark conde & postcard cafe: burası da lanzerac'a çok yakın, aynı yol üzerinde. buranın şaraplarını tatmadım açıkçası. ama şöyle söyleyeyim, sadece doğası için bile gidilebilir. güzel bir öğlen yemeğini dağların arasında, küçük bir göl ve üzüm bağlarının arasında yiyebilirsiniz. huzur dolu bir yer. kesinlikle tavsiye ediyorum. lanzerac'a gittiğinizde arabayla 3-4 dk bir mesafede kalıyor, aklınızda bulunsun.

    evet, şarap tadımını da geçtiğimize göre, şehirde ne yapılır, biraz bundan bahsedelim.

    şehirde, açıkçası çok fazla seçenek yok. bir güney afrikalı'ya sorduğunuzda buranın bir öğrenci şehri olduğunu ve bu nedenle yaşayan bir şehir olduğunu söyleyecektir. öğrenci şehri olduğu kısmı kesinlikle doğru. ama bu kadar fazla öğrencinin bulunduğu bir yerde, sosyal yaşamla ilgili olanaklar biraz kısıtlı diyebilirim.

    öğrenci modunda takılmak istiyorsanız en iyi öğrenci barı bohemia. salı günleri canlı müzik var. bir gitar bir bass/perküsyon genelde klasik rock çalıyorlar. barmenleri çok kafa çocuklar. buradaki öğrenciler içki ısmarlamayı çok seviyorlar. genelde barda tek başıma otururken gelip sakalımı gösterip yeaaaaaah şeklinde yavşak ama şapşik bir şekerlikle muhabbete girip, sonunda da bir shot ısmarlayıp giden bir kitleye sahip bar. neyse, eğlenceli bir mekan.

    hemen yanında happy oak isimli eski bir irish pub bulunuyor. arada irlanda müzikleri çalıyorlar. burada daha çok siyahilerin takıldığını söyleyebilirim. ama müdavimi olan beyazlar da var. canlı müzik yok. zaten şehirde bir tek bohemia'da canlı müzik var. onu diyorum işte, bu kadar çok öğrencinin olduğu yerde nasıl canlı müzik opsiyonu olmaz anlamıyorum.

    java cafe&bar: burası hem bar ama aynı zamanda iyi yemek yenilebilecek bir yer. yemeklerinden aşağıda bahsedeyim. bar olarak oturup sohbet etmelik bir yer. müzik çok yüksek değil, televizyonda her daim rugby ya da kriket maçı açık.

    brothers isimli bar bird street üzerinde. güzel bir yer, yine hamburgeri lezzetli bir yer, yani yemek de yenilebilir. büyük bir irish pub formatında. ama ne yazık ki irish pub olduklarını biraz unutmuşlar ve müzikleri arasında bazen araya lady gaga falan bile karışabiliyor.

    nerede ne yenir, bundan bahsedelim..

    wijnhuis ile başlayalım. isminden de belli olduğu gibi burası bir şarap evi aslında. ama harika bir mutfağı var. şehrin en lüks 2-3 restoranından biri diyebilirim. müthiş bir karışık deniz ürünler tabağı var. ben deniz ürünü aşığı bir insan olarak nirvana'ya vardım burada. ayrıca şarap menüsü de çok çok geniş. şöyle söyleyeyim, 2 kişi çok lüks bir yemek ve çok iyi bir şişe şarap içtiğinizde, 500 rand'a kalkabilirsiniz, ki tl olarak 120 tl gibi birşey yapıyor. türkiye'de bir restoranda sadece şaraba, o da orta seviye bir şaraba vereceğiniz para olur bu. buranın tavsiye edeceğim bir diğer seçeneği ise kudu (ceylan) carpaccio'su. gerçekten çok lezzetli, deneyin.

    hussar: et ve ızgara konusunda sanırım buranın üzerine bir mekan yok. aslında zincir bir restoran bu. ama sanırım en iyi şubeleri stellenbosch şubesi. mesela bir arkadaşım cape town şubesinden pek memnun kalmamıştı. buradaki hem hızlı servis, hem de gerçekten çok üst düzey bir et deneyimi sunuyor. özel önerim fillet'si ve hollandse biefstück. sevdicek de oyster (istiridye) soslu bifteğini denedi ve hayran kaldı. hayvan gibi bir porsiyon istiyorsanız da t-bone alabilirsiniz.

    java cafe & bar: yukarıda da bahsettim, burası yarı bar, yarı restoran formatında bir yer. hamburgerleri ve yanında getirdikleri gerçek soğan halkaları favorim. devekuşu burgerini deneyebilirsiniz.

    güzel bir öğlen yemeği ve güney afrika mutfağı deneyimi için çok tatlı bir yer: taste&buds. ryneveld caddesi üzerinde, sinagog'un hemen yanında. 4-5 abla tarafından işletilmekte. şefleri direk olarak kasada duran sarışın ablamız. hem açık büfe hem de menü seçenekleri var. açık büfede çok güzel güney afrika mutfağı seçenekleri var. babooti'si favorim. klasik bir güney afrika yemeği. ayrıca eğer kışın buradaysanız, nilüfer'li kuzu eti yemeği de çıkarıyorlar. aman allah, nasıl bir lezzet anlatamam. buranın çok güzel ev yapımı tatlıları da var. sadece kahvaltı ve öğlen yemeği çıkarıyor burası, saat 15.00'te mutfağı kapatıyorlar, haberiniz olsun.

    aaa dur, biralarından bahsedeyim. güney afrika'nın hiç fena olmayan biraları var.

    en meşhuru black label. klasik sıcak ülke lager'i. bir diğeri castle. fıçı, malt ve lager seçenekleri var. stellenbosch'un kendisine ait bir birası da var: stellenbrau. (stelınpürö diye okunuyor, ben madara oldum garsondan isterken, siz olmayın) bunun da beyaz, blond ve malt seçenekleri var. hiç fena değil.

    bir de namibya birası tavsiye edeyim, ki benim en beğendiğim bu: windhoek.

    neyse, fazla turistik bilgi kasmayalım. güvenlik mevzusundan bahsetmek istiyorum biraz. zira güney afrika'ya gelen herkes, özellikle dışarıdan, ciddi anlamda güvenlik hikayesi dinliyor ve güvenlik algıları aşırı açılmış bir şekilde buraya geliyor.

    nereden başlasam... yine en sonda söylenecek şeyi en başta söyleyelim. güvenlik mevzusu, özellikle beyazlar tarafından biraz abartılıyor. ama bu bir güvenlik sıkıntısı olmadığı anlamına da gelmiyor. açalım..

    stellenbosch özelinde konuşuyorum. stellenbosch, güney afrika'nın muhtemelen en güvenli birkaç yerinden biri. mesela cape town'da bir pazar günü long street'te yürürken, ciddi şekilde kaygılandım. zira 3 kişi bana uyuşturucu satmaya çalıştı. bu 3 kişiden 2si beni takip etti yaklaşık 2 km kadar. yani, orada bu hissi yaşıyorsunuz. ama stellenbosch'ta böyle birşey kesinlikle yok diyebilirim. özellikle üniversite etrafında güvenlik sorunu yok denilebilir. gece 2'de de yürüseniz, fosforlu yelekli güvenlikler sokaklarda bekliyorlar zaten. selamlaşın kendileriyle, sohbet edin. çok hoşlarına gidiyor, ayrıca çok eğlenceli adamlar. neyse.

    ama bu demek değil ki güvenlik sorunu hiç yok.. kesinlikle var. burada refahı gördüğünüz gibi sefaleti de gözlemleyebileceğiniz manzaralarla karşılaşıyorsunuz. çok ciddi fakirlik içinde yaşayan, öyle az-buz değil, çok fazla sayıda insan görebiliyorsunuz. bunların bazıları suça yönelebiliyor doğal olarak.

    özellikle andringa, bird ve dorp caddeleri üzerinde çok fazla yardım talep eden insanla karşılaşacaksınız. şimdi burada biraz kendimden örnek vermek istiyorum. ben biri benimle konuşmaya başladığında, para isteyeceğini bilsem de kafasını çevirip yürüyüp gidebilen bir insan değilim. üstelik, insanlara çok fazla hayır diyebilen bir insan da değilim. bu insanların bazılarının ciddi anlamda yardıma ihtiyacı olduğunu açık ve net şekilde görebiliyorum. bunu gördüğüm zaman da elimden geldiğince yardım etmek istiyorum. eğer cebimde birşeyler varsa bazen öyle yadımcı olmaya çalışıyorum. bazen de sadece yemek isteyen biri ile karşılaşıyorum. bilmem anlatabiliyor muyum.. bu insanlar gerçekten bu yardıma ihtiyaç duyuyorlar. sonuçta 10 rand vermiş olsanız bile, 2 lira gibi birşey vermiş oluyorsunuz ve bu bazen onlar için 1 öğün yemek anlamına geliyor.

    tabi ki bu durumu alışkanlık haline getirmiş, suistimal eden ve bunu bir meslek olarak yapanlar da var. işte bu noktada şunu söylüyorum:

    cüzdanınızı cebinizden çıkarmayın! tekrar yazayım. cüzdanınızı cebinizden çıkarmayın!

    her zaman cebinizde ufak tefek birşeyler olsun. birine yardım etmek isterseniz oradan verin. tecrübeyle sabit. bir defasında cebimden çıkardığım cüzdanımın içinden bir 100'lük çekildi ve ben cüzdanımı zor kurtardım. evet böyle şeyler de olabiliyor. ama siz benim gibi mal olmadığınız için böyle bir durumu yaşamayacaksınız. çünkü artık öğrendiniz. repeat after me:

    cüzdanınızı cebinizden çıkarmayın!

    devam edelim güvenlikle ilgili. burada çok güzel evler var. geniş bahçeli, villa tarzı, bahçesi cennet gibi evler. ama hepsi dikenli/elektrikli tellerin arkasında, "armed response" tabelaları ile donatılmış. bu evler çok büyük bir oranda beyazların yaşadıkları evler. korkuyorlar. zamanında bu refahı paylaşmayı becerememiş/istememişler. sonra da fakirlik ve eğitimsizlik nedeniyle suça yönelmiş olan insanlardan zarar görmüşler. sonuçta evet, bir eve girip bütün aileyi öldürüp evi soyup giden insanlar da var (özellikle joburg'da suç oranı inanılmaz yüksek).

    ama tüm samimiyetimle söylüyorum: burada bir güvenlik manyağı olmayı gerektiren bir durum yok. buraya gelip, buradaki "steril" beyazların kibirlerine ortak olmayın derim. konuşun insanlarla. yolda yanınıza biri yaklaştığında korkmayın derisinin rengi yüzünden. inanın, çok kibar şekilde yardım istiyorlar en fazla. hayır dediğinizde de rahatsız etmeden uzaklaşıyor. %99 olasılıkla yaşayacağınız en büyük "rahatsızlık" bu olacak. o %1 ihtimal yüzünden insanların kalbini, onurunu kırmamak lazım. hayır herşeyi bir kenara bırak, türkiye'de yaşayan insanlarız. çoğu zaman "hacı biz tesadüfen yaşıyoruz yeminle" dediğimiz haberler okuyoruz gazetelerimizde.

    o kibirin parçası olmamak lazım, benim kişisel görüşüm bu. ama benim sözümle gaza gelip, gidip saçma sapan işler yaparsınız, götünüzü keserler, sorumluluk da kabul etmiyorum.

    ha mesela, benim yaptığım gibi manyakça kayamandi denilen gecekondu gettosuna gitmenizi önermiyorum. ben gittiğim için çok mutluyum, çünkü orayı görmek istedim. atladım bisiklete, gittim. girişinde bisikletle durduğumda bir koca mahalle beni işaret edip, bana bakıyordu. kim lan bu manyak niye gelmiş buraya dercesine. iki ufak çocuk yanıma gelip, abicim girme buraya üzerler seni dedi. yani demem o ki, eğer sınırları zorlamayalım derseniz, evet buraya gitmeyin! yanınızda sorumluluğunu üzerinizde hissedeceğiniz (kız arkadaş, arkadaş, kardeş vs.) biri varsa kesinlikle gitmeyin. ama tek başınıza en azından bir yanından geçebilirsiniz. benim için çok ilginç bir deneyimdi. neyse..

    şehrin hangi caddesinde ne var, ondan bahsedeyim.

    merriman tam bir ana cadde. ankara'yı bilenler için şöyle söyleyeyim: eskişehir yolunun küçüğü. üniversite binaları merriman'ın iki tarafında.

    andringa ve kerk caddeleri restoranlar ve barların olduğu caddeer. buralarda daha çok beyazlar takılıyor diyebilirim. andringa'nın öğrenci mekanlarında siyah ve beyazların iç içe olduğunu da göreceksiniz.

    plein caddesi, banka, restoran ve esnafın bulunduğu cadde (berber, eczane, ayakkabıcı, tekstil vs.).

    dorp caddesi: lüks restoranlar, (gino's, big five easy vs) eski mimari örnekleri (özellikle victorian ve dutch mimarisi, sanat tarihçisi kesildim başınıza, ama güzel binalar, görünüz). dorp'un en güneyi tren istasyonuna çıkıyor.

    bird street: daha çok siyahilerin bulunduğu bir cadde. üzerinde taxi denilen (ama dolmuş olan) arabaların otogarı var. ayrıca siyahilerin alış veriş yaptıkları marketler, esnaf ve birkaç tane de siyahilerin takıldığı barlar var. burayı kesinlikle görün derim. benim hoşuma giden bir cadde.

    victoria caddesi, ryneveld caddesi: tamamen üniversite binaları. sosyal bilimler fakültesi, hukuk, muhasebe bölümleri. ayrıca rektörlük de victoria üzerinde.

    bunlar en merkezi caddeler diyebilirim.

    nereden alış-veriş yapılır.

    2 adet büyük market ismi vereyim: biri (benim tercihim ayrıca) spar. diğeri ise pick n pay. ikisinde de her türlü meyve, sebze, et, şarküteri vs. bulabiliyorsunuz.

    burası gerçekten gelip, çok seveceğiniz bir yer. hem kaliteli bir tatil için hem de yaşamak için harika bir yer. daha ayrıntılı bilgi almak isteyen suser dostlar yeşillendirmekten çekinmeyiniz.
hesabın var mı? giriş yap