• arthur koestler'in stalin dönemine yönelik eleştirilerini ana konu haline getirdiği, başarılı ve ilgi çekici bir roman. temponun düşük olması bile, bu ilgi çekiciliği azaltmamaktadır. diğer yandan siyasal tercihlerin bir sanat eserine hakim olmasının, hatta sanatın sadece bir araç olarak kullanılmasının hoşgörülmesinin nedeni, anti-otoriter olması olsa bile, aynı hoşgörünün stalinistler ve/veya ülke özelinde örneğin grup yorum için gösterilmemesi, kendi çizgisini demokrat olarak tanımlayan pek çok kişi için çelişki yaratmaktadır.
  • 'gün ortasında karanlık' adıyla türkçeye çevrilmiştir. iletişim yayınları'nın çağdaş dünya edebiyatı dizisinde bulunur.
    konusunu soyup edebî açıdan bakarsak berbat.
  • arthur koestler'in 1940'ta yazdigi distopya-roman.

    ulke adi verilmese de acik bir sekilde rus devriminin tersine evrimine, yine isim verilmese de kitapta surekli "bir numara" diye anilan stalin'in zulmune deginir kitap.

    devrimin mimarlari arasinda bulunan, o unlu 'oncu kalabalik' fotografinda da yeri olan nikolay salmanovich rubashov'un, partiye ve bir numara'ya muhalif tutumlari nedeniyle yakalanip tek kisilik bir hucrede, 'kuskusuz karar'a yol alisinin hikayesini anlatan roman, benzersiz bir hapishane romanidir.
    gercek hayatta da karsiligi bulunan 'kadrat alfabesi' ile iki hucre mahkumu arasinda, duvarlar arkasindan girilen diyaloglardan, carlik zamaninda devrimci olmasindan dolayi iceri atilip yirmi bes yil boyunca hucrede kalip ciktiginda kendi dusunun tokadiyla tekrar ve bu kez idama mahkum sekilde hapse giren rip wan vinkle'a; uzaya adam gonderme arifesinde sibirya'ya sabun gonderilemeyisinden, sovyet rusya'nin trocki'nin 'tum dunyada kesintisiz devrim' teorisinden iyice uzaklasilsin diye kiyilara buyuk gemiler konuslandirmamaya kadar bir suru carpici alt hikayelere sahip roman tarihi bir kaynaktir da.

    surukleyici bir kurguya ve olaganustu bir final sahnesine sahiptir; okunasidir, okutulasidir.

    --- spoiler ---

    "sonsuzluk omuz silkmisti."
    --- spoiler ---
  • aşağıdaki paragrafı içeren çok iyi roman.

    “neandertal adam dünyada ilk kez göründüğünde maymunlar gülmeyi biliyorlardı mutlaka. üst düzeyde uygarlaşmış maymunlar daldan dala zerafetle atlarlarken neandertal adam beceriksizce yerlerde sürünüyordu. doygun ve barışçıl maymunlar birtakım hoş oyunlarla vakit geçirir ya da felsefi bir dalgınlıkla sinek avlamakla oyalanırken, asık suratlı neandertal adam elinde sopa oraya buraya vurarak dünyada kendine yol çizmeye çalışıyordu. maymunlar dalgalarını geçerek ağaç tepelerinden onu seyrediyor, arada kafasına ceviz falan atıyorlardı. bazen de dehşete düştükleri oluyordu: kendileri ağaçlardan topladıkları meyveleri, buldukları tatlı taze bitkileri büyük bir zerafetle yerken, neandertal’in çiğ etleri dişlediğini, başka hayvanları, hatta kendi cinsini boğazladığını görüyorlardı. üstelik yıllar yılı aynı yerde durmuş ağaçları kesiyor, zamanın kutsallaştırdığı kayaları yerinden oynatıyor, ormanın her türlü yasa ve geleneğini fütursuzca çiğniyordu. kaba sabaydı, zalimdi, her türlü hayvansal vakardan yoksundu-üst düzeyde gelişmiş olan maymunların gözünde tarihin barbarlık dönemine dönüşünün simgesiydi. şempanze türünün dünyada kalmış son örnekleri, bir insanoğlu gördüler mi hala tiksintiyle başlarını çevirirler...”
  • alm. güneş tutulması.
  • distopya okumalarına devam ederken yolumuz stalin kasabına da düştü.

    rubashov bir yerde 40 yıldır parti için mücadele verdiğini ve geriye dönüp baktığında birçok sorunun da cevapsız kaldığını dile getiriyordu. bu yanıyla bireyin romanıdır bu. totalitarizmin kaynaklarına indiği için de oldukça zengin tarihi malzemeler barındırıyor; bu yanıyla da iktidarın işleme mekanizmalarını araştıran sosyolojik bir roman.

    1 numara, zamyatin'in velinimet'inin bolşevik iktidardaki karşılığı. hiç ortada görünmemesi bakımından da orwell'ın big brother'ının öncüllerinden.

    kullandığı tüm ölümcül araçların bumerang etkisiyle kendisine döndüğü rubashov birçok tarihi figürü çağrıştırıyor. nitekim devrim babalarını da yer diye yazmıştı romain rolland.

    koestler bu açıdan bol bol fransız devrimi'nden ve özellikle de danton paralelliğinden faydalanıyor. rubashov da danton'dan farksızdır.

    tek tek bireyleri yutan ve öğüten totalitarizmin bireysel özgürlük adına yerinden edilişi: gün ortasında karanlık.

    'şimdilik' kaydıyla diğer distopik roman karalamaları:

    (bkz: a clockwork orange /@hanging rock)
    (bkz: brave new world /@hanging rock)
    (bkz: ensaio sobre a cegueira /@hanging rock)
    (bkz: ensaio sobre a lucidez /@hanging rock)
    (bkz: fahrenheit 451 /@hanging rock)
    (bkz: lord of the flies /@hanging rock)
    (bkz: memoirs of a survivor /@hanging rock)
    (bkz: mıy /@hanging rock)
    (bkz: the handmaid's tale /@hanging rock)
  • “gün ortasında karanlık, benzeri olmayan bir romandır, çünkü neredeyse hiçbir ingiliz yazar totalitarizmi içeriden görememiştir.”
    george orwell
  • 1984 ve hayvan çiftliği arasındadır bence. gerçeğe o kadar yakındır ki, insan şaşırıyor sayfalar arasında. günümüzü anlamak için biçilmiş kaftandır. bir söz vardır:" devrim ilk kendi çocuğunu yer." diye. kitapta kahramanımız bu ikilemin yüreğindedir. nerden nereye sorusu sık sık insanın aklına geliyor. kitabı farklı kılan yan ise gerçekten kopyalanıp, bir distopya olarak sergilenmesi. ama aslında gerçeğin kendisidir.

    bir zamanlar uğruna acımadığın, zamanı geldiğinde acımaz sana. budur tüm olay.

    bu kitap neden bu kadar az girdi almış, üzüldüm gerçekten. halbuki çok iyi bir kitap. pınar kür de iyi iş çıkarmış. karanlık bir atmosferi var, zaten kitap bir karanlığı aydınlatma çerçevesinde yazılmış bence. bol bol pişmanlık var ama keşke her pişmanlığın telafisi olsa..
  • 1984 ve brave new world romanlarının gördüğü ilgiyi ne yazık ki ülkemizde görememiş roman. halbuki modern library’nin 20. yüzyılda ingilizce yazılmış en iyi yüz roman listesinde sekizinci sırada yer vermişler darkness at noon romanına. aynı listede brave new world beşinci iken 1984 on üçüncü sırada.

    şimdi öncelikle darkness at noon bir distopya romanı değil, bilakıs hiç isim verilmese de stalin dönemini anlattığını biliyoruz. ne yazık ki tarihin öyle acı bir dönemini anlatıyor ki o zamanlarda yaşananların gerçekten de bir distopyadan farksız olduğunu gözler önüne seriyor roman.
    bu arada şuna da parantez açayım isim vermiyor falan dedik ama romandaki devrimi gerçekleştiren insanlardan birinden bahsederken eski potemkin zırhlısı mürettabatı falan diyor, aslında gayet açık her şey. stalin’in lenin’den sonra ne tür değişiklikler yaptığına, en başından beri bu ikilinin ne konularda fikir ayrılığına düştüğüne dair ufak bir paragraf mevcut, şöyle bir anlatılıp geçiliyor. en basitinden isimler rus ismi ve sürekli devrimden bahsediliyor. o yüzden darkness at noon bir distopya değil ama distopik bir romandan daha sinir bozucu çünkü bu romanda anlatılanların belki de daha da ağır bir şekilde gerçek hayatta yaşandığını biliyoruz.

    diğer romanlarla çok ortak temaya sahip olması kaçınılmaz zaten. arka kapağında bile george orwell’in bu kitaba övgülerini basmışlar. kimse arthur koestler gibi totaliter bir rejimi içerden gözlemleyememiştir falan demiş, doğru da söylemiş zira adamın hayatına baktığımızda görüyoruz ki cidden adam eski komünist parti üyesi vesaire. hatta ikinci dünya savaşı sırasında toplama kampına falan da götürülmüş neyse ki kurtarmış paçayı sonrasında. hakikaten de bu adam bir distopyayı yaşamış, öyle gelmiş yazmış kitabı ve bu durum da romanı daha gerçekçi bir tabana oturtmakla beraber okuyucu için de romanı daha ilgi çekici bir hale getiriyor.

    burada bir benzerlik daha var aslında, kaleyi içten fethetme taktiği gibi düşünülebilir; direkt sağ görüşlü insanların komünizme karşı çıkması gibi bir argümanla eleştirilmiyor bu sistem. bir tür allahsızlık olarak görülmüyor bilakis bir övgü de mevcut ama gidiş yolundan puan kırılıyor. 1984 ve animal farm’da gördüğümüz gibi, arthur koestler aslında ütopyaların yozlaşarak günün birinde bir distopyaya dönüşecek olmasını vurguluyor.

    “belki de devrim vaktinden önce gerçekleşmişti, kolu bacağı gelişmeden ana rahminden alınan canavar bir bebekti belki.”

    herhalde romanın ana karakteri rubashov’un üzerine düşündüğü ‘yığınların göreceli olgunluğu teorisi’ her toplumun aynı anda böyle bir değişime hazır olma halini göz önünde bulunduran bir fikir olsa gerek. zira hayır kardeşim devrim ütopya değil hakikatin ta kendisi diyenlerin, tüm dünyanın aynı anda sınıf bilincine kavuşup, yeryüzünün tüm işçilerinin birleşmesinin aynı zaman dilimine denk düşme hayali ütopik değil mi? çünkü günümüzde hala rusya yalnız kaldı, almanya’dan da aynı değişimi bekliyordu ama birinci dünya savaşı’ndan
    sonra onlar intikam peşine düştü, bu devrim işi tek ülkede gerçekleşecek bir şey değil yoksa komünizm/sosyalizm yürürdü diyen insanlar var.

    kitaptaki asıl çatışma; çoğunluğun iyiliği için bireyler feda edilebilir mi sorunu. tabi gerçekten çoğunluğun iyiliği sağlanıyor mu bu da bir diğer işlenen konu. yoksa siyasette başarı için her şey mübah mıdır?
hesabın var mı? giriş yap