seniha'nın günlüğünden
-
edip cansever'in bezik oynayan kadınlar kitabından bir şiir.
gözlerimden uçtum -bırakıp eski gövdemi-
aynanın önünde durdum
-kenarları saydam yapraklı aynanın-
omuzları açık giysimi giydim -siyah-
topaz kolyemi taktım
göğsümün ortasına bir gül yerleştirdim
acı, apacı bir gül
dışarı çıktım
muhassen'e uğradım -çağırdı demin-
firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı muhassen'e
yedi lamba, yedi güvercin saçlarında
ve eşyalarında bir başkalık: 'çabuk-güzel'
her şey 'acele-sıcak', 'acele-yerli yerinde'
her şey, ama her şey
bir düğün öncesi gibi
uzun bir deniz yolculuğu sonrası
bir yerden bir yere taşınma
yitirilmiş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki
rüyamda da görmüştüm dün gece
yedi gelin, yedi güveyi
serpantinler, konfetiler içinde
ağzımda bir sakız çiğneme kımıltısı
şuramda duymadığım bir duyma
bir elimi kalçama koyuyorum
kimim ben?
seniha!
çağırmadım ki 'kendimi
sordum, o kadar
ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar
bu işe çok uygunum, o kadar
toprağına karışmış bir çiftçi gibi
bir gün: yüzü olmayan bir erkek
bir gün: yanmış süt kokulu bir oğlan
gözkapaklarımı indiriyorum
lacivert bir jaluziyi indirir gibi
kendimi kendime sunuyorum —ben seniha—
bunu hep böyle yapıyorum.
bugün de böyle yaptım
önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim
bluzumdaki bir iki kırışığı çektim düzelttim
perdeleri açtım
pencereyi de açtım —açık bıraktım—
merdivenleri indim —çok yavaş indim—
kimseye rastlamadım
dışarı çıktım: işte ilkbahar!
yürüdüm yürüdüm
ben ki herkesin bilmediği
birtakım şeyler yapan biriydim
böylece çok göründüm
nedense öyle sandım
yüzler silindi, olmayan yüzler
sis, duman, pus gibi yüzler
ince bir çubukla sigarasını içen muhassen
yitti, yitiverdi hepsi
fırlattım göğsümdeki gülü havaya
pembe pembe bakındı boşluk
selamladı beni
hayır, mutsuzum.
evet mutluyum
bir mutluluk yokmu her çelişkide
—var! varsa niçin? —
yedi lamba bir arada
bir arada yedi güvercin
muhassen
bir anlamda ‘çabuk-güzel’
bir bakıma ‘çabuk-çirkin’
anlıyorum
ben sadece armesıyım o katedralin
dünya ise çalmaya hazır
koskocaman bir org gibidir
ama çalmadan
katedralin avlusuna düşüp
düşüp de parçalanan
bir org gibi..
—sevişmek!
kimse kimsenin olmasın—
ah bu nisan yağmurları
hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın
yağıp bitiyor
bitsin
çok tenha bir kahvedeyim
—ah, aşkların çocuk bahçesi
neden ömrün çok kısa—
neden buruk bir özlemdir anılar
ve özlem olarak kalacaktır da
hayır!
seniha!
evet, çağırıyorum seni
şimdiye ve sonraya
bir başka yanıt:
yok o da.
sadece bir özlemim ben. -
ii
bir ruh mu bu kadın —cemile—
nereye değdirsem ellerimi
masaya, perdeye, konsola
onunkine değmiş oluyor biraz
inatla çekiyorum. ellerimi çoğu kez
gizlemem bundan.
tren istasyonlarına gidiyor —nedense—
bir başına oturuyor parklarda
—cemalle bazan—
en çok da akşamüstleri
bilmem ki bu gizemli saatlerde ne buluyor
dolaştığı yerleri mi süslüyor
doğayla, kentle süsleniyor mu yoksa
birini mi bekliyor —kimbilir—
kendiyle değil, sadece duruşuyla
—vakitsiz çiçek açmış bir nar ağacı
bulanık günün içinde—
ve ağır ağır, bir ibre gibi
tam kendine dönüyor ki
eve koşuyor acele
odasına kapanıyor
yazıyor yazıyor yazıyor
kitliyor çekmecesine yazdıklarını
telaşla çıkıyor odasından
cemile, diyorum, derdemez
yüzüme bakmadan rakısını dolduruyor
ester'se bir ucunda salonun
bakıyor bakıyor bakıyor bize
cemile'ye
o kadar bakıyor,ki
sanki yazdıklarını okuyor
saat on yedilerde böyle oluyor.
masa ortüsündeki kırmızı lekeyi
yıllardır silemedim
—şarap lekesi? belki
değişti rengi artık—
anımsıyorum
kimin vurduğunu o tavşanı
bembeyaz bir kayanın dibinde
ve bembeyaz bulutlar vardı gökte
(ölen her canlının son sesi
bir yaşam dolusu sesten
daha çok akılda kalıyor)
işte bu onun sesi
elinde bir tüfek, utkuyla bağırıyor
izmir'de, karşıyaka'da
saat on yedilerde
olursa bir de böyle oluyor.
fransız okulunda bir öğle sonrası
bütün yüzlerde bir öğle sonrası
şiirler okuyorum rimbaud'dan
«bir akşam kucağıma oturttum güzelliği
acı buldum onu, sövüp saydım.»
anımsayamıyorum gerisini
—kaç yıl mı geçti?—
elimi tutmuştu o oğlan
gözleri griyle karışık mavi
yüzünde güneşle parlayan çiller
—kaç yıl mı geçti?—
gelip çatlıydı o düğün günü
pera-palas'ta bir akşam
akşamın en ince köşeleri
kimler yoktu ki —o zamanlar çok kalabalıktık—
bir fotoğrafta tam on yedi kişi
fotoğraflar..
(yaslamış bir ağaca omuzunu
ben
birlikte bir gülü tutuyoruz
onunla ben
bir vapur güvertesinde, denize bakıyor
ben
bir otel kapısındayım, izmir'de
ben.)
zamanlar geçtikçe neden
mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda
acaba
keder mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi
mahzunluk mu yoksa yaşam
ve doğruyu söyleyen yalnız
o mu, rilke mi
ölümünü içinde taşıyan.
aşk mı yok ettiydi kocamı
—ah, aşkların çocuk bahçesi
neden ömrün çok kısa—
oysa
başlamak ne kadar güçtür, ne kadar incelikli
sürdürmek, sadece sürdürmek
öylesine kolay:
hiçbir şey olmamış gibi
kalp atışları, saat zembereği
yıllar yıllar yıllar
çözülmemiş bir bıkıntıyla birlikte
kalıcı bir gülümseme yapıp da sevgisizliği..
ek* -
iii
'evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor
üstüme kar yağıyor. kalbimin
atışlarında eriyor kar
üşümüyorum, üşümek elimde değil
hiçbir şey elimde değil
sevmek istiyorum, sevemiyorum
çarpıyor birbirine kalbimin kapıları
gülmek istiyorum, gülemiyorum
öne geçiyor acılarımın çizgileri
vermek istiyorum, veremiyorum
geri çekiyor beni tenimin güçlü dokusu
konuşmak istiyorum, konuşamıyorum
kapanıyor büsbütün dudaklarım
—demiştim, pembe bir çizgi olsun
düğün çağrımızda o gün—
'evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor
aynada kar yağıyor parıltılarla
abajuru yakıyorum: sarı kar
—üç parmakla bira bardağını
hafifçe tutan elim—
dudağımı boyuyorum: pembe kar
cemal'i düşünüyorum: acı kar
ester'i düşünüyorum: kar duruyor
cemile?
kar yağmadı sanki. kar
duygulara göre bir yağıp bir duruyor
—demiştim o gün, o gece
ve sonraları
kan karda kaldı—
kurtuluş’ta kar yağıyor—ne zaman yağsa—
şöyle bir koltuğa çökerdim eskiden
bacak bacak üstüne atardım
hemen bir sigara yakmak gelirdi içimden
(oysa şimdi yataktan yere değen bacaklarımın
buruşuk bir etekliğe sarınıp da tozlu bir
halıya basması biçimindedir her günkü
oturmam kalkmam
ve içime doğru yürüyen bir ağrı duyarım ne zaman
kırmızı bir elmayı .soysam
ve şimdi
her yengi, her yenilgi
her tutarsızlık, her ikilem
güzelliğimi doldurur benim
istesem de eskiyemem
ve artık
çok sesli bir müziğimdir ki ben
tek zevki duyarken gövdemde
kendimi kendime sunarken.)
'evler'den birindeyim, bir org sesi bu
yağdıkça yağan kardan
çoktan eskimiş olmalı, diyorum katedralim
ya da çökmüş olmalı çoktan
(aşağıdan çağırıyorlar, usul usul iniyorum
merdivenleri, basarak çiçekli karların üstüne,
rengarenk. karşımda cüce bir kadınla kambur
bir kadın ayaklarının altından gülüyorlar bana.
gülüyorum ben de yağan kara ve çöken katedrale
ve onlara. söyleşiyoruz ayaklarımızın altından
ve
geldikleri gibi gidiyorlar, hiçbir iz bırakmadan,
hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz bırakmadan.)
giyinip dışarı çıkıyorum hemen
ben bu 'evler'e sığamam. -
iv
've ölüm bahçesini buldu'
oteller imzamdır benim
—ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!—
şimdi bir otelin apacı sevinciyim.
ey bardak taşıyanlar, kış ustaları
sonbaharda ne yaparsınız
ben ne yaparım
kendime başka biriymiş gibi bakmaktan
arta kalan bir çift gözü de
kimbilir nerde bıraktım.
ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!
göğsümden bir düğme daha çözdüm
saçlarımı taradım
yüzümdeki beni koyulaştırdım
pudra süründüm biraz —hayır, iğrenmiyorum artık-
kırıştı göz kenarlarım çoktan
çantamı açtım kapadım —neler yoktu ki—
bir ayna
bir katedral fotoğrafı —renkli—
sonbahardan da büyük
boş bir tabut deseni
anahtarsız bir anahtarlık
adresler —hepsini yırttım attım—
bir şiir kitabı nerval'den
—ölünce tanrının
bir ikinci yaşamım
yaşamayı uman nerval'den—
telefonu açtım —bilmem ki neden—
rastgele çevirdim: iğrenç bir kadın sesi
tanrım!
hemen kapadım.
alı güzel yaşam! sevgilim ölüm!
ben yalnız ikinize hayranım
bilin ki gitmiyorum 'başka evler'e artık
o günden bugüne hiç çağrılmadım
kapandım kapandım kapandım
kabuklu bir deniz hayvanı gibi demin
yağmurluğumun içine
fırladım caddelere çıktım
günaydın, dedim.sütünü esirgemeyen
eski bir mezar taşına
günaydın!
ne güzel bir duruşun var senin
doğayı kımıldatmadan
islandım
kıyılara indim, ıslak kumlara bastım
ayak izlerimi sevdim, okşadım
dolaştım dolaştım
bir bankaya girdim çıktım
biri bacağımı elledi tramvayda
ses çıkarmadım
ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!
seniha!
seni bugün kıskandım
otele döndüm akşama doğru.
not: ben bugün biraz
yaşamı kımıldattım
bir bardak konyak içtim ve
ölüme kurulandım. -
v
işte
gördün
demek ki böyle
pencere pervazını —kirli çok—
boyası dökülmüş yer yer
lekeler lekeler lekeler
işte, gördün, demek ki böyle
koruklar sarkmış her yandan
donuk, tozla kaplı koruklar
ve lacivert bir görülmeyle
ve
limanın insan kokulu gürültüsüyle
işte
gördün
demek ki böyle.
gördün, görüverdin hemen
demir arabayı rayların üstünde
ve tahta bacaklı adamı —güneşe bakan—
bakışlarında bir zamandışılık —öyle—
gördün
demir arabayı
rayların üstünde
ve tahta bacaklı adamı
gürdün, görüverdin hemen.
duydun
duydun ki o boşluk sendin. katedral
ayrıca bir boşluktu senin içinde
senin senin senin
hayır!
dudaklarını büzme
ayaklarını —evet— daya oraya
oraya oraya
tezgaha :koy dirseğini —koydun mu—
iyi tut bardağını —iyi tut—
bir iki kez döndür avucunda
seniha!
gördün mü bak
buğulu bir hiçliktir, değil mi
aynada titreşen bardak
ve her şey
değil mi, budur
bir ölünün bir ölüye sorduğunu sormak.
üç çiçek koymuşlar üç ayrı vazoya
şuraya şuraya şuraya
kalbindeki buruk pembelik
bundan
işittin işitmedin —ne çıkar—
konuşur gibi onlar satıcısıyla.
iki kişi durmuş köşede —tam köşede
düzenli bir biçimde konuşuyorlar
sen dişlerini vuruyorsun birbirine
titreyerek yalnızlıktan
—sanki istinye'yi dönünce
porselenler yapıştıran bir ermeni var-
kuşlar kuşların yanına, yapraklar
yaprakların yanına
hiçbir şey yalnız kalmıyor
insandan başka dünyada
seniha!
duymuyorsun sen kendini
başıboş bir müzik gibisin kırlarda,
gün kendini yiyor —gün bile—
üç çiçekle akşam oldu, ne yapsan
kapıdaki çıngırak., yaşam ne çabuk geçiyor
çıngırak
gün erkek oldu seniha
denizden çıktıktan sonra
giyinmek kadar güzel
gün erkek oldu
gün senin oldu seniha
upuzun gözlerin ki —lacivert—
örtüldü akşamın asmalarıyla
unutma, yaşamından iyisin
yaşamın senden iyi
kutsalsın, görkemlisin, kendine verilmişsin. -
vi
— kapının arkasında ne var
— hiç!, hiçliğin adı
— kapının arkasında ne var
— kapının arkasında mı? tanrı
— kapının arkasında ne var, kapının
— bilmem ki ne var arkasında kapının
— kapının arkasında ne var
— bir bahçe, bir su kovası, içi boş
— kapının arkasında..
— incil
— kapının arkasında ne var
— bir tepe, boşaltılmış onun da içi
— kapının arkasında ne var
— bir duvar, tuğlasız, unutmuş dülger malasını
— kapının arkasında ne var
— havası kaçmış bir deniz yatağı
— kapının arkasında ne var
— bir çift kadın ayakkabısı —siyah—
— kapının arkasında..
— sökülmüş bir laterna, kutusu kalmış
— kapının arkasında ne var
— kurumuş böcek kabuklan, suyu çekilmiş bir deniz
— kapının arkasında..
— bir kuru kafa
— kapının arkasında ne var
— kapının arkasında mı? hiç!.
belli belirsiz bir şarkı.
odamdan çıktım
koridoru geçtim —kimseler yoktu—
merdivenleri indim —kimseye rastlamadım—
(muhassen'den son kez çıkarken
kimseye rastlamadım)
bara baktım —kimseler yoktu—
bir kadeh aldım, konyak doldurdum
kadehi iki parmağım arasında tuttum tuttum
kısarak gözlerimi kendime baktım
otel, ben, konyak —neden olmasın—
tanrı - isa - ruhülkudüs, dedim
ben böyle dedim, acaba
kimlerin avuntusuydum.
dünyaya bir kere daha baktım cam kapının ardından
dünyanın kokusunu duydum
kendi kokumu?
elbette duydum
geçmeyen bir kokuydu —yaşlılık kokusu mu—
çıkardım çantamdan chanel'imi
biraz süründüm.
dedim ki,bugün de bitti gündüzüm
otel, ben, konyak
tanrı-isa-ruhülkudüs
vahşetin son öyküsüyüm
belki ilk öyküsüyüm
işığımı söndürdüm: beyaz karanlık. -
-
bezik oynayan kadınlar’ın belki de en gerçek ve belki de bu yüzden en “üzgün” kişisine ait olan günlüğün küçük bir kısmıdır. “en gerçek”, çünkü, cemile artık “yarı delidir” ve bu hali onu kurtarır. cemal ise –ne olursa olsun- neticede henüz bir çocuktur, derdi belki sonra, büyüyünce ortaya çıkacaktır. ester… zaten ester’in gerçekten var olup olmadığı şüphelidir, in midir, cin midir…
ama seniha başkadır işte. mesela şu bölümde “nerede olduğunu”, “ne yaptığını” şöyle anlatır -ki tanık olmuşuzdur benzer hayatlara daha önce, ama muhassen’in evinde, ama başka birinin:
“seniha!
çağırmadım ki kendimi
sordum, o kadar
ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar
bu işe çok uygunum, o kadar
toprağına karışmış bir çiftçi gibi,
bir gün; yüzü olmayan bir erkek
bir gün; yanmış süt kokulu bir oğlan
gözkapaklarımı indiriyorum
lacivert bir jaluziyi indirir gibi
kendimi kendime sunuyorum –ben seniha-
bunu hep böyle yapıyorum.”
ama her nerede ise, üzüntülü de olsa, kanlı canlı yaşıyordur seniha; yani ne olup olmadığı belli bile olmayan bir “kocaya” gönderilmeyen mektuplar yazan, olup olmadığı belli olmayan ester’i şehvetle süzen cemile gibidir, ne de belki de hiçbir şeyden anlamadan geleceğinin kabuslarını biriktiren cemal gibidir, yaşamaktadır işte, öyle ya da böyle:
“evet mutluyum
bir mutluluk yok mu her çelişkide
-var! varsa niçin?-
yedi lamba bir arada
bir arada yedi güvercin
muhassen
bir anlamda ‘çabuk-güzel’
bir bakıma ‘çabuk-çirkin’
anlıyorum
ben sadece armasıyım o katedralin
dünya ise çalmaya hazır
koskocaman bir org gibidir
ama çalmadan
katedralin avlusuna düşüp
düşüp de parçalanan
bir org gibi…
-sevişmek!
kimse kimsenin olmasın!-“
ve başka havalardadır seniha, şiirler okur rimbaud’dan ve şöyle der:
“çok sesli bir müziğimdir ki ben
tek zevki duyarken gövdemde
kendimi kendime sunarken.”
ve işte o “gerçek” son da bu en “gerçek” karakterin olmuştur: ölüm. şöyle geçer “ester’in söyledikleri’nde:
“fildişi bir tahtırevana biniyor
kaldırıyoruz onu dört kişi
ben, cemile ve cemal
bir de sonsuzluk
o gülümsüyor bize durmadan
ve kalabalığa
yaldızlar dökülüyor dudaklarından
lambalar, güvercinler dökülüyor
çiçekli laledanlar, çeşmibülbüller
kristal boy aynaları
ve gelin telleri, pırlantalı taçlar” -
porselenler yapıştıran bir ermeni var-
kuşlar kuşların yanına, yapraklar
yaprakların yanına
hiçbir şey yalnız kalmıyor
insandan başka dünyada
seniha!
duymuyorsun sen kendini
başıboş bir müzik gibisin kırlarda, -
edip cansever - bezik oynayan kadınlar ( sf. 12 - 26 )
seniha'nın günlüğünden / ı
gözlerimden uçtum —bırakıp eski gövdemi
— aynanın önünde durdum
—kenarları saydam yapraklı aynanın—
omuzları açık giysimi giydim —siyah—
topaz kolyemi taktım
göğsümün ortasına bir gül yerleştirdim
acı, apacı bir gül
dışarı çıktım
muhassen'e uğradım —çağırdı demin—
firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı muhassen'e
yedi lamba, yedi güvercin saçlarında
ve eşyalarında bir başkalık: 'çabuk-güzel'
her şey 'acele-sıcak', 'acele-yerli yerinde'
her şey, ama her şey
bir düğün öncesi gibi
uzun bir deniz yolculuğu sonrası
bir yerden bir yere taşınma
yitirilmiş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki
rüyamda da görmüştüm dün gece
yedi gelin, yedi güveyi
serpantinler, konfetiler içinde
ağzımda bir sakız çiğneme kımıltısı
şuramda duymadığım bir duyma
bir elimi kalçama koyuyorum
kimim ben?
seniha!
çağırmadım ki 'kendimi
sordum, o kadar
ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar
bu işe çok uygunum, o kadar
toprağına karışmış bir çiftçi gibi
bir gün: yüzü olmayan bir erkek
bir gün: yanmış süt kokulu bir oğlan
gözkapaklarımı indiriyorum
lacivert bir jaluziyi indirir gibi
kendimi kendime sunuyorum —ben seniha—
bunu hep böyle yapıyorum.
bugün de böyle yaptım
önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim bluzumdaki bir iki kırışığı çektim düzelttim
perdeleri açtım
pencereyi de açtım —açık bıraktım—
merdivenleri indim —çok yavaş indim—
kimseye rastlamadım
dışarı çıktım: işte ilkbahar!
yürüdüm yürüdüm
ben ki herkesin bilmediği
birtakım şeyler yapan biriydim
böylece çok göründüm
nedense öyle sandım
yüzler silindi, olmayan yüzler
sis, duman, pus gibi yüzler
ince bir çubukla sigarasını içen muhassen
yitti, yitiverdi hepsi
fırlattım göğsümdeki gülü havaya
pembe pembe bakındı boşluk
selamladı beni
hayır, mutsuzum.
evet mutluyum
bir mutluluk yokmu her çelişkide
—var! varsa niçin? —
yedi lamba bir arada
bir arada yedi güvercin
muhassen
bir anlamda ‘çabuk-güzel’
bir bakıma ‘çabuk-çirkin’
anlıyorum
ben sadece armesıyım o katedralin
dünya ise çalmaya hazır
koskocaman bir org gibidir
ama çalmadan
katedralin avlusuna düşüp
düşüp de parçalanan
bir org gibi..
—sevişmek!
kimse kimsenin olmasın—
ah bu nisan yağmurları
hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın
yağıp bitiyor
bitsin
çok tenha bir kahvedeyim
—ah, aşkların çocuk bahçesi
neden ömrün çok kısa—
neden buruk bir özlemdir anılar
ve özlem olarak kalacaktır da
hayır!
seniha!
evet, çağırıyorum seni
şimdiye ve sonraya
bir başka yanıt:
yok o da.
sadece bir özlemim ben.
seniha'nın günlüğünden / ıı
bir ruh mu bu kadın —cemile—
nereye değdirsem ellerimi
masaya, perdeye, konsola
onunkine değmiş oluyor biraz
inatla çekiyorum. ellerimi çoğu kez gizlemem bundan.
tren istasyonlarına gidiyor —nedense—
bir başına oturuyor parklarda
—cemalle bazan—
en çok da akşamüstleri
bilmem ki bu gizemli saatlerde ne buluyor
dolaştığı yerleri mi süslüyor
doğayla, kentle süsleniyor mu yoksa
birini mi bekliyor —kimbilir—
kendiyle değil, sadece duruşuyla
—vakitsiz çiçek açmış bir nar ağacı
bulanık günün içinde—
ve ağır ağır, bir ibre gibi
tam kendine dönüyor ki
eve koşuyor acele
odasına kapanıyor
yazıyor yazıyor yazıyor
kitliyor çekmecesine yazdıklarını
telaşla çıkıyor odasından
cemile, diyorum, derdemez
yüzüme bakmadan rakısını dolduruyor
ester'se bir ucunda salonun
bakıyor bakıyor bakıyor bize
cemile'ye
o kadar bakıyor,ki
sanki yazdıklarını okuyor
saat on yedilerde böyle oluyor.
masa ortüsündeki kırmızı lekeyi
yıllardır silemedim
—şarap lekesi? belki
değişti rengi artık—
anımsıyorum
kimin vurduğunu o tavşanı
bembeyaz bir kayanın dibinde
ve bembeyaz bulutlar vardı gökte
(ölen her canlının son sesi
bir yaşam dolusu sesten
daha çok akılda kalıyor)
işte bu onun sesi
elinde bir tüfek, utkuyla bağırıyor
izmir'de, karşıyaka'da
saat on yedilerde
olursa bir de böyle oluyor.
fransız okulunda bir öğle sonrası
bütün yüzlerde bir öğle sonrası
şiirler okuyorum rimbaud'dan
«bir akşam kucağıma oturttum güzelliği
acı buldum onu, sövüp saydım.»
anımsayamıyorum gerisini
—kaç yıl mı geçti?—
elimi tutmuştu o oğlan
gözleri griyle karışık mavi
yüzünde güneşle parlayan çiller
—kaç yıl mı geçti?—
gelip çatlıydı o düğün günü
pera-palas'ta bir akşam
akşamın en ince köşeleri
kimler yoktu ki —o zamanlar çok kalabalıktık—
bir fotoğrafta tam on yedi kişi
fotoğraflar..
(yaslamış bir ağaca omuzunu
ben
birlikte bir gülü tutuyoruz
onunla ben
bir vapur güvertesinde, denize bakıyor
ben
bir otel kapısındayım, izmir'de
ben.)
zamanlar geçtikçe neden
mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda
acaba
keder mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi mahzunluk mu yoksa yaşam
ve doğruyu söyleyen yalnız
o mu, rilke mi
ölümünü içinde taşıyan.
aşk mı yok ettiydi kocamı
—ah, aşkların çocuk bahçesi
neden ömrün çok kısa—
oysa
başlamak ne kadar güçtür, ne kadar incelikli
sürdürmek, sadece sürdürmek
öylesine kolay:
hiçbir şey olmamış gibi
kalp atışları, saat zembereği
yıllar yıllar yıllar
çözülmemiş bir bıkıntıyla birlikte
kalıcı bir gülümseme yapıp da sevgisizliği..
ek: bugün pazartesi, belki de pazartesi.
seniha'nın günlüğünden / ııı
‘evler’den birindeyim, dışarda kar yağıyor
üstüme kar yağıyor. kalbimin
atışlarında eriyor kar
üşümüyorum, üşümek elimde değil
hiçbir şey elimde değil
sevmek istiyorum, sevemiyorum
çarpıyor birbirine kalbimin kapıları
gülmek istiyorum, gülemiyorum
öne geçiyor acılarımın çizgileri
vermek istiyorum, veremiyorum
geri çekiyor beni tenimin güçlü dokusu
konuşmak istiyorum, konuşamıyorum
kapanıyor büsbütün dudaklarım
—demiştim, pembe bir çizgi olsun
düğün çağrımızda o gün—
‘evler’den birindeyim, dışarda kar yağıyor
aynada kar yağıyor parıltılarla
abajuru yakıyorum: sarı kar
—üç parmakla bira bardağını
hafifçe tutan elim—
dudağımı boyuyorum: pembe kar
cemal’i düşünüyorum: acı kar
ester’i düşünüyorum: kar duruyor
cemile?
kar yağmadı sanki. kar
duygulara göre bir yağıp bir duruyor
—demiştim o gün, o gece
ve sonraları
kan karda kaldı—
kurtuluş’ta kar yağıyor—ne zaman yağsa—
şöyle bir koltuğa çökerdim eskiden
bacak bacak üstüne atardım
hemen bir sigara yakmak gelirdi içimden
(oysa şimdi yataktan yere değen bacaklarımın buruşuk
bir etekliğe sarınıp da tozlu bir halıya basması biçimindedir her günkü oturmam kalkmam
ve içime doğru yürüyen bir ağrı duyarım ne zaman kırmızı
bir elmayı soysam
ve şimdi
her yengi, her yenilgi
her tutarsızlık, her ikilem
güzelliğimi doldurur benim
istesem de eskiyemem
ve artık
çok sesli bir müziğimdir ki ben
tek zevki duyarken gövdemde
kendimi kendime sunarken.)
‘evler’den birindeyim, bir org sesi bu
yağdıkça yağan kardan
çoktan eskimiş olmalı, diyorum katedralim
ya da çökmüş olmalı çoktan
(aşağıdan çağırıyorlar, usul usul iniyorum merdivenleri, basarak çiçekli karların üstüne, rengarenk. karşımda cüce bir kadınla kambur bir kadın ayaklarının altından gülüyorlar bana.
gülüyorum ben de yağan kara ve çöken katedrale ve onlara.
söyleşiyoruz ayaklarımızın altından
ve
geldikleri gibi gidiyorlar, hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz
bırakmadan.)
giyinip dışarı çıkıyorum hemen
ben bu ‘evler’e sığamam.
seniha'nın günlüğünden / vı
— kapının arkasında ne var
— hiç!, hiçliğin adı
— kapının arkasında ne var
— kapının arkasında mı? tanrı
— kapının arkasında ne var, kapının
— bilmem ki ne var arkasında kapının
— kapının arkasında ne var
— bir bahçe, bir su kovası, içi boş
— kapının arkasında..
— incil
— kapının arkasında ne var
— bir tepe, boşaltılmış onun da içi
— kapının arkasında ne var
— bir duvar, tuğlasız, unutmuş dülger malasını
— kapının arkasında ne var
— havası kaçmış bir deniz yatağı
— kapının arkasında ne var
— bir çift kadın ayakkabısı —siyah—
— kapının arkasında..
— sökülmüş bir laterna, kutusu kalmış
— kapının arkasında ne var
— kurumuş böcek kabuklan, suyu çekilmiş bir deniz
— kapının arkasında..
— bir kuru kafa
— kapının arkasında ne var
— kapının arkasında mı? hiç!.
belli belirsiz bir şarkı.
odamdan çıktım
koridoru geçtim —kimseler yoktu—
merdivenleri indim —kimseye rastlamadım— (muhassen'den son kez çıkarken
kimseye rastlamadım)
bara baktım —kimseler yoktu—
bir kadeh aldım, konyak doldurdum
kadehi iki parmağım arasında tuttum tuttum kısarak gözlerimi kendime baktım
otel, ben, konyak —neden olmasın—
tanrı - isa - ruhülkudüs, dedim
ben böyle dedim, acaba
kimlerin avuntusuydum.
dünyaya bir kere daha baktım cam kapının ardından
dünyanın kokusunu duydum
kendi kokumu?
elbette duydum
geçmeyen bir kokuydu —yaşlılık kokusu mu— çıkardım çantamdan chanel'imi
biraz süründüm.
dedim ki,bugün de bitti gündüzüm
otel, ben, konyak tanrı-isa-ruhülkudüs
vahşetin son öyküsüyüm
belki ilk öyküsüyüm
ışığımı söndürdüm: beyaz karanlık.
seniha'nın günlüğünden / vıı
özür dilerim dünya
ben bu otelden çıkamam
imza: seniha
esterin söyledikleri
kendime
kimseye karıştım mı? hiç karışmadım
bu ki bana tuhaf sayılmadı
gözleyip sordum mu hiç? hayır sormadım bu ki bana yalan sayılmadı
acımak işim miydi? hayır
bir evden olmak kötü müydü? hayır zamana zamanla bakmak ne idi ki
baktım
tarlayı tarlayla ölçtüm
meyvayı meyvayla ölçtüm
denizi denizle ölçtüm
göğü gökle ölçtüm
zaten insanı insanla ölçtüm ki
buruk bir tat mı duydum
ve duydum
her şey ki bir yorumdu, sonuç değildi sonuç ki zaten yoktu
sen ki kim
beni bütün bütün bırakma.
istek
çünkü ağzım öyle istedi
dudaklarım öyle istedi
ve göğsüm ve avucumun çukuru
ve arkam ve önüm ve boynum
öyle istedi
çıplaklığımla övünürüm
dişiliğimle övünürüm
benim olan her şeyi kullanırım
kullanmak ayıp mıdır? değildir
ayıp olan ki nedir?
ben bunları bir güzellik bilirim
yüreğimin gözlerini kapatma
o ben ki her şeye daha iyi -bakayım
bir evdeki dört kişiden biriyim
kendimi onlardan istedim mi? istemedim sözlerine uydum mu? hayır uymadım
ve bana demediler ve zaten demediler herkes suyuna daldı
levyatanı olta ile çekebilir misin
herkes suyuna daldı
yüreğim pekişiktir.
kan yargısı
akşamı karşıma aldım
cemile karşımdaydı
cemal'i karşıma aldım
seniha karşımdaydı
güzel otlar yaktım onlara
zeytin çıkardım
sürahiyle içki çıkardım
seniha'nın gözlerinde pek çoktur
kan yargısı çıkardım
bugün akşama 'kadar
her şey bana iyi oldu
çünkü durgun günler bana çoktur
dışarı çıktım, dolaştım
gün gündür kendimle söyleştim biraz bir lavtaya girdim, boşaldım
eve döndüm, o ne ki bana çoktur
sütten kesilmiş çocuk mudur ki canım canımı yatıştırdım, susturdum.
göz suyumda
yüreğimi genişlettiğim zaman
cemile bana sığsın
ben onun göklerinden biraz fazlayım
o bana sığsın
yalnızlık ondan gitsin, kötü mü dedim gitmezse ne yapsın, kötü mü dedim
ben neyin nesiyim ki ve herkes neyin nesi alışamıyorsak birbirimize
sevemiyorsak birbirimizi
demem ki bir ben mi kaldım
kurtuluş'ta üç kış ne demek
birinde portakallar dondu
birinde ipler dondu pencereden pencereye birinde yaşam dondu ve soldu
seniha'yı koydular ol solgunluğa
o istedi ve oldu
her otelden bir mektup
dünyada sanki çok şemsiye bozuldu
gittim ki yetişemedim
döndüm ki yetişemedim
her otel bir oteli bir gül gibi doğurdu
canım ağrıdı gün gün
küçüldü küçüldü küçüldü
göz suyumda bütün oteller.
akmayı duydum
ben ben idim, onlar oydular
karanlık indi bize sığındı
yılları çok çağlar gibiyiz
günleri çok yıllar gibiyiz
uzun sessiz bir ağlamak gibiyiz
geyik akar suları özleyince
akmamız yok, çekilmiş nehirler gibiyiz
yelin sürdüğü yaprağı mı iteceğim
kötülük nedir, var mıydı bilenimiz
iyilik nedir, var mıydı bilenimiz
ana karnında sütten
bembeyaz örülmüşüz de
derim ki —demek istemem— vahşetin imleriyiz
ben ben idim, onlar oydular
geçip de geri dönmeyen bir yeliz
insan akar insanı özleyince
yılları çok bir gün gibiyiz
akmadık.
o bile
benim sözüme göre
gözün bildiğini el bilmez
elin bildiğini ağız bilmez
sözüme göre utanınm
yüreğim utanmak bilmez
hey şimdi ne oldular. seniha
çelişkili yaşamına kovuldu
herkes ki biraz kovuldu
büyüdükçe yaşlanıyorsa çocukluk
cemal ne oldu
bildiğimiz tek şey yalnızlık
o bile şimdi ne oldu
hey şimdi ne oldular. cemile
anısız dünyasında anılarla boğuldu
kaldıysa bir o kaldı
içimizde bir vahşeti uyandırma .korkusu.
düşüş
cüce bir icadınla kambur bir kadın
günü söylendiler bir park kanepesinde
ve artık gitmediler, çürikü hiç gitmediler ayaklarının altına düşüp
orada gizlendiler
seniha'yla cemile
dünyalarının altına düştüler
günlerinin kışları
karlarıyla örttü onları
sen bunu söyledin ya
kendin için bilme.
duruş
ki bazı sözlerin anlamı
o sözlerin söylenişindedir
yılların sayısına girmediyse seniha nereden zaman almıştır
ki bazı durumlara söz yoktur
hem neden olsun
her durumun dili daha başka durumlardır
ben bu derinliği bu kadar
nerden bulayım
ki herkes nerden bulsun
bulmanın dili aramaktır.
doğuş
insan ki yok ise yoktur
kimdir bu hilmi bey ki, yoktur
bu böyle değilse benim sözüm hiçe insin
ileri gidiyor cemile, o orada yok
arkaya gidiyor, onu sezemiyor
sola yönleniyor, onu seçemiyor
sağda gizleniyorsa, onu göremiyor
öyleyse yığınla mektup
ne durur bir çekmecede
o ki bir gün bunu bana söyledi:
olana değil de olmayana yazmak
çünkü beni süsledi
ey benim ıslak yalnızlığım
umudum senden doğsun.
umuş
bütün iyi kitapların sonunda
bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda meltemi senden esen
soluğu sende olan
yeni bir başlangıç vardır
parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın onu işitsen, yuvarlağı sende kalır
her başlangıçta yeni bir anlam vardır.
nedensiz bir çocuk ağlaması bile
çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.
ikilemler
bu gözyaşları benim mi
camdaki yağmur taneleri mi yoksa?
acıyla sevinç de
birbiriyle içiçe mi
terketmeden biri ötekini?
mutsuzluk mutluluğu örerken
masmavi bir boyun atkısı gibi?
bunları ben mi söyledim
ester mi, o mu söyledi?
sesi yok kendisi var
gözleri yok kendisi var
cemal'siz cemile'siz
seniha bir otelde
ya ölü ya kimsesiz.
özleyiş
gülüşümü ıslattım —kar yağdı bütün gün—
daha yağsın
kar yağsın bütün otellerin üstüne
üstüne üstüne bütün otellerin
kar yağsın
lacivert gözlerine seniha'nın
hiç bitmesin, yağsın
karla dolsun göğsünün katedrali
avluya düşen org uyansın
özlemim sanadır, varsın
kar yağsın, daha yağsın
seni andırıncaya kadar.
saplantı
sözlerim kendim üstüne
gölgem beni istedi
o ki istedi
suyum beni istedi
o ki istedi
cemile beni istedi
ne oldu? hiç! alışamadım
kartalın bir kayaya çarpışı idi
soyundum, giyindim, tekrar soyundum arada olacağın düşünü kurdum
zevk duydum bundan
cemile anlamadı, cemal hiç anlamadı seniha görmedi ki
ve göstermedim
sözlerim kendim üstüne
bir uzak yerlere gitmek üstüne
sanki günler tek bir güne birikti
bense çıkmazda kaldım, usandım çıkmazlarda üstüste
birikmiş ufuklar kadar derindim
ve dedim: elbette deneyeceğim.
gidemeyiş
güz ve kış ve ilkbahar geçti
yaz çarçabuk geçti
hepsi tekrar tekrar geçtiler
bu bana uzun geldi
gecem avurtlarım gibi çöktü
ve çöktüm
sabahım, sabahlarım
kabından taşan sütler gibi büyüdü
ve taştım
gün güne taşındı, yıl yıla
gitmedim, gidemedim
ki dedim
bana söz vermeliydi biri
sesi uzaklardan gelen
görünmez yıllarla ilgili.
biliş
ve hemen gidemedim
ve artık gidemedim
ve sonra hiç gidemedim
kurtuluş'ta, son durakta bir tramvay ölüsü sanki ben
öylece kalakaldım
hepimiz kalakaldık
elimizde tetiği çekilemeyen
namlusu yönsüz bir tabanca gibi.
yeniliş
açılmamış bir şarap şişesiydim
ki öyle kaldım
acımı köpürtmedim
içime sağdım
gözyaşlanmı göstermedim
ki sildim
özgürlüğüm beni tutsak düşürdü başaramadım
içimde kara kara bulutlar sallandı
ki sallandılar
dışarı yağamadım
ve yenildim ve sustum.
bitmeyen
ve ağzım ağzını öptü ise
çünkü için sözle doludur
elim eline değdi ise
çünkü elin yaratılmış işler doğurur gözlerine baktım ise
ki bakmışımdır
onlar bir denizi sezme derinliğindedir ve saçlarına
ve boynuna
ve omuzlarına
baktım ise
ki bakmışımdır
onlar bir kuşun uçuşunu
sezme derinliğindedir
ey sözlerim benim
onlar ki bana her zaman
bir diriliş verenedir
meselim bitmeyendedir.
düş
gökte, gökkuşağının üstünde
yedi renkli musa'lar
yedi lambalı, yedi güvercinli muhassen'den
yedi renkli sesler üflüyorlar aşağıya aşağıda
seniha
bir elinde sigarası
oturmuş kıpkırmızı bir bahçe koltuğuna önünde
masa masa masa —çok değil, hepsi bir masa-
mermer bir masa
gümüş bir masa
zümrüt bir masa
seniha birasını
sonsuz bir bira
sessiz bir bira
cam akışlı bir bira
saçlarında başaklar, tavus tüyleri gözleri
gözleri ses veriyor
seng-i laciverdi gözleri
son yudumunu da alıyor birasından
yere dökülüyor ipek şalı
yere sızıyor
yeri alıyor
birlikte götürüyor yeri
katlar gibi bir halıyı durmadan parmaklarından altın bir anahtarlık sarkıyor
ve anahtarlar anahtarlar
—çok değil, hepsi hepsi bir anahtar—
fildişi bir tahtırevana biniyor
kaldırıyoruz onu dört kişi
ben, cemile ve cemal
bir de sonsuzluk
tutuyoruz havada bir süre onu
o gülümsüyor bize durmadan
ve kalabalığa
yaldızlar dökülüyor dudaklarından
lambalar, güvercinler dökülüyor
çiçekli laledanlar, çeşmibülbüller
kristal boy aynaları
ve gelin telleri, pırlantalı taçlar
sedef kakmalı bir tramvay geçiyor yakınımızdan
ince bir org sesini sürükleyerek
benekli bir örtü çekiyor üstüne dünya
hepimiz kayboluyoruz.
uyanış
uyanıyorum uyanıyorum
dört duvar
evet, dört duvar
peki duvarın arkasında ne var
— duvarın arkasında ne var
— bir çocuk, bir çocuk daha, çocuklar..
— duvarın arkasında ne var
— bir kaçlın, katolik, yas giysilerini çıkarmış
— duvarın arkasında ne var
— yaşlı bir adam, dinleniyor güneşte
— duvarın arkasında ne var
— bir gemi, yolcu gemisi, ışıklar içinde
— duvarın arkasında..
— bir çim makası, bir havuz
— duvarın arkasında, duvarın..
— bir piyano, büyük çok, bir de viyola
— duvarın arkasında ne var
— avdan dönüyor balıkçılar, balığın 'deniz içi' renginde
— duvarın arkasında ne var
— ne olsun, bir lunapark, kartopu kadar o da
— duvarın arkasında..
— çünkü, işte, şimdi, sonra...
— duvarın arkasında, duvarın..
— beyaz beyazlık
— duvarın arkasında ne var
— bir şarkı, anlamlı çok
— duvann arkasında ne var
— bir melek, üç kanatlı
— duvann arkasında..
ne olsun duvarın arkasında
yıkanmış, arınmış bir gök köpük köpük bir dünya dört duvar? evet, dört duvar.
bitiş
ester'in söyledikleridir
yalnızlığına korku vurma
ester'in söyledikleridir
ve gelsin ve geçsin bütün sözlerim
gelsin ve geçsin
ester'in söyledikleridir
insanların içinden
kendim olup taşayım
ester'in söyledikleridir
insanlara uzaklık vurma
ama herkes ki kendisi olsun
sonra herkes kendisi olsun
bir gün herkes kendisi olsun
ester'in söyledikleridir
dünyada bakınıp durma
bütün ol ve ayn tut 'ki kendini
zaten öyledir
çünkü öyledir.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap