• edip cansever'in bezik oynayan kadınlar kitabından bir şiir.

    gözlerimden uçtum -bırakıp eski gövdemi-
    aynanın önünde durdum
    -kenarları saydam yapraklı aynanın-
    omuzları açık giysimi giydim -siyah-
    topaz kolyemi taktım
    göğsümün ortasına bir gül yerleştirdim
    acı, apacı bir gül
    dışarı çıktım
    muhassen'e uğradım -çağırdı demin-
    firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı muhassen'e
    yedi lamba, yedi güvercin saçlarında
    ve eşyalarında bir başkalık: 'çabuk-güzel'
    her şey 'acele-sıcak', 'acele-yerli yerinde'

    her şey, ama her şey
    bir düğün öncesi gibi
    uzun bir deniz yolculuğu sonrası
    bir yerden bir yere taşınma
    yitirilmiş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki
    rüyamda da görmüştüm dün gece
    yedi gelin, yedi güveyi
    serpantinler, konfetiler içinde
    ağzımda bir sakız çiğneme kımıltısı
    şuramda duymadığım bir duyma
    bir elimi kalçama koyuyorum
    kimim ben?
    seniha!
    çağırmadım ki 'kendimi
    sordum, o kadar
    ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar
    bu işe çok uygunum, o kadar
    toprağına karışmış bir çiftçi gibi
    bir gün: yüzü olmayan bir erkek
    bir gün: yanmış süt kokulu bir oğlan
    gözkapaklarımı indiriyorum
    lacivert bir jaluziyi indirir gibi
    kendimi kendime sunuyorum —ben seniha—
    bunu hep böyle yapıyorum.
    bugün de böyle yaptım
    önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim
    bluzumdaki bir iki kırışığı çektim düzelttim
    perdeleri açtım
    pencereyi de açtım —açık bıraktım—
    merdivenleri indim —çok yavaş indim—
    kimseye rastlamadım
    dışarı çıktım: işte ilkbahar!
    yürüdüm yürüdüm
    ben ki herkesin bilmediği
    birtakım şeyler yapan biriydim
    böylece çok göründüm
    nedense öyle sandım
    yüzler silindi, olmayan yüzler
    sis, duman, pus gibi yüzler
    ince bir çubukla sigarasını içen muhassen
    yitti, yitiverdi hepsi
    fırlattım göğsümdeki gülü havaya
    pembe pembe bakındı boşluk
    selamladı beni
    hayır, mutsuzum.
    evet mutluyum
    bir mutluluk yokmu her çelişkide
    —var! varsa niçin? —
    yedi lamba bir arada
    bir arada yedi güvercin
    muhassen
    bir anlamda ‘çabuk-güzel’
    bir bakıma ‘çabuk-çirkin’
    anlıyorum
    ben sadece armesıyım o katedralin
    dünya ise çalmaya hazır
    koskocaman bir org gibidir
    ama çalmadan
    katedralin avlusuna düşüp
    düşüp de parçalanan
    bir org gibi..

    —sevişmek!
    kimse kimsenin olmasın—
    ah bu nisan yağmurları
    hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın
    yağıp bitiyor
    bitsin
    çok tenha bir kahvedeyim
    —ah, aşkların çocuk bahçesi
    neden ömrün çok kısa—
    neden buruk bir özlemdir anılar
    ve özlem olarak kalacaktır da
    hayır!
    seniha!
    evet, çağırıyorum seni
    şimdiye ve sonraya
    bir başka yanıt:
    yok o da.

    sadece bir özlemim ben.
  • ii

    bir ruh mu bu kadın —cemile—
    nereye değdirsem ellerimi
    masaya, perdeye, konsola
    onunkine değmiş oluyor biraz
    inatla çekiyorum. ellerimi çoğu kez
    gizlemem bundan.

    tren istasyonlarına gidiyor —nedense—
    bir başına oturuyor parklarda
    —cemalle bazan—
    en çok da akşamüstleri
    bilmem ki bu gizemli saatlerde ne buluyor
    dolaştığı yerleri mi süslüyor
    doğayla, kentle süsleniyor mu yoksa
    birini mi bekliyor —kimbilir—
    kendiyle değil, sadece duruşuyla
    —vakitsiz çiçek açmış bir nar ağacı
    bulanık günün içinde—
    ve ağır ağır, bir ibre gibi
    tam kendine dönüyor ki
    eve koşuyor acele
    odasına kapanıyor
    yazıyor yazıyor yazıyor
    kitliyor çekmecesine yazdıklarını
    telaşla çıkıyor odasından
    cemile, diyorum, derdemez
    yüzüme bakmadan rakısını dolduruyor
    ester'se bir ucunda salonun
    bakıyor bakıyor bakıyor bize
    cemile'ye
    o kadar bakıyor,ki
    sanki yazdıklarını okuyor
    saat on yedilerde böyle oluyor.
    masa ortüsündeki kırmızı lekeyi
    yıllardır silemedim
    —şarap lekesi? belki
    değişti rengi artık—
    anımsıyorum
    kimin vurduğunu o tavşanı
    bembeyaz bir kayanın dibinde
    ve bembeyaz bulutlar vardı gökte
    (ölen her canlının son sesi
    bir yaşam dolusu sesten
    daha çok akılda kalıyor)
    işte bu onun sesi
    elinde bir tüfek, utkuyla bağırıyor
    izmir'de, karşıyaka'da
    saat on yedilerde
    olursa bir de böyle oluyor.
    fransız okulunda bir öğle sonrası
    bütün yüzlerde bir öğle sonrası
    şiirler okuyorum rimbaud'dan
    «bir akşam kucağıma oturttum güzelliği
    acı buldum onu, sövüp saydım.»
    anımsayamıyorum gerisini
    —kaç yıl mı geçti?—
    elimi tutmuştu o oğlan
    gözleri griyle karışık mavi
    yüzünde güneşle parlayan çiller
    —kaç yıl mı geçti?—
    gelip çatlıydı o düğün günü
    pera-palas'ta bir akşam
    akşamın en ince köşeleri
    kimler yoktu ki —o zamanlar çok kalabalıktık—
    bir fotoğrafta tam on yedi kişi
    fotoğraflar..
    (yaslamış bir ağaca omuzunu
    ben
    birlikte bir gülü tutuyoruz
    onunla ben
    bir vapur güvertesinde, denize bakıyor
    ben
    bir otel kapısındayım, izmir'de
    ben.)

    zamanlar geçtikçe neden
    mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda
    acaba
    keder mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi
    mahzunluk mu yoksa yaşam
    ve doğruyu söyleyen yalnız
    o mu, rilke mi
    ölümünü içinde taşıyan.
    aşk mı yok ettiydi kocamı
    —ah, aşkların çocuk bahçesi
    neden ömrün çok kısa—
    oysa
    başlamak ne kadar güçtür, ne kadar incelikli
    sürdürmek, sadece sürdürmek
    öylesine kolay:
    hiçbir şey olmamış gibi
    kalp atışları, saat zembereği
    yıllar yıllar yıllar
    çözülmemiş bir bıkıntıyla birlikte
    kalıcı bir gülümseme yapıp da sevgisizliği..

    ek*
  • iii

    'evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor
    üstüme kar yağıyor. kalbimin
    atışlarında eriyor kar
    üşümüyorum, üşümek elimde değil
    hiçbir şey elimde değil
    sevmek istiyorum, sevemiyorum
    çarpıyor birbirine kalbimin kapıları
    gülmek istiyorum, gülemiyorum
    öne geçiyor acılarımın çizgileri
    vermek istiyorum, veremiyorum
    geri çekiyor beni tenimin güçlü dokusu
    konuşmak istiyorum, konuşamıyorum
    kapanıyor büsbütün dudaklarım
    —demiştim, pembe bir çizgi olsun
    düğün çağrımızda o gün—
    'evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor
    aynada kar yağıyor parıltılarla
    abajuru yakıyorum: sarı kar
    —üç parmakla bira bardağını
    hafifçe tutan elim—
    dudağımı boyuyorum: pembe kar
    cemal'i düşünüyorum: acı kar
    ester'i düşünüyorum: kar duruyor
    cemile?
    kar yağmadı sanki. kar
    duygulara göre bir yağıp bir duruyor
    —demiştim o gün, o gece
    ve sonraları
    kan karda kaldı—
    kurtuluş’ta kar yağıyor—ne zaman yağsa—
    şöyle bir koltuğa çökerdim eskiden
    bacak bacak üstüne atardım
    hemen bir sigara yakmak gelirdi içimden
    (oysa şimdi yataktan yere değen bacaklarımın
    buruşuk bir etekliğe sarınıp da tozlu bir
    halıya basması biçimindedir her günkü
    oturmam kalkmam
    ve içime doğru yürüyen bir ağrı duyarım ne zaman
    kırmızı bir elmayı .soysam
    ve şimdi
    her yengi, her yenilgi
    her tutarsızlık, her ikilem
    güzelliğimi doldurur benim
    istesem de eskiyemem
    ve artık
    çok sesli bir müziğimdir ki ben
    tek zevki duyarken gövdemde
    kendimi kendime sunarken.)
    'evler'den birindeyim, bir org sesi bu
    yağdıkça yağan kardan
    çoktan eskimiş olmalı, diyorum katedralim
    ya da çökmüş olmalı çoktan
    (aşağıdan çağırıyorlar, usul usul iniyorum
    merdivenleri, basarak çiçekli karların üstüne,
    rengarenk. karşımda cüce bir kadınla kambur
    bir kadın ayaklarının altından gülüyorlar bana.
    gülüyorum ben de yağan kara ve çöken katedrale
    ve onlara. söyleşiyoruz ayaklarımızın altından
    ve
    geldikleri gibi gidiyorlar, hiçbir iz bırakmadan,
    hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz bırakmadan.)

    giyinip dışarı çıkıyorum hemen
    ben bu 'evler'e sığamam.
  • iv

    've ölüm bahçesini buldu'

    oteller imzamdır benim
    —ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!—
    şimdi bir otelin apacı sevinciyim.

    ey bardak taşıyanlar, kış ustaları
    sonbaharda ne yaparsınız
    ben ne yaparım
    kendime başka biriymiş gibi bakmaktan
    arta kalan bir çift gözü de
    kimbilir nerde bıraktım.
    ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!
    göğsümden bir düğme daha çözdüm
    saçlarımı taradım
    yüzümdeki beni koyulaştırdım
    pudra süründüm biraz —hayır, iğrenmiyorum artık-
    kırıştı göz kenarlarım çoktan
    çantamı açtım kapadım —neler yoktu ki—
    bir ayna
    bir katedral fotoğrafı —renkli—
    sonbahardan da büyük
    boş bir tabut deseni
    anahtarsız bir anahtarlık
    adresler —hepsini yırttım attım—
    bir şiir kitabı nerval'den
    —ölünce tanrının
    bir ikinci yaşamım
    yaşamayı uman nerval'den—
    telefonu açtım —bilmem ki neden—
    rastgele çevirdim: iğrenç bir kadın sesi
    tanrım!
    hemen kapadım.
    alı güzel yaşam! sevgilim ölüm!
    ben yalnız ikinize hayranım
    bilin ki gitmiyorum 'başka evler'e artık
    o günden bugüne hiç çağrılmadım
    kapandım kapandım kapandım
    kabuklu bir deniz hayvanı gibi demin
    yağmurluğumun içine
    fırladım caddelere çıktım
    günaydın, dedim.sütünü esirgemeyen
    eski bir mezar taşına
    günaydın!
    ne güzel bir duruşun var senin
    doğayı kımıldatmadan
    islandım
    kıyılara indim, ıslak kumlara bastım
    ayak izlerimi sevdim, okşadım
    dolaştım dolaştım
    bir bankaya girdim çıktım
    biri bacağımı elledi tramvayda
    ses çıkarmadım
    ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!
    seniha!
    seni bugün kıskandım
    otele döndüm akşama doğru.

    not: ben bugün biraz
    yaşamı kımıldattım
    bir bardak konyak içtim ve
    ölüme kurulandım.
  • v

    işte
    gördün
    demek ki böyle
    pencere pervazını —kirli çok—
    boyası dökülmüş yer yer
    lekeler lekeler lekeler
    işte, gördün, demek ki böyle
    koruklar sarkmış her yandan
    donuk, tozla kaplı koruklar
    ve lacivert bir görülmeyle
    ve
    limanın insan kokulu gürültüsüyle
    işte
    gördün
    demek ki böyle.
    gördün, görüverdin hemen
    demir arabayı rayların üstünde
    ve tahta bacaklı adamı —güneşe bakan—
    bakışlarında bir zamandışılık —öyle—
    gördün
    demir arabayı
    rayların üstünde
    ve tahta bacaklı adamı
    gürdün, görüverdin hemen.

    duydun
    duydun ki o boşluk sendin. katedral
    ayrıca bir boşluktu senin içinde
    senin senin senin
    hayır!
    dudaklarını büzme
    ayaklarını —evet— daya oraya
    oraya oraya
    tezgaha :koy dirseğini —koydun mu—
    iyi tut bardağını —iyi tut—
    bir iki kez döndür avucunda
    seniha!
    gördün mü bak
    buğulu bir hiçliktir, değil mi
    aynada titreşen bardak
    ve her şey
    değil mi, budur
    bir ölünün bir ölüye sorduğunu sormak.

    üç çiçek koymuşlar üç ayrı vazoya
    şuraya şuraya şuraya
    kalbindeki buruk pembelik
    bundan
    işittin işitmedin —ne çıkar—
    konuşur gibi onlar satıcısıyla.
    iki kişi durmuş köşede —tam köşede
    düzenli bir biçimde konuşuyorlar
    sen dişlerini vuruyorsun birbirine
    titreyerek yalnızlıktan
    —sanki istinye'yi dönünce
    porselenler yapıştıran bir ermeni var-
    kuşlar kuşların yanına, yapraklar
    yaprakların yanına
    hiçbir şey yalnız kalmıyor
    insandan başka dünyada
    seniha!
    duymuyorsun sen kendini
    başıboş bir müzik gibisin kırlarda,
    gün kendini yiyor —gün bile—
    üç çiçekle akşam oldu, ne yapsan
    kapıdaki çıngırak., yaşam ne çabuk geçiyor
    çıngırak
    gün erkek oldu seniha
    denizden çıktıktan sonra
    giyinmek kadar güzel
    gün erkek oldu
    gün senin oldu seniha
    upuzun gözlerin ki —lacivert—
    örtüldü akşamın asmalarıyla
    unutma, yaşamından iyisin
    yaşamın senden iyi
    kutsalsın, görkemlisin, kendine verilmişsin.
  • vi

    — kapının arkasında ne var
    — hiç!, hiçliğin adı
    — kapının arkasında ne var
    — kapının arkasında mı? tanrı
    — kapının arkasında ne var, kapının
    — bilmem ki ne var arkasında kapının
    — kapının arkasında ne var
    — bir bahçe, bir su kovası, içi boş
    — kapının arkasında..
    — incil
    — kapının arkasında ne var
    — bir tepe, boşaltılmış onun da içi
    — kapının arkasında ne var
    — bir duvar, tuğlasız, unutmuş dülger malasını
    — kapının arkasında ne var
    — havası kaçmış bir deniz yatağı
    — kapının arkasında ne var
    — bir çift kadın ayakkabısı —siyah—
    — kapının arkasında..
    — sökülmüş bir laterna, kutusu kalmış
    — kapının arkasında ne var
    — kurumuş böcek kabuklan, suyu çekilmiş bir deniz
    — kapının arkasında..
    — bir kuru kafa
    — kapının arkasında ne var
    — kapının arkasında mı? hiç!.
    belli belirsiz bir şarkı.
    odamdan çıktım
    koridoru geçtim —kimseler yoktu—
    merdivenleri indim —kimseye rastlamadım—
    (muhassen'den son kez çıkarken
    kimseye rastlamadım)
    bara baktım —kimseler yoktu—
    bir kadeh aldım, konyak doldurdum
    kadehi iki parmağım arasında tuttum tuttum
    kısarak gözlerimi kendime baktım
    otel, ben, konyak —neden olmasın—
    tanrı - isa - ruhülkudüs, dedim
    ben böyle dedim, acaba
    kimlerin avuntusuydum.

    dünyaya bir kere daha baktım cam kapının ardından
    dünyanın kokusunu duydum
    kendi kokumu?
    elbette duydum
    geçmeyen bir kokuydu —yaşlılık kokusu mu—
    çıkardım çantamdan chanel'imi
    biraz süründüm.
    dedim ki,bugün de bitti gündüzüm
    otel, ben, konyak
    tanrı-isa-ruhülkudüs
    vahşetin son öyküsüyüm
    belki ilk öyküsüyüm
    işığımı söndürdüm: beyaz karanlık.
  • son bölüm:

    vii

    özür dilerim dünya
    ben bu otelden çıkamam
    imza: seniha.
  • bezik oynayan kadınlar’ın belki de en gerçek ve belki de bu yüzden en “üzgün” kişisine ait olan günlüğün küçük bir kısmıdır. “en gerçek”, çünkü, cemile artık “yarı delidir” ve bu hali onu kurtarır. cemal ise –ne olursa olsun- neticede henüz bir çocuktur, derdi belki sonra, büyüyünce ortaya çıkacaktır. ester… zaten ester’in gerçekten var olup olmadığı şüphelidir, in midir, cin midir…

    ama seniha başkadır işte. mesela şu bölümde “nerede olduğunu”, “ne yaptığını” şöyle anlatır -ki tanık olmuşuzdur benzer hayatlara daha önce, ama muhassen’in evinde, ama başka birinin:

    “seniha!
    çağırmadım ki kendimi
    sordum, o kadar
    ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar
    bu işe çok uygunum, o kadar
    toprağına karışmış bir çiftçi gibi,
    bir gün; yüzü olmayan bir erkek
    bir gün; yanmış süt kokulu bir oğlan
    gözkapaklarımı indiriyorum
    lacivert bir jaluziyi indirir gibi
    kendimi kendime sunuyorum –ben seniha-
    bunu hep böyle yapıyorum.”

    ama her nerede ise, üzüntülü de olsa, kanlı canlı yaşıyordur seniha; yani ne olup olmadığı belli bile olmayan bir “kocaya” gönderilmeyen mektuplar yazan, olup olmadığı belli olmayan ester’i şehvetle süzen cemile gibidir, ne de belki de hiçbir şeyden anlamadan geleceğinin kabuslarını biriktiren cemal gibidir, yaşamaktadır işte, öyle ya da böyle:

    “evet mutluyum
    bir mutluluk yok mu her çelişkide
    -var! varsa niçin?-
    yedi lamba bir arada
    bir arada yedi güvercin
    muhassen
    bir anlamda ‘çabuk-güzel’
    bir bakıma ‘çabuk-çirkin’
    anlıyorum
    ben sadece armasıyım o katedralin
    dünya ise çalmaya hazır
    koskocaman bir org gibidir
    ama çalmadan
    katedralin avlusuna düşüp
    düşüp de parçalanan
    bir org gibi…

    -sevişmek!
    kimse kimsenin olmasın!-“

    ve başka havalardadır seniha, şiirler okur rimbaud’dan ve şöyle der:

    “çok sesli bir müziğimdir ki ben
    tek zevki duyarken gövdemde
    kendimi kendime sunarken.”

    ve işte o “gerçek” son da bu en “gerçek” karakterin olmuştur: ölüm. şöyle geçer “ester’in söyledikleri’nde:

    “fildişi bir tahtırevana biniyor
    kaldırıyoruz onu dört kişi

    ben, cemile ve cemal
    bir de sonsuzluk
    o gülümsüyor bize durmadan
    ve kalabalığa
    yaldızlar dökülüyor dudaklarından
    lambalar, güvercinler dökülüyor
    çiçekli laledanlar, çeşmibülbüller
    kristal boy aynaları
    ve gelin telleri, pırlantalı taçlar”
  • porselenler yapıştıran bir ermeni var-
    kuşlar kuşların yanına, yapraklar
    yaprakların yanına
    hiçbir şey yalnız kalmıyor
    insandan başka dünyada
    seniha!
    duymuyorsun sen kendini
    başıboş bir müzik gibisin kırlarda,
  • edip cansever - bezik oynayan kadınlar ( sf. 12 - 26 )

    seniha'nın günlüğünden / ı

    gözlerimden uçtum —bırakıp eski gövdemi
    — aynanın önünde durdum
    —kenarları saydam yapraklı aynanın—
    omuzları açık giysimi giydim —siyah—
    topaz kolyemi taktım
    göğsümün ortasına bir gül yerleştirdim
    acı, apacı bir gül
    dışarı çıktım
    muhassen'e uğradım —çağırdı demin—
    firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı muhassen'e
    yedi lamba, yedi güvercin saçlarında
    ve eşyalarında bir başkalık: 'çabuk-güzel'
    her şey 'acele-sıcak', 'acele-yerli yerinde'
    her şey, ama her şey
    bir düğün öncesi gibi
    uzun bir deniz yolculuğu sonrası
    bir yerden bir yere taşınma
    yitirilmiş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki
    rüyamda da görmüştüm dün gece
    yedi gelin, yedi güveyi
    serpantinler, konfetiler içinde
    ağzımda bir sakız çiğneme kımıltısı
    şuramda duymadığım bir duyma
    bir elimi kalçama koyuyorum
    kimim ben?
    seniha!
    çağırmadım ki 'kendimi
    sordum, o kadar
    ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar
    bu işe çok uygunum, o kadar
    toprağına karışmış bir çiftçi gibi
    bir gün: yüzü olmayan bir erkek
    bir gün: yanmış süt kokulu bir oğlan
    gözkapaklarımı indiriyorum
    lacivert bir jaluziyi indirir gibi
    kendimi kendime sunuyorum —ben seniha—
    bunu hep böyle yapıyorum.
    bugün de böyle yaptım
    önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim bluzumdaki bir iki kırışığı çektim düzelttim
    perdeleri açtım
    pencereyi de açtım —açık bıraktım—
    merdivenleri indim —çok yavaş indim—
    kimseye rastlamadım
    dışarı çıktım: işte ilkbahar!
    yürüdüm yürüdüm
    ben ki herkesin bilmediği
    birtakım şeyler yapan biriydim
    böylece çok göründüm
    nedense öyle sandım
    yüzler silindi, olmayan yüzler
    sis, duman, pus gibi yüzler
    ince bir çubukla sigarasını içen muhassen
    yitti, yitiverdi hepsi
    fırlattım göğsümdeki gülü havaya
    pembe pembe bakındı boşluk
    selamladı beni
    hayır, mutsuzum.
    evet mutluyum
    bir mutluluk yokmu her çelişkide
    —var! varsa niçin? —
    yedi lamba bir arada
    bir arada yedi güvercin
    muhassen
    bir anlamda ‘çabuk-güzel’
    bir bakıma ‘çabuk-çirkin’
    anlıyorum
    ben sadece armesıyım o katedralin
    dünya ise çalmaya hazır
    koskocaman bir org gibidir
    ama çalmadan
    katedralin avlusuna düşüp
    düşüp de parçalanan
    bir org gibi..

    —sevişmek!
    kimse kimsenin olmasın—
    ah bu nisan yağmurları
    hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın
    yağıp bitiyor
    bitsin
    çok tenha bir kahvedeyim
    —ah, aşkların çocuk bahçesi
    neden ömrün çok kısa—
    neden buruk bir özlemdir anılar
    ve özlem olarak kalacaktır da
    hayır!
    seniha!
    evet, çağırıyorum seni
    şimdiye ve sonraya
    bir başka yanıt:
    yok o da.
    sadece bir özlemim ben.

    seniha'nın günlüğünden / ıı

    bir ruh mu bu kadın —cemile—
    nereye değdirsem ellerimi
    masaya, perdeye, konsola
    onunkine değmiş oluyor biraz
    inatla çekiyorum. ellerimi çoğu kez gizlemem bundan.

    tren istasyonlarına gidiyor —nedense—
    bir başına oturuyor parklarda
    —cemalle bazan—
    en çok da akşamüstleri
    bilmem ki bu gizemli saatlerde ne buluyor
    dolaştığı yerleri mi süslüyor
    doğayla, kentle süsleniyor mu yoksa
    birini mi bekliyor —kimbilir—
    kendiyle değil, sadece duruşuyla
    —vakitsiz çiçek açmış bir nar ağacı
    bulanık günün içinde—
    ve ağır ağır, bir ibre gibi
    tam kendine dönüyor ki
    eve koşuyor acele
    odasına kapanıyor
    yazıyor yazıyor yazıyor
    kitliyor çekmecesine yazdıklarını
    telaşla çıkıyor odasından
    cemile, diyorum, derdemez

    yüzüme bakmadan rakısını dolduruyor
    ester'se bir ucunda salonun
    bakıyor bakıyor bakıyor bize
    cemile'ye
    o kadar bakıyor,ki
    sanki yazdıklarını okuyor
    saat on yedilerde böyle oluyor.
    masa ortüsündeki kırmızı lekeyi
    yıllardır silemedim
    —şarap lekesi? belki
    değişti rengi artık—
    anımsıyorum
    kimin vurduğunu o tavşanı
    bembeyaz bir kayanın dibinde
    ve bembeyaz bulutlar vardı gökte
    (ölen her canlının son sesi
    bir yaşam dolusu sesten
    daha çok akılda kalıyor)
    işte bu onun sesi
    elinde bir tüfek, utkuyla bağırıyor
    izmir'de, karşıyaka'da
    saat on yedilerde
    olursa bir de böyle oluyor.
    fransız okulunda bir öğle sonrası
    bütün yüzlerde bir öğle sonrası
    şiirler okuyorum rimbaud'dan
    «bir akşam kucağıma oturttum güzelliği
    acı buldum onu, sövüp saydım.»
    anımsayamıyorum gerisini
    —kaç yıl mı geçti?—
    elimi tutmuştu o oğlan
    gözleri griyle karışık mavi
    yüzünde güneşle parlayan çiller
    —kaç yıl mı geçti?—
    gelip çatlıydı o düğün günü
    pera-palas'ta bir akşam
    akşamın en ince köşeleri
    kimler yoktu ki —o zamanlar çok kalabalıktık—
    bir fotoğrafta tam on yedi kişi
    fotoğraflar..
    (yaslamış bir ağaca omuzunu
    ben
    birlikte bir gülü tutuyoruz
    onunla ben
    bir vapur güvertesinde, denize bakıyor
    ben
    bir otel kapısındayım, izmir'de
    ben.)

    zamanlar geçtikçe neden
    mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda
    acaba
    keder mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi mahzunluk mu yoksa yaşam
    ve doğruyu söyleyen yalnız
    o mu, rilke mi
    ölümünü içinde taşıyan.
    aşk mı yok ettiydi kocamı
    —ah, aşkların çocuk bahçesi
    neden ömrün çok kısa—
    oysa
    başlamak ne kadar güçtür, ne kadar incelikli
    sürdürmek, sadece sürdürmek
    öylesine kolay:
    hiçbir şey olmamış gibi
    kalp atışları, saat zembereği
    yıllar yıllar yıllar
    çözülmemiş bir bıkıntıyla birlikte
    kalıcı bir gülümseme yapıp da sevgisizliği..

    ek: bugün pazartesi, belki de pazartesi.

    seniha'nın günlüğünden / ııı

    ‘evler’den birindeyim, dışarda kar yağıyor
    üstüme kar yağıyor. kalbimin
    atışlarında eriyor kar
    üşümüyorum, üşümek elimde değil
    hiçbir şey elimde değil
    sevmek istiyorum, sevemiyorum
    çarpıyor birbirine kalbimin kapıları
    gülmek istiyorum, gülemiyorum
    öne geçiyor acılarımın çizgileri
    vermek istiyorum, veremiyorum
    geri çekiyor beni tenimin güçlü dokusu
    konuşmak istiyorum, konuşamıyorum
    kapanıyor büsbütün dudaklarım
    —demiştim, pembe bir çizgi olsun
    düğün çağrımızda o gün—
    ‘evler’den birindeyim, dışarda kar yağıyor
    aynada kar yağıyor parıltılarla
    abajuru yakıyorum: sarı kar
    —üç parmakla bira bardağını
    hafifçe tutan elim—
    dudağımı boyuyorum: pembe kar
    cemal’i düşünüyorum: acı kar
    ester’i düşünüyorum: kar duruyor
    cemile?
    kar yağmadı sanki. kar
    duygulara göre bir yağıp bir duruyor
    —demiştim o gün, o gece
    ve sonraları
    kan karda kaldı—
    kurtuluş’ta kar yağıyor—ne zaman yağsa—
    şöyle bir koltuğa çökerdim eskiden
    bacak bacak üstüne atardım
    hemen bir sigara yakmak gelirdi içimden
    (oysa şimdi yataktan yere değen bacaklarımın buruşuk
    bir etekliğe sarınıp da tozlu bir halıya basması biçimindedir her günkü oturmam kalkmam
    ve içime doğru yürüyen bir ağrı duyarım ne zaman kırmızı
    bir elmayı soysam
    ve şimdi
    her yengi, her yenilgi
    her tutarsızlık, her ikilem
    güzelliğimi doldurur benim
    istesem de eskiyemem
    ve artık
    çok sesli bir müziğimdir ki ben
    tek zevki duyarken gövdemde
    kendimi kendime sunarken.)
    ‘evler’den birindeyim, bir org sesi bu
    yağdıkça yağan kardan
    çoktan eskimiş olmalı, diyorum katedralim
    ya da çökmüş olmalı çoktan
    (aşağıdan çağırıyorlar, usul usul iniyorum merdivenleri, basarak çiçekli karların üstüne, rengarenk. karşımda cüce bir kadınla kambur bir kadın ayaklarının altından gülüyorlar bana.
    gülüyorum ben de yağan kara ve çöken katedrale ve onlara.
    söyleşiyoruz ayaklarımızın altından
    ve
    geldikleri gibi gidiyorlar, hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz
    bırakmadan.)
    giyinip dışarı çıkıyorum hemen
    ben bu ‘evler’e sığamam.

    seniha'nın günlüğünden / vı

    — kapının arkasında ne var
    — hiç!, hiçliğin adı
    — kapının arkasında ne var
    — kapının arkasında mı? tanrı
    — kapının arkasında ne var, kapının
    — bilmem ki ne var arkasında kapının
    — kapının arkasında ne var
    — bir bahçe, bir su kovası, içi boş
    — kapının arkasında..
    — incil
    — kapının arkasında ne var
    — bir tepe, boşaltılmış onun da içi
    — kapının arkasında ne var
    — bir duvar, tuğlasız, unutmuş dülger malasını
    — kapının arkasında ne var
    — havası kaçmış bir deniz yatağı
    — kapının arkasında ne var
    — bir çift kadın ayakkabısı —siyah—
    — kapının arkasında..
    — sökülmüş bir laterna, kutusu kalmış
    — kapının arkasında ne var
    — kurumuş böcek kabuklan, suyu çekilmiş bir deniz
    — kapının arkasında..
    — bir kuru kafa
    — kapının arkasında ne var
    — kapının arkasında mı? hiç!.
    belli belirsiz bir şarkı.
    odamdan çıktım
    koridoru geçtim —kimseler yoktu—
    merdivenleri indim —kimseye rastlamadım— (muhassen'den son kez çıkarken
    kimseye rastlamadım)
    bara baktım —kimseler yoktu—
    bir kadeh aldım, konyak doldurdum
    kadehi iki parmağım arasında tuttum tuttum kısarak gözlerimi kendime baktım
    otel, ben, konyak —neden olmasın—
    tanrı - isa - ruhülkudüs, dedim
    ben böyle dedim, acaba
    kimlerin avuntusuydum.
    dünyaya bir kere daha baktım cam kapının ardından
    dünyanın kokusunu duydum
    kendi kokumu?
    elbette duydum
    geçmeyen bir kokuydu —yaşlılık kokusu mu— çıkardım çantamdan chanel'imi
    biraz süründüm.
    dedim ki,bugün de bitti gündüzüm
    otel, ben, konyak tanrı-isa-ruhülkudüs

    vahşetin son öyküsüyüm
    belki ilk öyküsüyüm
    ışığımı söndürdüm: beyaz karanlık.

    seniha'nın günlüğünden / vıı

    özür dilerim dünya
    ben bu otelden çıkamam
    imza: seniha

    esterin söyledikleri

    kendime

    kimseye karıştım mı? hiç karışmadım
    bu ki bana tuhaf sayılmadı
    gözleyip sordum mu hiç? hayır sormadım bu ki bana yalan sayılmadı
    acımak işim miydi? hayır
    bir evden olmak kötü müydü? hayır zamana zamanla bakmak ne idi ki
    baktım
    tarlayı tarlayla ölçtüm
    meyvayı meyvayla ölçtüm
    denizi denizle ölçtüm
    göğü gökle ölçtüm
    zaten insanı insanla ölçtüm ki
    buruk bir tat mı duydum
    ve duydum
    her şey ki bir yorumdu, sonuç değildi sonuç ki zaten yoktu
    sen ki kim
    beni bütün bütün bırakma.

    istek

    çünkü ağzım öyle istedi
    dudaklarım öyle istedi
    ve göğsüm ve avucumun çukuru
    ve arkam ve önüm ve boynum
    öyle istedi

    çıplaklığımla övünürüm
    dişiliğimle övünürüm
    benim olan her şeyi kullanırım
    kullanmak ayıp mıdır? değildir
    ayıp olan ki nedir?
    ben bunları bir güzellik bilirim
    yüreğimin gözlerini kapatma
    o ben ki her şeye daha iyi -bakayım
    bir evdeki dört kişiden biriyim
    kendimi onlardan istedim mi? istemedim sözlerine uydum mu? hayır uymadım
    ve bana demediler ve zaten demediler herkes suyuna daldı
    levyatanı olta ile çekebilir misin
    herkes suyuna daldı

    yüreğim pekişiktir.

    kan yargısı

    akşamı karşıma aldım
    cemile karşımdaydı
    cemal'i karşıma aldım
    seniha karşımdaydı
    güzel otlar yaktım onlara
    zeytin çıkardım
    sürahiyle içki çıkardım
    seniha'nın gözlerinde pek çoktur
    kan yargısı çıkardım
    bugün akşama 'kadar
    her şey bana iyi oldu
    çünkü durgun günler bana çoktur
    dışarı çıktım, dolaştım
    gün gündür kendimle söyleştim biraz bir lavtaya girdim, boşaldım
    eve döndüm, o ne ki bana çoktur

    sütten kesilmiş çocuk mudur ki canım canımı yatıştırdım, susturdum.

    göz suyumda

    yüreğimi genişlettiğim zaman
    cemile bana sığsın
    ben onun göklerinden biraz fazlayım
    o bana sığsın
    yalnızlık ondan gitsin, kötü mü dedim gitmezse ne yapsın, kötü mü dedim
    ben neyin nesiyim ki ve herkes neyin nesi alışamıyorsak birbirimize
    sevemiyorsak birbirimizi
    demem ki bir ben mi kaldım
    kurtuluş'ta üç kış ne demek
    birinde portakallar dondu
    birinde ipler dondu pencereden pencereye birinde yaşam dondu ve soldu
    seniha'yı koydular ol solgunluğa
    o istedi ve oldu
    her otelden bir mektup
    dünyada sanki çok şemsiye bozuldu

    gittim ki yetişemedim
    döndüm ki yetişemedim
    her otel bir oteli bir gül gibi doğurdu
    canım ağrıdı gün gün

    küçüldü küçüldü küçüldü
    göz suyumda bütün oteller.

    akmayı duydum

    ben ben idim, onlar oydular
    karanlık indi bize sığındı
    yılları çok çağlar gibiyiz
    günleri çok yıllar gibiyiz
    uzun sessiz bir ağlamak gibiyiz
    geyik akar suları özleyince
    akmamız yok, çekilmiş nehirler gibiyiz

    yelin sürdüğü yaprağı mı iteceğim
    kötülük nedir, var mıydı bilenimiz
    iyilik nedir, var mıydı bilenimiz
    ana karnında sütten
    bembeyaz örülmüşüz de
    derim ki —demek istemem— vahşetin imleriyiz

    ben ben idim, onlar oydular
    geçip de geri dönmeyen bir yeliz
    insan akar insanı özleyince
    yılları çok bir gün gibiyiz

    akmadık.

    o bile

    benim sözüme göre
    gözün bildiğini el bilmez
    elin bildiğini ağız bilmez
    sözüme göre utanınm

    yüreğim utanmak bilmez
    hey şimdi ne oldular. seniha
    çelişkili yaşamına kovuldu
    herkes ki biraz kovuldu
    büyüdükçe yaşlanıyorsa çocukluk
    cemal ne oldu

    bildiğimiz tek şey yalnızlık
    o bile şimdi ne oldu
    hey şimdi ne oldular. cemile
    anısız dünyasında anılarla boğuldu

    kaldıysa bir o kaldı
    içimizde bir vahşeti uyandırma .korkusu.

    düşüş

    cüce bir icadınla kambur bir kadın
    günü söylendiler bir park kanepesinde
    ve artık gitmediler, çürikü hiç gitmediler ayaklarının altına düşüp
    orada gizlendiler

    seniha'yla cemile
    dünyalarının altına düştüler
    günlerinin kışları
    karlarıyla örttü onları

    sen bunu söyledin ya
    kendin için bilme.

    duruş

    ki bazı sözlerin anlamı
    o sözlerin söylenişindedir

    yılların sayısına girmediyse seniha nereden zaman almıştır

    ki bazı durumlara söz yoktur
    hem neden olsun
    her durumun dili daha başka durumlardır

    ben bu derinliği bu kadar
    nerden bulayım
    ki herkes nerden bulsun
    bulmanın dili aramaktır.

    doğuş

    insan ki yok ise yoktur
    kimdir bu hilmi bey ki, yoktur
    bu böyle değilse benim sözüm hiçe insin

    ileri gidiyor cemile, o orada yok
    arkaya gidiyor, onu sezemiyor
    sola yönleniyor, onu seçemiyor
    sağda gizleniyorsa, onu göremiyor

    öyleyse yığınla mektup
    ne durur bir çekmecede

    o ki bir gün bunu bana söyledi:
    olana değil de olmayana yazmak
    çünkü beni süsledi

    ey benim ıslak yalnızlığım
    umudum senden doğsun.

    umuş

    bütün iyi kitapların sonunda
    bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda meltemi senden esen
    soluğu sende olan
    yeni bir başlangıç vardır

    parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın onu işitsen, yuvarlağı sende kalır
    her başlangıçta yeni bir anlam vardır.

    nedensiz bir çocuk ağlaması bile
    çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.

    ikilemler

    bu gözyaşları benim mi
    camdaki yağmur taneleri mi yoksa?

    acıyla sevinç de
    birbiriyle içiçe mi
    terketmeden biri ötekini?

    mutsuzluk mutluluğu örerken
    masmavi bir boyun atkısı gibi?

    bunları ben mi söyledim
    ester mi, o mu söyledi?

    sesi yok kendisi var
    gözleri yok kendisi var
    cemal'siz cemile'siz
    seniha bir otelde
    ya ölü ya kimsesiz.

    özleyiş

    gülüşümü ıslattım —kar yağdı bütün gün—
    daha yağsın
    kar yağsın bütün otellerin üstüne
    üstüne üstüne bütün otellerin
    kar yağsın
    lacivert gözlerine seniha'nın

    hiç bitmesin, yağsın
    karla dolsun göğsünün katedrali
    avluya düşen org uyansın

    özlemim sanadır, varsın
    kar yağsın, daha yağsın
    seni andırıncaya kadar.

    saplantı

    sözlerim kendim üstüne
    gölgem beni istedi
    o ki istedi
    suyum beni istedi
    o ki istedi
    cemile beni istedi
    ne oldu? hiç! alışamadım
    kartalın bir kayaya çarpışı idi

    soyundum, giyindim, tekrar soyundum arada olacağın düşünü kurdum
    zevk duydum bundan
    cemile anlamadı, cemal hiç anlamadı seniha görmedi ki
    ve göstermedim

    sözlerim kendim üstüne
    bir uzak yerlere gitmek üstüne
    sanki günler tek bir güne birikti
    bense çıkmazda kaldım, usandım çıkmazlarda üstüste
    birikmiş ufuklar kadar derindim

    ve dedim: elbette deneyeceğim.

    gidemeyiş

    güz ve kış ve ilkbahar geçti
    yaz çarçabuk geçti
    hepsi tekrar tekrar geçtiler
    bu bana uzun geldi

    gecem avurtlarım gibi çöktü
    ve çöktüm
    sabahım, sabahlarım
    kabından taşan sütler gibi büyüdü
    ve taştım
    gün güne taşındı, yıl yıla
    gitmedim, gidemedim

    ki dedim
    bana söz vermeliydi biri
    sesi uzaklardan gelen
    görünmez yıllarla ilgili.

    biliş

    ve hemen gidemedim
    ve artık gidemedim
    ve sonra hiç gidemedim
    kurtuluş'ta, son durakta bir tramvay ölüsü sanki ben
    öylece kalakaldım

    hepimiz kalakaldık
    elimizde tetiği çekilemeyen
    namlusu yönsüz bir tabanca gibi.

    yeniliş

    açılmamış bir şarap şişesiydim
    ki öyle kaldım
    acımı köpürtmedim
    içime sağdım
    gözyaşlanmı göstermedim
    ki sildim
    özgürlüğüm beni tutsak düşürdü başaramadım

    içimde kara kara bulutlar sallandı
    ki sallandılar
    dışarı yağamadım
    ve yenildim ve sustum.

    bitmeyen

    ve ağzım ağzını öptü ise
    çünkü için sözle doludur
    elim eline değdi ise
    çünkü elin yaratılmış işler doğurur gözlerine baktım ise
    ki bakmışımdır
    onlar bir denizi sezme derinliğindedir ve saçlarına
    ve boynuna
    ve omuzlarına
    baktım ise
    ki bakmışımdır
    onlar bir kuşun uçuşunu
    sezme derinliğindedir

    ey sözlerim benim
    onlar ki bana her zaman
    bir diriliş verenedir

    meselim bitmeyendedir.

    düş

    gökte, gökkuşağının üstünde
    yedi renkli musa'lar
    yedi lambalı, yedi güvercinli muhassen'den
    yedi renkli sesler üflüyorlar aşağıya aşağıda
    seniha
    bir elinde sigarası
    oturmuş kıpkırmızı bir bahçe koltuğuna önünde
    masa masa masa —çok değil, hepsi bir masa-
    mermer bir masa
    gümüş bir masa
    zümrüt bir masa
    seniha birasını
    sonsuz bir bira
    sessiz bir bira
    cam akışlı bir bira
    saçlarında başaklar, tavus tüyleri gözleri
    gözleri ses veriyor
    seng-i laciverdi gözleri
    son yudumunu da alıyor birasından
    yere dökülüyor ipek şalı
    yere sızıyor
    yeri alıyor
    birlikte götürüyor yeri
    katlar gibi bir halıyı durmadan parmaklarından altın bir anahtarlık sarkıyor
    ve anahtarlar anahtarlar
    —çok değil, hepsi hepsi bir anahtar—
    fildişi bir tahtırevana biniyor
    kaldırıyoruz onu dört kişi
    ben, cemile ve cemal
    bir de sonsuzluk
    tutuyoruz havada bir süre onu
    o gülümsüyor bize durmadan
    ve kalabalığa
    yaldızlar dökülüyor dudaklarından
    lambalar, güvercinler dökülüyor
    çiçekli laledanlar, çeşmibülbüller
    kristal boy aynaları
    ve gelin telleri, pırlantalı taçlar

    sedef kakmalı bir tramvay geçiyor yakınımızdan
    ince bir org sesini sürükleyerek
    benekli bir örtü çekiyor üstüne dünya

    hepimiz kayboluyoruz.

    uyanış

    uyanıyorum uyanıyorum
    dört duvar
    evet, dört duvar
    peki duvarın arkasında ne var
    — duvarın arkasında ne var
    — bir çocuk, bir çocuk daha, çocuklar..
    — duvarın arkasında ne var
    — bir kaçlın, katolik, yas giysilerini çıkarmış
    — duvarın arkasında ne var
    — yaşlı bir adam, dinleniyor güneşte
    — duvarın arkasında ne var
    — bir gemi, yolcu gemisi, ışıklar içinde
    — duvarın arkasında..
    — bir çim makası, bir havuz
    — duvarın arkasında, duvarın..
    — bir piyano, büyük çok, bir de viyola
    — duvarın arkasında ne var
    — avdan dönüyor balıkçılar, balığın 'deniz içi' renginde
    — duvarın arkasında ne var
    — ne olsun, bir lunapark, kartopu kadar o da
    — duvarın arkasında..
    — çünkü, işte, şimdi, sonra...
    — duvarın arkasında, duvarın..
    — beyaz beyazlık
    — duvarın arkasında ne var
    — bir şarkı, anlamlı çok
    — duvann arkasında ne var
    — bir melek, üç kanatlı
    — duvann arkasında..
    ne olsun duvarın arkasında
    yıkanmış, arınmış bir gök köpük köpük bir dünya dört duvar? evet, dört duvar.

    bitiş

    ester'in söyledikleridir
    yalnızlığına korku vurma

    ester'in söyledikleridir
    ve gelsin ve geçsin bütün sözlerim
    gelsin ve geçsin

    ester'in söyledikleridir
    insanların içinden
    kendim olup taşayım

    ester'in söyledikleridir
    insanlara uzaklık vurma
    ama herkes ki kendisi olsun
    sonra herkes kendisi olsun
    bir gün herkes kendisi olsun

    ester'in söyledikleridir
    dünyada bakınıp durma
    bütün ol ve ayn tut 'ki kendini
    zaten öyledir
    çünkü öyledir.
hesabın var mı? giriş yap