*

  • rıfat ılgaz ustanın kendi hikayelerinden oluşan ve ad yayıncılık tarafından basılan son kitabı.
  • içerisinde 31 adet hikâye bulunan, rıfat ılgaz'ın kendi yazdıkları arasından seçtiği örnekleri barındıran bir eser.

    geçerliliğini hâlâ koruyan ince ince göndermeler vardır.

    mesela kitaba ismini veren satılmışlar bölümü şöyledir:

    bir "maraşlı şeyhoğlu satılmış" vardı, faruk nafiz'in
    han duvarlar'nda.
    ortaokul sıralarında acırdım bu satılmış'a, aslı'sını el
    aldığı, verem olup huduttan hududa atıldığı için değildi bu acımam. sırf satılmış olduğu içindi. insan nasıl olurdu da satılmış olurdu? mal mıydı, matah mıydı, bu insan ki, pazara çıkarılıp satılıyordu?

    sonradan öğrendiğimize göre insan toptan, bütünüyle satılamazdı ama, emeği bal gibi satılabilirdi.
    uygarlık dediğimiz kültür ve teknik çağı bu emeğin pazarlanmasıyla doğmakta ve gelişmekteydi.
    emeğin hakkı ya verilir, ya da verilmezdi ama, bu uygarlıktan mutlaka haklı ya da haksız çöplenenler olurdu.

    memleket koşullarını sıcağı sıcağına inceleme firsatını bulduğum yıllarda kanılarım yeniden değişti. insanı işiyle, toprağıyla, eviyle, köyüyle, dükkânıyla, tezgâhıyla birlikte toptan ve perakende olarak satılabiliyordu.
    memleket idare etmek için başa geçen
    sadrazamlar, başvekiller, bakanlar, başbakanlar, değil tek insanı, topumuzu birden alıp, topumuzu birden milletçe satabiliyorlardı siyaset pazarlarında.
    başımızdakilerin kimi, îngilizci oluyor, ingilizlere;
    kimi fransızcı oluyor, fransızlara;
    kimi almancı oluyor, almanlara, kimi de amerikancı oluyor, amerikalılara satabiliyorlardı bizleri.

    tarihlerde bunun öyle de bol örnekleri vardı ki...
    ittihatçıların bir bölümü ingilizci, bir bölümü almancıydı.
    tanzimatçıların çoğu fransızcıydı. yazarlardan birçokları ingiliz muhipçi, amerikan dostu, alman âşığı geçiniyordu. hüseyin cahit ingilizci, velid hoca almancı, ahmet emin amerikan mandacısıydı, enver paşa'nn almancılığı yüzünden toptan almanların uşağı olmuş,
    en seçme gençlerimizi cephelerde kırdırılmış, milletin açlıktan, yokluktan canına okunmuştu.
    hani bunlardan ders alıp kendimize gelsek ya!
    hitler almanya'sı dünyayı ateşe verirken, nazi hayranları türemiş, peyamiler, ebuzziyalar, erkiletler, saraçoğulları, çaplarına göre pazarlamaya girişmişlerdi türkiye'yi...
    kazığı her zaman da halk yemişti bu alışverişlerde.
    sanki başarısızlık, kendimizi satacak milleti bulamamaktan ileri geliyormuş gibi, yöneticiler durmadan paralı alıcılar aramaktalar..

    üst kademedekiler arayıp dururken, hiyerarşinin alt basamakları boş mu duruyorlar?
    ağalarımız, derebeylerimiz çaplarına göre köy köy, mahalle mahalle, aşiret aşiret satış işlerini sürdürmekteler.
    toprak köleliği belki yeryüzünde kalmadı ama, doğuda,
    güneydoğuda sürüp gidiyor.

    "biz ne kadar olsa büyük kentlerdeyiz. alım satım konularından uzaktayız sanmayın. bizleri de açıkgözler,
    ev ev, sokak sokak, mahalle mahalle alıp satıyorlar.

    geçenlerde güğümüyle göründü kapıda bizim sütçü:
    köye gidiyorum!" dedi, "sütü dayımın oğlu verecek size, ben
    gelene kadar"
    arkasında temiz pak biri dikiliyordu.
    sonradan 6reniyoruz ki, bizim sokak olduğu gibi bu dayı oğluna satılmış! yoğurtçuya da satılmışız toptan, geçen yıl!
    kalaycılara da satılık mahalle mahalle... bereket alüminyum
    çıktı da kurtardık yakamızı.

    anneanneler, haminneler, pencereden seslenecek saka ararlar hala. bilmezler, kaç kere alınmışlar, kaç kere satılmışlar bu şakalara... artık matah olmaktan kurtuluyoruz derken. büyük bir satılma olayıyla karşılaştık. üçüncü el gazete bayii tanaş, 140 bin liraya kadiköy iskelesini satmış. hem de bir bölümünü. iskeleyle
    birlikte kadiköy yolcuları da böylece satılmış olmuyorlar mı? her sabah işe giderken belli gazeteciden dergisini, gazetesini alan bir müdürün kaşısına çıkıp da:
    "sayın bey!" desek "siz satılmışın birisiniz!"

    sütçüsünü, yoğurtçusunu yeni değiştirmiş bir ev kadınına:
    "hanımefendi! siz daha geçen gün satılıdınız, kırşehirli veysel bektaş'a!"

    ne derdi acaba?...

    en acıklısı satılanlar için, paraları pullarıyla birlikte canlarını
    da alıcılara kaptırmış olmaları. tüm on iki kişilik bir insan kıyımının tek nedeni, aşiret beylerine satılmış olmak! vietnam yeniden "ateşkes antlaşması" yapa dursun,
    bizim güneydoğuda "ateş" başlamış oluyor.
    bu tür olayları inceleyen ismail cem;

    "hacı ali bucak'ın öldürülmesinden sonra altı ay içinde her iki taraftan 29 kişi öldürülmüştür. bunların bir kısmı köylü, fedailerdi. bunlar kendi ağa ve reislerinin hayatını korumak yolunda can kaybetmişlerdir."

    bu olay, kan davası gibi görünse de, kan davası değil, toprağa bağlı olanların toprak davası!"
    "satılmış"ların ekmek davası!

    memleketimiz toptan ve perakende satılmıştır memleketi oldu.

    köylerde satılmışlar, kentlerde satılmışlar, mahallelerde satılmışlar, kulüplerde, partilerde satılmışlar..
    amerika'ya satılıyoruz, ortak pazar'cılara satılıyoruz.
    aşiret beylerine, şeyhlere, reislere satılıyoruz.
    sütçüye, yoğurtçuya, karpuzcuya satılıyoruz.

    transferlerde satilanlara bakmayın siz.
    kulüpleri kadar kendileri de bol para alıyorlar.
    cebinize kör metelik girmeden pazara çekilen kendinize
    acıyın!
    bir de üste para verip aday adayı olan ankara yolcularına!
hesabın var mı? giriş yap