• ruh kavramı nereden çıkmış. kendi varlıklarını da dahil tüm gözle görünür, elle tutulur maddeden şüphe eden insanlar 5000 yıllık yazılı tarih boyunca ciddiye alınabilecek nitelikte tek bir kayıt, tüm teknolojiye rağmen ele geçmiş tek bir delil bile yokken nasıl oluyor da ruh diye bir şeye inanabiliyorlar. maddenin dahi katrilyonda birini algılayabilen bizler neye dayanarak madde dışı olguların da bulunabileceğini iddia edebiliyoruz. neden ruha inanılıyor da evrim'e inanılmıyor. tüm bu sorulara cevap verebilmek için ruh kavramının insanlık tarihi boyunca takip ettiği gelişimi irdelemek gerektiğini düşünüyorum. olaylar ve düşünelerle net bir kronolojik liste veremesem de bana olası görünen bir süreçten bahsedebilirim sanırım.

    dünya üzerinde bilinen en eski inançlardan biri de animizmdir. latince ruh anlamına gelen anima kökünden türetilen bu kelime ingilizce animate sözünün anlattığı canlıllık, canlılara ait olma özelliği ile birlikte, ömrü yazılı tarihe denk bu inancın kökenleri hakkında da bilgi verebilir. çevrelerindeki varlıkları gözleyen insanlar, aslan, kedi, kuş, böcek gibi yaratıklarla dağlar, taşlar, nehirler arasında bir fark oldugunu gördüler. ilk gruptakilerin hepsi çevreleri ile etkileşim içerisindeydiler ve belirli bir seviyede farkındalığa sahipmiş gibi davranıyorlardı. temelde hareketlilik üzerine kurulan ve taşların durağanlığı ile canlıların devingenliği cinsinden bir fark üzerine oturan bu ayrım, canlı denilen grupta cansızlarda olmayan bir şeyler olması gerektiği fikrine
    götürdü insanları: ruh.

    ruh ilk başlarda devingenliğin sembolü idi. ruhu olan varlıklar hareket edebiliyor, çevreleri ile haberleşiyor ve onu değiştirebiliyorlardı. o halde canlılığa ait tüm yetilerin kaybedildiği ölüm de ruh ile ilgili, ruhun bedeni terketmesi gibi bir şey olmalıydı zira ölen kediler ve kuşlar da aynı taşlar ve kayalar gibi hiç bir şeye tepki veremez, hareket edemez oluyorlardı. sonraları insanlar tüm bu canlılar arasında da onların canlılıklarına ait nitelikleri üzerinde etkili kimi farklar
    bulunduğu farkettiler. kendileri gibi hareket edebilen, avlanabilen, ölebilen (evet, gerçekte canlılarla cansızlar arasındaki en büyük fark canlıların ölebilmesidir!) diğer hayvanlar, onlar gibi iletişim kuramıyor, alet yapamıyor, tüm bu durumun farkındaymış gibi davranmıyorlardı. sadece insanlar hem canlı hem de canlı olduklarının farkında idiler ve bu onların ruhunu da diğerlerinden ayrı tutmak gerektiğini gösteriyordu. böylece her canlı türünün temelde farklı bir ruha sahip oldugu ve bu ruhun onun varlığının asıl sınırı oldugu düşünüldü. evrimi farkedebilecek kadar uzun süredir düşünmekte olmayan insanlar doğal olarak canlıların da dönüşebildiğini göremediler. artık ağaç ruhu, aslan ruhu, kuş ruhu ve insan ruhu diye farklı ruhlar ile maddesel bedenleri olmayan tanrı ruhları bulunduğu inanışı yaygınlaştı.

    hem insanlığın erken safhalarında hem de ilerleyen çağlarda ruhun varlığına inanmanın kimi başka avantajları da vardı. ruh her zaman sosyal yaratıklar olmuş insanların birarada yaşama düzenini sağlamada güçlü bir araç oldu, karmaşık sosyal düzenlenmelerde kitleleri kontrol altında tutmakta kullanıldı ve daha da önemlisi - hatta belki de en önemlisi - akıl sahibi canlıların en büyük derdini; ölüm korkusunu da yatıştırabildi. (aslında bu iki etki bir arada da düşünülebilir zira ölümden öte köy olmadığını düşünen insanların davranış biçimleri birlikte yaşama düzenini bir hayli yıpratabilir.) canlılarla cansızlar arasındaki ayrımın canlıların ruha sahip olmasından kaynaklandığına inanan insanların gökgürültüsünü tanrıların mesajı olarak algılayanlarla aynı insanlar olduklarını da hatırlatmak isterim.

    önceleri ufak tefek farklarla tüm canlılara bulunan ruh anlayışı yerini insana özgü metafizik bir yapıya terketti. ruh sahibi olan insandı artık ve bu ruhu onu tüm canlılardan ayırıyordu. bencillik, sahtekarlık, çıkarcılık gibi "kötülük"lerin bedene dürüstlük, sadakat gibi "erdemler"in ruha ait görülmesi de bu döneme rastlar.

    inançlar için geçerli oldugunu sandığım bir süreç var: nerede bir bilgi eksikliği varsa orası inançla doldurulur çünkü insan zekası bir bütünlük peşinde koşmaktadır her zaman, kavrayışta boşluklar istemez. tarihin perspektifinden bakarsanız da bu genel çizgisi itibarı ile doğrudur; şimşeğin nedenini bilmeyenler onun tanrısal olduğunu düşünmüşler, bulutların elektrik boşalması oldugu anlaşılınca vazgeçilmiş, güneş dünyanın etrafında döner demişler, teleskop icat edilince cayılmış, insanı tanrılar yarattı demişler evrim ortaya çıkınca inanç modifiye edilmiş vesaire. bilgi genişledikçe inanç daralmış yani. aynı durum ruh için de geçerli.

    bütün bunlar çerçevesinde tüm insanlık tarihinin en başarılı kurgusunun ruh olduğu açıktır. ister varlığına inanın ister inanmayın bilebildiğimiz tarih boyunca bu kadar çok insanı bu kadar ciddi bir biçimde etkilemeyi başarabilmiş başka bir kavram bulamazsınız.
hesabın var mı? giriş yap