*

  • ruh molekülü adlı videonun metni

    yönetmen : mitch schultz
    yazar: rick strassman (book), mitch schultz
    oyuncular : joe rogan, ralph abraham and joel bakst
    süre : 75 dk

    __________________________
    bu şehri çok uzak mesafede gördüm, koyu yeşil renkteydi. üstünde titreşen ışıklar ve bulutlar vardı. son derece hızlı hareket ettiği için, tanımlanması çok güç olan muhteşem geometrik şekillerin yavaşlamasının ardından uzaklardaki bu şehri gördüm. ben bu manzarayı izlerken bir ışık topu tam da gözlerimin önünden “bu da neydi” dedirtircesine, geçip gitti. bu kadar yakın olması dışında korkmadım. etrafıma bakınmaya başladım ve sanki bu yerin içindeydim. “neden burdayım” derken hemen sağımda, kocaman bir burnu ve yeşil cildi olan kadını gördüm. bir düğme çeviriyordu, fark ettim ki uzaktaki şehrin ışıklarının gücünü artırıp azaltıyordu. ona baktığımı farkedince

    “başka ne istiyorsun”dedi
    “başka neyin var” dedim.

    ruh molekülü
    işte dmt’nin ya da dimethyltryptamine’nin hikâyesi.
    insan bilinci üzerinde çok etkili, doğada bulunan basit bir bileşik.
    yaptığı şeylerin yanısıra dmt hakkında beni herzaman etkileyen şeylerden birisi çok basit bir molekül olmasıdır.

    dmt, n- n-dimethyltryptamine’ni simgelemektedir. eğer dmt’nin halka yapısına bakarsanız, bağlama yapabileceğiniz sadece pozisyon göreceksiniz. bu sona ekleyebileceğiniz diethyl, dipropyl ve başka birkaç karbon değişimi var. bunlar da size aktif bileşikleri verir ama dmt’den farklıdırlar. biosentetik olarak triptofandan aşama farklıdır. triptofandan küçük enzimatik farklılık. tryptophan bir amino asittir ve her yerde bulunmaktadır. tüm organizmalarda tryptophan bulunmaktadır ve bütün organizmalar dmt sentezine yol açan iki anahtar enzime sahiptirler. ve bunlar çok eski enzimlerdir, her yerdedirler ve esas metabolizmanın önemli bir parçasıdırlar. yani teorik olarak, herhangi bir şey dmt’yi sentezleyebilir. dmt, şaşırtıcı bir şekilde doğadaki bitki ve hayvanlarda çokça görülmektedir. fakat şu ana dek kimse bunun nedenini ya da işlevini bulamadı.
    64 milyar dolarlık bir soru bu.

    dmt’nin insan vücudundaki, bitkilerdeki ve tüm memelilerdeki işlevi nedir?
    insandaki rolü nedir?
    30-40 yıl önceki geleneksel akla göre dmt lerin gerçek bir işlevi yoktu ve sadece fizyolojik gürültüydüler. bu son derece naif bir anlayış. bugün artık biliyoruz ki bu ikincil bileşimler bir anlamda bitkilerin dili gibiler. bunlar “taşıyıcı” moleküller. bitkiler doğadaki diğer organizmalarla olan bağlantılarını bunlarla sağlamaktadır. peki insanın sinir siteminin bunu deneyimlemek için bununla donanmış olmasının işlevi nedir? burada fark edilmesi gereken çok önemli birşey olmalı. bunun doğada kazara oluşan bir şey olduğunu sanmıyorum. gerçek bir işlevi var, bu bitkilerle birlikte evrimleştik. bunun bir amacı, anlamı olmalı. bu amaç dmt’nin ortak moleküler dil olabileceği görüşüne çok uygun.. bu gezegendeki ve hatta diğer gezegenlerdeki canlılar arasındaki rezonans dili.

    “bilinç nedir?” sorusuna yanıt bulmak için bundan daha güçlü bir araç düşünemiyorum. bunlar, yaşamın tüm noktalarındaki farkındalığı artırmak ve bu farkındalığı insanların, toplulukların, ailelerin ve tüm toplumun ıslahı doğrultusunda kullanmak için harika şeyler. işin güzel yanı şu ki, bunun artık gizli tutulamayacak kadar ilginç olduğunu fark eden gittikçe artan sayıda entellektüel, bilim adamı, sanatçı ve yapımcı var. bu arada, engizisyon çok uzun zaman önceydi, rasyonalizmin doğuşu da uzun zaman önceydi. bu noktada bu engellere takılıp kalmak sadece kötü bir alışkanlık göstergesidir. geleneksel olarak karşı çıkılan iki anlayış olan bilim ve ruhaniyet yardımıyla, kültürel dialog içindeki zihin açıcıları yeniden gün yüzüne çıkarıyoruz.
    dmt, yani sprit molekülü, bir bilmece, paradoks.
    spirit-ruh iç dünyadlr, molekül ise dlş dünya.
    yani psikedelikler[1] bizi bilimden ruha taşıyan uyarıcılardır. beynin ortasında küçük bir organ olan pineal gland’in içindeydim. bu bölge, pek çok ezoterik fizyolojik otorite tarafından ilgi ve önem arzetmiştir. dmt’nin kaynağının pineal gland olması çok da çılgınca bir fikir gibi gelmemişti. bu da pinealin, doğal olarak oluşan mistik durumlarla bağlantılı olduğu teorime çok uyuyordu. bu hipotez şunu öngörmektedir:

    bazı stres uyarımlarında, pineal gland çok önemli miktarda dmt hormonu salgılar. işte ruhun vücuda girip çıkmasını kolaylaştıran hormon budur.
    yahudi alimlerinin yüzyıllardır şifreli bir dille tanımladıkları şey budur. meditasyon, oruç, ilahi söylemek ya da başka herhangi bir teknik ile özden kaynaklanan dmt seviyesinde bir patlama oluşabilir. bu da mistik ve ölüme yakın deneyimle bağlantılıdır.

    psikedelikler ve yoğun meditasyon sonucu yaşananlar arasında bir çok benzerlik olduğuna dair bir teorim vardı. bu, benim ruh molekülü üzerinde araştırma yapmamın nedenlerinden biridir. mistik deneyimlerin açığa çıkmasına neden olan beyindeki bileşik. bence tarih boyunca insanoğlunun deneyimlediği halüsinasyonla ilgili tüm fenomenlerde dmt’nin rolü var.

    yaratıcılık, hayal gücü, rüya, yalnız olmaktan kaynaklanan değişimler travma, açlık.. hepsi halüsinasyona neden olur.
    bu fenomenler, halüsinasyona yol açtığı bilinen bileşimlerle açıklanabilir. bildiğimiz kadarıyla bunu yapabilecek bileşikler, halusinojen denilen bileşiklerdir. ruhsal durumlarda, bence içten kaynaklanan, beynin potansiyel olarak açığa çıkarabileceği halüsinojenik bileşikler ve moleküller konuyla çok alakalı. çünkü bu deneyimlerin nöro-kimyasal mekanizmasının ne olduğunu anlamamıza ışık tutabilirler. eğer iç kaynaklı, morfin benzeri kimyasallar, ya da serotonin salınımının olduğunu varsayarsak, bu salınımı ölçebilir ve bu farklı moleküllerin beyinde nereye gittiğini, hangi resöpterleri aktive edip hangilerini etkisiz kıldığını görebilir, böylece de bu deneyimler hakkında daha fazla bilgi sahibi oluruz. çünkü bu bizim, insanların yaşadığı deneyimlerle halüsinojenler arasında nasıl bir ilişki olduğunu ve beyindeki hangi reseptörlerle bağlantılı olduklarını anlamamızı, beynin aktive olmayan diğer bölümlerini fark etmemizi sağlar.

    dmt farmokolojisiyle ilgili ilginç noktalardan bir diğeri de aktif olarak beyne taşınmasıdır. dmt’nin günlük algısal aktivite üzerindeki etkisini merak ediyorsanız, çok fazla dmt psikedelik bir etki yaratırken, yetersiz dmt ise dünyayı donuk, düz ve gri görmenize yol açar. bu nokta da dmt benim için çok önemlidir. siz buna “ruh molekülü” diyorsunuz. benim içinse “gerçeklik molekülü”.

    felsefi olarak, gerçekliği algılama biçimimizin, yine o gerçekliğin kurallarına tabi olması gayet anlamlı görünüyor. bunun farklı olduğunu, başka bir şeye ve hatta diğer psikedeliklere de benzemediğini hissettim. o kadar yoğun ve hızlıydı ki, neredeyse farklı bir tür tepki oluşturdu. sanki psikedelik bir bungee jumping yapıyor gibiydim. çok hızlı değişen bu ortamın içine acemice atlamış gibiydim. daha ağır seyreden diğer psikedeliklerden çok farklıydı. dmt dumanını çekmek, psikedeliklerin ateşlenmesi gibidir.
    bir yerdesiniz, sonra bang,başka bir yerde.. sonra tekrar bang ve yine eski yerinizde.. yani“ben kimim?” “burada ne yapıyorum, ne işim var?” “ne öğreniyorum?” gibi soruları sormaya pek fırsatınız olmuyor. sanki tekrar normale döndüğünüzde değerlendirebilmek üzere, çok kısa sürede çok fazla bilgiyi işlemeye çalışmak gibi…

    dmt verildiği anda çok kısa sürede aktive olur. çünkü vücut tarafından temizlenmek üzere çok hızlı parçalanır.

    dmt, monoamin oksidas denen, karaciğerdeki bir enzim tarafından çözünür. bu yüzden de ağızdan alındığında aktif değildir. bunun tam tersine psilosibini ağızdan aldığınızda monaamin oksidas bunu hemen çözümlemez ve doğrudan karaciğere geçer, oradan kana karışır ve beyne ulaşır.

    ayahuska çok ilgimi çekiyor. (halüsinojenik içki ayahuasca kabuğundan hazırlanan; tropikal odunsu asma halüsinasyonlar (amazon bölgesinde bulunan) neden olduğu özellikleri ile dikkat)
    1990'larda çalışmalarıma başladığımda, ayahuska batıya daha yeni geliyordu. son 10 – 15 yılda daha da meşhur oldu.

    ayahuskada bulunan görsel hayal içeriği dmt’dir. amazon yerlileri, yazılı kimya bilgileri olmaksızın ya tesadüfen ya da bir karışım yaparak dmt içeren bir bitki bir de ayrıca enzim inhibitörü içeren bir bitki buldular. bunlar karştırılıp dmt içilebilir. yarım saat içinde etkinleşir, etkisi de 3-4 saat sürer. ve bu yöntemle, dumanın çekilmesinden ya da damardan enjekte edilmesinden çok daha rahat hareket imkânı sağlanır. ağız yoluyla alınan ayahuska, sizi göklere çıkartır, kucaklar, temizler ve tüm mistik görselleri önünüze serer, ve sonra tekrar sizi, tüy gibi hafifçe eski halinize döndürür.

    benim için değerli olan dmt deneyimlerim gibi, bu kavmin, genişleyen ve hareket alanı sağlayan teknolojisinin de çok değerli olduğunu hissediyorum. tüm batı yani avrupa kaynaklı, alkol damıtma geleneğini düşünün, kimyasalları izole etmek ve sertleştirmek ve bunları doğadan alıp koyabildiğimiz en büyük puncha boşaltmak… en kullanışlı yöntemin bu olduğunu sanmıyorum. bence kültürlerin dakikalık deneyimi saate dönüştürmesinin bir nedeni var. öyle geliyor ki ayahuskanın bir planı vardı ve bu tüm dünyaya ulaştı ve dmt’yi binlerce insanın yaşamına soktu. son bin yıldır ulaştığından çok daha büyük bir alana ulaşmıştır. bu çok hızlı ve en uygun yapıda gerçekleşti. ayahuska mevcut enerji yapılarından küçüksenmeyecek derecede daha güçlü. çünkü binlerce yıldır amazon’da dini ve spiritüel çalışmalarının meşru parçası olmuştur. bunu ilkel bir saçmalık ve batıl inanç olarak değerlendirip görmezden gelemeyiz. kendi koşulları içinde, bu konunun üzerinde ciddi olarak durmalıyız. bence gün geçtikçe daha çok insan, doğayla, bitkilerle, hayvanlarla iletişimde olmak istiyor ve biliyorlar ki, şamanik yöntemlerde bunu yapmanın bir yolu var. aslında ayahuska gibi bitkiler, psikoaktif araçlar bunu yapmanın direkt bir yolu. bu herkesin tercih edeceği bir şey olmayabilir ve sanırım pek çok insan bir sebepten ötürü bundan korkuyor… benim neslimdeki pek çok kişi gibi ben de ilk olarak dmt’yi terence mckenna’dan duydum. bu kadar güçlü, ilginç, antropolojik olarak zengin bir konu olan dmt bileşeni hakkında bilgi edinmenin çok eğlenceli bir yolu vardı dmt, insanlar için, kullanmak zorunda oldukları bir maddeden ziyade artık bir kavram haline geldi.

    dmt etkisi, vücuttan ayrılmış bilincin mümkün olduğunu açıkça göstermektedir. bence tarihteki ve yaşamdaki tüm gerginlikler bedenden kurtulma ile alakalı. terence çok iyi bir girişimciydi. aslında bir hap olmasa bile bunun, en üst düzey metafizik gerçeklik hapı olduğunu söyledi. kullandıktan sonra bunun iyi bir tanımlama olduğunu düşündüm. lsd’den, meskalin ve diğerlerinden farklı bir çeşit olarak görünüyordu. gerçekten de dmt çok farklı bir deneyim seviyesi sunuyordu. bu bileşimlerle ilgili olumlu ya da olumsuz tüm fikirlerinizi askıya almanızı istiyorum. siz bunlara ne değer biçerseniz biçin kullanıldıkları yerlerde derin etkiler bırakmaya devam ediyorlar, ister çağdaş batı toplumunda olsun ister amazon yağmur ormanlarında. 50'li yıllarda ayahuska kiliseleri halka açılmaya başladı. kızılderili yerlilerinden şehirdeki melezlere dönüşüm vardı. ve bu kiliseler, önce santo daime sonra da udv kiliseleri, ayahuskanın sadece kızılderililere değil, bugün bizim şamanlara uzak olduğumuz kadar uzak olan büyük şehirlerdeki halka da ulaşmasını sağlayacak törenler düzenlediler.

    90’lı yılların başında, udv kilisesi,amerika da kendi şubesini açtı. 90'ların sonunda abd gümrük bakanlığı ve uyuşturucuyla mücadele dairesi bir ayahuska sevkiyatına engel oldular. kilise, devleti protesto etti, ve bunun dinde özgürlükçü yenilenme hareketini sekteye uğrattığını söylediler. dava amerikan temyiz mahkemesine gitti ve şubat 2006'da udv lehine oybirliğiyle karar verildiği duyuruldu.

    binlerce yıldır, yüzlerce kültür tarafından bu kadar ilginç bulunan bu maddeler neden tüm batı dünyasında yasaktır?
    nasıl olmuş da kendilerini aydınlanmış, demokratik ve bilimsel kabul eden toplumlar, bitkileri yasadışı olarak ilan etmişlerdir?

    garip gelebilir ama bu toplumların yapısını çok net anlatan bir şey var. toplumsal değerlerimiz problem çözme ve bilince önem verir ve bunun dışındaki tüm bilinç hallerini değersiz kabul eder. üretim ya da tüketimle ilgisi olmayan herhangi bir bilinç durumu bugün toplumda küçük görülmektedir. tabii ki sarhoşluğu kabul ediyoruz. insanların, maddiyat yüküne kısa bir ara vermesine nefes almalarına izin veriyoruz. bu modeli destekleyen bir topluluk, problem çözme ile hiç işi olmayan bilinçlilik hallerini kınayan bir topluluk olacaktır. psikedeliklerin çok yaygın olarak araştırıldığı 60'lara geri giderseniz, karşılaşacağınız tepkiler aslında güce karşı verilen tepkilerdir. eğer yeterince insan bu alanlara gidip, bunu deneyimleseler, bugünkü toplum yapısı paramparça olur ve en önemlisi de, bugün gücün zirvesinde oturanlar orada oturuyor olmazlardı. nedensiz bir iyimserlik vardı. vietnam olayı vardı ve devam eden diğer bir sürü şey de vardı. psikedelik hareketi gerçek anlamda hedefine ulaşmamıştı. timothy’nin bize sattığı sadece gereksiz yaygara ve dalavere olmuştu.

    “kabul edelim ya da etmeyelim, psikokimyasal bir dönemde yaşıyoruz. gelecekte, bilincini açman ya da kapaman için ne okuduğun değil, hangi kimyasalları kullandığın önemli olacaktır. kimyasallar daha hızlı öğrenmemize, farkındalığımızı artırmamıza ya da azaltmamıza sebep olurlar. 60'lardaki atmosfer şöyleydi:
    “araştırma yapıyoruz ve hayatlarımızı bu gezegende yapılabilecek her şeyi yapmaya adadık. “ uğraştık, değerlendirmeler yaptık, kendimizi neredeyse spritüel öncüler olarak kabul ettik. 60'lara baktığımda kitlesel, kültürel olarak başlatılan bir şeyin başarısızlığını görüyorum. insanlar başka gerçekliklere yönelebilir, ama bunun bir temeli yok. yani bilge kişiler, gelenekler ya da şaman kökenli bağlantılar yok. insanlar gelişip büyüyorlar ve sonra dağılıyorlar.
    timothy leary bu çalışmadaki bilimsel yaklaşımı ayaklar altına aldı. çünkü ilginç bir araştırmaya başlamıştık, bir de baktık ki bunun kullanımını savunan son derece tehlikeli bir yola girmişiz. bu araştırmayı yapmak politik olarak da imkânsız hale geldi. kaynak sağlayan şirketler kaynakları ulaşılmaz kıldılar. sağlık denetim kurumları, bu tür bir araştırmayı başlatma koşullarını güçleştirdiler. ve sanırım bu tür araştırmalarla ilgilenen kişiler bu ilgileri yüzünden saygınlıklarını yitirdiler. biraraya gelen sosyal, politik ve bilimsel yayımlar bu uyuşturucuları bilimsel pazarın dışına ittiler. toplumun genel fikri, psikedelik araştırmanın tehlikeli olduğu yönündeydi. halkın çoğunluğu bu bileşimlerin gerçek yapısı ve algılamanın, kendisini anlamadaki önemi konusunda bilgilendirilmemişti. bu maddelerin klinik araştırmasının yetmişli yıllarda oldukça yavaşlamış olması da bence çok acı bir durumdur. inanıyorum ki, bu maddeler tüm dünyanın felsefe ve düşünce gelişiminde çok önemli bir rol oynamışlardır. 50'li yıllara kadar bu alanda psikiyatri, nörokimyanın duygu ve davranışlar üzerinde önemli bir rol oynadığını fark etmemişti. şimdi, bize çok garip gelse de pek çok kişi de bunu anlamış değildi.

    lsdve onun insan ruhu üzerindeki güçlü etkilerinin keşfedilmesiyle birlikte neredeyse eş zamanlı olarak beyindeki seratonin molekülü de bulundu. insanlar ancak seratoninin yapısına bakıp, lsd ile karşılaştırdıktan sonra fark edip düşünmeye başladılar ki“belki de nörokimya, eğer lsd keşfedilmeseydi, depresyon ve benzeri rahatsızlıkları tedavi eden ilaçlarımız olur muydu? ya da bu kadar hızlı bulunurlar mıydı?”
    bu ilaçlar bir kez kötülenip, karalandıktan sonra, psikiatri, psikedeliklerle bağlantılı bilimsel değeri olan her şeyden kendisini uzak tutmak zorunda kaldı.
    bir psikiyatrist olarak, psikedelikler üzerinde çalışma yapmak istediğinizi söylediğinizde, bu çok iyi karşılanmaz. bir keresinde bundan bahsettiğimde bir daha bir kaç yıl dile getiremeyecek kadar çok cesaretim kırılmıştı. kültürel nedenlerden dolayı tüm bileşim grubu klinik masalarından kaldırıldı yıl hiç bir araştırma yapılmadı. yani bilimsel olarak takip edilebilecek bundan daha heyecanlı bir alan düşünemiyorum.

    kişi, bu bitkiler ve bileşimleri incelemeyi nasıl yapabilir?
    sıradışı deneyimlere neden olan ve insanoğlunun en büyük gizemlerine ışık tutabilecek bitki ve bileşimler.

    dr strassman bu sorunun yanıtını bulabilmek için aynı jenerasyona ait, ilk insan psikedelik araştırmasını gerçekleştirdi. ilk saptadığım şeylerden biri, bilimsel alanda kullanım ve eğlence için kullanım üzerine yapılan çalışmalar arasındaki farkı görebilmek oldu. 80'lerde tüm bu çalışma sonuçlarını tekrar gözden geçirdim ve fark ettim ki, eğer insanlar gerçekten iyi bir yansıtma ve gözlem yapabilselerdi; olayları takip edip, lsd ve benzeri psikedelik ilaçlara verilen aleyhte tepkilerin ne kadar az olduğunu takip etselerdi, psikedelik araştırmalarda abd cephesini tekrar açabilecek en iyi uyuşturucu, bileşim ya da kimyasalın dmt olduğunu görürlerdi. bu benim için gerçekten çok heyecan vericiydi. çünkü ilk çalışmalarda dmt güvenle kullanılmış olmasına ve beynin doğal bir bileşimi olmasına rağmen bu aynı jenerasyon üzerinde yapılan ilk çalışmaydı.
    dmt, bilinen en temel ve güçlü psikedelik.
    dolayısıyla sadece bir klinik araştırma başlangıcı değildi. son derece güçlü bir uyuşturucuyla yeniden başlayan klinik bir araştırmaydı bu çalışmaların yapılabileceğinden çok emindim. rick de bu fikrime katıldı ve birkaç görüşmeden sonra şu noktaya vardık: “dave, peki tüm bu kağıt işlerini halledip, üzerinde bu kadar zaman harcadıktan ve incelemeye hazır olduktan sonra ya dmt ye ulaşamazsam?

    bu gerçekten olasıydı çünkü klinik gri dmt, raflarda bir yerlerde bulunup kullanılan birşey değildi. rick’e dedim ki: “eğer bu aşamaya gelirsen, kimse başaramazsa, ben yapacağım. ” nihayet rick bu noktaya ulaştığında, ben de yapmam gerekeni yaptım çalışmanın taslağı oldukça basitti: insanlara dmt ver ve olabildiğince çok değişken ölç. bu tür araştırmaları denetleyen denetim organları tarafından önüme konabilecek bir sürü engeli önceden tahmin etmeliydim bu noktada pek çok denetim organı değil, birleşmiş olanlarla uğraştığım yıllık bir süreç başladı. protokolün bir tarafındaki çizgide ucla’dan daniel freeman adında bir psikiatrist vardı. amerikan psikiatrisinin en bilge adamlarından biriydi. 50 ve 60 ‘lı yıllarda psikedelik araştırmalarla bu işe başlamış kişilerdendi. daniel freeman’ın bize söylediği en önemli şey şuydu: “psikoterapiye yaklaşmayın bile. ” “zihinsel hastalıkları, alkolizmi ya da diğerlerini iyileştirmeyi unutun” unutun gitsin. bu, histeriyi ve korkuları uyandıracaktır. sen bir bilim adamısın rick ve bu konuya öyle yaklaş. temel, basit ölçümler yap, kalp atışına, kardiovaskuler baskılayıcılara bak bunu yapmakta sorun yaşamazsın, bunu kurabilirsin ve bu verilere dayalı gerçek bilimdir. rick dediğini yaptı ve istediklerine, danny’nin hiç bahsetmediği, çalışmalarda aslında hiç niyet edilmeyen, planlanmayan hesaplara ulaştı. ama bunlar işi gerçekten ilginç kılan ikincil etkilerdi. rick strassman, bir dergide, psikotropik bir çalışmada gönüllü olmak isteyen kişiler arandığını duyurdu. o zamanlar stp’den gelen dmt hakkında bilgim yoktu okuyup “aman allah’ım, bu hiç iyi değil bu işe dâhil olup, kimseye zarar gelmediğinden emin olmalıyım. en azından bu maddenin gerçekte ne olduğuna dair biraz duyarlılık oluşur. “ dediğimi hatırlıyorum.

    rick’in araştırma hemşiresiyle bir partide tanıştım. halusinayona sebep olan peyote yi daha önce kullandığımı duyunca beni bir kenara çekip:
    “ilgini çekebilecek birşey var. sıradışı bir araştırma için gönüllüler arıyoruz” dedi. bazı katılımcıların berbat olacağı konusunda endişelerim vardı belki bu hiç doğru bir kelime değil ama amaçları olabildiğince çok uyuşturucu denemek olan profesyonel insanlar var. bunların her biri farklı seviyelerde halusinojen kullanmışlar. her türlü maddeyi denemeyi hayat misyonu haline getirmiş insanlar var. bunların dışında bir de sadece meraklarını tatmin etmek isteyenler var. bir keresinde uçuşa geçmeye hazırlanırken rick bana roller coasterı sevip sevmediğimi sordu. gökyüzüne kadar çıkıp sonra da dünyaya çakılmak hissini sevip sevmediğimi “hayır, nefret ederim” dedim bu hiç hoş değil. sadece deneyip, olabildiğince çok şey öğrenmek, kavramak ve bunda alçakgönüllü olmak istedim. yasal olarak deteklenen psikedelik fikri çok ikna ediciydi. ayrıca, hastanedesiniz ve olur da ölüm korkusuyla huzursuz olursanız en azından doktorlarla birlikte güvende olursunuz. bu çok keskin bir bıçak. çok riskli ve insanlar neyle karşı karşıya olduklarını biliyorlardı ve ekstra güvence istediler. oda da bir acil arabası olması ve acil durumlarda yardım edebilecek bir ekibin olmasından memnundum. hastane odasında, tıpkı önceki deneyimde olduğu gibi kokular ve sesler, tüm bu negatif şeyler geri dönmüştü bu çevrenin üstesinden gelinmesi gerekiyordu. çünkü nerede olduğumun önemi olmadığı konusunda bilgim yoktu. bedenimin içinde değil, evrende bir yerlerde olacaktım. nereden izlediğinizin önemi yoktu, bir hastane odası, amazonda bir orman, nerede olduğunuz önemli değildi; çünkü orada kalmayacaktınız kişisel ve sosyal ortam çok önemlidir, alınan maddeden bile daha önemli. kişinin zihin yapısı ve sosyal ortam herşey demektir.

    gözleriniz bağılıyken bu ortam ne ifade eder?
    bu ortam ne gördüğünüz değildir, çünkü hiçbir şey görmezsiniz, sizin özbenliğinizdir bu ortam öğrendiğiniz şeyler, edindiğiniz beceriler kendi ruhunuzun ve psikolojinizin içinde bulunduğu durumdur.

    bunlar sizin kişisel ve sosyal ortamınızdır. kişisel ve sosyal ortamla etkileşime geçen ilaç, güvenlik, huzur, beceri etkisi yaratarak daha büyük adımlar atmanıza daha büyük ödüller almanıza sebep olur, aksi takdirde dehşete kapılırsınz. bu yüzden, ölecekler ya da felç geçirecekler diye fiziksel bir korku duymuyordum ama onların akıl sağlıklarıyla ilgili endişelerim vardı. özellikle de yüksek doz sonrası…

    uyuşturucuyla çok geçmişi olan bir adama bir doz verdik, kendisine bu onu çok etkilemiş gibi gelmemiş. biraz daha yüksek doz verdiğimizde, adam uçtu. gerçekten uçtu, “şeytan” filmini hatırlattı bana. kendinden geçti, yatağın üzerine çöktü, kocaman açılan gözleri kapkaraydı. başını derece döndürecek sandım. rick’le birbirimize bakıştık ve şöyle dedim kendi kendime,“sanırım adam gitti, umarım geri döner” ve döndü de… geri sayım ölüme hazırlanmak gibiydi, teslimiyeti beklemek gibiydi. damarlarınızın çekilmesiyle hissettiğiniz soğukluğu tarif etmek imkansız. sanki damarlarınızdan buz geçiyormuş gibi… ve daha sonra olan şey, kalp atışlarımın artması ve boynumun arkası da yanmaya başlamıştı… bu gayet inanılırdı, saat gibi düzenli işliyordu, beni dmt ile şoka soktuğunuz her an bu oldu. sonra gittikçe artan bir uğultu hissedersiniz. her şeyin koptuğu zamana kadar olduğum ya da bildiğim tek şey bu sesti. ses yükseldikçe yükseldi.. ta ki sese teslim olana dek ve işte oradasınız… orada.! önce göğsümde, sonra da başımda sıcacık, fevkalade bir his vardı. , inç çapında bir çubuk sanki omurga kanalından içeri girmeye başlamış gibiydi. yavaşça girip, göğsümde bir ılıklık yaratıp, başıma ilerliyor, yavaşlıyor, gözlerimin arkasında görüş açıma çok büyük bir basınç uyguluyor ve yavaşlıyor. büyümeye başlıyor, alnım saçlarımın gerisine doğru derisi çekiliyor.

    fiziksel olarak bunu o kadar hissediyordum ki, derim açılacak sandım. kafatasımdan yaklaşık 1,5-2 inç yukarı doğru. işte burda psikedelik sersemleme başladı. öldüğümü sandım. beyaz bulutları gördüm. uyanış, bembeyaz pamuk gibi bulutlar, tanrılar, melekler gördüm. ölüyor olduğumu düşündüm. ama sindy ve rick’e şöyle bir baktım da her ikisi de sakin sakin beni izliyorlardı. “iyi haber, bedenim gayet iyi görünüyor” diye düşündüm. doğuyor muydum ya da henüz gerçekleşmemiş ölümü mü deneyimliyordum anlayamadım.. çünkü biliyordum ki, bu gibi durumlarda zaman unufak olur, zaman doğrusalının hiçbir anlamı kalmaz. zamanın çöktüğü ilahi makamdır burası. insaniyetime ait tüm tabakalar gittikçe soyulup, dökülüyor. nihayet, sonunda, nerdeyse son tabakada, bu tabakanın ne olduğunu tarif bile edemem ama sanki seni insan olarak tanımlayan bu son tabaka, ve puf… o da gitti. artık bir insan değilsin, aslında artık tanımlayabileceğin hiçbir şey değilsin zaman kavramı yok, kafam çok karışmıştı. çok korktum, hayatım boyunca bu kadar korkmamıştım. bedenimden kovulmuştum. bedenimi geride bırakarak, sapma hızında giderken, geriye doğru dna’larımın içinden geçip diğer taraftan evrene açıldım. bu beyaz ışığın tam altından girdim. içine girer girmez, ayrı olduğuma dair tüm hislerim yok oldu o an ne yapıyor olduğum, geçmiş ve gelecek hissi de… o kadar keyifliydi ki, hissettiğim şey, bu ben değildim, ben her şeydim. lşığın ta kendisiydim, ne ayrılık, ne gölgeler, ne de farklılık geçmiş, gelecek hissi de yoktu.. sadece şu an ve beyaz-sarı bir ışık. sonra bu ışıktan aşağı düşüyor olduğumu hissettim. lşığın dışındayken, ışığın tıpkı güneşten kopan alevler gibi olduğunu fark ettim. düşerken, bu muhteşem ayrılmayı hissedebiliyordum diğer tarafa vardığımda, birdenbire evrendeydim, bu kocaman boşluk ve varlıklar.. benimle bu varlıklar arasında uzanan pembe ışıklı gökkuşağına dokundum. ve onu beyaz ışığa döndürmek istiyordum. ama bu inanılmaz pembe ışık, aşk enerjisi ve sevgi kapasitesi, insanoğlu olarak bizim sahip olduğumuz bir şeydi ve ben onlara bunu yollamaya çalışıyordum. öz bilincin sonsuz uzayında yapılan bu meteorit seyahatte birden önümde resimli puzzle desenli bir kapı belirdi. kapı beni kendine çekiyor ve içinden vızıldayarak hızlıca geçiyorum ama artık resimli puzzle desenli kapının ne olduğunu biliyorum. burası insani varlığınızın varabileceği en son nokta. burası sizi insan olarak tanımlayan şeye geçiş kapısıdır. buradan geçip gittiğinizde, insan olmanın ötesine geçmeye başlarsınız ne kadar çok ilerlerseniz, insan olmaktan o kadar uzaklaşırsınız bu noktada bu kapı herşeydir. burası sizin insan olarak tanımlanmanıza neden olan her şeydir. burası sizin… bu kapı sizsiniz. burası tüm gerçekliğin açığa çıktığı öz nokta. anlamların oluştuğu, sembollerin aktığı, sarmaş dolaş olduğu nokta. her bir dildeki her bir sembol ya da harf bu noktadan çıkıyordu. etrafıma bakındım ve anlayabilmek için her şeyi içime çekmeye çalıştım. ama her yerde daha önce görmediğim makinalar ve yapılar vardı ne olduklarını hiç bilmiyordum. bilgisayar laboratuarındaki bir mağara adamı gibiydim hiçbir fikrim yoktu, ama buranın çok ileri bir medeniyet olduğunun bilincindeydim. ne tür bir yaşam biçimiyse; bizim dünyada bildiğimizden çok daha ileriydiler benim “oyuncak atlar” adını verdiğim, birbirlerine kenetlenen, bağlı, titreşen oyuncak atlar gibi görünüyorlar bana. birbirlerine kenetleniyorlar ve sonsuz görünen bir görsel bir desen oluşturuyorlar. ve sen içerde, dışarda, içinde, her yerde oluyorsun. artık kelimeler kifayetsiz uzayın dokusu sanki meksika döşemesi gibi renk cümbüşü kaplamış her yeri ama aynı zamanda topraktan, balçıktan yapılmış gibi. dünyadaki bir şeyi işaret ediyor ama dünya değil. göz yoktu ama sadece tanık olma hissi vardı. bu inanılmaz kubbeli uzayda, herşeyden uzaklaştırılmıştım, içinde hayal edebilecek tüm renkleri barındıran, mozaik camdan yapılmış bir katedral gibiydi. son derece parlak ve canlı renkler, çok büyük, muhteşem bir dom yapı, küçük bir gezegen büyüklüğündeydi. birde şu kanatlı yaratıklar vardı, tam olarak neye benzediklerini hatırlamıyorum.

    melekler?
    görkemli bir şekilde uzayda süzülen meleğe benzer şeyler bu kadar güzel süzülen bir şey daha önce hiç görmemiştim orada sanki başka bir âlem vardı o anda hissettiğim şey buranın ilahi âlem olduğuydu, ilahi alem. bu bir düşünce gibi değil, ama sanki içine doğan bir farkına varış gibiydi. hiç kişisel değildi ta ki ben tüm ruhların yeniden doğmayı beklediği yerde olduğumu anlayana kadar. evet oradaydım daha önce de defalarca gittiğimi hatırladım hayatımda ilk defa bu kadar huzurlu hissediyordum. herşeyin örtüsü kalkmıştı, her umudun, korkunun, maddi dünyayla bağlantılı herşey sıyrılıp gitmişti. özgürdüm, sadece öz ruh… ilacın etkisi geçmeye başlayınca, bedene geri dönmeye başladığımı hissettim evet bunu hatırlıyorum duyumsal farkındalıkla bütünleşme hissi tüm bu deneyimlerin bir parçasıydı. bir bedene sahip olma ve biraz daha fiziksel varlığı hissetmek ah evet işte burdayım, bir bedende yaşıyorum ve her şey yolunda. laura göz kapaklarını oynatır. ben ise gözlerimi tamamen açmadan soruyorum:
    ne kadar zamandır burada değilim?
    bilmem gerekiyordu.
    rick cevap verir: “yaklaşık 15 dakika”. bir an şok oldum. zihin bunu algılamaya çalışıyor. çünkü deneyimin bilişsel uyumsuzluğu da bu fikri yakalamaya çalışıyordu. 15 dakika gitmiştim. 15 dakika içinde yıllık deneyim. çok yoğun, çok derin, çok şiddetliydi. bir insanın hastane yatağında yaşayabileceği en muhteşem şeydi. tüm evreni deneyimleyebilirler, yaşam, ölüm, ikisi arasında ne varsa… bunun eğlencelik olduğunu düşünmüyorum.

    bu, herkesin ciddiyetsizce yapabileceği birşey olmamalı.
    hayat dönüştürücü birşey bu. belkide sizi, hiçbir şey bilmediğinizi fark ettirecek kadar sarsacak ve bu da bilmenin başlangıcı olacak. burada gördüğümüz şey aslında gerçeğin çok minik bir parçası. yaşadığım bu derin uzay deneyimini, evrendeki diğer varlıkları, yaşam birimlerini ispat etmenin hiç bir yolunun olmaması beni sarsıyordu. belki bir gün medeniyet gerçekten ilerleyecek ve bir nokta gelecek ki tüm bunların imkânsız olduğu, var olanın sadece gördüğümüz kadarından ibaret olduğu saplantısından kurtulacağız. 95'de çalışmaları toparladım. birkaç yıl ara vermek zorunda kaldım. yaptığım şeyi açıklayamamanın verdiği, gittikçe artan bir huzursuzluk duyuyordum. sadece insanları böyle bir deneyime sürüklemek yerine neler olduğunu ve ne yaptığımı açıklamalıydım. insanları böyle bir uçuruma sürüklemek benim sorumsuzluğumdu. tam olarak nerede olduğumu bilmemek, bu modeli anlamak, kabullenmek ve bu konuda rahat olmak çalışma bittikten sonra beni depresyona sürükleyen şey spiritüel bir fenomenle uğraşıyor olmamdı. tüm bu deneyler bize gerçeğin yapısı, zihinlerimizin yapısı, ya da beynimizin işlevi hakkında ne söylüyor ki, kolaylıkla başka gerçekliklere bu kadar hızlı geçebiliyoruz? bir adım geri gidelim ve bu deneylerin bize kendimiz, bilincimiz ve ikisinin ortak yaşamı hakkında neler öğrettiğine bakalım. bana öyle geliyor ki, paralel ve alternatif evrenlere, buralardaki varlık alanlarına geçişle ilgili raporlara göre, dmt ile oluşan şey, aslında tüm bunları kişinin kendi bilincinin yarattığını gösteriyor. bilincin organı olan beyin kimyaları dmt tarafından öyle değiştiriliyordu ki, normalde elde edemeyecekleri bilgiye ulaşabiliyorlardı.

    dmt ve ayahuska deneyimleri mevcut ve onların da kendi işlevleri var. ama aynı zamanda bizim neyi görmemizi sağladığına bakacak olursak, filtreleme mekanizmasının bir kaç dakikalığına kaldırılmasıdır, ve bir kaç dakikalığına bir çeşit bilgi-data küresinden fırlayıp çıkmak, girdilerin, duyusal girdilerin, hatıraların, akla getirmelerin bilgi küresinden fırlayıp çıkmak, sanki tüm bunların gerçekliğini beyin oluşturuyor, deneyimlemekte olduğunuzu ve önceden deneyimlediklerinizi, şu ankileri, ve uzay zamanda nerede olduğumuzu, ve tüm bunları ilişkilendirilip sentezleyerek bize bir hikaye oluşturuyor.

    tüm bu bilgiyi işleyen ve dünyamızdakilerle ilgili işitmeyi yaratan beynimizdir. fakat bu beynin içinde sıkışıp kaldık. halbuki spiritüel deneylerde kendilerinin ötesine geçtiğini hissettiler. belirli psikedelik deneyimlerde, inanılmaz algısal şeyler ve çeşitli olağanüstü şeyler yaşanmaktadır.

    insanlar gerçekten de beyinlerinin dışına çıkabileceklerini hissederler. deney anında bu insanların içinde neler olup bittiğini çok iyi incelemeliyiz bunun fizyolojik olarak nasıl gerçekleştiğini anlamalı, subjektif ve objectif olarak değerlendirebilmeliyiz.
    “sadece bilim temelli açıklayalım, olsun bitsin” diyeceğinizi sanmıyorum. bu raporları duyduğumda ilk yaptığım şey bunun bir çeşit psikolojik durum ya da beyin kimyasındaki bir bozukluk olarak yorumladım. beyinde yaratık görme olgusundan sorumlu bir bölüm var. bu yeni bir olgu değil.
    bin yıldır farklı kültürlerde, farklı âlemlerdeki varlıklardan haberdar olunduğu bilinmektedir. yardımcılar, ruh, asistanlar, melekler, bunların hepsi, çeşitli varlıklar, mitolojide ve insanın farklı âlem deneyimleri yaşaması esnasında çok karşılaşılan varlıklar olmuşlardır.insanların bir şekilde bu üç boyutlu fiziksel düzlem dışında bir yerlerde varolan varlıklarla iletişime geçtiklerine inanmıyorum. ben bunu şöyle değerlendiriyorum:
    peki, uyuşturucu sizi iyileştiriyor mu? size yardımcı mı oluyor? veya eline birşey mi veriyor? sana kalan şey oralarda bir yerlerdeki varlıklardan daha fazlası olmalı.

    en iyi psikedelik araştırmacıları, bir uçuşta gördükleri “gerçeklikler”in bile aslında gerçek değil, sadece “yeni modeller”, yeni “farzedelimki” alternatifleri olduğunu bilenlerdir. bir harita ve net bir metod olmadıkça, kişi farklı deneyimler yaşayacaktır. rapor edilen tüm bu farklı deneyimler nde’ler, ölüme yakın deneyimler, uzaylılarla karşılaşmak ve onların adam kaçırması, seksüel ekstazi, bence bunların tamamı aslında birer fraktal (kendi kendini tekrar eden ama sonsuza kadar küçülen şekilleri, kendine benzer bir cisimde cismi oluşturan parçalar ya da bileşenler cismin bütününü).
    ne kadar küçük olursa olsun, fraktal geometrisi kavramını anlayabilirsek görürüz ki, büyük resimdeki herşeyi içinde barındırmaktadır. bu da tüm bu deneyimleri meşru kılmaktadır. bu fenomeni halusinasyon veya hayal olarak kabul etmek yerine bence olayın mekanizmasını incelemek daha faydalı olur. eğer gerçekse, o zaman bu nasıl işlemektedir?
    mistisizm, din ile ilgili deneyimler, diğer varlıklarla karşılaşmak, ve bunlar gibi ileri sürülen konularla direk bağlantılı sıradışı düzenli bir fenomen var.
    işte burdayız. oraya gerçekten girip, kendi nörobilimsel çerçevenizdeki bu maddeye açıklık getiremezseniz, kocaman bir boşluk bırakıyorsunuz demektir. tıpkı rüyalarınızı, tüm psikoaktif tepkilerinizi açıklayabildiğiniz gibi bu maddeyi de açıklayabilmelisiniz.
    dmt kullanımı açıklayıcı bir model, bizim bilincimizle maddi olmayan bir gerçekliğin bilinci arasında aracı görevinde. üstelik kullanışlı. dmt ile birlikte kelimeler yok. deneyimin sonrasında matematiksel terimlere daha sonra bürünüyor. özellikle titreşim metaforuyla ilgileniyorum.

    titreşimler yaratıcı sureti nasıl etkiliyorlar?
    manevi alem ile normal alem arasındaki ilişkinin anahtarı budur. bu pencere dmt ile açıldı. psikedelik uyuşturucuları ya da diğer farmakolojik madde çeşitlerini kullanmak, insanın daha derin bir gerçeklik hissine sahip olmasına, gerçeği daha temel bir düzeyden anlamasına sebep olabilir. yaşamın nasıl işlediğiyle ve bir insan olarak bu yaşam sisteminin neresinde olduklarına ilişkin epey ilham sahibi olurlar. benim deneyimimde dmt her nasılsa lsd’den, mantarlardan, peyote ve benzerlerinden daha büyük bir çığır açtı.

    eğitici, ileriki değişimleri, geleceğin yaratılmasını daha destekleyici kendi içinde daha gizemli. bu küçücük şey nasıl oluyorda bu idrakı oluşturabiliyor?
    bu aslında başka bir gerçekliğe geçiş kapısı. peki gerçeğin doğası nedir?
    ve bunu deneyimleyen biz insanların doğası ne?
    daha iyi anlayabilir miyiz bunu?
    gerçekliği daha temel seviyelerde anlamamız mümkün müdür?
    buna hazırlanmak için neler yapmamız gerekir?

    paralel evrenlervar, ya da bu en azından modern fiziğin teorisi. evrenin çok büyük miktarını, belki % 95 yada daha fazlasını oluşturan karanlık madde var. normalde görebildiğimizden daha fazlasını görmek için makina yerine beynimizi kullanıyoruz. şu ana kadar keşfedilen hiçbir bölgeyle alakası olmayan, henüz keşfedilmemiş alanlar mevcut. yerçekimi alanı 1604 yılına kadar bilinmiyordu. elektromanyetik alan 1830 lardan önce bilinmiyordu. matematiksel fiziğin temel alanları dediğimiz tüm bu örnekler henüz yeni keşifler. karanlık enerji daha da yeni bir keşif ve bunun ötesinde belki daha keşfedilmeyi bekleyen şeyler vardır ve de daha üst boyutlar. hala tanrı kavramını çok kullanmıyorum. ama üst boyutların varlığına inanıyorum, üstün gerçeklik seviyelerine. artık inanmaya başlıyorum ki beyin bilincin kaynağı değil. gerçek biz değil. sanki kendisinden çok daha büyük bir şeyin frekans ayarlayıcısı gibi. bunlar spiritüel deneyim mi yoksa fizyolojik süreçle mi yaratılıyorlar ya da beyin halihazırda devam etmekte olan birşeye mi tepki veriyor? önemli olan şu ki, kişi beynini spiritüel deneyimlere açma yolu bulabilir. bunun, deneyimlerin ne hakkında olduğu gerçeğini değiştireceğini sanmıyorum. eğer farmakoloji ya da psikofarmakolojinin psikedelik deneyimleri, dini ya da manevi deneyimlerle aynı sonuçları vermeye başlarsa bu da bize bu deneyimlerin insan beyninde nerelerde oluştuğunu anlamamıza yardımcı olcaktır. ahlaki ve etik davranışların biyolojik temelini araştırıyoruz ve o kadar eminim ki bence bu ilk dini deneyimler dünya dinlerinin temel bilgilerini oluşturuyor. pineal yapı ve dmt üzerinde araştırmalar yapıp, bulguların üzerinde düşünmek aslında bireysel arınma ve toplumsal aydınlanma sürecini canlandırmak ve hızlandırmak için doğal evrimleşmeyi etkileyen tanrının elidir. ayahuska deneyimlerim yüzünden kendimi spiritüel bir insan olarak kabul ediyorum. bu deneyimler olmasa asla bilemeyeceğim şeyler öğrendim. pekçok insan için bu deneyimler çok tanıdık ve çok kolay yaşanabiliyor çok az gayretle çok fazla bilgi ediniliyor. bu da bir mucize. normal gerçekliğin ötesine geçmeyi ve belki de hayatta kalabilmek için gerekli bir bilgiyi elde etmeyi sağlayan mucizevi bir yol. yeni tıbbi tedavi yöntemlerinden evreni daha iyi anlamaya, yaşam değiştiren ilhamlara kadar uzanan tüm bu doğal araçlar bize daha fazla bilgiyi araştırabilme yeteneği kazandırıyor. gezegenimizdeki yaşamı olumlu etkileyebilen araçlar.
    dr strassman’ın sorusuna cevap verecek olursak;
    eğer öyleyse… ne olacak?

    bilincin çökmesi yüzünden, spiritüel ve bilimsel bilgi birbirinden ayrılır. her iki bilme türü de bilim ve teknoloji için biraraya gelmekte. geleneksel dini bakışa göre bu ekstra bir durum değil. insanlığın bir sonraki evresine geçiş sürecinin bir parçası.
    peki gelecekte psikedeliklerin en uygun modelini nasıl bulacağız?
    psikedeliklerin gelecekte insanlığın bir parçası olacağını varsayarsak ki şu an engellenmiş ve yasadışılar, bu durum değişirse psikedelikler hakkında rasyonel ve olgun araştırmalara izin veren nasıl bir sistem oluşturacağız?
    bence asıl sorun, bilime bu acayip âlemin uygunluğunu ispat etmek olacaktır. o kadar da saçma değil. mantıksız kabul edilip, ilgi gösterilmeyen birşey olmamalı. aslında yasak ilan edildiği için özelikle ele alınmalıdır. ama kişi pire için yorgan yakmak istemez. bilime sadık kalmak çok önemlidir. peki bu ne demektir?
    neden beyinde “tanrı dedektörü”gibi görünen bir bölüm var?
    peki beynimizde bu gibi transandantal deneyimleri tetikleyen bir bölümün olmasının evrimsel avantajları nelerdir?

    kabala’ya göre pineal yapı, bizim daha düşük boyutumuzun içine nüfuz eden çok daha ileri boyutun tam sınırıdır ve beynimizin tam orta kısmında yer almaktadır. descartes’i okuduğumdan hatırladığım kadarıyla o, bunun spiritüel boyut ve maddi boyut arasında bir arayüz olduğunu düşünüyordu. eskiden bunun aptalca bir fikir olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. şu anda ise çok ilginç bir fikir gibi geliyor. aradığımız şey aslında gerçekten de orada. burası geçiş noktası, giriş kapısı. dolayısıyla psikedeliklerin dönüştürücü etkisi üzerinde yoğunlaştık. ama aynı zamanda bunun terside doğru. psikedeliklerin etkin olabilmesi için dönüşüm de gerekli. postmodernizm deki en ince paradokslardan biridir bu. psikedelikler dönüşüm etkisine hem ihtiyaç duyarlar hem de kendileri bu etkiyi yaratırlar.
    ruh ile bağlantımız koptu.

    toplum bizi yıllarca maddi alemin tek alem olduğu konusunda ikna etmeye çalışmıştı. bu saplantıdan kurtulmanın tek yolu ruh ile tekrar iletişme geçmekti.
    bunu yapabilmek için otların yardımına ihtiyacımız olduğuna gerçekten inanıyorum. işimizin bir kısmı da toplumu değiştirebilmek için bunlara, bu ilaçlara saygı duymak. bu ilaçları üretenlere saygı duyulabilir, iyileştirilebilir. herkesin bunu yapmaya ihtiyacı yok. herkes bunu yapmak istemez ve buna gerek de yok. ama bunun bir kenara itilmemesi, üzerinde araştırma yapılması gerek çünkü yeni şeyler, içinde bulunduğumuz indirgeci toplumda ancak bu şekilde kabul görür. yıllar geçtikçe, daha derin düşündükçe, bu bileşimler üzerine yapılan çalışmalardan elde edilebilecek bir şeyler olduğuna inananların sayısı da artmakta. öğrenebileceğimiz çok şey var ve özellikle geleneksel tedavi yöntemlerinin işe yaramadığı, psikedelik modelin en uygun şekilde kullanıldığı hasta kişilerde çok faydalı olabilir. sanırım şu anda yapılacak en önemli şey, son derece açık sözlü biçimde ayahuska’nın uyuşturucu ve alkol bağımlılığı olan insanlara yardımcı olup olamayacağını sorgulamak ve cevaplamak. biliyoruz ki, dmt ve benzer alkoloidler depresyondan da sorumlu reseptör alanları üzerinde çok güçlü etkiye sahipler. benim deneyimde, alkol ve uyuşturucu kullanan insanların çoğunluğu derin bir depresyonu veya anksiyeteyi kendi kendilerine tedavi etmektedirler. birkaç yıldır psilosibin kullanma iznim var.psilosibin, ileri seviyede kanser hastası olduğu için anksiyete sorunu yaşayan hastaların anksiyetesini tedavide kullanılan halusinejik mantarlardaki aktif bir alkaliddir.
    psilosibinin kimyasal yapısı 4- phosphorylixy-n,n-dimethyltryptamine dir.
    bu kimyasal yapı dmtninkine çok benzemektedir. sonuç olarak, bu maddelerin tıpkı geleneksel tedavi yöntemlerinde kullanıldığı gibi, yine insanları iyileştirmek için kullanılmalarını istiyorum. şimdi ise insanlara yardım etmenin yolu ölümle yüzleşmelerini sağlamak. bu, yaklaşan ölümünüze olan bakışınızı tamamen değiştirir. ister inanın ister inanmayın, öleceksiniz. bu maddelerle madde ötesi âleme geçiş yapacağınız için daha sonra yaşayabileceğiniz korkuları üstünüzden atmış olacaksınız. şimdi şunu düşünmeye başladım:
    acaba bilinç biyolojik ölümden kurtulabilir mi?
    belki de psikiatri ve davranışsal farmakolojide üzerinde çalıştığımız model yanlıştır. belki tam tersidir. bilinç esasen evrendedir, madde de bunun bir sonucudur. dmt veya 5-methoxy-dmt gibi maddeleri kullanmak ölüm ötesi deneyimlerine hazırlanmamıza yardımcı olabilir. gözlemlediğimiz kadarıyla, oturum esnasında deneyimin doğası üzerinde çok olumlu etkileri olmuştur. sonrasında da ruh halinin düzelmesinde, anksiyete (endişe) kontrolünde, acı algılamasında ve kanser hastalarının yaşam kaliteleri üzerinde de olumlu etkileri olmuştur. deneklerimizin çoğu geri kalan zamanlarında çok iyi idare etmişlerdir. bununla gerçekten yüzleşenler için, ki bu yüzleşmenin bir kısmı psikedelikler yardımıyla daha önce varlığından haberdar olmadıkları bir uzaya açılmalarını sağladı. ve bir şekilde onlara ölüm ötesine geçmenin, hayatta yaptıklarına daha farklı açıdan bakmalarının, yaptıklarından memnun olmanın ne demek olduğunu gözleri önüne serdi. psikedelik seyahat, meditasyon ve benzeri şeyler yapanlar hemen hemen aynı aleme giriyorlar ve aynı bilgiyi elde ediyorlar. eğer bunu, bilimsel metodla yaklaşabileceğimiz normal bilim şekline dönüştürebilirsek, o zaman dünya gezegeninde hayatta kalma yeteneğimizi ve zekâmızı geliştirmiş oluruz.
    bizler ölümlüyüz.

    ölmekte olan bir gezegende yaşıyoruz, gezegenimizi öldürüyoruz.
    yani hastalığımız çok ciddi.

    bu yüzden de ümitsizce bizi diğer aleme taşıyacak yeni bilgiler, fikirler bulmaya çalışıyoruz. evrimleşmek zorundayız ve sanırım entellektüel evrimimiz psikedeliklerin öncülüğüne bırakılabilir. psikedelik deneyimin güzeliğinin tuzağına düşmezseniz eğer dünyayı değiştirmek kolaydır. psikedeliklerle yaşadığınız da buna benzer bir şey zaten. çünkü bu, gerçeklik avizesinin çok güzel bir noktasından bakmak gibidir. artık bu noktada kristaller arasından yansıttığınız şey de güzel olacaktır. ama… şimdi geri dönelim, geri. eğer insanlara dmt ve özellikle psikedelikler vermeye devam edersek sadece beyin kimyasını tamir etmeyebilir sadece ne olacağını görelim. araştırmadan öğrendiğim şeylerden bir tanesi de ilaçları verip ne olduğunu görmek istemiyorsunuz. calais doğru kelime midir bilmiyorum ama aklıma gelen ilk kelime. eğer insanlara böylesi bir açılım yaşatacaksanız, bunu bir amaç uğruna yapmalısınız sadece bilimsel merakınızı tatmin etmek, daha akıllı olmak için değil, onlara yardımcı olabilmek için olmalı. bana göre, iki tarafı keskin bıçak olarak, hem mesajlar, ruhlar ve varlıklar dünyasına açılmakta; hem de bu maddeyi nörolojinin, sosyolojinin ve yapılanmakta olan gerçekliğin asit banyosuna atmaktadır. tüm bunların getirdiği ilim tanrılar, mesajlar ve ilhamlarla karışık dinsel bir deneyime benziyor ve aklın olağanüstü yansıtıcısı gibi. her iki alemde de yaşıyor olmamız meraktan ya da belki de eşsiz olmamızdan kaynaklanmaktadır.
    spiritüel ve fiziksel deneyim yaşama kabiliyetine sahibiz.
    spiritüel dünyanın acendası varsa eğer, bize potansiyelimizin tamamını kullanmayı, açığa çıkarmayı amaçlamaktadır. belki de toplumun uygarlaşması için şuan yaptığımız seçimler bizden çok ötelere yansıyacaktır.

    bence dmt gerçeklik, evren, kendimiz, biosfer ile ilgili hayal ettiğimizden çok daha fazlası olduğu hatırlatan çok güçlü bir hatırlatıcıdır. öyle görünüyor ki bizim gerçekliğimiz tek gerçeklik değil. ara sıra çatlaklar açığa çıkabilir hatta keşfedilmek istiyor bile olabilirler. biz insanlar bilgiye açız. okullarda, kiliselerde, iş ve teknoloji alanında bunu araştırmak için zaman, para ve sonsuz bir enerji harcıyoruz. bilgi güçtür, bu yüzden de bizim en büyük araştırmamızdır.
    dimethyltryptamine.

    karmaşık bir adı olan ve başka bir boyuta kapı açabilen bir molekül.
    kimbilir belki de gelecekteki evrimimizdir.

    yorum: düşünce dünyanızda birçok yeni fikir üretmenizi sağlayacak bir konu olduğunu düşünüyorum. insan beyni etkilerinden kopunca çok şeylerin farkına daha iyi varıyor olabilir. ancak birçok kişinin bundan zarar gördüğü kesin. lakin kontrollü bir uygulamada çok önemli bilgilere kavuşulacağı da kesin gibi.

    [1] psychedelic : psychedelic müzik ya da psychedelic rock, özellikle lsd gibi ruh halini değiştirici ve düşünme paternlerini çarpıtıcı maddelerin yarattığı etkiyi aktarmaya çalışan bir müzik türüdür. 1960lardaki yaygın madde kullanımından etkilenerek pop kültürüne de yansıyan müzik türü, bu yıllarda en yaygın dönemini yaşadı. the beatles, jimi hendrix, led zeppelin, pink floyd, rolling stones ve the who gibi birçok dönemin ünlü grubu, bu türde şarkılar yazmışlardır.
hesabın var mı? giriş yap