• 6 kasım 2010'da aramızdan ayrılan fotoğraf sanatçısı ve yönetmen. ilkeli, dürüst, kibar, saygılı ve saygıdeğer insan. medya dünyasında az rastlanabilir insanlardan. bilenler bilir kendisini ve eserlerini lakin biz bilmeyenler için anlatalım:

    1953 yılında doğdu. fotoğrafla olan uzun yolculuğu 1973 yılında başladı. fotoğrafları ilk kez 1976 yılında ifsak'ın yarışma seçkisinde sergilendi. 1977'de vatan gazetesi'nin "özgürlük" temalı fotoğraf yarışmasında üçüncülük ödülü aldı. 1979'da "dünya çocuk yılı" nedeniyle açılan karma sergilerde yer alan fotoğrafları, ankara, istanbul ve samsun'da sergilendi. 1980'nin aralık ayında, anadolu üniversitesi iletişim bilimleri fakültesi sinema --tv bölümünde öğrenim görürken, iki arkadaşı ile birlikte eskişehir kurşunlu külliyesi'nde "gözlem" adlı fotoğraf sergisini açtı. 1983 yılında bir arkadaşı ile birlikte ilk uluslararası sergisini; "bulutlar da çiçek açar"ı hollanda'da açtı. aynı yıl, isüf'ün üniversitelerarası fotoğraf yarışmasında üçüncülük ödülünü aldı. 1983 yılında, fotoğraf sanatı ile olan yolculuğuna sinemayı da ekledi. yönettiği ilk kısa filmi olan voli ifsak'da birincilik ödülünü aldı. 1983 yılından itibaren fotoğraf ve sinemayı birlikte sürdüren ve her iki alandaki çalışmalarında da "belgeseli" kendine dil edinen, rıza baloğlu sinemada da ağırlıklı olarak belgesel filmler yönetti.1989 yılında trt için gerçekleştirilen "çeyiz sandığı"; 1993 yılında ebu (avrupa yayın birliği) için çektiği "mardinden bir ses"; 1998--99 yıllarında türsak vakfı için çektiği "topkapı'dan versailles'a"; "savaş ve barış"; "osmanlı sanatının hazineleri" filmleri ile 2000 yılında iş bankası'nın sponsorluğunda yönettiği "padişahın portresi" filmleri festivallerde ve tv kanallarında gösterildi.

    1994 yılında yönettiği ve trt'de çocuklara yönelik olarak hazırlanan 13 bölümlük "masal bahçesi" ile 2007 yılında fox tv'de yayınlanan yine 13 bölümlük "bana şans dile" dizisine kadar aradaki onbir sene boyunca, pek çok tv filmine ve programına; yapımcı ve yönetmen olarak imza attı. 1989 yılında ilk onur ödülünü aldığı o zamanki adıyla çekoslavakya'daki strokonice fotoğraf sergisini takiben fotoğraf çalışmalarını günümüze kadar sürdüren sanatçı 2006 yılında antalya altın portakal film festivali kapsamında ilk kez antalya'da açtığı "bilge olgaç" sergisini 2007 yılının kasım ayında da istanbul'da fransız kültür merkezi'nde istanbullu fotoğraf severlerle buluşturdu.

    sanatçının yönetmen olarak imza attığı ve 2003--2006 yılları arasında tamamladığı troya belgeseli ise, galasını antalya altın portakal film festivali'nde (2006) yaptıktan sonra; ukrayna'da molodist film festivali'nde (2007); italya'da palermo "sole luna film festivali"nde (2007); portekiz'de setübal -fest troya film festivali'nde(2007) ; berlin'de berlinale programında (2007); boston'da türk filmleri haftası'nda(2007) ; nurnberg'de türkiye almanya film festivali(2008) 'nde; londra ve roma'da türk filmleri festivali'nde (2008, 2011)gösterildi.

    rıza baloğlu, son olarak trt türk'de yayınlanan bi dünya tasarım ve yaşayan bellek programlarının yönetmenliğini yapmaktaydı.

    bir sözlü tarih belgeseli olan "yaşayan bellek", senarist ve prodüktör olan eşi sevinç baloğlu'nun yönetmenliğinde 2. sezon bölümleri ile trt türk'te yayınlanmaktadır.

    http://www.yasayanbellek.com/
  • gidişinin 2. yılında yönetmen korkut akın'ın bir yazıyla seslendiği değerli insan.

    "gönlümün düş arkadaşı rıza baloğlu

    12 eylül’ün o karanlık günlerinde çıkageldiğinde düşlerimizi paylaşacağımızı, o düşleri gerçekleştirmek için dişimizle, tırnağımızla çabalayacağımızı bilemezdim. çok kısa sürede kaynaştık, aynı evi (öğrenciyiz ya, dayanışma temel duygumuz) paylaştık. her gece yeni bir film düşü kuruyor, her gece yeni bir film düşü görüyorduk. siyaseten de buluşmuştuk, yaşama sevinciyle de…

    okulda “dün, çok ‘cin’sel bir akşam geçirdim” dediğimde istisnasız herkes gözleri yuvalarından fırlamış, şaşkınlıktan ağızları bir karış açık kalakalmıştı. rıza, uzaktan gülerek izliyordu bizi. o akşam ilk kez ‘cin’ içmiş ve çok sevmiştim… sonra… sonra hiç o tadı alamadım. bir daha denemedim bile. ‘cin’ de ‘cin’sellik de o günlerde kalmıştı.

    düşlerde başladı her şey!

    van gümrüğü’nde kalmış birkaç kutu süper 8mm filmi, van filmi yapmamız şartıyla verdiler bize… eskimişti filmler, raf ömrünü -saklanma koşulları iyi değildi ki ömrü olsun- çoktan doldurmuşlardı, ama olsundu. film çekmeli, düşlerimizi gerçekleştirmeliydik.
    rıza ankara’da, bense istanbul’da; o zaman posta işletmesi şimdiki gibi değildi, mektuplar gidip geliyor, posta kutusunu dolduruyordu (sahi, şimdi aramayan var mıdır mektupları; hele de büyük rakamlı faturalar doldururken o küçük kutuları). uzaktan tartışmalı bir proje sürüyordu.
    tam da o günlerde, sabra ve şatilla katliamı nasıl da yakmıştı içimizi… nasıl da etkilenmiştik. bir sergi, ki rıza, iyi fotoğrafçıydı, görselleştirmeliydi düşlerimizi.
    yarı çalışma, yarı tatil amaçlı gittiğimiz didim’de (serdar aker’in kulakları çınlasın, kurban bayramı tatiliydi ve) hiçbir dükkan açık değildi. komşular, bir balıkçıdan söz ettiler… ‘ola ki size balık satar’ dediler.

    aşk böyle bir şey!

    aşk dediğiniz sadece karşı cinse, o da sırf cinsellik dolu olmaz ya!
    bekir çakmakçı, o yaşlı balıkçı, incecik dalgalar ayaklarımızı yalarken sigarasını söndürüp taşın altına gizleyince… göz göze geldik. bulmuştuk işte. bulmuştuk film konusunu!
    sergiyle filmi birlikte tasarlamaya başladık. rıza fotoğraflar çekiyor, bana anlatıyor, ben düşümde kurduğum fotoğrafı anlatıyorum, o çekiyor…
    öykülü bir fotoğraf sergisi olsun: ‘doğum ile ölüm arasındaki görece yaşam’ı anlatsın. mahmut derviş’in, hani sizin teoman’ın şarkısından tanıdığınız “babamla yaşımız bir” dizesi somutlansın. adını koydum: bulutlar da çiçek açar!
    ne kadar çokmuş oysa… fikret otyam, mayınlar da çiçek açar derken abdülkadir bulut, gözyaşları da çiçek açar demiş. nereden bilelim… sonradan öğrendik. sevmiştik ama. her ne olursa olsun güzel bir addı, çünkü sabra ve şatilla’da kurşunlar, bombalar katletmişti insanları. biz unutmayacak, unutturmayacaktık.
    sevgili mehmet emin alkanlar, hollanda’da bir galeri bulduğunu, sergiyi orada açabileceğimizi söyledi; ama bir farkla: hollanda dilinde bulutlar çiçek açamazdı, açarsa da dört beş satırlık bir cümle olurdu. o da sergi adı olmazdı. öneri mehmet’ten geldi: bulutların üstündeki çiçekler. kabul ettik. bizim de bir şartımız vardı: öykülü bu serginin son karesi “güzel günler göreceğiz” olacaktı… hatta mehmet’ten rica etmiş, sergiyi gezenlere türkçe gördükleri bu yazıdan ne anladıklarını sormasını istemiştik. (kültürlerin pasaportu olmaz!)

    “voli” geliyor!

    abdullah akın, 12 eylül zindanlarından çıkmış, morale ihtiyaç duyuyor… onu da aldık yanımıza ve didim’e balıkçı bekir çakmakçı’yı çekmeye gittik.
    uzatmaya gerek yok… ifsak’ta büyük ödül kazanan ilk ve tek 8mm film oldu voli.
    çok beğenildi. diyebilirim ki türkiye’de kısafilm yeniden canlandı.

    rıza, “bulutlar da çiçek açar”ın ilk karesinde yer alan konu mankeni ile evlendi. sevgili sevinç’le bir de kızları oldu: su (kanada’da sinema okuyor/du).
    yıllar yılları kovaladı… kimi zaman bir belgesele attığı imzada, kimi zaman bir fotoğraf sergisinde gönlümüzün en rüzgarsız fiyortuna kaydettik rıza’yı. artık biliyorduk ki altında rıza baloğlu imzası varsa o iş iyidir, izlenir.

    birlikte film çektiğimiz, tuz ekmek, hatta düş paylaştığımız -uzun süredir görüşmesek de coşkumuzu içimizde büyüttüğümüze hala da inandığım- arkadaşım rıza baloğlu doğanın kucağına yatıya gitti, bir güz sabahı, iki yıl önce.
    erken gitti… herkes gibi. söz aramızda, biraz acele davrandı.

    keşkesiz bir yaşam mümkün mü?

    bir ‘keşke’ hala içimi kemiriyor: neden o uzun süreyi kısaltamadık. ne olmuştu, neydi bizi ayıran (ölümünden önce de sormuş, yeniden bağlantı kurmak istemiş, ona ulaşabilecek arkadaşlardan istemiştim) neydi bunza zaman uzak tutan… bilmiyorum. bir incir çekirdeğini bile doldurmayan, belki de onun tarafından da çoktan unutulmuş bir şeydi belki de.
    bir umudum evlilik davetiyemi ulaştırdığımda oluşmuştu… bir diğeri de açtığı serginin defterine yazdığımda. her ikisi için de olumlu düşünceleri olduğu duyumu ulaştı kulağıma, ama buluşamadık bir daha.

    bir avuntum var… oğlum canayakın’a anlatacağım rıza arkadaşımı… ileride onun gibi düşbaz olmasını, coşkusunu yansıtmayı bilmesini isteyeceğim.
    “keşke”lerin yaşamımızda daha az yer alması dileğiyle… "6 ekim 2012
hesabın var mı? giriş yap