• terapi savaşları 1: freud’un intikamı:

    ucuz ve etkili olan bilişsel davranışçı terapi (bdt) en başat terapi yöntemi oldu ve freud’u psikolojinin karanlık izbelerine gönderdi. ancak yeni çalışmalar bdt’nin üstünlüğü ile ilgili şüphe uyandırıyor ve psikanaliz lehine dramatik sonuçlar veriyor. kanepeye geri dönme zamanı mı geldi?

    dr. david pollens, muhtemelen gezegen üzerinde terapistlerin en yüksek yoğunlukta bulunduğu yer olmasıyla manhattan’ın yukarı batı yakası’ndan başka rakibi olmayan bir mahalle olan yukarı doğu yakası’nda mütevazı bir zemin kat ofisinde hastalarına bakan bir psikanalisttir. pollens, 60’lı yaşlarının başında seyrekleşen gümüş saçlarıyla, hastalarının en utanç verici korkularını ve fantezilerini keşfetmek için ona arkasını dönerek uzandığı bir kanepenin başında ahşap bir koltukta oturur. hastalarının çoğu, analitik geleneğe uygun olarak haftanın birkaç günü gelir, bazıları yıllarca gelir. ortamın sansürsüz oluşu ve çoğunlukla formatsız (yapılandırılmamış) sohbet vasıtasıyla anksiyete, depresyon ve yetişkinlerde ve çocuklarda görülen diğer bozuklukları tedavi etmesiyle oluşturduğu etkileyici bir sicili vardır.

    geçen yılın sonunda karanlık bir kış günü öğleden sonra yaptığım gibi, pollens’i ziyaret etmek, sır dolu freudyen dilinin “direnme”, “nevroz”, “aktarım”, “karşı aktarım”ının içine dalıvermeyi gerektirir. pollens bir çeşit içten tarafsızlık ortaya koyar; ona en rahatsız edici sırlarınızı söylemeyi kolayca hayal edebilirsiniz. diğer meslektaşları gibi, pollens de kendisini, ayrımsamanın altına gizlenmiş cinsel dürtüleri, sevdiğimizi söylediğimiz kişiler için hissettiğimiz nefreti ve kendimiz hakkında bilmediğimiz ve genellikle bilmeyi istemediğimiz diğer nahoş gerçekleri içeren bilinçdışı mezarlığının kazıcısı olarak görür.

    ancak terapi ve acının hafifletilmesi söz konusu olduğunda çok iyi bilinen bir hikâye var ve bu hikâye pollens’i ve diğer psikanalistleri kesin olarak tarihin yanlış tarafında bırakıyor. başlangıç için, freud (bu hikâyeye göre) çürütüldü. genç erkekler annelerini arzulamazlar ya da babalarının onları iğdiş etmesinden korkmazlar; ergen genç kızlar erkek kardeşlerinin erkeklik organlarını kıskanmazlar. hiçbir beyin taraması şimdiye kadar id, ego ve süperegonun yerini tespit etmedi. yıllar boyu danışanlarının çocuklukları üzerine kafa yormak için onlardan uçuk ücretler tahsil edilmesi –bu sürece ilişkin herhangi bir itiraz “direnme” olarak nitelendirilir ve psikanalizin devam etmesini gerektirir– pek çok kişiye bir aldatmaca gibi görünüyor. filozof todd dufresne birkaç yıl önce “tartışmaya açık olsa da tarihte [sigmund freud’dan] başka dikkate değer hiçbir şahsiyet söylediği neredeyse her önemli şeyde bu kadar yanılmıştır” diyerek herkesin söylediklerini özetlemiş ve nobel ödüllü bilim insanı peter medawar’ın 1975 yılında psikanaliz için dediği “20. yüzyılın en muazzam entelektüel dolandırıcılığı” sözlerini tekrarlamıştı. psikanaliz, diye devam etmişti medawar, “aynı zamanda yolun sonuna gelmiş bir ürün -fikirler tarihinin dinozoru ya da zeplini gibi bir şey, gelecek nesilleri olmayan ve temelleri çürük, büyük bir tasarım yapısı”.

    terapistler çalışmalarını daha sağlam deneysel bir zemine oturtmaya çabalarken, freud’un peşinden giden karmakarışık terapiler ortaya çıkmıştı. fakat tüm bu yaklaşımlardan –insancıl terapi, kişiler arası terapi, benötesi terapi, insanlar arası ilişki analizi vb. dahil olmak üzere– büyük başarı kazanıldığı genelde kabul edilmektedir. bilişsel davranışçı terapi ya da bdt, geçmişe değil şu ana; gizemli içsel dürtülere değil, olumsuz duygulara neden olan yararsız düşünce kalıplarını ayarlamaya odaklanan, ayakları yere basan bir tekniktir. psikanalizin dolambaçlı konuşmalarının aksine, tipik bir bdt egzersizinde, işyerinde eleştirilme veya bir tarihten sonra reddedilme gibi bir aksilikle karşı karşıya kalındığında ortaya çıkan, insanın kendini eleştiren “otomatik düşünceleri” tespit etmek üzere bir akış şeması doldurulabilir.

    bdt’yi eleştirenler her zaman olmuştur; özellikle de sol görüşten gelir bu eleştiriler; çünkü ucuzluğu ve insanları çabucak üretken işlere döndürmeye odaklanmasıyla maliyet düşürücü politikacılar için kuşku uyandıracak şekilde cazip bir teknik olmuştur. fakat ideolojik gerekçelerle bdt’ye karşı olanlar bile, bdt’nin işe yaradığından nadiren şüphe etmişlerdir. bdt’nin ilk ortaya çıktığı 1960’lar ve 1970’lerden beri lehine sonuç veren o kadar çok çalışma birikti ki bugünlerde klinik jargonda “deneysel olarak desteklenen terapiler” genelde sadece bdt ile eşanlamlıdır: gerçeklere dayanan bdt’dir. bugün nhs’den sizi bir terapiye yönlendirmesini istediğinizde bir bdt uygulayıcısıyla psikanalizden uzak, fazlaca yapılandırılmış bir dizi kısa görüşme içinde bulursunuz kendinizi ya da “felaketleştirici” düşüncenizi sona erdirme yöntemlerini bir powerpoint sunumundan ya da internet üzerinden öğrenirken.

    yine de bozguna uğrayan eski kafalı psikanalitiklerden kaynaklanan muhalefet homurtuları asla tümüyle ortadan kalkmadı. özünde, insan doğası hakkında, neden acı çektiğimiz ve olur da umut edebilirsek iç huzuru nasıl bulabileceğimiz konusunda temel bir anlaşmazlık vardır. bdt acı verici duygulara dair çok kendine özgü bir görüş sunar: bu duygular öncelikle ortadan kaldırılması ya da bunda başarısız olunursa tahammül edilebilir hale getirilmesi gereken şeylerdir. o halde, depresyon gibi bir durum biraz kanserli bir tümör gibidir; elbette nereden geldiğini anlamak yararlı olabilir ancak ondan kurtulmak çok daha önemlidir. bdt, mutluluğun kolay olduğunu iddia etmez, ancak bunun nispeten basit olduğunu ima etmektedir. sıkıntılarınız, mantık dışı inançlarınızdan kaynaklanmaktadır ve bu inançları yakalamak ve onları değiştirmek sizin elinizdedir.

    psikanalistler, vaziyetlerin çok daha karmaşık olduğunu iddia ederler. evvela psikolojik acının öncelikle ortadan kaldırılmaması, ancak anlaşılması gerekir. bu bakış açısına göre depresyon bir tümörden ziyade, karnınıza saplanan bir bıçak ağrısı gibidir: bu ağrı size bir şey söyler ve sizin onu bulmanız gerekir (sorumlu hiçbir doktor sizi ağrı kesicilerle eve yollamaz). ve mutluluk -eğer böyle bir şeye ulaşılabilirse- çok daha karanlık bir konudur. bizler kendi zihinlerimizi gerçekten bilmeyiz ve bilmemek için de çoğu zaman güçlü güdülerimiz olur. farkına varmasak da dünyayı hayatımızdaki ilk ilişkilerin penceresinden görürüz; çelişkili şeyler isteriz; değişim ise yavaş ve zordur. bilinçli zihinlerimiz bilinçdışının karanlık okyanusunda küçük buzdağı tepecikleridir ve bdt’nin basit, standartlaştırılmış, bilimsel olarak test edilmiş adımlarını izleyerek o okyanusu gerçekten keşfedemezsiniz.

    bu bakış açısı çok romantik bir çekiciliğe sahiptir. ne var ki ardı ardına yapılan deneyler bdt’nin üstünlüğünü doğrular gibi göründükçe analistlerin sözlerine çok uzun zamandır kulak asılmıyordu ve belki de bu nedenle, 2015 yılı mayıs ayında yayımlanan bir çalışmanın bdt’nin depresyon tedavisinde zamanla daha az etkili olduğunu gösteren sonuçlarına çok şaşırıldı.

    daha önceki deneysel araştırmaların sonuçlarını inceleyen norveç’ten iki araştırmacı, bdt’nin etki büyüklüğünün (yararlılığı ölçmek için kullanılan teknik bir birim) 1977’den beri yarı yarıya düştüğü sonucuna vardı (düşük bir ihtimalle bu eğilimin devam etmesi halinde, birkaç on yıl içinde bdt tümüyle kullanışsız olabilir). bdt, başından beri, sadece insanlar mucize bir tedavi olduğuna inandığı sürece etkili olacak bir çeşit plasebo etkisinden mi faydalandı?

    londra’nın tavistock kliniklerinde araştırmacılar 2015 yılı ekim ayında kronik depresyon tedavisinde uzun süreli psikanaliz kullanımı üzerine yapılan ilk titiz nhs çalışmasının sonuçlarını yayımladığında bu bulmaca daha hâlâ sindirilme aşamasındaydı. çalışmaya göre en şiddetli depresyon vakalarında bile 18 ay analiz, nhs’deki bir miktar bdt de içeren “olağan tedavi”lerden çok daha iyi ve daha uzun süreli etkileri olacak şekilde sonuç vermişti. çeşitli tedavilerin bitmesinden iki yıl sonra, analiz hastalarının % 44’ü artık majör depresyon kriterlerine uymuyordu ki bu oran diğer hastalarda onda bir olmuştu. aşağı yukarı aynı zamanda isveç basını, hükümet denetçilerinin ulaştığı bir bulguyu yayımladı ve buna göre zihinsel sağlık hizmetlerinin bdt doğrultusunda yeniden düzenlenmesi için yapılan bir multimilyon sterlinlik bir planın hedeflerine ulaşmada tamamen etkisiz olduğu kanıtlanmıştı.

    görünen o ki bu tür bulgular istisnai değil ve bu bulgularla yeni yeni cesaretlenen bir psikanaliz terapisti grubu, bdt’nin üstünlüğünde temellerin pek de sağlam olmadığını üstüne basa basa söylemeye başladı. hatta insanlara “düşünerek kendilerini sağlıklı hissetmeyi” öğretmenin bazen durumları daha da kötüleştirebileceğini savunuyorlar. bdt’yi en acımasız eleştirenlerden biri olan colorado üniversitesi tıp fakültesi’nden psikolog jonathan shedler, “her düşünen kişi, kendini anlamanın arabaya servis edilmediğini bilir” diyor. shedler’ın bu iğneleyici hoş mizacı, konuşmalarımız bdt’nin üstün olduğu iddiaları etrafında ne zaman çok dursa çileden çıkarak bozuldu. “roman yazarları ve şairler bu gerçeği binlerce yıldır anlamış gibiydi. sadece son 30-40 yıldır insanlar ‘hayır hayır, 16 seansta ömür boyu süren kalıpları değiştirebiliriz’ diyorlar.” shedler ve diğerleri haklıysa eğer, psikologların ve terapistlerin terapi hakkında bildiklerini sandıkları şeylerin çoğunu, söz gelimi neyin işe yaradığını, neyin yaramadığını, bdt’nin gerçekten de eli çenesinde psikiyatr klişesini –ve onunla birlikte freud’un insan zihni konusundaki görüşlerini– tarihe teslim edip etmediğini, yeniden değerlendirmelerinin zamanı gelmiş olabilir. böyle bir yeniden değerlendirmenin etkisi derin olabilir ve nihayetinde, dünya çapında milyonlarca insanın psikolojik sorunlarını tedavi etme yöntemlerini bile değiştirebilir.

    bu gelişmeler sizde nasıl duygular uyandırıyor?

    ***

    muhtemelen bdt’nin öncüsü olan terapist albert ellis, “freud saçmalıklarla doluydu!” demekten hoşlanırdı. bir açıdan haklı olduğunu inkâr etmek güçtür. psikanaliz için sorununun büyük bir parçası, kurucusunun biraz üçkâğıtçı, bulgularını çarpıtmaya veya daha kötüsünü de yapmaya eğilimli biri olduğunun ispat edilmesi olmuştur (freud, ancak 1990’lı yıllarda açığa çıkan bir olayda, hastası olan amerikalı psikiyatrist horace frink’e mutsuzluğunun eşcinsel olduğunun farkına varamamasından kaynaklandığını ve freud’un çalışmalarına büyük bir maddi katkı yaparsa çözüm bulabileceğini ima etmiş).

    öte yandan alternatif terapi yaklaşımlarıyla psikanalize meydan okuyanlar için daha da can sıkıcı olan, en samimi psikanalistin bile her zaman bir tahmin oyununa girmesi, her zaman önsezilerine “kanıt” –kanıt olsa da olmasa da– bulma eğilimini taşımasıydı. her şeyden önce, psikanalizin temel önermesi; hayatlarımızın bizimle ancak rüyalardaki simgelerle, “kazara” dilin sürçmesiyle veya kendi içimizde yüzleşemeyeceğimizi gösteren bir ipucu olarak başkalarında bizi kızdıran şeyler yoluyla vs. dolaylı olarak konuşan bilinçdışı kuvvetler tarafından/aracılığıyla yönetildiğidir. ve tüm bunlar psikanalizin tamamını yanlışlanamaz hale getirir. psikiyatrınıza karşı çıkarak aslında babanızdan nefret etmediğinizi söyleyin isterseniz, “nefretinizi kabul etmekten kaçınmanız aslında ne kadar vahim durumda olduğunuzu gösteriyor” gibi bir yanıt alırsınız. bu kendini doğrulayan kehanetler sorunu, zihinde neler olup bittiğini bilimsel bir şekilde anlamayı umut eden herkes için beladır. 1960’lara gelindiğinde, bilimsel psikolojideki ilerlemeler öyle bir noktaya gelmiştir ki psikanalize olan sabır artık tükenmeye başlamıştır. bf skinner gibi davranışçılar, insan davranışlarının, güvercin veya farelerdekine çok benzer şekilde, ceza ve ödül vasıtasıyla öngörülebilir biçimde yönlendirilebileceğini göstermişlerdi. psikolojide filizlenen bu “bilişsel devrim”, zihinde olan bitenin de ölçülebileceğini ve yönlendirilebileceğini savunuyordu. 1940’lardan beri de bunun yapılması için bir baskı vardı zira ikinci dünya savaşı’ndan dönen binlerce askerde, bir kanepede yıllarca süren karşılıklı sohbet yerine, hızlı ve uygun maliyetli tedaviler gerektiren duygusal rahatsızlıklar görülüyordu.
    kaynak

    terapi savaşları 2: kısa bir bdt incelemesi

    bdt’nin temellerini atmadan önce, albert ellis aslında bir psikanalist olarak eğitilmişti. ancak new york’ta 1940’larda yıllarca pratik yaptıktan sonra, hastalarının iyileşmediğini fark etti ve dahası kariyerini tanımlamaya başlayan bir özgüvenle, kendi yeteneklerinden ziyade psikanalizin sorumlu tutulması gerektiği sonucuna vardı. aynı düşüncelere sahip diğer terapistlerle birlikte, antik stoacılık felsefesine yönelerek, danışanlarına onlara sıkıntı verenin dünyadaki olaylar değil, dünya ile ilgili inançları olduğunu öğretti. terfi ettirilmemek mutsuzluğa sebep olabilir; depresyon ise kişinin tek bir yenilgiyi alıp kendini tamamen başarısız görecek şekilde genelleme yapmaya varan mantık dışı eğiliminden kaynaklanır. “kanımca,” der ellis bir röportajcıya yıllar sonra, “psikanaliz müşterilerde sorumluluktan kaçmaya sebep oluyor. kendi… yöntemlerini değiştirmek zorunda kalmıyorlar, 10 yıl boyunca kendileri hakkında konuşup anne babalarını suçluyor ve sihirli formüllü içgörüleri bekliyorlar”.

    bdt’nin destekçileri tarafından benimsemiş olan, canlı ve saçmalıklara tahammül etmeyen üslup yüzünden iddialarının ne kadar devrimci olduğunu gözden kaçırmak kolaydır. geleneksel psikanalistler ve daha çok geleneksel psikanalizden türetilen yeni “psikodinamik” teknikler uygulayan kişiler için terapi sırasında olan, aşkta veya işte başarısızlığa neden olan kalıpların sonsuz kere tekrarlanması gibi görünüşte mantıksız belirtilerin, en azından biraz mantıklı olduğunun açığa çıkarılmasıdır. bunlar, hastanın en eski tecrübeleri bağlamında anlam ifade eden tepkilerdir (eğer anne ya da babanız sizi yıllar terk etmişse eşinizin de bu yapabileceğine dair sürekli korku ve endişesi içinde yaşamak ve bu nedenle evliliğinizi mahvetmenizle sonuçlanacak davranışlarda bulunmak o kadar da tuhaf değildir). bdt ise bunu tersine çeviriyor. akla uygun olarak ortaya çıkabilecek duygular -örneğin hayatınızın ne kadar feci olduğuyla ilgili bunalımda olmak gibi- mantık dışı düşüncelerin sonucu olarak açığa çıkar. evet, işinizi kaybettiniz; ama bu demek değildir ki her şey sonsuza dek korkunç olacak.

    bu ikinci yaklaşım doğruysa, değişim kesinlikle çok daha kolay: acılarınızın gizli nedenlerini çözmek yerine, yalnızca çeşitli düşünce hatalarını tespit edip düzeltmeniz gerekir. keder veya kaygı gibi belirtiler, uzun süredir gömülü olan korkuların anlamlı ipuçları olmak zorunda değildir; bertaraf edilmesi gereken davetsiz misafirlerdir. psikanalizde hasta ile terapist arasındaki ilişki bir petri kabı gibidir: hasta, diğer insanlarla ilişkilerindeki alışkanlıklarını canlandırarak davranışlarının daha iyi anlaşılmasını sağlar. bdt’de sadece bir problemden kurtulmaya çalışırsınız.

    ağzı bozuk ve pervasız ellis, aykırı bir tip olarak kalmaya mahkûmdu; ancak öncülük ettiği yaklaşım, pennsylvania üniversitesinden aklı başında bir psikiyatr olan aaron beck sayesinde çok geçmeden saygınlığa kavuştu (şimdi 94 yaşında olan beck, muhtemelen hayatı boyunca hiçbir şey için “saçmalık” dememiştir). 1961’de beck, danışanlarının ıstırabını ölçmek için beck depresyon envanteri olarak bilinen 21 maddelik bir anket geliştirdi ve tüm vakaların yaklaşık yarısında, birkaç aylık bdt’nin en kötü belirtileri hafiflettiğini gösterdi. analistlerden gelen itirazlar, biraz da haklı olarak, kazançlı çöplüklerini korumaya çalışan insanlardan gelen şikâyetlermiş gibi önemsenmedi. mistik sanatlarının bir dizi kanıta dayalı adıma indirgenebileceği fikriyle kendilerini tehdit altında ve kırgın hisseden, doğaçlamayla iş gören ve beceriksiz 19. yüzyıl tıp doktorlarıyla kıyaslandıkları bir ortamda buldular analistler kendilerini.

    bdt’nin depresyondan obsesif kompulsif bozukluğa ve post-travmatik strese kadar her şeyin tedavisinde faydalarını gösteren çok fazla çalışma yapıldı. iyi hissetmek isimli dünya çapında çok satan kitabıyla bdt’yi yaygınlaştırmaya çalışan david burns 2010 yılında “bilişsel terapi ile ilgili ilk seminerlere, bunun da işe yaramayacak yaklaşımlardan biri olduğuna kendimi inandırmak için gitmiştim,” diye anlatmıştı bdt’ye karşı ilk başlardaki tutumunu. “ancak teknikleri hastalarıma uyguladım ve yıllarca umutsuz ve çıkmazda görünen insanlar iyileşmeye başladılar.”

    bdt’nin, en azından bir dereceye kadar milyonlarca insana yardım ettiği pek şüphe götürmez. özellikle ingiltere’de ateşli bir bdt savunucusu olan ekonomist richard layard, tony blair’in “mutluluk çarı” olduktan sonraki dönem için geçerlidir bu. layard’ın oxford psikoloğu david clark’la birlikte çalışarak kabul ettirdiği girişimle beraber 2012 yılına gelindiğinde bir milyondan fazla kişi ücretsiz terapi görmüştü. bdt özellikle etkili değilse bile böyle büyük bir kitleye erişmesinin oldukça önemli olduğu söylenebilir. yine de bdt’nin sunduğu acı çeken zihin modelinde önemli bir şeylerin eksik olduğu hissinden kurtulmak güç. ne de olsa, kendi iç dünyamızı ve başkalarıyla olan ilişkilerimizi şaşırtıcı derecede karmaşık olarak biz yaşıyoruz. dinler ve edebiyat tarihinin tamamı, iç dünyamızı ve ilişkileri anlama çalışmasıdır; sinirbilim her gün beyin işleyişinde anlaşılmayan yeni yeni şeyler ortaya koymaya devam ediyor. sorunlarımızın yanıtı gerçekten de “otomatik düşünceleri tespit etmek”, “iç konuşmaları değiştirmek” veya “iç eleştirmenize meydan okumak” gibi yüzeysel görünen bir çözüm olabilir mi? terapi, bir insandan değil de kitaptan veya bilgisayardan alabileceğiniz kadar anlaşılır olabilir mi?

    birkaç yıl önce, bdt ingiltere’de vergi mükellefleri tarafından finanse edilen terapiler içinde baskın olmaya başladıktan sonra, oxfordshire’da bir kadın, adı rachel olsun, ilk çocuğunun doğumunu takiben nhs’de depresyon tedavisi almak istediğinde ilk önce “ruh halinizi iyileştirmek” için beş adım vaadi içeren bir grup powerpoint sunumu izlemeye gönderilmişti; sonra bir terapistten ve terapistle seansları arasında da bilgisayardan bdt görmüştü. “benden hislerimi birden beşe kadar bir ölçek üzerinde değerlendirmemi isteyen bir bilgisayar programının karşısına oturana ve ekrandaki üzgün surata tıkladığımda ‘bunu duyduğuma üzüldüm’ diyen önceden kaydedilmiş sesi duyana kadar, sanırım, hiçbir şey bu denli yalnız ve soyutlanmış hissetmeme neden olmamıştı.” diye anlatıyordu rachel. insan terapistin rehberliğinde bdt çalışma sayfalarını tamamlamak daha iyi değildi. “doğum sonrası depresyonda,” diyordu rachel, “eskiden çalışıp kendi paranızı kazanırken, ilginç şeyler yaparken aniden evde tek başınıza, çoğunlukla kusmuk içinde, konuşacak yetişkin kimsenin olmadığı bir durumda buluyorsunuz kendinizi.” bugün baktığında rachel’ın o zaman aslında ihtiyacı olan, gerçek bir iletişimdi: her hafta çok kısa bir süreliğine bile olsa, o anlatılması güç ama önemli olan, başka bir insanın zihninde olma hissiydi.

    “zihinsel olarak hasta olabilirim,” diyordu rachel, “ancak bir bilgisayarın bana üzülmediğini biliyorum.”

    ***

    jonathan shedler, zihnin psikanalitik düşüncesinin, çoğumuzun hayal ettiğinden çok daha karmaşık ve tuhaf bir alan olarak değerli olabileceğinin farkına vardığında nerede olduğunu hatırlıyor. massachusetts’teki bir üniversite öğrencisiyken psikoloji dersi veren bir öğretim görevlisi, shedler’ın kendisiyle bağdaştırabildiği bir rüyayı -göllerin üzerindeki köprülerden araba sürmek ve bir dükkânda şapka denemek ile ilgili- hamilelik korkusunun dışavurumu olarak yorumlayarak onu hayrete düşürmüş. öğretim görevlisi tamamen haklıydı: shedler ve rüyayı gören kız arkadaşı, o sırada kızın hamile olup olmadığını öğrenmek için bekliyorlar ve hamile olmamasını ümit ediyorlarmış. ancak öğretim görevlisinin shedler ile sevgilisinin durumundan haberi yokmuş, görünüşe bakılırsa sadece rüya sembolizmini yorumlama konusunda uzmanmış. öğretim görevlisinin “söyledikleri yukarıdan vahiyle gelseydi daha büyük bir etki bırakamazdı,” diye hatırlıyor shedler. “dünyada bu tür şeyleri anlayan insanlar varsa eğer ben de onlardan biri olmalıyım,” diyerek kararını vermiş.

    yine de shedler’ın daha sonra girdiği alan olan akademik psikolojinin anlamı, zihnin gizemleriyle ilgili böyle heyecanlardan arındırılmaktı. araştırmacıların kendilerini gerçek insanların iç yaşantıları yerine, nicelleştirme ve ölçmeye adadıkları sonucuna varmış shedler. psikanalist olmak için yıllarca eğitim görmek gerekir ve sizin de bizzat analizden geçmeniz zorunludur. zihni üniversitede incelemek için ise hiç gerçek yaşam deneyimine gerek yoktur (shedler ise artık az bulunan, iki dünya arasında köprü kuran, eğitimli bir terapist ve araştırmacıdır). “bir konuda uzmanlaşmak için üzerinde 10.000 saat çalışmanız gerektiği ile ilgili kuralı bilir misiniz?” diye soruyordu, “işte, [hangi terapilerin işe yaradığı hakkında] görüş bildiren araştırmacıların çoğunun 10 saati bile yok!”

    shedler’ın sonraki araştırmaları ve yazıları, psikanaliz için kesin bir kanıt olmadığına dair genelgeçer bilginin altını oymada önemli bir rol oynamıştır. buna rağmen, ilk dönem psikanalistlerinin araştırma konusunda burunlarının havada oldukları inkâr edilemez; kendilerini uzman kurumlarda geliştirilmesi gereken huzur bozucu bir sanatın savunmaya geçmiş uygulayıcıları olarak görme eğilimindeydiler – ki bunun da anlamı ayrıcalık gözeten özel kurumlar kurmak ve üniversitedeki araştırmacılar ile nadiren etkileşim kurmaktı. bilişsel yaklaşımlar konusundaki araştırmalar bu suretle büyük bir avantaj elde etmişti ve bu 1990’lı yıllarda olmuştu; psikanaliz tekniklerinin deneysel çalışmaları, bilişselci ittifakın hatalı olabileceğine dair işaretler vermeye başlamadan önce yani. 2004’te bir meta-analiz çalışması, birçok rahatsızlıkta kısa süreli psikoanalitik yaklaşımların da en az diğer yöntemler kadar işe yaradığını ve hastaların %92’sinde tedavi öncesine göre iyileşme görüldüğü sonucuna vardı. 2006’da depresyon, anksiyete ve ilgili durumlardan mustarip yaklaşık 1.400 insanı izleyen bir çalışmada kısa süreli psikodinamik terapi lehine sonuçlar verdi. sınır kişilik bozukluğuna ilişkin 2008 yılındaki bir araştırmada, sunulan tedavi bittikten beş yıl sonra psikodinamik terapi gören hastaların sadece %13’ünde hastalık hâlâ görülürken aynı oran psikodinamik terapi görmeyenlerde %87 olarak bulundu.

    bu çalışmalar, analiz terapilerini her zaman bilişsel terapilerle karşılaştırmamıştır; karşılaştırma daha çok, kusurları gizleyen tabirle, “olağan tedavi”ler ile yapılmaktadır. ama her seferinde, shedler’ın da savunduğu gibi, karşılaştırılan iki tedavi arasındaki en belirgin farklar terapi bittikten belirli bir süre sonra ortaya çıkıyor. tedavileri biter bitmez insanlara hâl hatır sorulunca bdt tatmin edici görünüyor. oysaki tedavi üzerinden aylar ya da yıllar geçtikten sonra tekrar bakıldığında bdt’nin yararları genelde zayıflamış, psikanaliz terapilerinin etkileri ise aynen duruyor ya da hatta artmış oluyor ki bu da bize psikanalizin insanların ruh hallerini idare etmelerine yardımcı olmaktan ziyade kişiliği kalıcı bir şekilde yeniden yapılandırabileceğini düşündürüyor. geçen yıl tavistock kliniklerinde gerçekleştirilen nhs çalışmasında, psikanaliz tedavisi gören kronik depresyon hastaların, araştırmanın her altı aylık döneminde kısmen iyileşme şansının, başka tedaviler gören hastalara kıyasla %40 daha fazla olduğu görüldü.

    bu giderek artan kanıtların yanı sıra, akademisyenler bdt’nin üstünlüğünü ilk başta besleyen çalışmalar hakkında isabetli sorular sormaya başladılar. 2004 tarihli kışkırtıcı bir makalede, atlanta’dan psikolog drew westen ve meslektaşları, araştırmacıların, net yorumların yapılabildiği sonuçların çıktığı deneyler yapma isteğinin etkisiyle, deneyin katılımcı adaylarından üçte ikisini ya da daha azını birden fazla psikolojik soruna sahip olmaları nedeniyle çoğu zaman nasıl deneye almadıklarını gösterdiler. uygulamada bu anlaşılabilir: bir hasta birden fazla soruna sahip olduğunda, neden-sonuç çizgilerini birbirinden ayırmak daha zordur. ancak bu tercih, çalışmaya katılan insanların son derece normalin dışında oldukları anlamına gelebilir. gerçek hayatta, psikolojik sorunlarımız karmaşık biçimde kişiliklerimizle bütünleşiktir. terapiye getirdiğiniz konu (diyelim ki depresyon) başka, birkaç seanstan sonra ortaya çıkan sorun başka (örneğin ailenizin kabul etmeyeceğinden korktuğunuz bir cinsel yönelimle barışma gereksinimi) olabilir. buna ek olarak, bazı çalışmaların zaman zaman yanlı bir şekilde hile yaptıkları görülmektedir; söz gelimi diğer öğrencilerden yalnızca birkaç günlük üstünkörü bir eğitim almış olan lisansüstü öğrencileri tarafından yapılan “psikodinamik terapi” ile bdt’nin karşılaştırıldığı çalışma gibi.
    kaynak

    terapi savaşları 3: psikanaliz mi bdt mi

    bilişsel yaklaşımlara karşı psikanalizin hareket liderlerinden gelen en kışkırtıcı suçlama ise [bilişsel yaklaşımların] fiilen kaş yapayım derken göz çıkarmalarıdır: depresif veya endişeli düşünceleri yönetmek için yöntem bulmak, örneğin kendini anlamayı ve kalıcı değişim geçirmeyi göze alma zamanını ertelemeye neden olabilir. bdt’nin örtülü vaadi, ıstıraba karşı ipleri ele geçirmek için nispeten basit ve adım adım bir yolun var olduğudur. fakat muhtemelen hayatlarımızın, duygularımızın ve diğer insanların eylemlerinin üzerindeki kontrolümüzün ne kadar az olduğunu kabul edersek daha fazla bir kazancımız olabilir mi? bdt’nin ipleri ele geçirme vaadi sadece hastalar için değil, terapistler için de baştan çıkarıcıdır. abd’li psikolog louis cozolino, why therapy works (tedavi nasıl işe yarar) adlı kitabında, “terapi, danışanları endişelendirir ve deneyimsiz terapistler de ne yapacaklarına dair ipucuna sahip olmadıkları için endişelenirler,” diyor, “bu nedenle her iki taraf için de odaklanabilecekleri bir görevin olması rahatlatıcıdır.”

    şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bdt’nin önde gelen savunucuları, bdt’nin yüzeysel olarak karikatürize edildiğini savunarak etkinliğinin bir miktar azalmasının beklenebilir bir şey olduğunu zira popülerliğinin çok arttığını ileri sürüyorlar. ilk çalışmalarda küçük örneklemler ve yeni yaklaşımdan heyecan duyan öncü terapistler kullanılmıştır; daha yeni çalışmalarda ise daha büyük örneklemler ve kaçınılmaz şekilde daha farklı yetenek seviyelerinden terapistler kullanılıyor. tek bir terapinin bütün hastalıklar için en iyi çözüm olmadığını öne süren londra’daki king’s college psikiyatri, psikoloji ve sinirbilim enstitüsü’nden bilişsel davranışçı psikoterapi profesörü trudie chalder, “bdt’nin yüzeysel olduğunu söyleyen insanlar, asıl konuyu gözden kaçırıyorlar” diyor. “evet, insanların inançlarını hedefliyorsunuz ancak yalnızca kolayca erişilebilen inançları hedeflemiyorsunuz. bu sadece ‘şu kişi bana tuhaf baktı, yani benden hoşlanmıyor olmalı’ gibi inançlar değil; daha önceki deneyimlerden gelen ‘ben sevilmeyecek biriyim’ gibi inançlardır. geçmiş çokça hesaba katılır.”

    bununla birlikte, terapiler arasındaki anlaşmazlık, çatışan çalışmalar arasında hakemlik edilerek çözülecek gibi değil, daha derinlere iniyor. araştırmacıların hangi terapilerin en iyi sonuçlara sahip olduğu konusunda çok farklı vargıları olabilir. peki, neler başarılı sonuç sayılmalıdır? çalışmalar belirtilerin hafifletilmesini ölçüyor; ancak psikanalizin elzem önermelerinden biri, anlamlı bir yaşamda belirti göstermemekten daha önemli şeyler olduğudur. prensip olarak, bir psikanaliz sürecinden eskisinden daha üzgün -ama daha bilge, önceki bilinçdışı tepkilerinizin daha bilincinde ve hayatı daha sorumlu bir şekilde yaşar hale gelmiş olarak- de ayrılabilirsiniz ve psikanaliz deneyimi yine de başarılı sayılır. freud amacını, ünlü sözüyle, “nevrotik ıstırabı ortak mutsuzluğa” dönüştürmek olduğunu ifade etmişti. carl jung ise “insanlığın zorluklara ihtiyacı var; zorluklar sağlık için gereklidir.” demişti. hayat acı vericidir. acı veren duygular için “tedavi” yönünden mi düşünmemiz gerekir gerçekten?

    ***

    terapinin bir bilim meselesi olarak ele alınmaması düşüncesi kulağa çok cazip geliyor çünkü bireysel yaşamlarımız, bilimin ilerlemesi için gereken insafsız genellemeye tabi tutulamayacak kadar farklıdır. bu düşünce, stephen grosz’un, 2013’te çıkardığı, ingiltere’nin çok satanlar listelerinde haftalarca kalan ve 30’dan fazla dile tercüme edilen, analistin kanepesinden gelen öyküler koleksiyonu, incelenen hayatlar’ın ticari başarısını açıklamaya yardımcı olabilir. kitabın bölümleri, deneysel bulgular ya da klinik teşhislerden değil, birçoğunda hastanın kendi derinliklerini aniden anlayarak bir içgörü sarsıntısı geçirdiği hikâyelerden oluşuyor. örneğin tıpkı yatağını ıslattığı günlerde kanıtları saklayan annesi gibi sahtekârlıklarına katılmaya ikna edebileceği kişilerle gizli bir samimiyet kurmak için kronik bir şekilde yalan söyleyen bir adamın hikâyesi ya da birisinin bulaşık makinesini ne kadar düzgün bir şekilde yerleştirdiğini fark ettiğinde, kocasının sadakatsizliğini görmemek için nasıl da uğraştığının sonunda farkına varan kadınınki.

    grosz görüştüğümüzde “her hayat benzersizdir ve sizin bir analist olarak rolünüz, hastanın kendine özgü öyküsünü bulmaktır.” demişti, “sadece dil sürçmeleriyle, birinin anlattığı bir hayalle ya da belirli bir kelimenin kullanılmasıyla ortaya çıkan çok şey var.” analistin görevi, tetikte kalarak hepsini algılamak ve daha sonra bu tip içerik öğeleriyle “insanlara hayatlarını anlamlandırmak için yardım etmektir”.

    şaşırtıcı bir şekilde, belki de, görünüşte bilimsel olmayan bu bakış açısına yönelik son destek, zihin çalışmalarının en deneysel köşesinden geldi, yani sinirbilimden. birçok sinirbilim deneyi beynin bilgiyi bilinçli farkındalığın izleyebileceğinden çok daha hızlı bir şekilde işlediğini göstermiştir; yani sinirbilimci sürücü koltuğundaki bilinçli zihin, david eagleman’ın ifadesiyle “kaputun altında” devam eden sayısız zihinsel işlemi görmez. bu nedenle, louis cozolino’nun why therapy works kitabında yazdığı gibi, “bir deneyimden bilinçli olarak haberdar olduğumuz ana kadar o deneyim çoktan pek çok kez işlenmiş, anıları harekete geçirmiş ve karmaşık davranış kalıplarını başlatmıştır.”

    kanıtları nasıl yorumladığımıza bağlı olarak, görünüşe göre yaptığımızın daha farkına bile varmadan -zihinsel aritmetikten, kaza yapmamak için otomobilin frenlerine basmaya veya evleneceğimiz kişiyi seçmeye kadar- sayısız karmaşık şeyi yapabiliyoruz. bu da bdt’nin temel varsayımıyla, yani yararsız zihinsel tepkilerimizin çoğunu eylemde yakalamayı eğitimle öğrenebileceğimiz düşüncesiyle iyi örtüşmüyor. aksine, bilinçdışının devasa büyüklükte olduğunu ve kontrolün çoğunlukla onda olduğunu ve bizim hayatı geçmişte oluşan pencerelerden görmekten kaçamadığımızı, yalnızca kısmen, yavaş yavaş ve büyük çaba göstererek değişebileceğimizi söyleyen psikanaliz sezgisinin doğrulandığı görülüyor.

    belki de terapistler arasındaki uyuşmazlıklardan çıkabilecek inkâr edilemez tek gerçek, zihinlerin nasıl çalıştığına dair hâlâ pek bir fikrimizin olmamasıdır. zihinsel acıyı azaltmak söz konusu olunca “sanki elimizde çekiç, testere, çivi tabancası ve tuvalet fırçası varmış ve bu kutu her zaman düzgün çalışmadığı için bu aletlerden hangisinin işe yaradığını görmek amacıyla her biriyle kutuya vurmaya devam ediyormuşuz gibi.” diyor londra üniversitesi’nin queen mary’deki duyguların tarihi merkezi’nde politika müdürü olan jules evans.

    birçok araştırmacının “kuş dodo’nun hükmü” olarak bilinen, yani bazı araştırmalar tarafından desteklenen, terapinin belirli bir türünün çok az fark yarattığı fikrine yönelme nedeni de bu olabilir (adı, alice harikalar diyarı’ndaki dodo’nun şu sözünden gelir: “herkes kazandı ve hepsinin ödülü olmalı.”). terapi türünden çok daha önemli olan, merhametli ve özverili bir terapist ile değişmeye kararlı bir hastanın varlığıdır. eğer sorunların tümü ya da çoğu için diğer terapilerden daha iyi olan bir terapi varsa da henüz keşfedilmedi. david pollens, yukarı doğu yakası’ndaki görüşme odasında, psikanaliz tutkusuna rağmen bu hükme biraz sempati duyduğunu söylüyor. “tıbbî eğitimle çok uğraşan, harika bir ingiliz analist olan michael balint’in [doktorlara] sormayı sevdiği bir soru vardı” diye devam ediyor pollens. soru şuymuş: “‘verdiğiniz en etkili ilaç sizce nedir?’ ve insanlar buna cevap vermeye çalışırken sonunda yanıtı o verirmiş: ‘ilişki’dir [en etkili ilaç].”

    bu sonuç, yani hangi terapilerin en çok işe yaradığını bilmememiz bile freud ve haleflerinin lehine bir puan olarak görülebilir. psikanaliz, en nihayetinde, zihinlerimizin işleyişi hakkında ne kadar az şey kavrayabildiğimiz konusunda bu saygı ve korkuyla karışık alçakgönüllülüğü bünyesinde barındırıyor (kimsenin hiçbir zaman cevaplayamayacağı tek soru, diye yazıyor jungyen analist james hollis, şudur: “neyin bilincinde değilsiniz?”). freud, kibirde sınır tanımayan adamdı. fakat onun mirası bize, hayatın tamamen mutlu olmasını beklemememiz ve içeride neler olup bittiğini gerçekten öğrenebileceğimizi varsaymamamız gerektiğini, aslında duygularımızı genelde rahatsız edici gerçeklerden habersiz kalmaya adadığımızı hatırlatıyor.

    “terapi sırasında olan şudur,” diyor pollens, “insanlar yardım istemeye gelirler, sonra da onlara yardım etmenizi engellemeye çalışırlar”. gülüşü, durumdaki ve belki de terapi işinin tamamındaki saçmalığı anlatıyor. “size bir şekilde ‘bana yardım etmeyin’ diyen birine nasıl yardım ederiz? işte, analiz tedavisinde mesele budur.”
    kaynak
    orijinal kaynak
  • makale ya da kitap yazmak yerine ekşi'de girdi dizmeye karar vermiş kişinin başlığıdır.

    ayrıca okudum kardeş, durumum vardı ve bence bu versus psikodinamik terapinindir. insan doğasına en uygun prensipleri o geliştirmiş gibi duruyor.
  • psikoloji denen calisma disiplinini yaratan kisi freud amk. ya bu cognitivci mericler neyin kafasini yasiyor anlamiyorum gercekten.

    (bkz: amator psikanaliz)

    adam bunu 1900 lerin basinda sunuyor ve diyor ki, tip okumadan da insanlari sagaltabilirsiniz. benim metodumla. boylece psikoloji denen zirrrrrrrrva disiplin dogmus oluyor. freud un yaklasimini hice sayarak. boyle de nankor bir disiplin.
  • terapistim bdt ye burun kıvıran biri, bana demişti ki bdt ile iyileşmezsin... sonra bir seansta gerildiğim kaçındığım birşey icin git ve yap demişti, dinamikciler de pek farklı degil, ben de kızmıştım, bdt uygulayan bir terapistin çözümünü sünüyorsun diye.
  • ilki küratif ikincisi semptomatik tedavidir.

    psikodinamik psikoterapi derya denizdir. bu işin türkiye'deki en büyük ustalarından biri olan prof.dr. doğan şahin son katıldığı bir tv programında kendisine başvuran,birdenbire bıçak fobisi gelişen bir kadın hasta vakasını sundu. ve beraber psikodinamik psikoterapi ile yaptıkları çalışma sonucu semptomun nasıl gerilediğini anlattı. meraklılarına mutlaka en azından programın ilgili bölümünü dinlemelerini öneririm, psikodinamik psikoterapi hakkında ufak bir fikir edinmek için.

    51.10- 54.10 dakikalar arası- vaka örneği
  • çağ psikodinamik terapi için uygun değildir. psikodinamik terapi hem çok pahalıdır hem de çok uzun soluklu bir süreçtir. metaforlar, mitlerin referans alınması ve bilinçdışının net bir tezahürü olmadığından ötürü sonuç almak oldukça zordur. ayrıca bu çağda insanların bunun için zamanı da pek yoktur. bdt genellikle hem daha işlevsel hem de daha hızlı sonuç alınabilen bir ekol olduğu için psikologlar çoğunlukla bu ekolde çalışır. özellikle normal insanlar(psikolojide normal) ve onların problemleriyle çalışmak için bdt daha uygundur. dünya nüfusunun çok yüksek bir kısmı da normal olduğu için bdt'nin kazanacağı versustur.
  • tamamen bir hasta/danışan olarak kendi tecrübemden yola çıkarak psikodinamik terapi diyeceğim versustur ama (bakın bu gerçekten çok önemli) işini bilen uzman ve tecrübeli bir psikiyatrist ile. uzun uzun yazacağım, belki biri aradığı cevabı bulabilir diye.

    zor bir ailede büyüdüm, çocuktum ama ailede anne babam değil ben ebeveyndim. o ağır sorumlulukları çok erken yaşta üstlendim. böyle bir ortamda büyüdükten sonra o ortamdan kurtulmak için it gibi ders çalışıp iyi bir üniversitede eğitim aldım. her zaman sorunlarım olduğunun farkındaydım. asla asosyal değildim çok iyi bir arkadaş ortamım vardı ama arkadaşlarıma ailemden asla bahsetmedim, derdim olduğunda onlara danışmadım. onları hep belli bir mesafede tuttum, duygusal olarak. ilişkilerim de aynı böyleydi. çok uzun sürmeyen tipten. tedaviye ihtiyacım olduğunun farkındaydım ama param yoktu, öğrenciydim. bu arada devlette bu işe asla bulaşmayın, ilacı basar gönderirler çünkü terapiye vakitleri yok maalesef.

    nihayetinde iş bulunca en ucuz yöntem olan psikoloğa gittim. terapi yöntemleri hakkında hiçbir fikrim yoktu. sorunum özellikle erteleme sorunuydu. her şeyi erteleyip son dakikaya bırakıyor, sonunda da istediğim mükemmel sonucu elde edemiyordum, sonra kendime kızıyordum, anksiyete başlıyordu vs vs. bilişsel davranışçı terapi (kısaca bdt) ile böyle tanıştım. ufak adımlar önerildi, kitaplar okudum (bu arada bir değil totalde 4 psikolog ve bdt deneyimim var, toplam 6 yıl içinde, aralıklarla tabii). yok form doldur, yok anksiyete gelince ne hissettiğini yaz vb. çalışamıyorum, o zaman günde 25-30 dk çalışmaya başla sonra arttırırsın vs gibi öneriler hayatıma girdi. uyguladım ve kısa süreli çözüm de aldım. bunu inkar etmem fakat kendi deneyimime dayanarak söylüyorum (bilimsel bir görüş değil) bdt anca buzdağının görünen yüzünü geçici olarak iyileştirir. buzdağını tamamen yok etmek istiyorsanız çözüm bdt değil. ben bir süre psikoloğa gidip bdt ile hayatımı idame ettirmeye çalıştım ama sonunda olmadığını farkettim. 6 yıl dile kolay.

    bu sürede daha çok para kazanmaya başladığım için artık deneyimli, işini çok iyi bilen bir psikiyatriste --düzenli-- olarak gidebileceğimden nihayet şimdiki çok sevgili terapistimle karşılaştım. sadece şunu söyleyebilirim, 6 yılda alamadığım yolun 3 katını 9 ayda aldım. hala da devam ediyorum daha çok yolum var ve şunu bilin; bu yol asla güllük gülistanlık değil, bu süreçte travmatik bir geçmişiniz varsa çok ama çok acı çekeceksiniz, psikodinamik terapi dünyanızın alt üst olmasına sebep olabilir, bende oldu. kendimi tanıdığımı sanıyordum ama bu terapiyle anladım ki ben derinlerde bambaşka bir insanmışım. hayatım, ilişkilerim bambaşkaymış. kendimle ilgili hiç farketmediğim şeyleri artık biliyorum. hatanın nerden kaynaklandığını biliyorum. bunları nasıl düzeltebileceğimi henüz bilmiyorum ama artık iyileşmek benim için bir hayal, ulaşılmaz bir nokta değil. psikodinamik terapi hakkında bu kadar olumlu şeyler yazıyorum ve düşünün hayatımdaki en acılı terapi seansından çıkalı 3 gün oldu. o bam teline dokunmadan iyileşmeyeceksiniz çünkü.

    aslında çok da pahalı değil biliyor musunuz? 9 ayda harcadığım para 6000 tl. bir iphone'dan daha ucuz. inanın ruh sağlığınız söz konusuysa bu para, para değil. tekrar edeyim bunlar benim kişisel deneyimimdir, bilimsel olarak konuşmuyorum, psikologlara karşı bir tavrım yok ama nedense ben psikiyatriste mesleki anlamda daha çok güveniyorum. bu da tamamen kişisel bir tercih veya kişisel bir önyargı da diyebilirsiniz. bana hep bdt yapan psikolog denk geldi, psikodinamik terapi üzerine uzmanlaşmış, tecrübeli bir psikolog da pekala size yardımcı olabilir, onu tamamen denklem dışı bırakmayın.

    velhasıl ruh sağlığı yerinde olmayan herkesin bir an önce iyileşebilmesi dileğiyle.

    edit: rica ederim bana doktor ismi sormayın.
  • psikodinamik terapi zamanınızı ve paranızı alır, ancak sorununuzu da çözmesini bilir. ben halen terapime devam ediyorum. ve eminim ki beni çok zor durumumdan ancak bu kurtarabilir ve kurtaracak(zaten çok az bir şey kaldı artık hissediyorum). bundan önce gördüğüm bdt de dahil, terapi türleri ne yazıktırki ya işe yaramadı, ya kısa vadeli sonuçlar verdi.

    yüz küsür yıl önce, insanı bu kadar iyi anlayıp bu yolları açan freud'u, bu terapinin gelişmesi için emek veren herkesi ve bunu nesilden nesile psikoanaliz yaparak birbirlerine aktaran klinik psikologları anıyor ve teşekkür ediyorum. inanın bu işi takdiriyle yapan insanların verdiği emek çok fazla. benim terapistim antalya'da. kendisi y kuşağından biri zor durumda olan varsa önerebilirim. ancak kendisi sadece yüz yüze görüşürür. ihtiyacı olan varsa yeşillendirebilir.

    ayrıca kendisi bana "keşke mümkün olsa da insanlarla psikoanaliz yapabilsek, ancak bu hem maddi olarak, hem zaman olarak günümüzde mümkün değil." demiştir. aman aman düşünsenize haftada 7-8 saat seans yaptığınızı. insan kafayı yer. seanstan sonra insan rahatlasa belki tamam diyeceğim. ancak seanslar çok sarsıcı geçiyor.
  • benzer düşünceleri savunan entry'ler girilmiş, fakat ben de belirtmek isterim ki btd açık yaraya pansuman yapıp acınızı kısa bir sürede azaltırken psikodinamik terapi daha uzun bir süre içerisinde siz o acıyı çekmeye devam ederken teker teker yaraya dikiş atar.

    bdt düşünce bozuklukluklarını tavsiyeler vererek ve farklı düşünme biçimlerini öğreterek gidermeyi hedeflerken, psikodinamik terapide tavsiye, daha doğrusu yönlendirme yoktur. psikodinamik terapi kişinin terapist desteğiyle kendisine ayna tutmasını sağlayarak kendisini keşfetme yolculuğu olarak tanımlanabilir. yaşanılan olaylara karşı geliştirilen duygu ve düşüncelerin nedenini anlamaya odaklanarak bilinçaltının temellerine inmeye çalışır.

    bdt daha hızlı bir toparlama sağlamakla birlikte psikolojik rahatsızlığın ileride tekrar etme ihtimali psikodinamik terapiye göre daha yüksektir. bdt'nin herhangi bir sıklığı yoktur, haftada bir ayda bir olarak da gidilebilir. psikanalizde önerilen sıklık en seyrek haftada birdir ve uzun sürelidir. bu nedenle psikanaliz daha pahalıdır.

    özetlemem gerekirse bana bu 2 yöntemi en kısa şekilde karşılaştır deseler bilişsel davranışçı terapi amerika, psikodinamik terapi tibet derim.

    he son olarak belirtmem gerekir ki bunlar benim şahsi eyyorlamalarım olmakla birlikte bilimsel bir dayanağı bulunmamaktadır. hangisi benim için uygundur sorusunun cevabı bunu deneyimlemenizdir.
hesabın var mı? giriş yap