• şii inancı, kur’an’ı gerçek anlamı (batın) yönünde açıklayacak (tevil), aynı zamanda hem manevi varis ve hem mülhem olan zahir ve batın bilgisini haiz bir zata ihtiyaç duyar. bu zatı (imamı), allah’ın varlığının delili (hücceti), kur’an’ın saflığının koruyucusu (kayyımı); mürşit ve rehberi olarak tanımlar.

    şiiliğin, sufi batıniliğinin zorunlu sonucu olarak oluşan (belki de iran’da, islam’dan önceki avestacılığın devamı) din hiyerarşisi de varlıklarını meşrulaştırdıkları hareket noktalarını, nübüvvetin ve vahyin batınına işaret ettiğini söyledikleri kura’ın ahzab suresi 72nci ayetinden; “biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, onu kabul etmekten korkup titrediler. onu insan yüklendi, şüphesiz o çok zalim ve cahildir.” sözünden alırlar.
    ki, şii altıncı imamı cafer-i sadık, bu ayetin anlamının, kaynağı “imam” dan alan “velayet” olduğunu beyan etmiştir.

    şiilik nübüvvet-velayet ilişkisini; “nübüvvet (peygamberlik) görevi görebilmek için nasıl nebinin manevi haline ihtiyaç varsa, nebi de velayeti içermelidir. zira nübüvvet çekirdektir, özdür; velayet de bu çekirdeğin özsuyu gibidir.” şeklinde tanımlar.
    böylelikle şiilik, aynı soydan ve aynı manevi nurdan geldiğine inandıkları on iki imamın, islam peygamberinin ilmine halef ve varis bulundukları gibi, önceki bütün peygamberlerin de ilmine varis olduklarını da, her biri için tekrarlar. bu velayet dairesinin mührünün ikili olduğunu ilkinin birinci (ali) imamda, ikincisinin ise gaib on ikinci imam mehdi’de olduğunu söyler.

    nebi ile veli arasında kurulan bu ilişki aynı şekilde batın ile zahir arasında kurulur. şii inancı, batını olmayan zahiri, özü olmayan kabuğa benzetir.
    *
    (ayrıntılı bilgi için bknz: henry corbin, islam felsefesi tarihi, iletişim yayınları, 1986)
hesabın var mı? giriş yap