• en sevdiklerimden biri de sudur:
    (bu arada neden bu kadar az entry var acaba!?)
    edit: sorunu buldum, dogrusu nasrettin hoca fıkraları olacakmis. pardon.

    "hoca yolculuk sırasında mola verip bir hana girer, bu sırada hana bir başka yolcu daha girer ve ikisi birden hancıdan yiyecek birşeyler isterler.
    fakat hancı yiyecek olarak sadece bir balık olduğunu söyler ve bunu paylaşmalarını önerir.
    bunun üzerine hoca 'ben balığın sadece başını yiyecem' der. hancı bunun nedenini sorar, hocada 'balık başı zekayı arttırır,balık başı yiyen insan akıllı olur' der.
    bunun üzerine diğer yolcu hemen atılır ve hocaya 'balık başını niye sen yiyeceksin, ben yemek istiyorum' der.
    hoca da itiraz etmez ve balığın koca gövdesini hoca yer ve bir güzel karnını doyurur, diğer yolcu ise sadece balığın başını yer ve sonra hocaya seslenir
    'sen koca gövdeyi yedin karnını doyurdun ben sadece kafayı yedim aç kaldım ' der
    hoca da bunun üzerine şunu der 'bak nasıl akıllandın.'"
  • gerçek nasreddin hoca fıkraları bizim öğrendiklerimizden biraz farklıdır. nasreddin hoca'nın farklı fıkralarının olduğunu trakya'da pederler celeplik yaparken, bir aganın anlattığı fıkra sayesinde öğrenmiştim. ama bu s.kiş sokuşlu bir kaç versiyonu köylülerin eğlenmek için uydurduğunu düşünmüştüm. sonra üniveristede yurtta bir iki arkadaştan da böyle namık kemal fıkrası tadında birkaç fıkrasını dinleyince uydurup uydurmadıklarını sordum, yok dediler duyduk, siz bilmiyor musunuz. bu "siz bilmiyor musunuz" da tam bir anonimlik alametidir. neyse bir gün fakülte kütüphanesinde sinekleniyorum öyle kitapları alıp bakıyorum, ansiklopedi okuyorum falan gözüme pertev naili boratavın nasreddin hocakitabı çarptı, açıp okumaya başladım ki bizin nasreddin hoca çok farklıymış. pertev naili hoca eski metinlerden fıkraları toplamıştır, bu sebeple dili eski anadolu türkçesi'dir. birkaç örnek yazdım.

    1. bir gün hoca bir halvet yerde taşağın kazırken karısı üstine çıka gelmiş. görür ki hoca ustura ile taşağın kazır, ayıtmış: "hoca! ver şu
    usturayı, deyüp; benim de hacetim var." deyüp alup içerü girmiş kazı-mağa. görse (?)* tutmağa kabil değil. meğer hoca badıncan* getürmiş idi. birin fercine sokup sapına yapışup gerü çeker, kazımağa başlar.
    hoca: "şol karı bir yerin kesmesün; varayım bakayım." deyüp içerü /..../. karısı hoca'nın geldiğin görince eli şaşar, badıncanın sapın keser.
    badıncan içerüde kalur. hoca gelince işe mübaşeret eder. bakar, içerü girmez, badıncan sokmış. hoca hemân götine yürür. karı aydur:
    "n'eylersin?" hoca aydur: "sen birine badıncan ekmişsin; tarla iki; ben de birine hıyar ekeyorum." demiş

    2. meğer hoca'nun sakalı ağarmış idi. bir gün yolca giderken bir alay mahbube avratlar geçüp gider. hoca'dur sabr edemez dahı, ittifak bunlara ulaşur. bunlar aydur:

    "hey kişi! utanmaz mısın ki ak sakallı olasın? ayıb değil mi? hoca aydur: "ya ak köpek poh yemez mi?" demiş.

    3. bir gün hoca'ya: "avratun siküşür" demişler. hoca ayıtmış: zahir sikerüm ya, sikilmeyen avratı n'eylerüm!" demiş. ayıtmışlar: hay hoca sözi anlamazsın. avratunı eller siker!" demişler. hoca ayıtmış: "ya ben olup atası, karındaşı değilüm" demiş.
  • eflatun cem güney'in 1957 tarihli kitabı.
hesabın var mı? giriş yap