• binlercesi bir araya geldiginde nar'i olusturan kucuk kirmizi sey. (bkz: nar tanem)
  • şaşırdım, ürktüm, titredim. nasıl olur da çocukluğumda her yaşıtım kız evlâdının elinde gördüğüm bu hikâye kitabının adı sözlükte geçmez dedim.

    turuncuya kaçan keskin acı kırmızı kapağının üstünde sarı belik saçlarıyla, hüzünlü maviş gözleriyle solda, görmediğimiz bir yere bakışıyla durur. arkada da kuyu. binlerce kez okuduğum bir kitaptır. hatta heç unutmam, kurda kuşa yem olmak deyimini oradan öğrenmişimdir.**

    hikâye kısaca üvey kızkardeşleri ve annesiyle yaşayan yetim, güzeller güzeli, harikulâde anlayışlı ve zayıf bir babaya sahip nar tanesinin hikâyesidir. her gün kuyudan kırk kova su çeker, yerleri taşları yedi kez siler. (bu kalıp şeklinde bi kaç kez geçer, kazınmış aklıma)

    sonra ormanda bir şeyler olur, finalde prensle evlenir.
    ezberlediğim ilk de hikâyedir.*
  • ergenlik döneminde izlediğim ve pınar dilşeker'e aşık olduğum, yıllarca klibini arayıp da bulamadığım, sağolsun youtube tarafından bugün yeniden kavuştuğum şarkı ve ona ait video klip. şimdi "ulan yıllarca ben bu klip için mi yanmış, aranmışım" diyorum ama yine de pınar dilşeker hakikaten çok güzelmiş zamanında. hani, bakıp da tutulmayacak erkek yoktur sanırım.

    (bkz: http://www.youtube.com/watch?v=dirfn3gv0sy)
  • mahallenin serseri kızları yakışıklı çocuğu gözlerine kestirirler ve olaylar gelişir temalı eğlenceli bir klibe sahip pınar dilşeker şarkısı.
  • şarkıların hası!
  • (bkz: proserpina)**, nar
  • yıllar yıllar önce masalla ilgili bir ders almıştım. alman ve türk halk masalları karşılaştırması yapmaya çalıştığım bir ödev yazmak istedim, ama kaynak yeterli olmayınca ödev konusunu değiştirdim. geçenlerde o günlerden kalan notları buldum. “schneewittchen’in türk versiyonu nar tanesi” yazmışım. o zamanlar nasıl bir dipnottan denk geldiyse nar tanesi’ni pamuk prenses’in bir versiyonu olarak okumuşum. bu notu tuttuğumu anımsıyorum, fakat nereden bulduğumu, bu bilginin almanya’da nasıl karşıma çıktığını anımsamıyorum (o dönem boratav okumuştum, bir ihtimal orada rastlamışımdır). yıllar sonra ders notları ortaya çıkınca nar tanesi’yle ilgili kaynak da bulmaya uğraştım, ama doğru düzgün bir şey bulamadım. halk bilimcilerle eski türk edebiyatçılarının tezlerine bir göz attım, yine de masalın kimden derlendiği, hangi kaynaklardan aktarıldığı, çeviri olup olmadığı, hangi yöreye ait olabileceği, halk masalı mı, yoksa yapay masal mı olduğu, hangi yüzyıla tarihlendiği konusunda elle tutulur hiçbir bilgi bulamadım ne yazık ki.

    yine de eldeki veriyi derli toplu yazmak istiyorum. konu hakkında bilgi sahibi olanların kaynak katkıları ve referanslarıyla yeniden düzenleyebiliriz entry’yi.

    ben üç versiyona rastladım. bunların ilki şöyle:

    1) bir padişahın kızı balkonda nar yerken başka bir padişahın oğlu sarayın önünden geçer. kız oğlana bir nar tanesi atar. oğlan eğilip nar tanesini yer. kız onunla dalga geçince oğlan bunun intikamını almaya karar verir ve kızı kendisine âşık eder. fakir biri gibi davranıp türlü oyunlarla kızı rezil eder. en sonunda kız hamamdayken bir tasa gümüş, bir tasa altın, bir tasa da toprak doldurur, her tasa birer nar tanesi koyar. hamamdan çıkan herkese manalarını sorar. kimse bilemez. kız hamamdan çıkıp nar tanesinin manasını bilince oğlan kızla evlenir.

    ikincisi ise klasik bir türk masalı olarak şöyle başlıyor:
    2) "bir varmış, bir yokmuş. allah’ın kulu çokmuş, çok söylemesi günahmış. develer tellâl iken, pireler çoban iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken memleketin birinde perili ana derler bir kocakarı varmış. günlerden bir gün perili ana ebeden dededen kalma testisini almış, ıkına sıkıla şehzade pınarına gitmiş."

    masalın devamı genel hatlarıyla şöyle:

    kemlik padişahının oğlu bir gün şehzade pınarından su dolduran perili ana’ya taş atar. su testisi kırılınca perili ana şehzadeye beddua eder. böylece padişahın oğlu hiç tanımadığı nar tanesi adlı bir kıza âşık olur, aşkından yataklara düşer. anne babası oğullarına deva arar, ıdı’yla bıdı adlı hekimlere danışırlar. ıdı’yla bıdı şehzadenin derdini anlar, fakat padişaha açıklayamaz. sorunu sadece peri ana’nın çözebileceğini konuşurlarken padişahın adamları kulak misafiri olur, durumu padişaha iletir. bunun üzerine padişah perili ana’yı huzuruna çağırtır. perili ana davete icabet etmez. padişah da gece yarısı tebdili kıyafetle perili ana’nın yanına giderek ondan deva diler. perili ana padişaha şehzadenin derdini söyler.

    "oğlunu nârına yakan nar tanesi yeryüzünün bir tanesidir. 'gülüm' desen yanağında güller açılır, 'bülbülüm' desen dudağında bülbüller şakır. misli menendi görülmedik bir güzeldir o. değil mi ki oğlun olacak kırdığı testiyi yapıştırıp döktüğü suyu toplayamıyor, o halde onuruna yedirebilirse, bir eline bir altın güğüm, öbür eline de bir gümüş güğüm alsın, yedi gün, yedi gece ak pınardan kara kapıma su taşısın. ben de perilerimi bir daha başıma toplar, nar tanesinin yerini yurdunu öğrenir, şehzadenin kulağına söylerim. kaderinde varsa gider elbet bulur, o da kurtulur siz de kurtulursunuz" der.

    şehzade yedi gün yedi gece akpınar’dan su taşır.
    ama o da ne? sonrasında bir bakıyoruz, yedi gün yedi gece yetmemiş olacak ki perili ana şehzadeye daha büyük görevler yüklüyor:

    "padişah oğlu, padişah oğlu, elinle ettin, boynunla çekeceksin. madem ki nar tanesinin nuruna dolanıyorsun, kaf dağı’ndan öte yedi dağ aşacaksın, yedi deniz geçeceksin, sonra karşına yedi yol çıkar. bu yollardan birini tutup tam yedi yıl, yedi ay gideceksin. bir gün bakarsın ki nar tanesinin memleketindesin. artık ondan ötesine karışmam. seninle onun arasında olan bir iş. kısmetinde varsa kaşığında çıkar."

    şehzade yolculuğu boyunca balık, akkuş ve karıncaya yardım eder. balık, kuş ve karınca da şehzadeye yardım eder. balık bilinmeyen denizlerden geçirip pulunu, kuş kaf dağını geçirip tüyünü, karınca da nar tanesi'ne götürüp kılını şehzadeye verir. şehzade nar tanesi'nin karşısına çıkar. nar tanesi üç dilek diler, bu dileklerin gerçekleşmesi koşuluyla şehzadeyle evleneceğini söyler. şehzade kuş, balık ve karıncanın yardımıyla bu dilekleri yerine getirir ve nar tanesi'yle evlenir.

    --- buradaki balık, karınca ve kuş motifleri çok ilginç. hem türk mitolojisinin arkaik öğeleri hem de ortaçağdan günümüze sözlü gelenek üzerinden aktarılan ve bizim şimdiki algımızla bile garipsemediğimiz şeyler. bu motifler yerleşik, köklü ve tanıdık kültürel öğeler. ---
    motiflere bir bakalım (şehzadeyle karşılaşmalar):

    balık
    "ben yedi denizin dışarı attığı bir balığım! insanoğlu insan olduğunu bileyim ki ne edip edip ölmeden beni bilinmez bulunmaz bir denize ulaştırasın."
    şehzade balığın konuştuğunu duyunca neye uğradığını şaşırır. "uğurdur inşallah" der, eğilir balığı alır, doğrulur yoluna koyulur. bir göz yumup açıncaya kadar denizlerden öte bir deniz bulur, balığı fırlatır. balık sudan başını uzatıp "hey insanoğlu, insanoğlu, sen beni ağrıtmadan incitmeden, denize deryaya kavuşturdun, gel ben de seni sırtıma alıp bir karaya, kıyıya ulaştırayım" der. alır şehzadeyi sırtına, dalga dalga aşırır. güllük gülistanlık bir yere ulaştırır.

    akkuş
    şehzade şöyle kulak verip dinler ki akkuş kendi dilinde "karayel kanat vurdu, kırıldı kanadım, düştüm şu çalıya. insanoğlu insan olduğunu bileyim ki beni bu çalıdan kurtarasın, tutup kanadımdan gökyüzüne uçurasın!" der. şehzade akkuşun dile gelip dilek dilediğini görünce aklını şaşırır. kuşu kurtarır, kırılan kanadını bağlar, kanayan yerini sağlar, kuşu uçurur. kuş bir taş üstüne konar: "hey insanoğlu, insanoğlu, dal budak demedin, geldin beni kurtardın. gel ben de seni kanadıma alıp yokuşlarda yormadan kaf dağı’ndan aşırayım" der. alır şehzadeyi kanadına, kaf dağı’ndan aşırır, günlük güneşlik bir yaylaya ulaştırır ve "hey insanoğlu, insanoğlu, sen kurdun kuşun bol, insanın kıt yerinde geldin beni kurtardın. seni kanadımda yedi yıl, yedi dağ dolaştırsam hakkını ödeyemem. veren allah ne muradın varsa versin, ama ne olur ne olmaz, feleğin çarkına pek güvenilmez. bazen böyle döner, bazen şöyle döner. kanayan kanadımdan üç tüy alıp da sakla, günlerden bir gün başın derde girerse bu tüylerden birini yak, ateşi bitip dumanı tütmeden beni karşında bulursun!" der.

    kara karınca
    "hey insanoğlu, insanoğlu, benim ovam bu ova, ama yuvam bu yuva değil. bu ovanın ortasında bir şehir, şehrin ortasında bir saray, sarayın ortasında bir bahçe, bahçenin ortasında da bir yuva vardır. işte o yuvadır bizim yuva. gayrı ben ağır aksak yuvamı bulurum, ama belki sen yolunu şaşırırsın. değil mi ki sen yol yokmuş demedin, yormadan yürütmeden beni buralara getirdin. gel ben de sana iyiliğe iyilik, kılavuzluk edeyim. hangi kapıdan girilip hangi bacadan çıkılacağını göstereyim. bu ovaya narlı ova derler, bu şehre narlı şehir, şu saraya narlı saray, şu bahçeye de narlı bahçe. şu bahçede kimler salınır bilir misin? nar tanesi derler el değmedik, göz görmedik bir dünya güzeli. eşi yok, menendi yok. nardan kırmızı, kardan beyaz. ne yiğitler nârına yanıp gitti. sen sen ol da aklına uyup sarayının önünden geçeyim deme! kapısının iki yanında iki cellât durur, ince iğnenin deliğinden hindistan’ı seyrettirir adama. onun için başının doğrusuna gitme. ben öne düşeyim, sen ardımdan gel. ayağını ayağıma uydur, yolunu yoluma. arka sokağı dolanıp yan kapıdan girelim bahçeye."
    şehzade nar tanesi’ni duyar duymaz "yandım" der, karıncanın kılına dokunmaz, ama narlı şehirle narlı dağ tutuşur yanar. yedi yiğit yedi koldan yetişir, yedi deryayı yedi yoldan boşaltır, yanan yanar, yanmayan kurtulur. şehzade az uz yaklaşınca görür ki nar şehrinin bir yanı kül, bir yanı çöl, bir yanı da göl olmuş. nar tanesi’nin sarayı gene ortada nar gibi kızarmış duruyor.

    şehzadenin son tiradında masalın kıssadan hissesini okuyoruz:
    “ben kemlik padişahı derler bir padişahın oğluyum, daha ne felek sillesi yedim ne başka bir ok değdi, ama ne'yleyim ki ettiğim bir kötülük ayağıma dolaştı. kapı ardında kalmış bir ananın âhına uğradım, nar tanesi dediklerinin nârına yandım. babamın padişahlığı para etmedi. derdi kendi elimle buldum, dermanını kendi ayağımla ararım. az gittim, uz gittim, yedi yıl, yedi ay yol gittim. yolda bir balığa acıdım, balık da bana acıdı, aldı beni sırtına, yedi deniz geçirdi. sonra bir yaralı kuşa acıdım, kuş da bana acıdı, aldı beni kanadına, yedi dağ aşırdı. bir kara karıncaya acıdım, karınca da bana acıdı, düştü benim önüme, bu bahçeye getirdi. şimdi nar isterim, başka bir şey istemem."

    karşıma çıkan son versiyon ise şu:
    3) masalda annesi ölen bir kız, babasına komşu kadını almasını söyler. babası istemez, fakat kızının ısrarlarına dayanamaz, komşu kadınla evlenir. bu kadın bir müddet sonra kızı evde istemez. kocasından kızı dağ başına bırakmasını ister. babası kızı odun kesmeye diye kandırıp dağa götürür. kızına ağacın altına yatmasını söyler. su kabağını ağaca asar, kız kabağın sesini duydukça babası hâlâ odun kesiyor zanneder. daha sonra kız başının çaresine bakar. zeybekler/haramiler kızla ilgilenir, sonra kızı bir cam fanusa koyup çeşme başına bırakırlar. bir bey oğlu atını sulamak için gittiğinde kızı görür ve gerdanlığını çıkarıp onu atına atar evine götürüp onunla evlenir. üvey ana bunu da öğrenince kızın doğurduğu bebeği babasına kestirip bıçağı kızın cebine koydurur. bunun üzerine bey oğlu, karısının gözlerini çıkarttırır ve ölen bebeği ile birlikte dağ başına bırakır. burada kıza ve oğlana aslanlar bakar. bir gün bir kuş gelir kadının yanında konuşur. yanındaki çimenlerden gözüne sürerse iyileşeceğini söyler. kadın da kuş dilinden anlar. kuşun dediklerini yapar ve gözleri açılır.

    bu üç versiyonda sonuncu versiyon pamuk prenses ve yedi cüceler’in türk, kafkas, anadolu motifleriyle yeniden yazılmış bir biçimi gibi (ya da pamuk prenses bunun avrupa’ya göre düzenlenmiş hâli). üvey anne baskısıyla ormana atılan yetim kız çocuğu haramilerle birlikte kardeşçe yaşamaya başlar. üvey anne kızı öldürmek için kızın parmağına bir yüzük geçirir, ama haramiler kızı gömmeye kıyamaz, altın bir tabuta alıp ağaca asarlar. padişah oğlu kızı bulup yüzüğü çıkarır, kızı diriltir ve kızla evlenir. bunlar hep pamuk prenses’te gördüğümüz sırayı takip eden iyi-kötü, anaerkil-erkek egemen, kız çocuğu-olgun kadın karşıtlığı.

    ikinci versiyon ise (şehzadeyle nar tanesi hikâyesinin 1001 gece masallarından olması kuvvetle muhtemel) rapunzel’le kısmen benzeşen birkaç öğe barındırıyor; örneğin rapunzel’in grimm kardeşler versiyonunda cadı, bahçesinden marul çalan kişiyi cezalandırıyor. aynı zamanda körlük teması her iki masalda da ortak (bkz: rapunzel/@metonymics) aynı versiyondaki akkuş ilk bakışta türkî bir öğe gibi gelse de kafkas mitleriyle dirsek teması halinde olduğunu sanıyorum. muhtemelen maveraünnehiriran / kafkasyaanadolu hattında her duraktan bir şeyler alarak aktarılan ve zümrüdüankayı (simurg) ima eden bir motif. yolculuk, özellikle uzun yolculuk türkî anlatılarda daha fazla (antik dönem odysseus’u saymazsak, daha sonraki dönemlerde, örneğin grimm masallarında bu kadar uzun ve meçhulün peşinde süren yolculuklar yok. en fazla ormandan geçmek, uzak bir ülkeye yerleşmek gibi temalar var. onlarda da duraklar belli).

    rastladığım bu üç versiyondan ilki bana toplumların belleğinde arketipsel olarak bulunan ve yaşayışla, sözlü kültürle, gelenekle, inançla, mitle aktarılan motiflerden sıyrılarak en fazla türkî öğe barındıran versiyon gibi geliyor. atmosferi keloğlan masallarıyla benzeşiyor. muhtemelen daha dar bir alanda anlatılagelen, bu yüzden motif, tema ve sistematik bir düalite bolluğu barındırmayan çok sade bir versiyon. nar aslında hem genel olarak kültürümüzde hem de daha eski dönemlerden anadolu’da bereketi çağrıştıran bir meyve. çoğalmayı, birken bin olmayı anlatıyor. kırmızı rengiyle de anlatı geleneğinde çok sağlam bir yere oturuyor, dişilik sembolizmini güçlendiriyor. hatta sonraki dönemlerde bizim “sansürlü” saray edebiyatında meyvelerin kullanımını düşünürsek (örneğin elma soymak, portakal soymak, kiraz dudak, elma yanak vs.) narın anlamı daha da belirginleşiyor (bence yedi kocalı hürmüz "şu gelen yâr olaydı, elinde nar olaydı, ikimiz bir gömlekte, yakası dar olaydı" derken hepimizin zihnindeki nar motifini tam da bu anlamda kullanıyor). (bkz: yalnız kullar) bu anlatısal-mitsel-geleneksel motifler ışığında düşününce nar tanesi versiyonlarından özellikle ilkini diğerlerinden daha az karışık, daha yalın, daha net buldum ben. arketiplerle dopdolu değil, konu daha açık, karakterler daha plastik ve boyutsuz. bu versiyon daha az kültürel etkileşime girmiş ya da derlemesi daha zor olmuş, daha eskilerde kalmış gibi. fakat her üç versiyon da ataerkil motiflerle yüklü. kız çocuklar hapis, kaçak göçek ve kurtuluşları bir prense, şehzadeye, erkeğe bağlı. doğuda da batıda da aynı yere varıyoruz. yaşlı kadınlar, cadılar, üvey anneler ölen geleneği, eski zamanları, anaerkil düzeni, doğayı, toprağa bağlılığı temsil ediyorlar, ama kötü karakterize edilerek yeni (ataerkil) düzeni meşrulaştırıyorlar.
hesabın var mı? giriş yap