• beyazıt devlet kütüphanesi'nin eski müdürlerinden. görevi süresince hem kütüphaneye hem de kütüphaneciliğe çok emeği geçmiş, samimi bir şekilde hizmet etmiş. en önemlisi de eski dişçilik okulu'nun binasını kütüphanenin ilk mekânına (imaret kısmına) dâhil edebilmek için neredeyse 13 yıl süren epeyce zorlu bir savaş vermiş, zira ne okurlara ne de gitgide genişleyen arşive yeterli gelen kütüphaneye muhakkak takviye mekân gerekiyormuş ve tabii en uygun yer de hemen yanı başlarında olan o binaymış. fakat belediye başkanı haşim işcan kati bir tavırla karşı çıkınca gökman da bürokrasiden ve basından pek çok kişiye başvurup desteklerini istemiş, tüm tepkilere rağmen, kurum adına elzem olan taleplerini geri çekmemiş ve hakkaniyetli davranıp destek veren birkaç kişi sayesinde binayı yıkımdan, kütüphaneyi de darlıktan kurtarmış. belediye alt geçit için bir kısım yıkımı -belki de o hırsla, iyice tahriple- yapmış olsa da bugünkü beyazıt devlet kütüphanesi öylelikle oluşmuş.

    "pek yakında beyazıt'ta koca bir abide yükselecek: devlet kütüphanesinin 'ek' binası. insanlar unutkan ve zaman da her şeyi insafsızca silip götürüyor. o binanın kurulabilmesi için nelerle, nasıl mücadele edildiğini kimse bilmeyecek."*

    muzaffer gökman, bu manidar cümlesi gibi, hatıralarını ve tecrübelerini "kitaplar arasında 44 yıl"da, remzi kırık vesilesiyle paylaşırken günümüz kütüphanecilerine ve o alandaki eğitimcilere faydalı olacak önemli nasihatlerde de bulunmuş:

    "daha üniversite sıralarında okurken, sizler buradan mezun olunca kütüphanelerde müdür olacaksınız gibi peşin, zarar verecek konuşmalardan kaçınmak gerek. (...) bize öyle sanıyorum ki her şeyden evvel, doktordan evvel hemşire gerek. (...) bütün personel yüksek öğrenimli olamaz, olmamalıdır da."*

    (aslında her dönem için gerekli ve faydalı bir uyarı, zira her öğrenci "müdür" olma hedefiyle mezun olunca "hizmet" yükünü hiç kimse üstlenmek istemiyor artık.)

    "kütüphaneci, okuyucuya kitap getirip götüren bir robot olmamalı. okuyucuya kitap tavsiye edebilecek bir seviyeye çıkması elindedir ve çok kolaydır. okuyucu, kütüphane personelinin 46 numarayı verip 56 numarayı almaktan ileri bir yeteneği olduğunu hissettiği zaman davranışı da değişir."

    kendisi, askerliğini ikinci dünya harbi'nin tehlikesinin yanı başında, sınır yerlerde yaptığı için olacak, epey disiplinli ve mesuliyet hissi yüksek bir karaktere sahipmiş. görev aşkıyla çalışıp vaktini boşa harcamamaya dikkat ettiği hâlde, akşam olup kütüphanenin hizmet süresi dolunca "bir gün daha gitti, öyle mi?" dermiş. her akşam, kütüphane görevlileri evlerine giderken "allah'a ısmarladık müdür bey" dediklerinde ise "güle güle çocuklar" diyerek uğurlarmış onları. ayrıca, kapıcının cebine, çocuğuna şeker alması için ufak bir miktar parayı da gizlice bırakırmış. ne babacan bir tavır.

    ömrü kitaplara hizmetle geçmiş ama, 1970 yılında verdiği bir röportajda, kafa yorgunluğunu dinlendirmek için haftada bir defa kovboy filmlerine gittiğini söylemiş. bu detay beni biraz gülümsetti.

    ki küçük yaşlarda babasını kaybedip yetim kaldığı için hayata epeyce de zorlu başlamış; çocukken, kadıköy'de kuşlokumu ve kurabiye satıp harçlığını çıkarmaya, eve destek olmaya çalışırmış. bu gayretini, ailesine karşı mesuliyetini askerlik zamanlarında bile bırakmamış. "hayatta sıkıntı çekmeyen kişi, hayatın zevkini alamaz. rahat kazanılan hayat, insanı mutsuz kılar." dermiş. eskilerin çalışma azmi ve onurlarını üreterek, alın terleriyle koruma hassasiyeti ne kadar takdirlikmiş.

    saatlere ehemmiyet veren biriymiş ayrıca; "saati işlemeyen, saat ayarı bozuk olan müessese olamaz!" dermiş ve kütüphanedeki saatleri her pazartesi bizzat kendisi kurarmış. kullanılmaz denilip kömürlüğe atılan sedefli bir saati de bulup getirmiş, epey paraya tamir ettirmiş ve müdür odasında muhafaza etmiş. acaba hâlâ o odada duruyor mudur o saat, merak etmeden edemedim.

    gökman, alanıyla ve göreviyle ilgili pek çok kitap da yazmış, "bayezit umumi kütüphanesi" bunlardan sadece biri. "kitaplar arasında 44 yıl"ın 4. sayfasındaki dipnota bakılırsa, ali emiri efendi ve kütüphanesi hakkında "kızakta, denize inmek üzere" dediği bir araştırma taslağı da bulunuyormuş. kim bilir o taslak ne oldu, gün gelip onu da okumak nasip olur mu?

    katyusa maslova'nın dört yıllık uktesiymiş bu. merhumu sözlükte birkaç kelâmla anmak bana nasip olduğu için buruk bir şekilde de olsa memnun oldum.
  • ismail erünsal'ın "yirmi iki mürekkep damlası"nda anlattığına göre, çalışmak için kütüphaneye giriş sırasında bekleyen öğrencileri/kişileri camekânlı odasından gözlemler, bazen sıradan bazı okuyucuların yanına giderek onlara ne maksatla geldiklerini (ne üzerine çalışacaklarını) sorarmış. bir kurumun müdürünün, hizmeti odasıyla sınırlı tutmayıp okurla bire bir muhatap olması takdirlik de, okurun gayesini ve niteliğini belirleyip talep yığınını azaltmak yahut dengelemek için de çok iyi bir yöntemmiş bu. günümüzde beyazıt devlet kütüphanesi'nin ve atatürk kitaplığı gibi merkezî kütüphanelerin önünde oluşan kuyrukları azaltmak, talebe değil, ihtiyaca yönelik hizmeti çoğaltmak için ara ara uygulansa hiç de fena olmazmış hani.
hesabın var mı? giriş yap