572 entry daha
  • mother

    hangi şarkının tüm zamanların en iyi rock çığlığına sahip olduğu konusunda çok fazla tartışma yaşanmıştır şüphesiz. ama hiçbir çığlık bu parçanın son saniyelerinin yanına bile yaklaşamaz. her şeyden önce bu başka bir düzeyde sanat. john lennon, ruhun derinliklerine dokunma konusunda ender rastlanan bir yeteneğe sahip ama burada yaptığı şey; gerçek, ham sanattan başka bir şey değil. bu şimdiye kadar yapılmış en saf rock'n roll.

    john lennon'ın travmasının kalbine doğru yürek parçalayıcı bir yolculuk olan bu otobiyografik şarkıda dolaylı veya gizli hiçbir şey yok. her şey çok açık. bir yetişkinin gözlerinin prizmasından çocukluğuna; geriye dönük bir bakış. melodisi basit olsa da sözlerin anlamı acılarla dolu. bu şarkının sadeliğinin gücü beni o kadar etkiliyor ki. tıpkı bir haiku şiiri ya da rothko tablosu gibi; fazladan herhangi bir kelime ya da nota onu mahvedebilirdi. ama john bu işte; çıplak sesi, birkaç enstrüman, minimalist şarkı sözleri ve kalp kırıklığıyla muazzam parçalar yaratabilen bir dahi o.

    john lennon'ın böyle melankolik bir şaheser yaratacak şekilde, sözcükleri ve duyguları bir araya getirme gibi bir yeteneği vardı. ne kadar savunmasız ve ne kadar dürüst olduğu akıl alır gibi değil. şu bir gerçek ki hiç kimse onun gibi bir ruha sahip olamayacak. ayrıca bu söylemesi kolay bir şarkı da değil, çığlık atmayan kısmı bile zor. ama iş çığlık atmaya gelince de; böyle bir şey ortaya koymak için hamburg'daki bir gece kulübünde, her gece 8 saat rock'n roll söyleyerek pratik yapmak gerekir. yani tıpkı john'un beatles'ın ilk döneminde yaptığı gibi.

    bir şarkının kalıcı olması için "bu benim hakkımda"dan daha fazlası olması gerekir. herkesle ilgili olmalı, ancak size -başka birine söylediğiniz veya bir gün anlatabileceğiniz en önemli sır kadar- kişisel hissettirecek şekilde. bu aslında göz korkutucu bir meydan okumadır ve çok az kişi bunu tutarlı bir şekilde başarabilmiştir, ancak işte bu tam olarak john lennon'ın sanatıydı; mahrem olanla evrensel olanın kaynaşması, otobiyografik olanın çığırtkanlığından oldukça farklıydı.

    bu şarkı john lennon dehasının tüyler ürpertici kanıtlarından biri. böylesine hassas ve kişisel bir şarkı yazıp bunu en ham, en saf, en katıksız haliyle doğrudan küçük bir çocuğun –yani kendi çocukluğunun– tasvirine girerek ciğer yakan bir vokalle performe edebilmesi; o çocuğun yaşadığı ıztırabı, seni döve döve yerden yere vura vura yüreğine geçirmesi. bu samimiyet seviyesi, bu açıklık ve sanatın gücü beni şoka uğratıyor. bu basitliğin içinde böylesine büyük bir duygu yaratabilmek baş döndürücü.

    bir çocuğun annesiz ve babasız büyümek zorunda kalmasının hayattaki en acı şeylerden biri olduğunu düşünürüm. john lennon'un bu şarkıdaki feryatları bu acıyı en sarsıcı haliyle hissettiriyor. ses tellerini mahvedercesine, yırtarcasına haykırıyor. bir nevi çocukluğundaki terk edilmenin öfkesini ve ıztırabını kovuyor. ruhunu havalandırıyor. acısının dışarı çıkmasına izin veriyor. sanki kalbini çıplak elleriyle söküyormuş gibi; çığlıklarıyla boğazını parçalarcasına ebeveynlerine sesleniyor:

    “mama, come home! daddy, don’t go!”

    john lennon'ın sesi her tekrarda daha sert ve ızdıraplı bir hal alıyor, ta ki sonunda bir çocuğun çıplak acı feryadına dönüşene kadar. terk edilmişliğini açık bir yara gibi tutarak dinleyicilerinin içini acıtıyor ve iyileşmesi için birine -herhangi birine- yalvarıyor. sanki bunu gösterirse belki birileri hasarı onarabilir. ancak biliriz ki o noktada hasar artık tamir edilemeyecek kadar derine yerleşmiştir. şarkı sona yaklaşırken ebeveynlerinin bıraktığı acı sonsuza kadar ölümsüzleşiyor. john lennon, şarkısının sabit hipnotik ritmini acı çığlıklarıyla noktalarken, ruhunu tamamen açığa çıkaran bıçak kadar keskin bir final yapıyor. bir bebeğin ağlamasına benzeyen ulumalarına şahit olmak dehşet verici. şarkının sonunda o kadar acı çekiyor ki neredeyse parçalanıyor. acısını herkesin hissetmesi için ortaya seriyor. kim olursanız olun, bu şarkıyla bağ kurabilirsiniz. onu dinleyen pek çok çocuk için –hangi yaşta olursa olsun– bu acı fazlasıyla yankılanıyor.

    mother'ı ilk duyduğumda yaşadığım şoku unutamıyorum. john lennon şarkılarındaki acımasız dürüstlük her zaman kalbime işlemiştir. ama bu şarkıda kelimenin tam anlamıyla gözyaşlarıma boğuluyorum. beni tam bir duygusal iniş çıkışa sürüklüyor ve sonunda kalbimi yerinden çıkarıyor. birinin bu kadar acıdan böyle bir güzellik yaratabilmesi karşısında büyüleniyorum. her dinleyişimde sanki ilk kez duyuyormuşum gibi etkileniyorum.

    bu çok sert, acı verici, trajik bir eser. müziğinin kalitesinde, john'un gıcırtılı vokalinde ve sözlerinin sadeliğinde bunu hissedebiliyorsunuz. inanılmaz derecede üzücü ve bir o kadar da güzel olan böyle bir şarkıyı başka biri söylese asla bu etkiyi yaratamaz, asla aynı şey olmazdı. john lennon bu şarkıda vokallerini bir fırça gibi kullanıyor; sesinde önceki ve sonraki hiçbir şeye benzemeyen bir beyhudelik çiziyor. içgüdüsel olarak şarkıyı bu kadar ilgi çekici kılan şeyde, değişen vokal tonlamalarından oluşan zengin dokunun payı büyük. john lennon şarkıyı, şarkıda anlattığı şeyleri ilk hissettiği zamanki çocuk haliyle söylüyor ve bunu o kadar inandırıcı, o kadar gerçekçi yapıyor ki. muhtemelen “yapmıyor” gerçekten bizâtihi o küçük haline dönüyor.

    mother john lennon'ın arthur janov'la birlikte yaptığı ilkel terapinin yüzeye çıkardığı tüm acıları özetleyen en büyük vokal performanslarından biri. primal therapy, travmaya dayalı bir psikoterapi; geçmiş deneyimlerle ilişkili acı katmanlarını ortaya çıkarmak için çığlıkların kullanılmasını içeriyor. bu terapi, lennon'ın bundan önceki yetişkin yaşamının büyük bölümünde saklamaya çalıştığı bir parçasını ortaya çıkarmasına olanak tanıdı. kederiyle kişisel olarak başa çıkmasına ve bir sanatçı olarak özgürleştirmesine yardımcı oldu ama çok daha önemlisi olağanüstü plastik ono band albümünün ortaya çıkmasında büyük bir rol oynadı.

    plastic ono band, ilk solo albümünden çok, yaralardan ve yara izlerinden oluşan bir portföye benziyordu. bu albüm lennon'ın sanatsal saflığa ulaşması yolunda önemli bir adımdı. john lennon her zaman gerçek bir sanatçının derinliğine sahipti ama bu albümle birlikte artık çok başka bir seviyeye geçmişti. duygusal şeffaflıkla yazmaya başladı; iç gözlemi ve dürüstlüğü, çok geçmeden benzeri görülmemiş bir düzeye ulaşacaktı. “mother” ile kaybın ve terk edilmenin acısının en çıplak ifadesini sunan john lennon kendisine saklanacak yer bırakmadı. bu şarkı o kadar kişisel ki sanki özel bir terapi seansıymış gibi dinlemememiz gerektiğini bile hissediyoruz.

    yoğun terapinin ortasındaki bir adamın vakur nostaljisini taşıyan mother; bir gözü geçmişe, bir gözü geleceğe bakan bir eser. şarkı, beatles'ın geri kalanını simgeleyen bir kilise çanının dört kez çalmasıyla başlıyor; her bir çan sesinin, grubun bir üyesini temsil ettiği söylenir. ama mother esasen, john lennon'ın kendisini hâlâ ihmalkâr annesinin hayaletine bağlayan psişik göbek bağından kurtulmaya yönelik nihaî girişimiydi. şarkının sözleri doğrudan çocukluk deneyiminden; bastırmaya ve unutmaya çalıştığı ama artık umutla yüzleşmeye kararlı olduğu anılardan geliyor. nihayet kendini hâlâ devam eden travmadan kurtarmıştı.

    harika bir şarkı –hangi tarz olursa olsun– yalnızca "üç akor ve gerçeğe" ihtiyaç duyar. sadece john lennon sahiciliğine sahip biri "terkedilmiş çocukların marşı" denilen böyle bir şarkıyı bu kadar dokunaklı ve içten yapabilirdi. yalnızca en zeki şarkıcılar bu çığlıkları bu kadar gerçekçi kılabilir. bu parçayı kaydederken kendisini bu şekilde dünyaya açacak kadar cesur hissetmesine müthiş saygı duyuyorum. pek çok insan bu kadar cesur değil. ama o tam da bu yüzden john lennon zaten.

    primal theraphy, bazı insanlar için çocukluk acısını içgüdüsel düzeyde yeniden deneyimlemenin, bunu konuşma terapisinin erişemeyeceği şekillerde işlemesine olanak sağladığı fikrine dayanan bir uygulama. buradaki fikir, derinlere yerleşmiş negatif duyguların, yürek burkan bir 'ilk çığlık' halinde serbest bırakılması etrafında dönüyordu. bu terapi yöntemi aynı zamanda john lennon'ın iyileşmeye ve kendini sevmeye doğru yaptığı daha büyük bir yolculuğun parçası haline geldi.

    ilkel terapinin özünde, içinizdeki duvarı yıkmanız ve acınızı dışarı atıp ağlamaya başlayacağınız noktaya kadar her şeyi akışına bırakmanız meselesi yatar. john lennon, primal theraphy vasıtasıyla 'anne' diye bağırmak istediği günlere: o çocukluğa, o anıya geri dönebildiği bir zihinsel duruma girmiş. (bkz: ilk çığlık)

    ilk çığlıkta, karşılanmayan ihtiyaçların nevrotik gerilimi ifade edilir ve serbest bırakılır. bu yaklaşım, bastırılmış ağrının bilince getirilebileceği; konunun veya olayın yeniden deneyimlenmesi ve ortaya çıkan acının tamamen ifade edilmesi yoluyla çözülebileceği önermesi üzerinde çalışır. "mother" john lennon'ın terapötik yolculuğunun doğrudan bir sonucuydu. ebeveynleri tarafından terk edilme duygusunun tüm hayatı boyunca onu nasıl takip ettiğini, bunun da "anne gitme/baba eve gel” şeklindeki ilkel çığlıklarına yol açtığını itiraf ediyordu. çığlık atarak, inleyerek, kükreyerek ebeveynlerinin acısını gerçekten iyileştirici olabilecek tek yolla çözüyor. şarkının özellikle tekrar tekrar vurgulanan “anne gitme, baba eve gel” bölümünde; her iki ebeveyninin de büyük kaybını kafası karışmış bir şekilde ifade etmeye çalışan küçük bir çocuk var. “baba sen beni terk ettin ama ben seni asla terk etmedim” diye bağırdığında, uzun süredir kalbinde saklı olan kırgınlığı atmak için çabalayan yetişkin bir adam var.

    john lennon, ilkel terapinin neredeyse her gün devam eden bir süreç olduğunu söylemiş ve bunu ‘başka bir ayna’ olarak tarif etmiş. terapinin başlangıcında, kendisi hakkında öğrendikleri karşısında şaşkına dönmüş. başka hiçbir terapinin onda bu kadar işe yarayacağına ihtimal vermemiş. yine de bunu gerçekten sürdürmek istememiş çünkü sürekli bu duyguları hissetmek genellikle onu ağlattığı için çok utanç verici bir hal alıyormuş.

    sonunda, ya insanları şarkılarınızla neşelendirirsiniz ya da sahip oldukları bazı sorunları gidermelerine yardımcı olursunuz. john lennon her birinde payına düşenden fazlasını yaptı. özetle o hiç sahip olmadığı şeylerin acısını çekerek 100 yıllık psikolojiyi sadece birkaç kelimeyle özetleyebilen bir dehadır.

    • • •

    şarkının john lennon'ın çocukluğundaki şeylerle ilgili olduğunu yeterince açıkladıktan sonra bu entry'i onun çocukluğuna kısa bir bakışla sonlandırmak istiyorum. hayatının ilk yıllarında başına gelenleri genel hatlarıyla özetlemekte; bunca acıların ve terapilerin sebep olduğu olayları kabaca bir gözden geçirmekte fayda var.

    john lennon'ın tüccar bir denizci olan babası alfred lennon, john doğduğu sırada uzaktadır ve ilk yıllarında da ortalıkta yoktur. ama yine de john'ın annesi olan julia'ya çocuğun masrafları için ödediği çekleri postayla göndermeyi ihmal etmez. lakin bir müddet sonra para duruyor. alfred lennon, altı ay sonra aniden tekrar ortaya çıkıyor ve oğlu john'a bakmak istediğini söylüyor. ama o sırada başka bir adamın (galli'li bir askerin) çocuğuna hamile olan julia ona kapıyı gösteriyor.

    julia oğlunun kendisiyle kalmasını istiyor. babası küçük john'a annesi ile onun arasında bir seçim yapması gerektiğini söylüyor. 5 yaşındaki zavallı çocuk, hiç görmediği ve hep özlemini duyduğu ama hiçbir zaman ilgi göremediği babasını seçiyor. annesi buna karşı çıkıyor ve ona yeniden seçim yapmasını söylüyor, ama o yine babasını seçiyor. bunun üzerine julia uzaklaşınca küçük john ağlayarak annesinin peşinden koşuyor.

    ne olursa olsun annesi, john'la günlük iletişim halinde kalıyor ve hatta 1946'da, john'la yeni zelanda'ya kaçmayı planlayan alfred'i blackpool'a kadar takip ettiği bir olay bile vuku buluyor.

    velayet konusunda tartışan ebeveynleri arasında seçim yapması istenerek bir çocuğun olabileceği en rahatsız edici konumlardan birine zorlanan küçük john'un verdiği karar ne olursa olsun kaderi talihsizdi çünkü ebeveynlerinden hiçbiri onu yetiştirecek donanıma sahip değildi.

    julia boşanmadığı ve başka bir adamla "günah içinde yaşadığı" için* sosyal hizmetlere başvuran john'un teyzesi ve eniştesi, mahkemeye john'ın velayetini almak için dilekçe veriyorlar. john daha sonra teyzesi ve eniştesi tarafından büyütülmüş, annesi ise kız kardeşi ve eniştesinin oğlunun velayetini almasına duyduğu öfke nedeniyle john'la çok az görüşmüş. john ergenlik çağına geldiğinde annesi john'un hayatına yeniden dahil olmaya başlamış. banjo çalan julia john'a ilk gitarını almış ve ona çalmayı öğretmiş.

    julia kısa bir süre sonra, araba kullanmayı yeni öğrenen bir polis memurunun kullandığı arabanın çarpması sonucu hayatını kaybetmiş. o sırada ergenlik çağındaki john, annesinin üzücü ölümünü hiçbir zaman tam anlamıyla kavrayamadı. bunun yerine, düşüncelerinden kaçmak için içkiye yöneldi ve kendisini sık sık kavga ederken buldu.

    yıllar sonra ilk çığlık terapisine girdiğinde çocukluk travmasını yeniden gözden geçirme ilhamını aldı. olaylara daha büyük bir perspektif ve bilgelik duygusuyla bakabilmeyi öğrendi. tedavi, john'un nihayet annesinin ölümüyle yüzleşmesine yardımcı oldu; bu ölüm onu on yılı aşkın bir süredir tüketiyordu ve 'mother' ile sonunda her şeyi açığa vurdu.

    şarkısında her iki ebeveyne de şunu söylemek zorunda kaldı: “ben seni istedim ama sen beni istemedin. o halde, sana şunu söylemeliyim; elveda.”

    john ne yazık ki, hiç sahip olmadığı aileyi "yaratmak" adına, çok erken yaşında bir aile kurup acele ederek aynı hatayı yaptığı için şarkısının “çocuklar, benim yaptığımı yapmayın. yürüyemedim, koşmaya çalıştım.” sözlerinde; çocuk sahibi olmayan insanlara, sırf ebeveynlerinin "yetiştirme" yönteminin bıraktığı boşluğu doldurmak istedikleri için çocuk sahibi olmakta acele etmemelerini de tavsiye ediyor.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap