• zamanın vecihisi olan kafka abimizin 5 yıl boyunca kendine özel çekçe dilinde yazdığı ve sadece 3 kez karşılaştığı hatuna, mektupları ve aşkının kanıtlarıdır.
  • mektupların halen var olduğu bir yüzyılda doğup büyümüş bir kadın olarak milena’ya mektuplar’ı okuyup da etkilenmemek ne mümkün!
    kitabın edebi incelemesini yapmayacağım. zatenkafka da bir gün bu mektupların basılacağını gözeterek yazmamış. hatta bu kitabın diğer kafka kitaplarından en büyük farkı da bu. tamamen özel alan ve kitabı okuyan her okuyucu da bu alanı işgal ediyor.
    kadın açısından olaya baktığımda hayranı olduğu ve bu nedenle eserlerini çevirmek istediği verem hastası bir yazardan alınan duygu yüklü mektupların yükü bence epey ağır olmalı.
    bu arada milena’nın babasına inat mutsuz bir evlilik yaptığı, kafka’dan aldığı onca aşk dolu mektuba rağmen evliliğini sonlandırmayıp ancak kafka’nın ölümünden sonra eşinden ayrıldığından bahsedilir. oysa aksine milena kocasıyla büyük bir aşk yaşayarak evlenmiş ve bu uğurda da epey çile çekmiş, mücadele etmiştir. zira eş adayı yahudi olduğu için kızının bu izdivacına şiddetle karşı çıkan babası onu fikrinden vazgeçirmek için tam 9 ay bir akıl hastalıkları hastanesine kilitleyecek kadar ileri gitmiştir. milena tüm bunlara rağmen niyetini korumuş ve evlenmiştir. hatta babasına direnişle başlayan mücadelesi, ardından eşi nedeniyle dahil olduğu yeni dünyada faşizmle direnişe dönüşmüştür. dolasıyla milena, kafka’nın sevdiği kadın olarak bilinmenin ötesinde aktivist olarak çok ciddi çalışmalar yapmıştır. zaten hayatı da 1944 yılında bir nazi toplama kampında sona ermiştir.
    milena’nın aşkla başlayıp nefretle biten evliliği banaephraim kishon‘untarla kuşuydu jülyet eserini anımsattı. istanbul şehir tiyatroları’nda senelerce oynamıştı. oyunda, romeo ve jülyet’in ölmeyip kavuştuğu ve evlendiği senaryosundan hareketle yola çıkılır. dolayısıyla milena’nın eşiyle yaşadığı da tam bir “tarlakuşuydu jülyet” durumu. kaldığı, kafka ile evlenseydi de bekli tarlakuşuydu jülyet 2 olacaktı. kim bilir!
  • ‘sen sandalyende ya da çalışma masanda otururken, uzanırken ya da uyurken; seni bütünüyle gören dolap değilim? neden değilim?’

    diye yazmış milena’ya mektubunda. ne kadar içten sevmiş değil mi? sevdiğini sürekli görebilmeyi, yanında olabilmeyi o anlarını görmeyi istemiş. tabiri caizse dolabı bile kıskanmış sırf bu anlarına şahit olabiliyor diye. ne kadar farklı bakmış değil mi? ne de güzel ifade etmiş duygusunu, onun o anlarını paylaşmak istediğini
  • ama şimdi? geçti artık, şimdi yalnız kendi hastalığımı, kendi esenliğimi düşünüyorum, ama ikisi de sen demeksin.
  • kafka "whatsapp var mı?" diye sorduğunda, milena "konuşuyoruz ya işte mektup neyine yetmiyor" diye cevap vermiştir.

    kitapta bu konuya hiç değinilmemiştir.
  • ''palto giymeye üşenirken bu koca dünyayı sırtımda nasıl taşırım ben?içinde bulunduğum durumu kimseye anlatamam.sen de anlamazsın.ben bile anlamıyorum ki başkasına nasıl anlatırım?"
  • kafka sevmeyen tek kişi benim sanıyordum. bir rahatlama gelmedi değil.
  • "sevgili bayan milenam" diye başlar mektubuna

    "mesela neden senin odanda duran, sen sandalyende ya da çalışma masanda otururken, uzanırken, ya da uyurken, seni bütünüyle gören mutlu bir dolap değilim? neden değilim?.."

    aşk mitolojik bir büyü aslında. kafka'nın milenaya hisleri de doğaüstü olaydır aslında.

    ama aynı aşk, günü gelir bir bıçak gibi yaralar kafka'yı

    "bugün milena, yalnız telaş, yorgunluk ve yokluğun var."

    kafka olabilmek bu mitolojik büyünün içinde yara alabilmektir.
  • mektupların bir tanesinde,

    "yanımda yürüyordun milena, düşünsene yanımda yürümüştün." şeklinde bir cümle geçiyor.

    o dönem okuduğumda duraksayip birkaç kez daha okumuştum o mektubu. kendi bütünlüğü içinde yani. basit bir cümle, bu dogru. ancak milyarlarca insanın içine "konulmuş" hislerin benzerligini tek bir kişinin bir mikrofon alıp da o aciz kalabalığin yüzüne vurması gibi gelmişti bana.

    hani gördüğünde sana allah'ı hatirlatan dostun faziletinden bahsedilir ya, dünyayı ve eşyayı, bir arada olunan mekanları bir başka biçimde önemli kılan bir kişinin varlığıni vurgulamak açısından şoke edici geliyor bana bu cümle.

    varlığın anlam kazanıp sonradan da o anlamı yitirmesi hem iç burkan hem de insana insan olduğunu hissettiren garip bir hal. çokça insani. bu yüzden de hastalıklı ve rahatsız edici ya.

    kafka bu yüzden beni en çok rahatsız eden yazarlardan olmuştur.

    kafka'nin mektuplarınin insanın içine işleyen bir tarafi var.

    babaya mektup isimli kitapta da babasına yazdiklari da bir benzeri. insanı fazlaca teşhir ettiği için hem rahatsız edici hem de insanın kendi iç dünyasının sağlamasını yapabilme imkanı doğurduğu için de dinginlestirici. tavsiye ederim okunmasını.
hesabın var mı? giriş yap