• hasbel kader gezebildiğimiz viyana'dan bir puslu anı.
  • fransizca'da karisim anlamina gelen kelime.
  • bir kahve cesidi
  • nescafe'nin "wiener melange" ismiyle ürettigi, esasen çikolatali cappuccino olan kahve.
  • ismail acarın istanbul design week kapsamında tanıttığı çalışması..
  • avusturya'da kahve icmek icin garsonla girilen her diyalogun son sozu.

    - normal insan kahvesi var mi?
    - espresso var?
    - hayir kahve, hani sut krema falan koyulabilen
    - haa melange.
    - ...
  • cappucino'dan farkli olan avusturya kahvesi. bir kere daha hafiftir. bir de sanirim aslinda avusturya usulü mokka ile yapiliyor, ama espresso da olur. bir de sütle karisim oranlari filan var, ki melange ismi de burdan geliyor*. fr. karisim demek. son olarak bu kahve cikolatali olmaz normalde sadece süt köpügünün sütüne biraz kakao serpilir.
  • ismet özel'in of not being a jew kitabının devamı olarak çıkardığı bir vefa daha kitabında yer alan, toplam dört bölümden oluşan şiiri.

    ya da tüy kanatlarını nicedir ben-i adem'den esirgeyen melekler yeniden gelsinler için yalvarmanın divanı.

    istesem tard edebilir miydim melekleri hayatımdan

    omzumdan tutarak, nobran biri, omzumdan tutarak ve çehremi
    zorla kendinden yana çevirip:

    senin yüzünden, senin gibiler yüzünden bu çirkefe batmış hali
    bu dünyanın. dilinden inanç sözünü düşürmeyen siz, yahut
    ‘inanmıyoruz’ diyenlerin yola bulanarak battaniyeye sarılıp yol
    üstesine çıktıklarında, kendini ‘inançlı’ damgası altına salan
    arsız ve edebe mugayir yine de müdebbir
    damgalılık tadına bırakıveren adını sizler
    tard etmemiş olsaydınız melekleri hayatınızdan her şey çok farklı,
    kuşku yok ki çok daha ölgülü cereyan ede
    çekti şifresini metresimden başka kimsenin, benim bile bilmediğim
    kasada kalan. mi casa. cereyan cereyandır, diyeceksin: ama olsun,
    courant d’air sen de kalsın. ben de sen de derim olumlu olsun.

    bu hesap soran tavır yoğun bir tedirginlik salıyor üzerime. yoğuyor
    yorgunluk beni. bahriyelinin karısı yorulma teklifi. bu ne
    teklifsizlik? gerçekten öyle mi? ben miyim dünyaya uğrayan bunca
    belânın sebebi?
    meleksizleşmek!

    hayır, defalarca defaten hu hu hu! defalarca defaten def turuncu!
    doğru değil bu
    rengin üzerimde iyi durduğu.

    “insan olmak!” “insan olmak!” diye dolanıp durmak
    tan! başka nedir benim yaptığım? kumkutulardı benim gittiğim en uzak
    yer. kendimi bilhassa benden gizleyen zerrinlerin peşi sıra daldığım
    kuytular. kuyular de. hormon kuyuları. çiçeği meyve, meyvesi çiçek,
    bedeni dipsiz, dalı gevrek. dumanda açlık, dokuda yokluk.
    gizli resim. mütebesssim.

    ufkumda hangi karaltı belirdiyse
    o yöne koştuğum: anlayarak yakındığım, gözüm o yörenin karanlığına alışınca.
    aradığım oralarda da yokmuş!
    bir denizanasına zerin bulmak hayaldir diye sayıkladığım doğrudur.

    nevrozlarımı yokladım, evet, bon breton jules laforgue’un. alman
    topraklarında güneye doğru seğirtirken atlantik ötesine seksek
    vuran adorno’yu stravinski aleviyle kudurtan
    gustav mahler’in uzun cümleleri arasına sızmış olan korkuyu
    korkusuzca izledim. hepsi bu. ben de nihayet vaktin bir oğluyum.
    kayseri’de doğdum. nasıl olur da ben, insan olma çırpınışımla
    melekleri kaçırtmaya sebep olurum?

    ürküntüyle, bu haksız suçlamadan kurtulma telaşıyla “nasıl olur”
    çığlığı fırlatıyorum adama.

    bol bir bej beyzbol eldivenli bilginç adamın açıklaması şu mealde:

    öncelikle meleklerin adem’e niçin secde ettiğini yanlış anlamak
    hoşgöründü size. adem soyundan gelmenin size bir girişim yetkisi
    sağladığını sandınız. yaratılışı öğrenme çabası göstermek yerine
    onu açıklamaya ve açıklamalarınızı angutlukla kanıtlamaya;
    kalkıştınız, yaratılmış olana buyruk saldınız. dahası, iblis size
    secde etmedi diye gizlice kıskandınız onu, kendi kaçamaklarınızın
    sorumluluğunu şeytan’ın gücüne havale etmeye yeltendiniz. eğer
    insan olmak bahanesiyle melekleri hayatınızdan kovmamış
    olsaydınız bu bulaşıcı kentlerin kokuşmuşluğu, sağırlaşan
    ırmakların bu ilenci ve iffetini koruyamadığı için kendini rüşvet
    verip iğdiş ettirmiş bu orman karşınıza çıkmayacaktı. giysilerinizi
    arıtmak elinizdeydi. siz ve dünyanın çirkefi, başlangıçta iki ayrı
    şeydiniz.

    yeter!.. üst perdeden bu teraneyi daha fazla dinleyecek değilim…

    usçuluk, olguculuk vesaire… düşünün, istesem bile tard edebilir
    miydim acaba ben melekleri hayatımdan? buna gücüm yetecek
    miydi?

    modernliği modern dünya yaşadı doya doya. sermaye bir hamam
    takunyasıdır. al sana metafor. ver bana anafor. hayatta olup
    biten konferanslarda söylenildiği gibi değildir. hele de benim için.
    çoktur düştüğüm uçurumlardan da melekler tutmuştur beni. zehre
    yarsıdım. bana zehri dünyaya geri kusturan yine hep meleklerdi.
    kanatları vardı. yüzüme çarpan havadan anlardım. hep anlardım:
    ak kağıt üzerine kara yazı dizerken; melekler öğretirdi yalnızca uygun
    ölçüleri.

    bilhassa ben, evet, bilhassa ben meleklerin geniş kıldığı alan içinde
    seyrettim. hem de “baş ağrısı bahane” diyerek hafife almaya
    çalıştıkları o “insan olma” koşuşturmalarım sırasında. iki melek
    kurtardı, sağ ve sol omzumda iki melek, dünyanın modern
    kıskacından beni.

    sevaplarımı yazıyor, susuzluğa gidermek, yarayı dağlamak, o
    meleklerden biri. nerde pınar diye sormuyor, beklemiyor kızsın
    demiri. düşünüldü bir sevap=bir sevap işlendi.

    sonra, ne zaman ki susuza ulaştırıyorum suyu, ne zaman ki
    ulaşıyorum yarayı dağlamak başarısına, o zaman bir sevap daha.

    her niyet bir ödül meleğin elinde. her niyet iyi niyettir. bozuk
    niyet, niyetin bozulmuş halidir ki üzerinden niyetlik vasfının kalktığı
    için onun bozulmuşluğundan bahsederiz.

    tavrı sol omzumdaki meleğin sağımdakinden farklı. bir
    bozgunculuk hali bana musallat olsa veya ihanet; yıkımı bütün
    ayrıntılarıyla tasarlamış bile olsam günahlı saymıyor beni.
    bekliyor, bekletiyor kalemi ve şunu diyor: son anda ihlas galebe
    çalar bil ki.

    işte ben bu iki melek arasında hep işin kolayını bularak yaşıyorum.
    iyi şeyler yüklüyorum kafama, iyi şeyler yapmamış olsam da. kötü
    şeyler… onları kafamdan atmaya çalışmıyorum. kafamdayken
    kimseye zararı yok nasıl olsa. yapmayıverir, kurtulurum.
    bedenim bir evlek. örseleniyor kafamda canlanan şeyler yüzünden
    tenim. eğlendiriyor iki melek gökten düşen tohumu evleğimde
    benim.

    bu yüzden bir insan elinin -elinizin- yakamda duruşu hiç hoş değil.
    melekleri konu ederek bile olsa bir insan beni hesaba çekmemeli.
    çünkü bakın, sizde adem soyundan geldiniz benim gibi, sözünü
    ettiğim iki melek aynı zamanda sizin için. varın siz de yararlanın
    bu kâtiplerin yazılarından, yazış tarzından. üstelik -uyarıyorum-
    beni gözlerinize bakmaya zorlama hakkına sahip değilsiniz.

    evet ama, bakacak göz aramak değil midir zaten bizim işimiz?

    insan söz verebilen hayvandır

    bu [versprechen darf] tanımıyla nietzsche modern zamanların insanına bir gerekçeyle sesleniyor ki şeytan’ın adem’i kandırdığı gerekçedir sanırsın.
    eğer bu söz vasıtasıyla insan bir tasarımdır denilmek isteniyorsa,
    buna bir itirazım yok.
    ama insan kendi kendinin bir tasarımı değil.
    bu biline.
    yoldan çıkma pahasına insanın söz verebildiğini farz etsek bile,
    ancak yalan söyleyebilen mahlûk tarifine uyar insan.
    o ki kendi sözünde durabilecek güçle donatılmamış.
    sözünde durabilen, çünkü söz tutan yalnızca melek.

    hısımım değil, bu yakınlığı neyle açıklamalı

    çoğu kez, yağmurları alkış,
    alkışları yağmur olarak algılarız.
    birden boşanır bir alan açmak için her ikisi de.
    coşkuyla gelirler, ama beklemedik bir anda değil.
    yağmurdan önce gök kapanır,
    bir söz, bir hal ve tavır
    kendini kapattığı anda patlar alkış.
    bekleriz yağmuru
    alkışı bekleriz.
    yine de içimizde bir his: gelmeyebilir.
    bilemeyiz yağmurdan ve alkıştan önce başa gelecek olan nedir.

    ya bu ikisi gelmez de; gelirse o bilmediğimiz!..
    yağmur ve alkış insanlara
    yalnızca geldikleri için değil
    yerlerine başka bir şey gelmediği için iyi gelir.
    her inen yağmur alkışlar birini desek yalan olmaz
    söylenebilir alkışın da insanlar için
    can suyu yerine geçtiği, lakin yine de
    bir başka şey var-alkış bağlantısını kuran:
    o kanat sesleri hem yağmurun ve hem alkışın
    arasından duyulan.
    bütün sesler içinden ayırt edilir
    dallara, yollara düşen damlaların tıpırtısından
    çarpışan iki elin şakırtısından ayırt edilir.

    meleklerin kanat hışırtıları.
    ve melekler nedense insanlara
    sanki değecekmiş gibi yaklaşır
    yağmur ve alkış arasında.
    anlaşılmaz bu yakınlık
    insanla melek arasında
    biri balçık, biri nur
    biri adları bilir
    biri aldığı buyruğu şaşmaksızın
    yerine getirir
    insan savaşır sonuna kadar
    yine de kılıç
    meleğin elindedir.

    ya melekler olmasaydı

    biz insanlar “daha var” diyoruz. doğrunun hasına, güzelin eksiksizine, haklının şaşmazına dokunmaklığımıza daha var.

    demeden edemiyoruz.

    ama bir yandan da, geç kalmayı kendimize yediremediğimiz için; üstelik geç kalışımızın mazeretini kabul-edilmeye değer bile olsa kendimiz beğenmediğimiz için “ vakit yok” diyoruz.
    indirgenemezi isteyene kadar var bir şey. onu henüz istemiyoruz. kendimize tanıklık etmek için ise kaybedecek vaktimiz yok.
    asıl ele geçirmek istediğimize ulaşmadan kendimiz hakkında bir şey söylemek istemiyoruz. oysa en ufak kıpırdanışımız için bile “ilk ve son” bilgisine muhtacız. tarih boyunca geçtiğimiz yer küstah olmayan bir kahkahadır. bir doygunluk şaşırtışı. dayanma gücünün gizli itirafı.

    neden gizli olsun bir itiraf? o bir dayanma gücüyse neden kendinden emin olmasın?

    kötümser olabilecek yeterlikte deneyimimiz var. bundan bir doygunluk sağlıyoruz. kendimizdeki şaşırma yeteneğini keşfettiğimizde ise iyimserliğin kapısını ardına kadar açıyoruz. devam edecek kadar dayanma gücümüz olduğunu açıkça itiraf edemiyoruz. çünkü bunun bir başkaldırıya dönüşmesinden kaygı duyuyoruz. tetikte olmayı feda edemediğimiz için güvenlikten feragat ediyoruz.

    işte bu birbirini tutmaz parçalar arasındaki insicamı sağlayan; varoluşumuzla konumuz arasındaki gerginliği istikrara dönüştüren meleklerdir.

    melekler olmasaydı estetik arayışımız bizi sadece cinayete sürükler, bütün bildiklerimiz ise vahşetimizi pek daha ilerilere sürükler
    iş bitiricilik damgasını da ona ekler
    tir tir titreyişimizi ortadan iki kutba böler
    irdi der erdi der ardı dar ordu dur boğum boğum
    pekiştirirdi.

    bitmiş hali ancak hesap gününde belli olabilecek ve göründüğü kadarıyla tamamlanmamış bir tasarım diye algılayabildiğimiz varlığımız-biz farkında olsak da/biz farkında olmadıkça-meleklerin desteğinden an be an yararlanıyor.
  • bi numarasi olmayan ama viyanaya gelince sirf bu numarasi olmamasini görmek icin icilmesi gereken kahve.

    her turist viyanaya geldiginde icer, begenmez ama türkiyeye dönünce "yaaa viyana da melange ictim tadi damagimda kaldi", "sirf melange icmek icin viyanaya gidesim var" geyigi yapar.

    hay melange lar kovalasin sizi.
  • melange, méler kelimesinden türemis olup karisim anlamina gelmektedir. melange (ayni zamanda viyana melange'i olarakta bilinir) bir avusturya kahvesidir. espresso, süt ve süt köpügü icerir. ilk olarak 1830 da viyana'da bulunmustur. melange'i cappucino'dan ayiran en büyük özelligi ise kahvesinin daha hafif olmasidir. genellikle yaninda bir bardak su ile servis edilir.
hesabın var mı? giriş yap