• transatlanticism albumunde bulunan bir death cab for cutie sarkisi.

    there's a tear in the fabric of your favorite dress
    and i'm sneaking glances.
    looking for the patterns in static
    they start to make sense the longer i'm at it.

    ivory lines lead
    oo wha-ho, oo wha-ho

    your heart is a river that flows from your chest
    through every organ
    your brain is the dam
    and i am the fish who can't reach the cord.

    ivory lines lead
    oo wha-ho, oo wha-ho

    oh, instincts are misleading
    you shouldn't think what you're feeling
    they don't tell you what you know you should want.

    ivory lines lead
    oo wha-ho, oo wha-ho
    [x2]

    oh, instincts are misleading
    you shouldn't think what you're feeling
    they don't tell you want you know you should want.

    ivory lines lead
    oo wha-ho.
    [x2]
  • sakin death cab for cutie sarkisi. ninnimsi.
  • kafanızı boş bir oda gibi düşünün. odanın ışıkları kapalı olsun ama açık olan televizyonun karıncalı görüntüsü hemen karşısındaki eski yeşil kanepeyi aydınlatsın. oda boş gibi gözüksün ama sürekli birileri fısıldaşsın. odada göremediğiniz birileri olduğunu farkedin. sizin hakkında konuşsunlar. dediklerini duymaya çalışın. o kadar çok olsunlar ki takip edemeyin. televizyonun statik cızırtısı bununla birleşsin. düşüncelerinizin ağırlaşmaya başladığını hissedin. fikirleriniz birbirine girerken, sesler birbirine karışıp anlamsız bir hal almaya başlarken hafiflediğinizi hissedin. her şey bozuldukça rahat bir hal alsın. televizyonun cızırtısı dinamik hale gelsin. ve koltuğa sessiz biri otursun, odanın varlığı gittikçe silikleşirken orada sakince otursun ve beklesin. sonra bu şarkıyı dinlerken neler hissettiğinizi hatırlayın. çok büyük bir fark olmadığını farkedeceksiniz.
    ayrıca bu şarkıyı ninni olarak dinlemek için gece çivili yatakta uyuyor olmak gerek herhalde.
  • bu şarkıyı dinlerken hayattaki zarafet nereye saklanmış olmalı diye düşünüyor insan. acaba diye geçiyor aklından, bazı hayatlar kalmıştır değil mi inceliğin hala önemli bir unsur olduğu? halbuki insanlar özel bir çaba harcarcasına kaldırıp attı inceliği, ince düşünceyi, kırmamak için sarf edilen çabayı. bir nevi kolaylıktı bu aslında. kim uğraşacak bunca koşturmacanın arasında detaylarla. ağzına her geleni söylemenin özgürlük olduğundan cesaret alarak, düşüncelere biçim vermek için kendimize tanıdığımız süreyi televizyon izleme vaktine ekledik. ya da hayatımızdan çıkan insanların yerine yeni bir arkadaş, yeni bir sevgili, yeni bir ahbap bulmak için harcadık. zaten ne kadar da kolay bir şey değil mi yeni birini hayatın içine, tam da göbeğine buyur edebilmek. ve hatta karşıdakinin ruhunu öğrenmek istemeden, kendi içini pervasızca başkalarının önünde ifşa edebilmek. yeni zamanlarda anını yaşa/kullan-at düsturu... buyur, hoşgeldin sevgili üst komşum, altında eziliyorum.

    şarkıda yırtık bir elbiseden bahsediyor. üstelik bahsedilen elbise kızın da en sevdiği elbisesiymiş. insan en sevdiği elbisesini ne zaman giyer? evde kendi kendine otururken değil herhalde. bu şarkıda anlatıldığına göre, gösteriş ya da dış kapının mandalı kimseler için de giyilmemiş. satırlar ve notalar aktıkça kelimelerin arkasına saklanmış anlam da ortaya çıkıyor.

    durum tespiti yapan çocuk da* kızı izliyor. aklından ne güzel şeyler geçiyor öyle, her şeyi nasıl da anlıyor. demek ki illa dile getirmek gerekmiyor bazı şeyleri. önemli olan duyu organlarını kullanmadan da anlayabilmek belki. pek çok romanda ve filmde bize bunu anlattı yazarlar ve yönetmenler. şarkılarda görkemli bir şekilde duygunun büyüğünden, ömürlük oluşundan bahsettiler. sonra herkes kendi hayatına döndü ve hiç kimse bahsedilen o büyük hisleri bulamadı ilişkilerinde. sanırım birileri çok güzel masallar anlatmayı çok güzel becerebiliyor. bu durumdan şikayet etmiyorum. bir kurgunun etkisine kapılmak, hatta ona gerçekmişçesine inanmak belki de insanların afyonudur. sonuçta kendine kaçabileceğin anlar yaratabilmen müthiş bir özgürlük. ister kitap olsun, ister film. ya da şarkı.

    ama bu şarkı öyle bir atmosfer yaratmıyor işte. gayet gerçek her denilen, sıradan, basit. hatta öyle sıradan ki ilk dinleyişte dikkat çekmeyecek türden. en güzel tarafı, en temel içgüdülerini bu denli zarifçe anlatabilmesi bence. böyle biri çok sevilir işte. kadınlar sever bu adamı. gerçi gerçek hayatta böyle insanlar hep uzaktan bakanlar olur ya, neyse artık.

    fildişi çizgiler/şeritler uzanıyor, derken tren yolları geliyordu aklıma. yolculuklardan bahsettiğini düşünüyordum. ya da ışıklardan. hani rahatlamışlık hissi var ya, hani o ferahlık hissi. tıpkı naneli şekerin verdiği ferahlık hissi gibi. sonra insan parçaları birleştirmeye çalışıyor, elbise diyor, yırtık diyor, çaktırmadan bakıyorum diyor. fildişi rengi şeritler. gerçek hayatta fildişi rengi kullanılır mı bir kumaşta? nerede kullanır kadınlar? şeritleri olsun, uzayıp gitsin fildişi çizgiler kadının omuzlarında. cevabı zor bir şey değil, anlıyor insan. önce anlıyorum, sonra da önemli olanın biçim olmadığını fark eden insanların yaptığı bu istiarelere selam yolluyorum. oyunlardan yola çıkarak manaya ulaşmanın verdiği memnuniyeti şarkıdaki çocuğa söylemek istiyorum. neden hissettiklerini hissetmemelisin ki? sen kötü bir şey yapmadın eleman. ortada olan tek kötülük senin gibi ince bir adamın, senin gibi ince biriyle karşılaşamaması sadece.

    güzelliğin biçimle, mevzunla sınırlı kaldığı algılara hitap etmiyor tabii. zarafetin giyim kuşamla, saç başla, ince topuk- inci küpeyle, ceket-kıravatla olduğunu sananlara hafif kaçıyor halihazırda. başka bir göz istiyor bazı şeyler. çok kolay harcıyor insanlar birbirini. oysa bu kadar hoyratça davranmamalı kimse kimseye.

    ve eğer şarkıdaki gibi bir adam bulursa kadınlar, kıymetini bilsinler lütfen. işte anca o zaman var olmanın dayanılmaz ağırlığı hafifliğe dönüşecektir muhtemelen. *
hesabın var mı? giriş yap