• madam bovarynin ispanyol eli degmis ve guncel olani. ben bir yorum yazmaya baslamak uzereydim ki sinemakulubu.com'da tugce hakararin yorumuyla karsilasinca imza atasim geldi. ek olarak beni derinden etkileyen konu "evde cocuguna yemek hazırlayacak, bakımını saglayacak maddi gucu olmayan, borc bataginda yuzen bir annenin sevgilisine pahali hediye alabilecek raddeye gelmis olmasi". bir anne olarak cidden sarsildim. anne ve kiz arasindaki diyaloglar icimi acitti. siddetle izlemenizi oneririm.

    film kunyesi ve yorumlar soyle:

    direktör: arturo ripstein

    oyuncular: alejandro suárez, arcelia ramírez, carlos chávez, eligio meléndez, marta aura, paola arroyo, patricia reyes spíndola, pilar padilla, plutarco haza, vladimir cruz

    "festivalin sıra dışı filmlerinden ve sıra dışı yönetmenlerinden bir tanesiyle karşı karşıya kaldım resmen. tabii bu zevkli bir yıpranma idi. yine de, filmin renkleri, anlatım biçimi ve konusu kadar karanlıktı bu yıpranma benim için.

    filmin tanıtımını okuduğumda, uzun uzun flaubert’i düşündüm. edebiyata ilgisi duymayan biri dahi, bu ismi edebiyat derslerinde muhakkak duymuştur. ben de bir edebiyat hocam sayesinde tanışmıştım kendisiyle. yıllar sonra yazdığı romanı tanıyamayan yazar değil miydi kendisi? öyle ya, bazı yazarlar da, bugün olsa öyle yazmazdım, dedikleri kitaplara sahip. madame bovary… oldukça uzun bir kitaptı hatırlıyorum. bu eser, bize hep halid ziya’nın eseri, aşk-ı memnu ile karşılaştırılarak anlatılmaya özen gösterilmiştir. birkaç okunması gereken yapıttan, en önemlilerinden, biri. sinemaya ve tiyatro sahnesine de aktarılmıştır bu yapıtlar. bir yasak aşk, her açıdan işlenmeye çalışılan hikâye ve karakter analizleri. doğrusu yazılış dönemi itibariyle de işleniş biçimi açısından da ele alınması güç bir konu. insani zaaflara yöneltilen her türlü sanat, biraz sıra dışı (tam olarak karşılıyor mu bu söz bilemiyorum ama aklıma ilk gelen sıfat bu) oluyor sanırım.

    las razones del corazón / reason of the heart /gönül laf dinlemez (2011); işte flaubert’in, birkaç yüzyıldır, kuşaktan kuşağa etki uyandırmış romanından bir esinlenme… film ispanya- meksika ortak yapımı ve yönetmenliğini arturo ripstein yapıyor. oyuncu kadrosu; arcelia ramírez (emilia), vladimir cruz (nicolas), plutarco haza (javier), patricia reyes spíndola (doña ruti), alejandro suárez (jasper), pilar padilla (jaquie), paola arroyo (isabel) gibi isimleri buluşturuyor. senaryo uyarlaması ise, yönetmen ripstein’in eşi, paz alicia garciadiego’ya ait. filmin sountracklerini david mansfield kompoze etmiş, arada bir kulağınıza tanıdık melodiler geleceği kanısındayım. festivalin benim için en ilginç karelere sahip filmlerinden biri olan bu yapıt, san sebastian film festivali’nde de kapanışı yapmış. bu işin, benim için ilgi çekici bir yanı da siyah beyaz bir proje oluşuydu. rengi olmayan şeylerin bazen çok şey anlattığına inanırım.

    film, bir kadın ve onun etrafında dönenler, daha doğrusu etrafına ve kendisine yaşattıkları, üzerine temelleniyor. yinelemek gerekirse, yaratılmak istenen kadın madame bovary’nin modern biçimi. arcelia ramírez (emilia), bir ev hanımıdır. anne olmak, ev hanımı olmak, onun için tutkusunu yok etmektedir adeta. bu vasıfları onu mutsuz etmektedir. aynı bina da yaşadığı bir müzisyenle aşk yaşamıştır, fakat artık içine düştüğü aşk karşılıksız bir hal almıştır. ne yazık ki, o çok istemediği ve sevmediği anne rolü, aşkın içinde kendini göstermiş ve adamı bu çemberin dışına itmiştir. emilia, kendi karakterinin yanında, kendisini mutlu etmek için uğraşan ve hat safhada anlayışlı bir eşe sahiptir. hat safhada diyorum; çünkü filmin sonuna doğru size de sinir bozucu gelen bu anlayışlılık, sanırım emilia’yı da ondan soğutan şeylerden bir tanesi. emilia’yı izlerken, filmin siyah beyaz oluşunu da hesaba katmak lazım, kendinizi onunla birlikte “ne yaptım ben?” sorularını işitirken bulabilirsiniz. eşi dışındaki erkekleri hediyelerle yanında tutabileceğine inanan ya da hediye vermenin aşkının bir göstergesi olduğunu düşünen bu kadın, maalesef ki aşığı tarafından kandırılacak ve büyük bir borçla karşı karşıya kalacak. emilia’nın eşini tek aldatması olmayacaktır bu, onu avutan kibar bir beyefendi, komşusu da ona ilgisini ve yatağını bahşedecektir. evinde icra memurlarından bir hamam böceği gibi saklanan emilia, hayatını çok göz önünde yaşamıştır ve apartman görevlisinden kocasına herkes aslında tüm hikâyeyi bilmektedir. bir kızı olduğunu unuttuğunu kendisine kızının kendisi hatırlatmaya çalıştığında ise, umutsuz ve değişmez tiratlarla karşılaşmaktadır seyirci. yalnız ve başkalarının annesi gibi, yalın bir annesi olmadığı için mutsuz bir kız çocuğu…

    para bulmak, icra meselesi, kredi kartı ve hatta bu yaşadığı gizli aşktan kalan kalıntıyı silmek için verdiği çaba onu biraz daha alçaltacak, hareketsiz hale getirecektir adeta. emilia karakteri, yetinmeyen ve doymayan bir kadındır. kadınlığını her sinir anı sonrasında sevişerek hissetmek isteyen bir kadın… zaman zaman kendisinin böcek yuvası olarak adlandırdığı, evden uzaklaşmak ve gitmek ister. gerçekten de sık sık ilaçlanan bir evde, kendi de yavaş yavaş o haşerelerden birine dönüşüyor adeta. başrol oyuncumuzun müthiş bir oyunculuğu var. cesur sayılabilecek birçok sahne de müthiş performanslar izliyoruz. kadının, insanın, tüm zaafları ve tüm çıplaklığı ile yalvarışlar, sevişmeler, çıkmaza düşmeleri kendisiyle birlikte yaşatıyor bize. başkarakterin yaşadıklarını, yaşattıklarını ve hatta ısrarcı oluşunu izlerken, tıpkı bir diğer karakter gibi siz de bir an evvel emilie’den kurtulmak istiyorsunuz.

    emilia’nin ilişki yaşadığı adama bir kez daha dönecek olursak; kendisi küba’lı bir müzisyen. saksafon çalan ve oradan uzaklaşmak için emilie’nin kartını kullanmış, belki biraz da kurnaz biri. bu karakterin, kendiyle oluşu ve hiçbir şey için suçluluk hissetmeme konusundaki başarısı da oldukça ilginç bir sanatçı profili çizdiriyor. biraz da sinir bozucu gerçekten de. bu adamın emilia’nin eşi ile olan ilişkisi de tuhaf noktalara varacaktır. ortada bu denli, tutku bir bunalım yaşayan kadın olunca etrafındaki tüm erkekleri bir masa başında, kendi etrafında toplayabilmesi de kaçınılmaz oluyor herhalde. komşumuz kibar bey mi? adamın ses tonu ve başarılı oyunculuğu sizi de cezp edebilir.

    biraz karışmış olabilir, aslında hikâye basit ve bilindik bir konu gibi geliyor başta… fakat oyunculukların, hikâyenin ve filmin tamamının bambaşka bir karanlığı var. sizi de sıkan…

    emilia’nin intiharla olan ilişkisi ile sonlandırmak istiyorum. zamanla, yalnızlığın ve saplantısal hataların içine daha çok gömülen bu kadın, emilie, evdeki haşerelerden birine dönüşür adeta ve sırt üstü düşer… zaten ölecektir, bunu kendi yapar ve zehri yer… her intihar gibi, donuk ve pişmanlıklarla doludur belki de… kocası, hayatını onu mutlu etmeye adamış adam, yine onun bu şekilde mutlu olacağını düşünerek, ölümünü izler ve sürecin değişmesine izin vermez. burada ki de başka bir psikolojik travmadır aslında. mutlu ölüm isteğinin yanı sıra, sindirilmiş ve her şeye ayak uydurur hale gelen bu adam gerçekten bunu mu istemektedir yoksa bir şey yapmış mı olmak istiyordur, sorgulatan bir karakter. yıllarca sevdiği karısını hiç tanımamış olması, onun için bir tutku olamamış olması başka bir diyalogun başlangıcı olacaktır. iki erkeği mesafelerle de olsa birbirine yaklaştıracaktır.

    emilia modern anlamda bir kadını yansıtmasının yanında, düşüncenin yok olduğu, bencilliğin baş gösterdiği hayatların düşüşüne de bir örnek, bir analiz gibi…

    festival kapsamında ya da değil muhakkak izlemenizi tavsiye ederim. sıra dışı bir teknik ve oyunculuk sizi bekliyor."
hesabın var mı? giriş yap